İRTİCA – LAİKLİK

İRTİCA   –     LAİKLİK

             Balık eti yemeyince kuduran ancak yeyincede yemekten kuduran bir sahil köyünde yaşayan bir kısım insanlar;kısa bir müddet de olsa balık yiyememenin vermiş olduğu kudurmuşlukla,bir türlü tek-tük yiyebildikleri balıklardan çokça avlayabilmek için çare düşünürler. Ve kendilerince çareyi denize zehir dökmekte bulurlar. Bu durum öncekine göre sayılabilir az bir farklılıkla değişiklik görülse de yeterli değildir.

            Yeterli çareyi elde edebilme düşüncesiyle denizin içerisine sur örmeye çalışırlar. Bununda ilk günlerde faydasını görürler. Ancak aynı fayda fazla olarak ve devam ederek görülmemektedir. Büyük dalgaların surlarda açtıkları gedikler,balıkların kaçmasına,surların dökülüp yıkılmasına kadar gider. Buda son ve tek çözüm yolu olmamıştır.

            Kabaran iştahların vermiş olduğu doyumsuzluk onları çılgına çevirir. Gece rüyalarına,gündüz sohbetlerine girer. Zaten gündemlerinden de hiç çıkmaz ya… Bütün hayalleri,düşünceleri tek nokta üzerine teksif ve tahsis edilmiş,öyle ki adeta onun için yaratılmış,onun için varlar.

            Nerdeyse çareler tükenir,iştahları tükenmez. Dışarıdan çareler umarlar,elçiler gönderirler,elçiler getirtirler,her türlü protokolü denerler… Öyle ki desteklerde tümüyle tükenmesine rağmen,istek ve hevesleri bir türlü tükenme bilmez.

            Bu tükenmişlikte onlar için en basit ve adi bir fikir dahi aliler sırasına geçer. Neticede şöyle bir fikirde kabul görür;Bundan sonra deniz durulmayacak,büyük dalgalar oluşturacağız. Her ne vakit bize balık lazım olursa;hemen el birliğiyle,bulacağımız ve yapacağımız aletlerle denizi dalgalandıracağız.

            Büyük dalgaların sahillere vurduğu büyüklü-küçüklü balık ve sâirelerle hayatımızı sürdüreceğiz.

            Ve bu uygulama ilk etapta yorucuda olsa hoşlarına gider ve pekte memnun olurlar.

            Bu temsil gibi de;Dalgalandırılan toplumlar da,dalgalı denizler gibidir.

            Birilerine balık lazım olunca toplumu dalgalandırıyor;alevi-sünni,sağcı-solcu,mürteci-laik,aşırı dinci-aşırı dinci olmayan,şeriatçı-şeriatçı olmayan gibi;avlamaya ve avlanmaya müsait oltalar kullanımıyla yakalanmaya çalışılıyor.

            Tâ ki oluşturulan bu dalgaların dışarı fırlatıp attıkları kolay avlanabilsin,rahat alınabilsin.

            Toplumun tümüne sahip olmak elbet güçtür. Büyük fazilet ister. Yoksa geçici kalır. Ancak az bir kısmına sahib olmada azda olsa bir rezalet, tahrib nevinden olduğundan kolaydır.

            Yüzde doksan dokuzu müslüman dediğimiz memleketimizde de irtica yaygaraları ile,ayyuka çıkarılan dalgalar ile insanımız mânen etki altında bırakılarak boğdurulmakta,boğdurulmaya çalışılmaktadır.

            Böyle bir yanlışlık sadece o dönemde yaşayan insanlara mahsus kalıp,toprağa gömülmeyecek,bu durumun tekrar depreşmesine neden olmasıyla;bir yandan geçmişteki bu kötü örnekler hali hazırdaki insanlara da atfedilecek,bir yandan da bu manevi baskı strese,stres kavgaya,kavgayı devam ettirecek tüm malzemelerde ortaya dökülecektir.

            Belki de bir ömür ve bir asır;yo deydiydu,deymeduydu-larla kayıp olarak sürüp gidecektir.

            Pis kokusu tüm zamanları saracak,rahatsız edecektir. asırlar sonra bile;aslında deymişti,yok canım deymemişti aslında-larla,ne demek deymemişti,bal gibi de deymişti,münakaşaları devam edecek,bir yandan da büyük yaralar açacaktır.

            Bu gün irtica,laiklik ve başörtüsü meselesini dalgalandıranlar da;yarınki utanmayı,başka yanlışlıkları doğurmayı ve bunun sürdürülebileceğini de düşünebilmelidirler.

            En azından provakatörlere zemin hazırlamamalıdırlar.

            İyilik yapılmıyorsa da;hiç olmazsa kötülük yapılmamalıdır.

            Kötülük yapılmıyorsa da;onun kadar bir fazilet,geçmişte yapılan yanlışları ortaya çıkarmamaktır.

  1. yüzyılda doğrulara yanlışlar ve yanlışlıklar kullanılarak gidilmektedir. buda iki şekilde uygulanmaktadır. Birisi;bizatihi yanlışı doğru bilerek o hedefe doğru yönelir ve gayesine ulaşmak için her gayr-ı meşru şeyi meşru addederek hareket eder. Böyle bir hal tüyleri ürpertecek bir sonucu doğurur.

            Diğeri ise;yanlışı yanlış bilir,ancak onu vesile bilip,onun vesileliğiyle doğru sonuca varmayı düşünür. Ancak bu da ve bunda da bazı yanlışlıklara kapı açar,çok farklılıkları da hayata getirir,hayata geçer.

            Bunda araziye uyma durumu söz konusu olur. ne öyle olsun,ne de böyle.. Dostlar alış-verişte görsün. İlim adamı,fikir adamı da olsa gerçekleri söylemeyerek,etrafı küstürmeden,muğlak ifadelerle ya geçiştirmeye çalışır veya susar,konuşmaz.

            Ehli olmayanların konuşmasıyla da ehliyetsiz bir toplum çıkar ki;buda kazaları,manen ve madden ölümleri arttırır.

            Laikliğin Hz. İsa’nın şu sözünden alındığı söylenmektedir:”Sezarınkileri Sezara,Tanrınınkileri de Tanrıya verin.”

            Bu yanlış uygulamadır ki;bu gün Kur’an bülbülleri ötmemektedir. Çünki kartalların,akbabaların hışmına uğradı. Allah’a havale ediyoruz. Onlar mı? şey… kına yaksınlar! Kına gönderenler çok olursa,her taraflarına yaksınlar o müsebbibleri. Eskiden nitekim dedeleri de yapmış,o da yasaklamıştı.

            Oysa bilinmelidir ki;Allah bu dini bir fâcir adamla da kuvvetlendirir.[1]      

            -Türkiyede siyasete bu gibi bahanelerle tüm toplum çekilmeye çalışılmaktadır. Türkiye’de bir Cezayir ve Suriye durumuna dönüştürülmesi için uğraşılmaktadır.

            Bu ve bunun gibi noktalarda güzel olan husus;halkın böyle bir probleminin olmamasıdır. Birbirleriyle olan her çeşit bağlantılarını-komşu-meslektaş-esnaflık,vs-şekliyle de geçmişten günümüze devam ettirmektedirler.

            Öyle ki bunu asırlarca dahi gayr-ı müslimlere göstermiş,tahammül etmiş ve de içimizde barındırmışızdır.

            Bu noktada onlarla bile böyle bir birlik olayı söz konusu olurken;kendimize sormamız gerekir;Nedir bizdeki bu durum?..

            -1980 öncesinin kusurlarıyla beraber bir güzel özelliği;şimdiki gereksiz tartışmaların yerine fikir hakimdi. Kaba kuvvetle meseleyi çözmeye çalışanlarla beraber,fikir erbabı,düşüncelerini ortaya koyuyor,mesleklerini fikirle savunuyordu. Fikri olan kazanıyor,kaba olan kaba kuvvete baş vuruyordu. Konuşan fikirdi,fikir konuşuyordu.

            Düşünen,tahlil eden bir insandan kolay kolay zarar gelmez. Batılda fikir sahibi olup,samimi olan,hakka döndüğünde aynı fikir hareketini ve samimiyetini devam ettirmektedir. islâmdan önceki Ömer’in celadeti,İslâmdan sonra da adil bir şekilde devam etmiştir. Fikir alanındaki eski ateist ve materyalist Garoudy,İslâmı kabul ettikten sonrada aynı kaliteyi muhafaza etmiştir.

            Yani müslüman olmadan önce düşünen bir kafaya sahib olan bu Garoudy,İslâmiyeti kabulden sonra da dünya çapında düşüncesindeki imtiyazını göstermiş,kendisini burada da kabul ettirmiştir. yeter ki samimiyet ve araştırma azmi olsun!

            1980’den sonra ise;sular ılıdı,denizler duruldu,bazen bulandırıldı,hayat zahiren normal bir seyre girdi veya öyle göründü.

            Ancak burada da insanın,had ve sınır konulmayan şu üç duygusu işlettirilmeye başlandı. Akıldan ziyade his ve heves yerini aldı.

1)Şeheviye duygusu. Aşırı istek ve şehvet. Öyle ki dünyayı yutsa tok olmayacak derece de bir istek,helal-haram demeyip çırpma ve çalma ve de elde etme hırsı                    

           Ve şehveti galeyana getirilen bu insanın hevâ ve hevesini ve nefsini memnun etmek için,tüm gayr-ı meşru yollar denenmeye başlandı. Sefâhet ve rezalet uğruna her şey feda edildi. Tüm değerler rüşvet verildi.

            Verilenlerin yerini alınanlar doldurmadığı gibi,açtığı boşluklarla da çok şeyleri de beraberinde götürdü ve bitirdi.

            Dünyayı alma uğruna verilen ahiret ve düşüncesi gittiği gibi,dünyada elde edilemedi. Adeta Avrupa sefâheti aynıyla ve de katmerli olarak yaşanıldı ve yaşatılmaya çalışıldı.

            2)Gadab ve kızma duygusu. İnsandaki sınır tanımayan kızma duygusu da;kin,nefret,öfke,anarşi,öldürme,fitne ve provakasyonlar ile kızıştırıldı. Bunun uğruna cepheler oluştu. Sun’i gündemler ihdas edildi,fırkalara ayrıldı.

            Nefret ve kin ile şarz olan bu insanlar,stres ve şiddetlerle deşarz oldular. Gadabı uğruna bir nesilde böylece doldu,dolduruldu ve neticede soldu…

3)Fikir ve düşünce duygusu. Menfilikte her yolu ve fikri deneyen beşer,bütün bütün ümitsizlik içerisinde kalmamak üzere fikir sahasında da bir çok gelişime imza atmaya başladı.                        

Artık yapabildiğini düşünme değil,düşündüğünü yapabilme yoluna girdi.

Fikirden mahrum olanlar geri kaldı. Fikir üretenler fikrinin ve de hayallerinin bile ulaştığı yere varmaya çalıştılar.

            Dünya bu platforma girdi. Dünyayı odasına getirip,küçülttü. Bizde olan fikir ve onun mevcudiyetine rağmen,yol alınamaması;günlük meseleler ve gereksiz tartışmalarla zaman kaybedilmesine yol açıyor.

            Silkinip kendine gelme ve hız ile çok mesafeler kat edilebilir.

            Siyasette,idare ve idarecilikte,devlette ve de toplumda ölçü ve ölçülülük hakim olmalıdır. Bu da devletin halkını,halkın devletini,milletin birbirini karşısına almakla veya alıcı uygulamalara girerek değil de,yanına almasıyla mümkün olur.

            Tüm İslam devletlerine bakıldığında halk ile idarecileri arasında bir farklılığın ve neticede bir kopukluğun olduğu görülür.

            Buda hepsine yukarıdan inme bir rejimle,idare edenle edilenler arasında bir boşluğun gerçekleştirilmesindendir.

            Üstten baskı ve susturmayla halk sindirilmiştir.

            Asırlardır halk,inançlarına gem ve zincir vurmaya çalışanlara karşı bir tepki gösterme mecburiyeti ve gayreti içerisine girmiştir.

            Ancak olayın ikinci ve en önemli aşaması ve başlangıcı bundan sonra başlamıştır. İşte örnekleri;

            -Mısırda yukarıdan inmeye,yine yukarıdan karşı koymaya çalışan merhum Seyyid Kutup’la beraber 40 bin ihvan-ı müslimin de şehid edilmiştir.

            -Cezayirde de aynı uygulamayı görmekteyiz. Hunharca zulümlere maruz bırakılan halk ve FIS teşkilatı çeşitli sinsi bahane ve ithamlarla imha edilmiştir.

            -Suriye de ise azınlık ve azınlığın hakimiyeti olan Nuseyrilerin yani Baas partisinin hakimiyetini kurma uğruna 1963 ve 1966 da yaptıkları darbede orduda ve partide önemli noktaları ele geçirerek 1982’de“Hama Katliamı”nı gerçekleştirdi. Brynjar Lia “Müslüman kardeşlerin Doğuşu”adlı kitabında”Hama 40 küsur yıldan sonra,Modern orta doğu tarihinde İslam’a karşı en vahşi,büyük çaplı katliama sahne olmuştur.”der. Hama tam bir harabeye döndürülüyordu. Hafız Esad zulmü üzerine diğerleri gibi tahtını sabitleştirmeye çalışıyordu.    

           Emekli MİT mensubu Mahir Kaynak’ın 9-Mart cuntacıları olan; İlhan Selçuk,Doğan Avcıoğlu,Cemal Madanoğlu,Uğur Mumcu,Hasan Cemal,Uluç Gürkan-ın yapacakları Suriye tipi bir –Baas hareketi-ni önceden içlerine sızıp haber vermesi ve deşifre etmesi ile akim kalmıştır.[2]

            -Bosna-Hersek,Türk cumhuriyetleri hep aynı senaryo,plan ve uygulamaya konulan oyunlar içerisinde…

            Bir yanda dövmek için ağlayan ve bahane arayanlar,diğer yandan zulme maruz kalan ve zulme göğüs germe çabasında olan mazlumlar…

            Ancak Türkiye de Bediüzzamanın ölçüsünün,hizmetinin müsbet esaslar üzerine bina edilmesi,yukarıdan inme değil;uzlaşma,alttan ve temelden yetişme ve yetiştirme,köksüzlere ve köksüzlüklere karşı köklü bir gelişme içerisine girişi,birkaç asırdır küs olan kalb ve aklı barıştırması onu hizmette muvaffak eden sebeblerdendi. O da tüm baskı ve hapislere rağmen…

            Özetle;ya her bir İslâm devletine bir Bediüzzaman gerek veyahut da Onun hizmet tarzı…

            Hizmette siyaset ölçü olmadığı gibi;ihtilaf ve kopuklukları daha da zedeleyici,ihlas,samimiyet,tesanüd ve ittihada vesile olacak olan güzel duyguları kaldırıp,yerine kötü duyguların yerleşmesine sebeb olacaktır.

            İnsanlar birbirlerini siyasetleri ile sevecek veya nefret edecektir.

            Bediüzaman;”Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım.”,’şeytandan kaçar gibi siyasetten de kaçması”nın sebebi,siyaset ve politikanın meleği şeytan,şeytanı da melek göstermesindendir.

            Şerif Mardin-in deyimiyle;”Türkiye de uygulanan laiklik anlayışı felsefi gelişmeye engeldir.”

            Doku uyuşmazlığı vardır. Vücuda uyuşmuyor,uyuşmuyor. Vücut onu ifrağ ve istifrağla atıyor.

            Devletin marksist bir kuşatma altında olduğunu söyleyen Durmuş Hocaoğlu[3] bu tesbitini şöyle açıklar:”Evrensel kominizmin çöküşünden sonra işsiz kalan ve bir baltaya sap olamayan ‘yerli’ marksistlerin istihdamı problemi ve devletin içten zapt edilmesi.”

            Bu problem ise,sadece kavga öğretmektedir. Yıllarını ve her şeylerini verdikleri ideolojilerinin çökmüş olması onlarda da bir çöküntüye sebeb olmaktadır. bunun boşluğunu da kavga ve anarşi ile doldurmaya çalışacaklardır. Veya kendilerine gündelik sermayelerle avunulacak senaryo projeleri üretmek gerekecektir.

            Hocaoğlu bu gün Türkiye de”Ekmek teknelerini”kaybetmiş olan marksistlerin “siyasi Alevilik”,”siyasi kürtçülük” ve Atatürkçülük gibi kavramlara sığınarak adeta iş aramakta olduklarını belirtir.[4]

            devletin idaresinde bulunan herkesin müslüman olmasına rağmen,müslümanların devleti ele geçirme yaygarası,sırf hürriyetlerin kısıtlanmasıyla beraber,hıncını kusma ve yıpratma faaliyetidir.

            Bediüzzamanın her konudaki üstün tesbiti burada da kendini göstermektedir. O devamlı İslâmı siyasetin dışında ve üstünde tutmuş,hizmetini devletle odaklaştırarak yapmamıştır. Onlardan tecrit edilmiş,tartışma götürmeyecek iman merkezine insanları çekmiştir.

            Nitekim dini,İslâmi siyasetin içine çekenler yıllardır hem zarar görmüşler,hem de zarar vermişlerdir.

            Adeta menfi insanlara kozlar verilerek,elde edilenler de kaybedilmiştir.

            İslâma hizmet,siyasete hizmetten önce gelir.

                                                                                  24-6-2000

                                                                       MEHMET ÖZÇELİK

 

 

[1] İmam-ı rabbani ve İslam .Mevdudi.terc.H.Karaman.154,Bak.Sözler.B.Said.Nursi.442,Laiklik için bak.Din-Devlet ilişkileri. H.H. Ceylan. 2 / 20(Takrir-i sükun),154-200.ve devamı.

[2] Bak.zaman gaz.14-6-2000.N.Gönültaş.

[3] Bak.agg.4-7-1999.

[4] Agg.4-7-1999.

Loading

No ResponsesOcak 1st, 2015