K Ü T Ü P H A N E

K Ü T Ü P H A N E

İnsanlık hayatı kitapla başlar ve kitapla noktalanır. Kur’an-ın ilk emri”Oku”dur. İşte bu ilahi kaynağın esasındandır.

Bizlerde o kitaplara göre hayatımızı kitaplaştırmalıyız. Zira her bir insan okunulacak veya okunulması gereken bir kitaptır. Okuduğu sürece..okuyan okunulur.

Bizler kültürümüzü hep kitaplarla süsledik. Sürekli o süs bizden,bizler o süsten hep koparıldık ve şimdi de koptuk.

Lüzumluluğuna binaen matbaanın kurulması Şeyhul İslâm Abdullah Efendinin bir fetvasıyla,birkaç asırdır gerçekleşmiş[1] olmasına rağmen,istifade yeterli olmamıştır.

Medeniyetin matbaası,Bilgisayarı,İnterneti,fotokopisi,faksı gibi tüm imkanları olan bizler,bu imkanlardan mahrum olanlara bile yetişemedik. Yoksa bu gidişle yetişemeyecek miyiz?

İlim-kültür-kütüphane;bunlar birbirinden ayrılması mümkün olmayan değerlerdir.

Çocuğun hayatını kitaplar fethetmeli,eğlenceler işgal etmemelidir.

Hayatımızdan kitap çıkarsa,hayat da çöker. İşte çöküntülerimiz=

-Moğol istilasında Bağdat yakılmış,kitaplar ve kütüphaneler nehirlere dökülerek aylarca su yerine mürekkeb akmıştır. Hafızamız kaybettirilmiş.

-Bir gün Adıyaman-da kütüphane müdürü arkadaşımızın ibretli hatırası bizi düşündürmüştü. bizi kütüphaneye çağırarak,bir odayı açıp,torbalarda dolu olan kitapları göstererek olayın iç yüzünü şöyle anlatmıştı;

Bu torbadaki kitaplar Adıyaman-ın ilk okulu olan Cumhuriyet İlkokulunun çatısında bulunup getirilmiş. Torbanın birisini açıp baktığımızda özellikle Tefsir,hadis,fıkıh gibi kitapların olduğunu gördük.

Daha bunların az bir kısmı olduğunu,daha önceki müdürün İstanbula tayini çıkıp giderken yanında benimdi diyerek götürdükleri de cabası..

-Cumhuriyetin ilk dönemlerinden itibaren,bir asra yaklaşan dönem içerisinde insanlar okumaktan men edilip yasaklanmış,böylece ya yakılıp imha edilmiş veya toprağa gömülmüş veyahut çatı gibi gizli yerlere saklanarak muhafaza edilmeye çalışılmıştır. Okuyanlar cezalandırılmış,hapse atılmıştır.

Masumane insanların okudukları masumane kitaplar suç organı sayılmış,suçlu ilan edilmiş.

-Yatılı okulda,Karslı bir talebemin babası ziyarete gelmişti. konuşma esnasında adam şunu anlattı;

Hocam,ben İstanbul-da bir müteahhidin yanında ustalık yapmaktayım. Bir gün deniz kenarında bir paşanın yaptırdığı kütüphanenin yerine Apartman inşa edecektik.

Müteahhit bana,bizim bu kitaplarla uğraşacak zamanımız yok. Sen gizlice bu kitapları denize dökersin,burayı hemen yıkar,yerine binanın temelini atarız.

Ancak buna vicdanım razı olmadığından,İstanbulun birkaç camisine giderek imamlara yarın erkenden-arkadaşlarına da söyleyerek-gelmelerini,kendilerine bu kitapları dağıtacağımı söyledim.

Ertesi gün gittiğimde,büyük bir kalabalıkla karşılaştım. Kütüphaneyi açarak,kasa kasa kitapları onlara verdim. kendimde hatıra olarak büyük bir uzunlukta ve kalınlıkta bir kitabı aldım,diye anlatmıştı.

Son anda önlenen büyük bir dehşet ve vahşet.. ya engellenmeyen ve engellenemeyenler?

-Kayseri’de bir gün bir halifleksçi arkadaş,babalarından kalan eski kitapları vermek üzere çağırmıştı. Geciktirmeden birkaç arkadaş kalkıp gittik işyerine. Büyükçe bir sandığın dibinde birkaç kitapla karşılaşınca,biraz da şaşırarak;Hepsi bunlar mı?dediğimizde bizlere şöyle demişti;

“Bu sandık doluydu. Atölyede sobada yakıyoruz. Bunlar kaldı.”

Bizleri de yakan bu söze karşı,bir kaçını da kurtararak,yanık ve hazin olarak oradan ayrıldık.

Yakılan,yanan ve yandırılan bir tarih…

-Bin yıllık bir tarihi ve dili harf inkilabıyla devirdik. Ve kalan mirasımızı balyalarla,vagonlarla Bulgaristana kağıt fiyatına sattık. Oda okkası üç kuruş 10 paraya sattık [2]Kağıt kadar da kıymet vermedik. Kese kağıdı yaptık. Yapılan inkilapla muhteşem bir mazi ters yüz edildi. Birikimler heba edildi,bitirildi.

İnkilap uğruna yitirilen,sökülen değerler…

-Odasının her tarafı kitaplarla kaplı İbrahim Hakkı-ya bunları nasıl elde ettiği sorulduğunda;derinden derine,hüzünle ve ağlayarak içini çekip;

Yakılmak üzere meydana konulan kitaplardan yanmayıp da kurtarabildiğim az bir kısmıdır.”der.

Yakılan,yıkılan,bitirilmeye çalışılan bir tarih…

-Yüzlerce örnekleriyle beraber,bizlerin ilgisizlik ve bilgisizliği de yara üzerine dökülen bir kezzab durumundadır.

İnsanlara değerlerimiz,her şeyimizi,milletlere arşivlerimizi,hafızalarımızı çalmayı kim öğretti? Kimden öğrenildi?

İnsanlar ya kahvelerden veya oyun salonlarından kütüphanelere çekilmeli veyahut da kahvehaneler birer kütüphane haline getirilmelidir.

Doğunun sıkıntısı bununla giderilebileceği gibi,batının ekonomi ve tekniği de bununla kalkındırılabilecektir.

İşte güzel bir uygulama;”Ürgüplü kütüphane memuru Mustafa Güzelgöz 1952-de merkeple köy köy gezici kütüphaneleri uyguluyordu.”[3]

Gelmeyene gidilmeli.

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Bkn.Babinger Stanbuler Bachwesen,Leipzig,1919.Sh.9,Diyanet Der.Eylül.1991,sayı.9,sh.6.

[2] İnönü dönemi. A.Dilipak.269.

[3] Bkn.Zaman gaz.31-03-1995.

Loading

No ResponsesOcak 2nd, 2015