İMAM-HATİB VE OKULLARI ÜZERİNE

İMAM-HATİB VE OKULLARI ÜZERİNE

1924-1961-1982 Anayasasınca Dini Eğitim mecburi,Tevhid-i Tedrisatın 4. maddesine göre de İmam-Hatibler kurulmuştur.

1924-de ilk olarak muhtelif yerlerde 29 İmam-Hatib açılmış,şu anda 1997 hesaplarına göre 464 olup,480 bin öğrenci ulunmaktadır.

1973 yılında 1730 sayılı M.E. Temel Kanununa göre kızlarda alınmıştır.

İmam-Hatiblerin %-70’i halk tarafından yaptırılmış,%-25’i de devlet-halk işbirliğiyle yaptırılmıştır.

İmam-Hatiblerde Cuma namazı saati camilerde tatbikat olduğundan,o saatlerde ders konulmaz.

Bir asra yaklaşan bir süredir milyonları mezun verip,yarım milyonu okuyan bu okullar silsilesi yani İmam-Hatibler göz ardı edilemez. Yabana atılamaz. Ve bu mezun olan insanlar devletin her kesiminde de görev yapmaktadırlar. Onlar rencide edilemez.

İmam-Hatibler bir ihtiyacın ürünüdür. şöyle ki;

Yıllardır yani özellikle 1925-1950 yılları arasında büyük çapta bir din düşmanlığının ve ihmalinin mevcudiyetini ve bunun tüm memlekette sergilendiği bir hakikattır. Öyle ki artık şu feryatlara şahit oluruz;

H. Suphi Tanrıöver CHP’nin 1947’deki kurultayında şöyle der:”Vallahi billahi altı köyümüzde bir tek imam kaldı. Ölülere nöbet bekletiyoruz. Ondan kalkıp,bu köye geliyor ve boyuna köy değiştiriyor. Eğer bize İmam ve Hatib vermezseniz,ölülerimizi köpek leşi gibi toprağa gömeceğiz.”

Din düşmanlığı,dinin yerine ne bulunmuşsa o konulmaya çalışılmıştır. Ve din bir zehir ve afyon olarak nitelendirilmiştir. Oysa manevi refah olmadan,maddi refah düşünülemez.

Milletin Menderes ve Özal’a olan teveccühü;milletin boğazını sıkan zincirlerden,güçleri yeten birkaç zinciri kırmaları sebebiyledir.

İmam-Hatibler,büyük çapta halkın destek ve yardımıyla ayakta dururlar.

İlk İmam-Hatib 1949’da İstanbul’da açılmıştır.Sebeb olarak dünyada gelişen demokrasi havaları…

Başlangıçta 7 aylık kursla başlarken 1950 seçimlerinden sonra M. Celaleddin Ökten (1882-1961)’in girişimiyle Tevfik İleri (Milli Eğitim Bakanı)’nin projeyi kabulüyle 7 yıllık olarak kabul edildi.

Resmi olarak “17-Ekim-1951 tarihinde ilk 7 İmam-Hatib okulu öğretime başladı. Bunlar Adana,Ankara,İsparta,İstanbul,Kayseri,Konya ve Maraş İmam-Hatib okulları idi.”

1959’da da Yüksek İslam Enstitüsü açıldı.

İmam-Hatiblerin sadece Diyanete yönelmeyip,diğer bütün dallara da yönelmeleri ve her alanda başarı göstermeleri,bazılarını rahatsız etti. Çünkü hesaplarında dinin ve verilen tedrisatın sadece cenaze yıkamak ve Diyanet camiasının çevresinde ve çerçevesinde kalıp,onu aşmaması,kendilerine bulaşmaması idi…

Tam bir utanç duvarı… Utanılacak bir uygulama…

Oysa liseler sürekli mezun vermektedir. Ne derece ve ne kadar verim alınmaktadır?

İkinci olarak;eğer yenisine ihtiyaç durumu söz konusu değilse,neden sürekli açılma durumuna gidilmektedir? Düşünülmesi gerekmez mi? Yoksa siyasi yatırım mı?

Oysa İmam-Hatiblere olan ihtiyaç,toplumun dine olan ihtiyacının,susamışlıklarının bir göstergesidir…

Bugün Türkiye’de ve diğer dünya ülkelerinde önemli mevkilerde hizmet veren şahsiyetler içerisinde önemli çapta İmam-Hatibliyi görmekteyiz. Marifet İmam-Hatibleri engellemek değil,onu arttırıp,diğer liselere de teşmil etmek,yanlış ve eksik olan noktaları tashih etmekten geçer…

İmam_Hatib liseleri konusunda zaman be zaman,Zaman gazetesinin Kulis köşesinde yazan Taha Kıvanç İsmiyle (Fehmi Koru);eski Milli Eğitim Bakanı Nevzat Ayaz’ın yanına gittiği,kuvvet komutanlarından birine şöyle dediğini yazar:”O işi hallediyorum,ilk öğretimi sekiz yıla çıkarma bahanesiyle hem İmam-Hatib okullarını hem de Kur’an kurslarını kapatacağım.”[i] demiş.

Devlet sırtındaki kamburu daha da arttırırken,toplumun ilgisiyle ayakta duran,halkın böyle bir yükü yüklenmesine müsaade etmemektedir. Tam bir tezad…

6-Mart-1924’de Tevhid-i Tedrisatın kabul edilmesi ve 1.Maddesindeki:”M.1-Türkiye dahilindeki bütün müessesatı ilmiye ve tedrisatı maarif vekaletine merbuttur.” Bu ifade dini tedrisatı ortadan kaldırmaktadır. Sonradan eklenen madde ve yan desteklerle ayakta tutturulmaya çalışılmaktadır.

Kapatılmaları hususunda ise;1930’da İmam-Hatibler kapatılmıştır. 1933’de İlahiyat kapatılmıştır. 1930’a kadar ilk-orta ve liseden ve ilk öğretmen okullarından Din dersleri kaldırılmıştır. 1929’da Kur’an Kursları, 1930’da birkaç hocaya sınırlı olarak sadece Kur’an öğretme izni verilmiştir.

1932’de Ezan Türkçeleştirilmiş. Tercümesinden namaz kıldırma denemeleri yapılmıştır. 1940’da ise tamamen yasaklanmıştır. Evde toplanıp,okuma ve öğrenmelere müsaade edilmemiş,hapsedilmiş,cezalandırılmıştır. Kur’an-ı Kerimler yasaklanmış ve saklanmış…

Örnekleri gayet çoktur. Şahitleri de yüzlercedir,binlercedir.Kayseri’de bir büyüğümüz anlatmıştı. Babam bana Kur’an-ı öğretirken abim pencereden dışarıya bakıyordu,abime öğretirken de ben dışarıya bakıyordum. Tâki jandarma falan gelirse,hemen harekete geçerek,her şeyi ortadan kaldırıp,bir şey hissettirmeyelim.

Bunlarla beraber binlerce yıllık,binlerce eserler ya Bulgar’a kağıt fiyatına satılmış,ya yakılmış,ya da gömülerek,saklanarak ortadan kaldırılmıştır ki,hiçbir asırda benzeri olmayan tam bir vahşet… Haçlı seferlerini gölgeleyecek nitelikte…

1940’lı yıllardaki eğitim;Allah yerine tabiat,Kur’an çöl kanunu,Peygamber ise,akıllı bir insandı sözleriyle geçiştirmelerden ibaretti.

Azınlık okullarına müsaade edip,bu okullara müsaade etmeyen de iyi niyet aranmaz.

1997 yılından itibaren İmam-Hatib ve Kur’an kurslarına vurulan darbeyi tarih affetmeyecek,buna vesile olanların lekeleri dünya ve ahirette silinmeyecektir. Kara bir leke olarak kalacaktır.

Geride kalanların keffâret olarak affı ise;tüm okulların 4. ve 5. sınıflarından itibaren;Kur’an-ı Kerim,Hadis ve Arapça derslerinin konulması olacaktır.

Şimdiki okulların eski medreselerden farkı;eğitimde ciddiyet ve dini tedrisatın daha şümullü verilme imkanıdır. Dinle fen ilminin beraber verilmesi. Zira,akılları aydınlatan fen ilimleri,kalbi aydınlatan ise din ilimleridir.İkisinin birleşmesiyle hakikat ortaya çıkar. Birbirlerinden ayrıldıklarında ise;birincisinden inkar,şüphe ve tereddüt çıkarken,ikincisinden de taassub meydana gelecektir.

Osmanlı bunu kendi vüs’ati içerisinde yapmıştır. Bize bunu genişletmek kalmaktadır.

Dini ilimleri öğrenmek kadın-erkek her kese farzı ayın yani her kesin başlı başına sorumlu olup öğrenmesi gerekli ilimlerdir.

Fen ilimleri ise;farzı kifâye olup,bazılarının yapması ile diğerlerinden sakıt olan ilimlerdir.

Akıl ve kalbi birbirinden ayıramayan,ayırılması düşünülmeyen bir hakikat varken,din ve fen ilimlerini bir birinden ayırmak bir hakikatsızlıktır.

İmam-Hatiblerin de kapatılmaya çalışılması bir haklılık değil,haksızlıktır.

NOT : “İmam-Hatiblerde Orduya Alınmalıdır.”yazısından dolayı içeriye alınan Hekimoğlu istimal (diğer adıyla Ömer Okçu) ;yazmış olduğu –Minyeli Abdullah-ı ve –Maznun- romanındaki olayları bizatihi hayatıyla oynayan yazara zincir ve kelepçe vurulmakla,vicdanlara ve fikirlere vurulmuş olmaktadır. Tıpkı şef döneminde olduğu gibi…

Gazetedeki –Suç unsuru sayılan- yazıyı okumuş,birkaç dakikalık takdirle geçmiş,gönlümüze koyarak,fetholunmamıştık. Kalblerimizdeki kasavet açtırmamıştı.

Şimdi yüz binler İmam-Hatiblinin ve milyonlar ehli imanın gönlü fethedilmiştir. O’na vurulan zincir,bütün İmam-Hatiblilere ve benimseyenlerine vurulmuştur.

Zincire vurulduğumuzu anlamış,zincire vurulan o muhterem abimizi anlayabilmiştik.

Şu Fetih gününde Rabbimizden temennimiz odur ki;Değerli yazarımızın zincirleriyle beraber;fikir,vicdan ve kalblerdeki mühür ve kilitleri açsın. Zira zihniyet ve düşüncedeki açılma ile çok zincirler çözülecektir.

14-5-1996

MEHMET ÖZÇELİK

[i] Agg.26-5-1994.

Loading

No ResponsesOcak 2nd, 2015