KIRK VE KIRKLAR

KIRK VE KIRKLAR

Yedi,yetmiş,yedi yüz,yedi bin gibi ifadeler bazen çokluktan kinaye bazen de hakikat olarak çoklukla kullanılır.Fatiha suresinin yedi olması,yer ve göğün yedi tabaka olması,güneşin yedi rengi olması,yedi kıta bulunması,tasavvufda nefgsin terbiyesinde takib edilen yedi adım bulunması gibi bir çok defa zikredilir.

Bunun gibi de kırk ve kırkların çeşitli alanlarda çoklukla bazen de kesretten kinaye olarak kullanılmakta olduğunu görmekteyiz.

İslamiyette bu durum çokça görüldüğü gibi,diğer dinlerde de görülmektedir.Nitekim Mardin’de Süryani cemaatine ait Kırklar kilisesi vardır.

Kırk ve kırklar Kur’an-da,Hadisde,İslam tarihinde,edebiyat ve tarihde,tasavvuf dünyasında ve sosyal hayatta çoklukla karşılaştığımız alanlardır.

Kur’an-ı Kerim-de dört yerde geçmektedir:

“Ve bir vakit Musa’ya kırk gece (Tur’da kalmak ve sonra kendisine Tevrat verilmek üzere) sözleştik. Sonra siz, onun arkasından kendinize zulmederek buzağıya taptınız.”[1]

“Allah şöyle buyurdu: “Artık orası, onlara kırk yıl yasak edildi. Oldukları yerde sersem sersem dönüp duracaklardır. Artık o yoldan çıkmış topluluğa acıma!”[2]

“Bir de Musa’ya geceye va’d verdik ve ona bir on gece daha ekledik ve böylece Rabbinin tayin ettiği vakit tam kırk gece oldu. Musa kardeşi Harun’a şöyle dedi: “Kavmim içinde benim yerime geç ve ıslaha çalış da bozguncuların yoluna gitme!”[3]

“Biz o insana anne-babasına güzel davranmayı tavsiye ettik. Annesi onu zahmetle karnında taşıdı ve zahmetle doğurdu. Onun taşınması ile sütten kesilmesi otuz aydır. Nihayet olgunluk çağına ulaşıp kırk yaşına girdiği zaman: “Ey Rabbim, beni öyle yönlendir ki, bana ve anama-babama verdiğin nimetine şükredeyim ve hoşnut olacağın iyi bir iş yapayım. Soyumdan gelenleri de benim için iyi kimseler eyle. Çünkü ben, gerçekten tevbe ile Sana yüz tuttum ve ben gerçek müslümanlardanım.” der.”[4]

-Hadislerde ise;

-Kırk rakamının hadisde 18 defa geçtiği ifade edilir.

-Necran halkından kırk kişi gelerek hristiyan iken Müslüman olmuştur.

-Uhudda şehid edilen 70 sahabenin otuzu ensar,kırkı muhacir idi.

-Hz.İsa yeryüzüne nüzulünde kırk sene kalacak.

-Hz.Musanın vefatından 40 sene sonra Yuşa peygamber İsrail oğullarına peygamber olmuştur.

-Hz.Havvanın doğurduğu çocuklarının sayısı kırktır.

-Buhtu Nusser gibi kimselerin beyti makdisi işgal ettiklerinde 40 bin İsrailliyi katletmişlerdir..

-40 yaşında peygamber olan Hz.Nuh tufandan önce gemisine 40 kadın ve kırk erkek almıştır. Kırk gün gökten yağmur yağmıştır.

-Hz.Musa kardeşi Harunu kavminin başına bıraktıktan sonra 40 gün ibadet ve taat de bulunmuştur.

-Rivayete göre Hz.Musaya Tevrat verilmeden önce 40 gün zilkade ayında oruç tutması emredildi.Oruçtan dolayı ağzının kokusunun değişmesi üzerine ağzını misvakladı.Bunun üzerine melekler kendisine;Biz senden mis kokusu kokluyorduk,sen ise onu misvak ile bozuverdin,dediler.Böylece Cenab-ı Hak kendisine 10 gün daha zilhicce ayında oruç tutmasını emretti ve Tevratı 40 gün oruçtan sonra inzal etti.Hz.Musayla konuştu.

-Bedir savaşı esnasında Kureyşin şamdan gelmekte olan kırk kişilik kervanıyla değil,Mekkeden gelen bin kişilik orduyla savaşılması tercih edilmiştir.

-Ninova beldesine peygamber gönderilen Hz.Yunusu dinlemeyenlere üç veya kırk gün içinde başlarına bir bela geleceğini bildirmesi aynen siyah bir bulut olarak gelmiş ancak bundan korkup beldeyi hayvanlarıyla beraber terk edip Hz.Yunusu arayıp bularak tevbe etmiş ve üzerlerinden bela kaldırılmıştır.

-Ve balığın karnında da üç günden kırk güne kadar da kaldığı ifade edilmektedir.

-Hz.Yusufun küçükken görüp babasına anlattığı rüya kırk sene sonra gerçekleşmiştir.

-Rivayete dair Yahudiler peygamberimizden ruha,ashabı kehfe ve zülkarneyne dair bilgi istemişlerdir.Peygamberimizde inşallah demeksizin;”Onlara dair size yarın haber veririm.demesi üzerine üç gün veya kırk gün sonra gecikmeli olarak vahiy gelmiştir.[5]

-Beyti Mukaddes Kabe-i Muazzamadan kırk yıl sonra yapılmıştır.

-Hz.Süleyman döneminde yaşayan Belkısın baba ve dedeleri arasında kırk kadar hükümdar bulunmuştur.Süleyman (AS) kırk yıl hükümdarlıkta bulunmuştur.

Süleyman peygamberin saltanatı döneminde kırk gün ayrı kaldığı,ölü gibi olup veya başkasının saltanat sürdüğü belirtilmiştir.[6]

-Hz.Davudun saltanatı kırk yıl sürmüştür.

-Hz.İsrafilin ilk sur ile ikinci sura üfürüşü arasında kırk yıl vardır.Ve bu arada kırk sene kabir azabı kaldırılacak.Ve bunun kırk gün veya kırk ay olduğu da söylenmektedir.

-Rivayete göre 80 bin peygamber israiloğullarından,kırkbin de diğerlerinden gönderilmiştir.

-Kıyametin on büyük alametinden biri olan Duhan yani doğu ile batıyı kaplayacak lan dumanın kırk gün ve gece devam edeceği ifade edilmektedir.

-Yahudiler cehennemde ancak kırk gün kalıp kırk günde fazla kalmayacaklarını iddia ile şöyle demişlerdir:”Cehennemin bir tarafından bir tarafı zakkum ağacına kadar kırk senelik yoldur ve onlar bir senelik yolu bir günde katederek kırk günde ikmal edecekleridir.”diyerek tevrattan nakletmişlerdir.[7]

-Kur’anın heva ehlinden uzak,ashabı sefine diye bahsettiği iyi ve ehli kitabın müminleri olan bu kimselerde kırk kişilerdir.

-Bir okka kırk dirhem olarak itibar edilmektedir.

-Tevrata göre zina eden recmedilirken Yahudilerin ileri gelenleri bunu uygulamamış, daha sonra fakirlerde buna karşı çıkmalarıyla kırk kırbaç ile cezalandırlımış,yüzü karalanıp merkebe ters bindirilerek teşhir edilmiştir.

-Hz.Ömerin kırkıncı Müslüman olması manidardır.

-Gökten düşen şahabların sürati kırk ile yetmişiki kilometre arasındadır.

-Kadir gecesi ittifakla ramazanın 27.gecesidir.Ancak bazıları şabanın onbeşi demişlerdir ki,bunun ile kadir gecesi arasında dört mübarek gece geçmektedir.Bunlarda kırk gün sürmektedir.

-Arapçada nefer ve reht üçden ona,ondan kırka kadar olarak toplanmış kimselere denir.

-Cehennemdeki veyl deresinin de kırk yıllık bir derinlikte olduğu kinayeten ifade edilir.

-Tasavvuf ehlinden bazıları kırk günlük yiyecek toplamanın tevekkül olmadığını söylerken bazıları da bunun aykırı olmadığını söylemişlerdir.

-Rivayete göre Medineliler kırk yaşına geldiklerinde başka işlerle uğraşmaktan vazgeçmişlerdir.

– Rivayete göre:”Ölü yıkayan kimse,ölüde görülen çirkin halleri başkalarına söylemeyip gizlerse,Allah o kimseyi kırk defa bağışlar.”(Hakim)

-Müslümanlardan bir kimse ölürde Allaha ortak koşmayan kırk kişi onun üzerine namaz kılarsa,Allah onların ölü hakkındaki şefaatlarını kabul eder.(-diğer bir rivayette-ve ölü için yaptıkları şefaatları kabul eder.”(Müslim)

-Rivayette:”Namaz kılanın önünden geçen kimse,ne kadar günaha girmiş olduğunu bilseydi,bulunduğu yerde kırk (bu kadar zaman)durması kendisi için daha hayırlı olurdu.”(Ravi kırk gün mü,kırk ay mı,kırk yıl mı dedi bilemiyorum demiştir.)

-Rivayette:”Yeryüzünde bir haddi şer’inin ikame edilmesi,yer yüzündeki insanlar için kırk sabah yağmur yağmasından daha hayırlıdır.”

-Hafız kadınlar içinde kırk yıl boyunca dilini Kur’andan başka bir şeyle konuşturmayan saliha kadınlar çıktığı gibi,İstanbul/Topkapıda kırkıncı Yavuz Sultan Selim olmak üzere asırlardır Kutsal Emanetlerin bulunduğu yerde sürekli Kuran okunmuştur.

-Yaması çok kimseler için,kırk yerden yamalı denilmiştir.

-Fıkhen bir kuyuya kedi ve tavuk gibi bir hayvan düşüp şişmeden çıkarılırsa oradan temizlenmesi için kırk kova kadar su çekilir.

-Nifas halindeki bir kadının kan görme müddeti kırk gündür.

-Anne karnında bir çocuk üç kırkta oluşur ve sonra ruh üflenir.İlk kırkta bir damla su olarak kalır,ikinci kırkta kan pıhtısı devresi,üçüncü kırkta ise et parçası olur ve tamamlanarak ruh üflenir.

-Kılınması mekruh olan üç vaktin mekruhiyeti kırk dakika sonra çıkmaktadır.

-Kur’anı Kerimin hiç olmazsa kırk günde bir defa da olsa hatmedilmesi tavsiye edilmiştir.

-Malların kırkta biri zekat olarak verilir.

-İhtikar yani Müslümanların ihtiyaç duyduğu malları kırk gün saklamak ihtikara girdiği gibi cezayı da bu kırk günlük saklama süresi ile tesbit edilerek verilir.Hakim-de rivayet edilmiştir.

-Koltuk altı gibi kılları ve tırnakları kırk güne kadar uzatmak harama yakın mekruh olarak kabul edilmiştir.

-Hz.İsmail babasından kırk sene sonra 137 yaşında vefat etmiştir.

-Peygamberimiz hac farizasını Mekkeye kırk bin kişi ile giderek yapmıştır.

-İçki içmenin haddi kırk deynektir.

-Dini Bilgilerde;

-Sadaka-i fıtır;arpa,kuru üzüm ve kuru hurmadan binde kırktır.

-Zekat malın kırkda birinin verilmesidir.

-Ashab-ı feraizden olanların irs bakımından varis olmalarında kırk halleri var ve caridir.

-Rivayete göre Hz.Ademin 1050 yıllık ömründe kırk bini aşkın evladını görmüştür.

-Hz.İsadan sonra Romalılar kudsi şerife hücum edip Yahudilerin bir kısmını öldürüp bir kısmını da esir almışlardır.

-Ahmed bin Hanbelin Müsnedi kırk bin hadisi ihtiva etmektedir.

-Cenazeyi kırk adım taşımak müstahabdır.

-Bir rivayete göre rasulullaha yapılan büyünün süresi kırk gün devam etmiştir.

-Şafiiye göre gayrı Müslim memleketlerde veya cezaevlerinde 40 tane Müslüman bulunursa orada Cuma namazı kılınacaktır.

-Mescidi nebevi için hadisde:”Ara vermeden şu mescidimde kırk namaz kılan kimse için ateşten ve azabdan beraet yazısı yazılır ve nifaktan da kurtulmuş olur.”Yani sekiz güne tekabül edip kırk vakit namaz kılınması tavsiye edilmiştir.

-Hadisde:”Muhammedin nefsi elinde olan Allaha yemin ederim ki,bir kul haram bir lokma midesine indirirse kırk güne kadar (Allah duasını) kabul etmez.”

-İmam-ı Azam kırk sene yatsı abdestiyle sabah namazını kılmıştır.

-İmam-ı Azamın ashabından kitapları tedvin eden kırk kişi vardı.

-Hz.Hasan Hz.Alinin vefatından sonra kırk tarihinde halife olmuştur.

-İmam-ı Malik Muvattayı kırk senede vücuda getirmiştir.

-Ehli sünnetin özellikle Şafii mezhebine mensub olanların itikaddaki imamı İmam-ı Eş’ari kırk yıl kadar mutezile mezhebinde bulunmuştur.

-Veliyyül emrin izniyle ölü bir toprakta kazılan bir kuyunun,akıtılan bir suyun ve dikilen bir ağacın harimi kırk arşındır.

-Yeni doğan bir çocuğu yedinci veya kırkıncı günde sünnet ettirmek müstehabdır.

-Allah,İbrahim peygamberinde meleklere ifade ettiği gibi,içinde kırk müslümanın bulunduğu bir kavmi helak etmez.

-Eyyub peygamber ayağını vurup yerden çıkan sudan yıkanınca vücudunda hastalıklar kalmadı,kırk arşın gidip bir daha yere vurunca bu seferde tüm iç hastalıkları şifaya kavuştu.

-Kırk yıl Tih çölünde kalan İsrail oğulları ve onların yaşlıları hep ölmüş,kırk yıldan sonra yeni ve farklı bir nesil yetişmiş olup,bunlar firavunu görmemiş sadece duymuş,onun korku ve baskısından uzak ve uzakta yetişmişlerdir.

-Yunus peygambere Allah,kavmini kırk gün kırk gece imana davet etmesini,aksi takdirde helak edeceğini bildirmiştir.

-Üzeyir peygamber kırk yaşına bastığı zaman Allah ona hikmet verdi.

-Peygamberimizin kırkıncı dedesi Adnan’a kadar yapılan tesbitte bir zina olayına rastlanmamıştır.Kimilerini bunu Hz.Ademe kadar götürmektedir.

-Peygamberimiz kıtlık zamanında süt annesi Halimeye kırk koyun ve bir de deve vermiştir.

-Medinede kılınan ilk Cuma namazı kırk kişiyle kılınmıştır.

-Müşrikler Hz.Hubeybi,Bedirde ölen müşriklerin kırk çocuğuna verilen mızraklarda öldürmüşlerdir.

-Gönderilen ilk irşad birliği kırk kişi idi.Ve bunlar Bi’r-i Maunede şehid edilmişlerdir.

-Hadisde:”İçki içenin kırk sabah namazı kabul olunmaz.Eğer tevbe ederse,Allah onun tevbesini ve namazını kabul eder.”

-Hendek savaşında hendek kazma işinde her on kişiye kırk arşın yer verildi.

-Hz.Hüseyin arkadaşlarını savaş nizamına koyduğunda yanında 32 atlı,kırk piyade vardı.

-Hz.Hüseyinin kabrini belirsiz etmek üzere kırk gün sonra kabrinin bulunduğu yere Fırat suyu salınmıştır.Ancak toprağının kokusundan bile yeri bulunmuştu.

-Muaviye adında kırk kadar sahabe-i kiram,19 kadar da muhaddis vardır.

-Tarih,tefsir,hadis gibi çeşitli alanlarda yazılan eserlerde özellikle kırk cilt olarak yazılmış olduklarını görürüz.

-Bu bazen kırk yıl ders verme,kırk kişi yetiştirme gibi şekillerde de görülmektedir.

-Abdulkadiri Geylani küçük yaşta Bağdata ilim öğrenmeye gittiğinde,etrafını çevreleyen eşkiyaların dalga geçerek-sende de para var mı?-sözüne cevab olarak,koltuğunun altında kırk altın bulunduğunu söylemiştir.

-İmam Muhammed Gazali;Allahın veli kuluna kırk keramet verdiğini,bunların yirmisini dünyada,yirmisini de ahirette ihsan edeceğini söylemiştir.

-Fakirullah Tillovi hazretlerini annesi kırk yıl latif meyvelerle beslemiştir.

-Edeb ehli komşunun komşuyla olan edeb ve erkanının kırk olduğunu söylemişlerdir.

-Karnın afetlerinden birisi de kırk günden çok çorbayı terk etmektir.

-Hadisde:”Kırk gün birinci tekbiri kaçırmadan cemaatla namaz kılan için iki mükafat vardır:Biri,cehennemden kurtuluş,diğeri de nifaktan kurtuluştur.”

-Hadisde:”Kırk gün hiç haram karıştırmadan helal yiyenin kalbini yüce Allah nur ile doldurur.Kalbinden diline hikmet nehirleri akıtır.”Diğer bir rivayette:”Dünya sevgisi kalbinden çıkar.”denilmiştir.

-Hadisde:”Kırk eve kadar komşuluk vardır.”

-Kırk gün yemek yemeyene melekut alemi açılır.

-Kırk gün et yiyenin kalbi kasavetleşir.

-Bir rivayette hadisde:”Ümmetimin fakirleri zenginlerinden kırk yıl önce cennete girecektir.”buyurulmuştur.

-Kırk gün dünyadan el etek çeken zahide hikmet kapıları açılır.

-Ariflerden birisi:”Beni gördüğünüz zaman kırk ermişi görmüş olursunuz.” deyince, kendisine.”Sen bir tek kişisin,nasıl kırk kişi olursun?”denilde.O da:”Çünki ben,kırk ermiş gördüm.Herbirinin ahlakından güzel bir huyunu aldım.”demiştir.

-Hadisde,ahiret mahkemesinin kurulması için insanların tam kırk yıl gözlerini semaya dikeceklerini belirtmiştir.

-Bazı arifler işledikleri bir günahdan dolayı kırk yıl tevbe edip ağlamışlardır.

-Rivayete göre Ayet-el Kürsi kırk bin melekle nazil olmuştur.

-Fatiha-i Şerifenin kırk defa yazılıp suda silindikten sonra içilmesi halinde ölümden başka her derde deva olacağı,yüz ve elede sürülmesi halinde şifaya kavuşulacağı ifade edilmiştir.

-Haşir suresini kırk gün kırkar defa okuyan her türlü muradına erişir.

-Duhan suresi kırk gün kırkar defa okunduğu zaman cinlerle irtibat –inşaallah- müyesser olmaktadır.

-Mesir macunu kırk bir baharatın karışımıyla yapılıp,kırkbir derde derman ve şifa olmaktadır.

-”Büyük islâm âlimi imâm-ı Kastalânînin “rahime-hullahü teâlâ”(Mevâhib-i ledünniyye) kitâbının tercemesi, beşyüzonbirinci sahîfesinde diyor ki: Allahü teâlânın bu ümmete ikrâm etdiği kerâmetlerden birisi, bu ümmet arasında Kutblar, Evtâd ve Nücebâ ve Ebdâl “rahime-hümullahü teâlâ” vardır. Enes bin Mâlik“radıyallahü anh” buyurdu ki, (Ebdâl) kırk kişidir. İmâm-ı Taberânînin “rahime-hullahü teâlâ” (Evsat) kitâbında bildirdiği hadîs-i şerîfde buyuruyor ki, (Yeryüzünde, her zemân kırk kişi bulunur. Herbiri, İbrâhîm aleyhisselâm gibi bereketlidir.

Bunların bereketi ile yağmur yağar. Bunlardan biri ölünce,Allahü teâlâ, onun yerine başkasını getirir). İbni Adî “rahimehullahü teâlâ” buyuruyor ki, (Ebdâl, kırk kişidir). İmâm-ı Ahmedin “rahime-hullahü teâlâ” bildirdiği hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Bu ümmetde, her zemân otuz kimse bulunur. Herbiri, İbrâhîm aleyhisselâm gibi bereketlidir). Ebû Nu’aymın “rahime-hullahü teâlâ” (Hilye) kitâbında bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Ümmetim içinde,her yüz senede iyiler bulunur. Bunlar beşyüz kişidir. Kırkı ebdâldir. Bunlar, her memleketde bulunurlar) buyuruldu. Bunları bildiren, dahâ nice hadîs-i şerîfler vardır. Yine (Hilye) kitâbında,Ebû Nu’aymın merfû’ olarak bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Ümmetim arasında her zemân kırk kişi bulunur. Bunların kalbleri,İbrâhîm aleyhisselâmın kalbi gibidir. Allahü teâlâ, onların sebebi ile, kullarından belâları giderir. Bunlara ebdâl denir.

Bunlar, bu dereceye nemâz ile, oruc ile ve zekât ile yetişmediler) buyuruldu. İbni Mes’ûd “radıyallahü teâlâ anh” sordu ki, yâ Resûlallah! Ne ile bu dereceye vardılar? (Cömerdlikle ve müslimânlara nasîhat etmekle yetişdiler) buyurdu. Bir hadîs-i şerîfde, (Ümmetim içinde ebdâl olanlar hiçbirşeye la’net (Ahmed Kastalânî 923 [m. 1517) de Mısrda vefât etdi.)etmezler,buyuruldu. Hatîb-i Bağdâdî “rahime-hullahü teâlâ”(Târîh-i Bağdâd) kitâbında, (Nükabâ) üç yüz kişidir. (Nücebâ)yetmiş kişidir. (Büdelâ) kırk kişidir. (Ahyâr) yedi kişidir. (Amed)dörtdür. (Gavs) birdir. İnsanlara birşey lâzım olsa, önce Nükabâ düâ eder. Kabûl olmazsa, Nücebâ düâ eder. Yine kabûl olmazsa,Ebdâl, dahâ sonra Ahyâr, sonra Amed düâ ederler. Kabûl olmazsa Gavs düâ eder. Bunun düâsı elbet kabûl olur, dedi”

-Risale-i Nurda Kırk-lar konusu ziyadesiyle ve çoklukla zikredilmektedir:

-Sürekli olarak bir çok yerde Kur’an-ın kırk vecihle (Belağat,meani, icaz,i’caz, fesahat, bedi’ gibi yönleriyle)mucize olduğu ifade edilmektedir.

-“Hamele-i Arş ve yer ve göklerin melâike-i müekkelleri ve sair bir kısım melekler hakkında Muhbir-i Sadıkın tasvir ettiği, meselâ kırk binler başlı, herbir başta kırk binler lisan ve her lisanda kırk binler tarzda tesbihat ettiklerini ve intizam ve külliyet ve vüs’at-i ubudiyetleri…”[8]

-“Şehnaz-ı Çelkezi, kırk örme saç ile meşhur bir dünya güzelidir.”[9]

-“Sen yalnız şu ipe takılan tatlı konserve kutusuna bak.Eğer onun gizli matbaha-i muciznümâsından çıkmasaydı, şimdi kırk parayla aldığımız halde, yüz liraya alamazdık.”[10]

-“Mevlânâ Câmî’nin dediği gibi, “Hiç yazı yazmayan o ümmî zat, parmak kalemiyle sahife-i semâvîde bir elif yazmış; bir kırkı iki elli yapmış.” Yani, şaktan evvel, kırk olan mim’e benzer; şaktan sonra iki hilâl oldu, elliden ibaret olan iki nun’a benzedi.”[11]

-“Alâmet-i kıyametten olan Deccal hakkındaki hadis-i şerifte “Birinci günü bir sene, ikinci günü bir ay, üçüncü günü bir hafta, dördüncü günü eyyâm-ı saire gibidir. Çıktığı zaman dünya işitir. Kırk günde dünyayı gezer.

“Deccalın çıktığı vakit umum dünya işitecek” olan kaydı, telgraf ve radyo halletmiştir. Kırk günde gezmesini de, merkebi olan şimendifer ve tayyare halletmiştir. “[12]

-Yazılan bir kısım tefsir,hadis gibi eserler 40 cilt olarak basılmıştır.[13]

-“Kırk dakikada bir Sahâbenin kazandığı fazilete ve makama kırk günde, hattâ kırk senede başkası ancak yetişebilir.”[14]

-“Nasıl bir asker bazı şerâit dahilinde, mühim ve mahuf bir mevkide, bir saat nöbette bir sene ibadet kadar bir fazilet kazanabilir; ve bir dakikada bir kurşunu yemekle, en ekall kırk günde ancak kazanılacak velâyet derecesi gibi bir makama çıkıyor. Öyle de, Sahâbelerin tesis-i İslâmiyette ve neşr-i ahkâm-ı Kur’âniyede hizmetleri ve İslâmiyet için bütün dünyaya ilân-ı harp etmeleri o kadar yüksektir ki, bir dakikasına, başkaları bir senede yetişemez. Hattâ, denilebilir ki, bütün dakikaları, o hizmet-i kudsiyede, o şehid olan neferin dakikası gibidir. Bütün saatleri, müthiş bir makamda bir saat nöbet tutan fedakâr bir neferin nöbeti gibidir ki, amel az, ücreti çok, kıymeti yüksektir.”[15]

-“Her zîkalb ve kâmil velî, seyr ü sülûk ile, Arştan ve daire-i esmâ ve sıfâttan kırk günde geçebilir.”[16]

-“Eskiden kırk günden tut, tâ kırk seneye kadar bir seyr ü sülûk ile bazı hakaik-i imaniyeye ancak çıkılabilirdi. Şimdi ise, Cenâb-ı Hakkın rahmetiyle, kırk dakikada o hakaike çıkılacak bir yol bulunsa, o yola karşı lâkayt kalmak elbette kâr-ı akıl değil. İşte, otuz üç adet Sözler, böyle Kur’ânî bir yolu açtığını, dikkatle okuyanlar hükmediyorlar.”[17]

-“Evet, on beş yaşından kırk yaşına kadar, hararet-i gariziyenin galeyanı hengâmında ve hevesât-ı nefsaniyenin iltihabı zamanında, dost ve düşmanın ittifakıyla kemâl-i iffet ve tamam-ı ismetle Haticetü’l-Kübrâ (r.a.) gibi ihtiyarca birtek kadınla iktifa ve kanaat eden bir zâtın, kırktan sonra, yani hararet-i gariziye tevakkufu hengâmında ve hevesât-ı nefsâniyenin sükûneti zamanında kesret-i izdivaç ve tezevvücâtı, bizzarure ve bilbedâhe, nefsanî olmadığını ve başka ehemmiyetli hikmetlere müstenit olduğunu, zerre kadar insafı olana ispat eder bir hüccettir.”[18]

-“Evet, günde yüz para, belki kırk para ile yaşayan bir adam, başkasının minnetini almaz.”[19]

-“Bir tavuğum var. Şu kışta yumurta makinesi gibi, pek az fasılayla hergün rahmet hazinesinden bana bir yumurta getiriyordu. Hem birgün iki yumurta getirdi, ben de hayrette kaldım. Dostlarımdan sordum, “Böyle olur mu?” dedim. Dediler: “Belki bir ihsan-ı İlâhîdir.” Hem şu tavuğun yazın çıkardığı bir küçük yavrusu vardı. Ramazan-ı Şerifin başında yumurtaya başladı, tâ kırk gün devam etti. Hem küçük, hem kışta, hem Ramazan’da bu mübarek hali bir ikram-ı Rabbânî olduğuna, ne benim ve ne de bana hizmet edenlerin şüphemiz kalmadı. Hem ne vakit annesi kesti, hemen o başladı, beni yumurtasız bırakmadı.”[20]

-“Kırk sene sonra İslâmın en büyük iki ordusu karşı karşıya geldiği vakit, Hazret-i Hasan Radıyallahü Anh, Hazret-i Muaviye (r.a.) ile musalâha edip, cedd-i emcedinin mucize-i gaybiyesini tasdik etmiştir.”[21]

Ümmü Haram için Peygamberimiz yaptığı duada:”-“Ümm-ü Haram niyaz etmiş: “Dua ediniz, ben de onlarla beraber olayım.” Ferman etmiş: “Beraber olacaksın.” Kırk sene sonra, zevci olan Ubâde ibni Sâmit refakatiyle Kıbrıs’ın fethine gitmiş; Kıbrıs’ta vefat edip, mezarı ziyaretgâh olmuş. Haber verdiği gibi aynen zuhur etmiş.”[22]

-“Hem -nakl-i sahih-i kat’î ile- ferman etmiş ki: deyip, “Hayber Kalesinin fethi Ali’nin eliyle olacak.” Me’mulün pek fevkinde, ikinci gün bir mucize-i Nebeviye olarak, Hayber Kalesinin kapısını Hazret-i Ali çekip kalkan gibi istimal ederek fethe muvaffak olduktan sonra kapıyı yere atmış. Sekiz kuvvetli adam o kapıyı yerden kaldıramamış. Bir rivayette, kırk adam kaldıramamış.”[23]

-“Hem Asr-ı Saadette, mucizâtı ve medar-ı ahkâm ehâdisi, kitabetle çoklar kaydedip yazdılar. Hususan Abâdile-i Seb’a kitabetle kaydettiler. Hususan, Tercümanü’l-Kur’ân olan Abdullah ibni Abbas ve Abdullah ibni Amr ibni’l-Âs, bahusus otuz kırk sene sonra Tâbiînin binler muhakkikleri, ehâdisi ve mucizâtı yazıyla kaydettiler.”[24]

-“Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Benî Abdilmuttalib’i cem etti. Onlar kırk adam idiler. Onlardan bazıları bir deve yavrusunu yerdi ve dört kıyye süt içerdi. Halbuki, umum onlara bir avuç kadar bir yemek yaptı; umum yiyip tok oldular, yemek eskisi gibi kaldı. Sonra, üç dört adama ancak kâfi gelir ağaçtan bir kap içinde süt getirdi. Umumen içtiler, doydular; içilmemiş gibi bâki kaldı.”[25]

-“Kırk defa hacceden ve kırk sene sabah namazını yatsı abdestiyle kılan, Tâbiînin azîm imamlarından ve çok Sahabelerle görüşen, Tavus denilen Ebu Abdurrahmani’l-Yemânî kat’iyen haber verir ve hükmeder ve demiş ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma ne kadar mecnun gelmişse, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm sinesine elini koymuşsa, kat’iyen şifa bulmuştur; şifa bulmayan kalmamış.”[26]

-“Tevatüre yakın meşhurdur ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Sahabe ve imana gelenler daha kırka vasıl olmadan ve gizli ibadet etmekte iken, dua etti:… Bir-iki gün sonra, Hazret-i Ömer İbn-il Hattab imana geldi ve İslâmiyeti ilân ve i’zaz etmeye vesile oldu. “Faruk” ünvan-ı âlîsini aldı.”[27]

-“Hem İmam-ı Buharî başta, râviler naklediyorlar ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Urve bin Ebî Ca’de’ye, ticarette kâr ve kazanç için bereketle dua etmiş. Urve diyor ki: “Ben bazı Kûfe çarşısında duruyordum. Bir günde kırk bin kazanıyordum, sonra evime dönüyordum.” İmam-ı Buharî der ki: “Toprağı da eline alsa onda bir kazanç bulurdu.”[28]

-Selman-ı Farisî, evvelce Yahudilerin abdi imiş. Onun seyyidleri, onu âzad etmek için çok şeyler istediler.”Üç yüz hurma fidanını dikip meyve verdikten sonra, kırk okıyye altın vermekle âzâd edilirsin” dediler. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma geldi, beyan-ı hal etti. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, kendi eliyle, Medine civarında üç yüz fidanı dikti. Yalnız bir tanesini başkası dikti. O sene zarfında, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın diktiği bütün fidanlar meyve verdi. Yalnız birtek başkası dikmişti; o tek meyve vermedi. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm onu çıkardı, yeniden dikti. O da meyve verdi.”[29]

-“ALTINCI SUALİNİZ: Sinn-i kemal itibar olunan kırk yaşında nübüvvetin gelmesi ve ömr-ü saadetlerinin altmış üç olmasındaki hikmet nedir?

Elcevab: Hikmetleri çoktur. Birisi şudur ki: Nübüvvet, gayet ağır ve büyük bir mükellefiyettir. Melekât-ı akliye ve istidadat-ı kalbiyenin inkişafı ve tekemmülü ile o ağır mükellefiyet tahammül edilir. O tekemmülün zamanı ise kırk yaşıdır. Hem hevesat-ı nefsaniyenin heyecanlı zamanı ve hararet-i gariziyenin galeyanlı hengâmı ve ihtirasat-ı dünyeviyenin feveranlı vakti olan gençlik ve şebabiyet ise, sırf İlahî ve uhrevî ve kudsî olan vezaif-i nübüvvete muvafık düşmüyor. Kırktan evvel ne kadar ciddî ve hâlis bir adam olsa da, şöhretperestlerin hatırlarına belki dünyanın şan ü şerefi için çalışır vehmi gelir. Onların ittihamından çabuk kurtulamaz. Fakat kırktan sonra, madem kabir tarafına nüzul başlıyor ve dünyadan ziyade âhiret ona görünüyor. Harekât ve a’mal-i uhreviyesinde çabuk o ittihamdan kurtulur ve muvaffak olur. İnsanlar da sû’-i zandan kurtulur, halâs olur.”[30]

Bir çok peygamber kırk yaşı olan kemal yaşında peygamber olmuştur.Hz.İsa ise 30 yaşında peygamber olup 3 veya 3,5 yıl peygamberlik yapmıştır.Bunun da ahirzamanda gelip kırk yıl dünyada kalarak o kemal yaşını ikmal edeceği de rivayet edilmektedir.

-“Hadis-i sahihle, nübüvvetin kırk cüz’ünden bir cüz’ü, nevmde rüya-yı sadıka suretinde tezahür etmiş.”[31]

-Gaflet ve hevesin recaçta olduğu yaş yirmi ile kırk yaş arasıdır.

-“Tâus-u Yemenî gibi kırk sene yatsı abdestiyle sabah namazını edâ eden çok mühim pek çok zatlar…”[32]

-“İnsan, beslendiği şeyle mizâcı müteessir olduğuna delil, “kırk günde hergün et yiyen kasâvet-i kalbiyeye dûçâr olduğu” darbımesel hükmüne geçmesidir.”

-“Evet, zîhayatın bedeninde şahm suretinde iddihar edilen rızk-ı fıtrî, hadd-i vasat olarak kırk gün mükemmelen devam eder. Hattâ bir marazın veya bir istiğrak-ı ruhanî neticesinde iki kırkı geçer. Hattâ bir adam, şedit bir inat yüzünden, Londra mahpushanesinde yetmiş gün, sıhhat ve selâmetle, hiçbir şey yemeden hayatı devam ettiğini on üç (şimdi otuz dokuz) sene evvel gazeteler yazmışlar.”[33]

-“Kırk gün ekmek yemeyen Seyyid Ahmed-i Bedevî’nin harikulâde halleri imkân-ı örfî dairesindedir. Hem keramet olur, hem harikulâde bir âdeti de olabilir.”[34]

-“Ey Hâlık-ı Kerîmim ve ey Rabb-i Rahîmim! Senin Said ismindeki mahlûkun ve masnuun ve abdin, hem âsi, hem âciz, hem gafil, hem cahil, hem alîl, hem zelîl, hem müsi’, hem müsin, hem şakî, hem seyyidinden kaçmış bir köle olduğu halde, kırk sene sonra nedamet edip Senin dergâhına avdet etmek istiyor. Senin rahmetine iltica ediyor. Hadsiz günah ve hatîatlarını itiraf ediyor. Evham ve türlü türlü illetlerle müptelâ olmuş. Sana tazarru’ ve niyaz eder. Eğer kemal-i rahmetinle onu kabul etsen, mağfiret edip rahmet etsen; zâten o senin şânındır. Çünki Erhamürrâhimînsin. Eğer kabul etmezsen, senin kapından başka hangi kapıya gideyim? Hangi kapı var? Senden başka Rab yok ki, dergâhına gidilsin. Senden başka hak Mabud yoktur ki, ona iltica edilsin!..”[35]

-“Bana sekiz sene kemâl-i sadakatle, hiç gücendirmeden hizmet eden Barlalı Süleyman’ın halasının bir vakit gözü kapandı. O saliha kadın, bana karşı haddimden yüz derece fazla hüsn-ü zan ederek, “Gözümün açılması için dua et” diyerek, cami kapısında beni yakaladı. Ben de, o mübarek ve meczûbe kadının salâhatini duama şefaatçi yapıp, “Yâ Rabbi, onun salâhati hürmetine onun gözünü aç” diye yalvardım. İkinci gün Burdurlu bir göz hekimi geldi, gözünü açtı. Kırk gün sonra yine gözü kapandı. Ben çok müteessir oldum, çok dua ettim. İnşaallah o dua âhireti için kabul olmuştur. Yoksa benim o duam, onun hakkında gayet yanlış bir beddua olurdu. Çünkü eceli kırk gün kalmıştı. Kırk gün sonra-Allah rahmet etsin-vefat eyledi.

İşte o merhume, kırk gün Barla’nın hazînâne bağlarına rikkatli ihtiyarlık gözüyle bakmasına bedel, kabrinde, Cennet bağlarını kırk bin günlerde seyredeceğini kazandı. Çünkü imanı kuvvetli, salâhati şiddetli idi.”[36]

-“Bu hastalığın(çocuk doğurmaktan gelen hastalıklar) mânevî şehadeti kazandırması, lohusa zamanı olan kırk güne kadardır.”[37]

-“Bir sineğin kanadı ve vücudu ne kadar hârika bir san’at-ı Rabbâniye olduğuna lâtifâne bir işaret olarak, meşhur Yûnus Emre’nin bu fıkrası ne güzel bildirir: Bir sineğin kanadını kırk kağnıya yüklettim/Kırkı da çekemedi, kaldı şöyle yazılı.”[38]

-“Kardeşlerim, ben de kırkınızın herbirinin musîbet hissesinin mânevî eleminin yarısını kendimde hissediyorum. Kendi şahsıma âit elemi, aldırmıyorum.”

“Herkesin iman mukabilinde bu zemin yüzü kadar bağlar ve kasırlar ile müzeyyen ve bâki ve daimî bir tarla ve mülkü kazanmak veya kaybetmek davası başına açılmış. Eğer iman vesikasını sağlam elde etmezse kaybedecek. Ve bu asırda, maddiyyunluk taunuyla çoklar o davasını kaybediyor. Hattâ bir ehl-i keşf ve tahkik, bir yerde kırk vefiyattan yalnız birkaç tanesi kazandığını sekeratta müşahede etmiş; ötekiler kaybetmişler. Acaba bu kaybettiği davanın yerini, bütün dünya saltanatı o adama verilse doldurabilir mi?”[39]

-“Rivayette var ki, “Âhirzamanda bir erkek kırk kadına nezaret eder.”

…O zamanda meşru nikâh azalır veya Rusya’daki gibi kalkar. Bir tek kadına bağlanmaktan kaçıp başıboş kalan, kırk bedbaht kadınlara çoban olur.”[40]

-“Kırk sene evvel tekrarla dedim: Bir nur göreceğiz. Büyük müjdeler verdim. O nuru büyük daire-i vataniyede zannederdim. Halbuki o nur, Risale-i Nur idi. Nur şakirtlerinin dairesini, umum vatan ve memleket siyasî dairesi yerinde tahmin edip sehiv etmiştim.”[41]
-“Kırk sene evvel Şam’daki Camiü’l-Emevîde, Şam ulemasının ısrarıyla, on bin adama yakın, içinde yüz ehl-i ilim bulunan azîm cemaate verilen bu Arabî ders risalesindeki hakikatleri bir hiss-i kablelvuku ile Eski Said hissetmiş, kemâl-i kat’iyetle müjdeler vermiş ve pek yakın zamanda o hakikatler görünecek zannetmiş. Halbuki iki harb-i umumî ve yirmi beş sene bir istibdad-ı mutlak, o hiss-i kablelvukuun kırk sene tehirine sebep olmuş. Ve şimdi, o zamanda verdikleri haber, aynen tezahürleri âlem-i İslâmiyette başlamış. Demek bu pek ehemmiyetli ders, zamanı geçmiş eski bir hutbe değil, belki doğrudan doğruya 1327’ye bedel, 1371’deki Camiü’l-Emevî yerine âlem-i İslâm camiinde üç yüz yetmiş milyon bir cemaate hakikatli ve taze bir ders-i içtimaî ve İslâmîdir diye tercümesini neşretmek münasip görürseniz neşredersiniz.”[42]

“Ve keza, o Zâtın (a.s.m.) dört yaşından kırk yaşına kadar geçirmiş olduğu gençlik devresinde bir hilesi, bir hıyaneti görülmemiş ve bir yalanı işitilmemiştir. Eğer o Zâtın yaratılışında, tabiatında bir fenalık, bir kötülük hissi ve meyli olmuş olsaydı, behemehal gençlik saikasıyla dışarıya verecekti. Halbuki bütün yaşını, ömrünü kemal-i istikametle, metanetle, iffetle, bir ıttırad ve intizam üzerine geçirmiş, düşmanları bile hileye işaret eden bir halini görmemişlerdir. Ve keza yaş kırka baliğ olduğunda iyi olsun, kötü olsun ve nasıl bir ahlâk olursa olsun rüsuh peyda eder, meleke haline gelir, daha terki mümkün olmaz. Bu zâtın tam kırk yaşının başında iken yaptığı o inkılab-ı azîmi, âleme kabul ve tasdik ettiren ve âlemi celb ve cezbettiren, o zâtın (A.S.M.) evvel ve âhir herkesçe malûm olan sıdk u emaneti idi. Demek o zâtın (A.S.M.) sıdk u emaneti, dava-yı nübüvvetine en büyük bir bürhan olmuştur.”[43]

“Kırk sene ömrümde, otuz sene tahsilimde yalnız dört kelimeyle dört kelâm öğrendim; tafsilen beyan edilecektir. Burada, yalnız icmalen işaret edilecektir. Kelimelerden maksat, mânâ-yı harfî, mânâ-yı ismî, niyet, nazar’dır.”[44]

“Arkadaş! Bu niyet meselesi, benim kırk senelik ömrümün bir mahsulüdür.”[45]

“Ramazan Risalesi kırk dakikada telif edilmesi; Yirmi Sekizinci Söz, yirmi dakikada telif edilmesi, bast-ı zamanın vukuunu ispat etmiştir.”[46]

Bu eserlerin kırk yıldır ehli islama hitab etmekte,kırk senedir hakikat nurlarını saçıp açmaktadır.[47]

“Üstadımız Muhacir Hâfız Ahmed Efendiye dedi ki: “Sen kırk bir Yâsin-i Şerif oku.” Muhacir Hâfız Ahmed Efendi bir kamışa okudu. O kamışı suya koydular. Daha yağmur alâmeti görünmezken, ikindi namazı vaktinde, üstadımız daima itimad ettiği bir hatırasına binaen Muhacir Hâfız Ahmed Efendi’ye söyledi ki: “Yâsinler tılsımı açtı, yağmur gelecek.”

Aynı gecede evvelce yağmadığı Barla dairesi içine öyle yağdı ki, üstadımızın odasının altındaki Çoban Ahmed’in bahçesindeki duvar yağmurdan yıkıldı. Halbuki Karaca Ahmed Sultan’ın arkasında ve deniz kenarında balık avlamakla meşgul Şem’î ile arkadaşları bir damla yağmur görmediler.”[48]

“Hele bizi her zaman, günde kırk defa havsalamız almayarak “âh” ile geri dönen mirâc-ı mü’min olan namaz…”[49]

“Bu daire içinde kırk bin, belki yüz bin hâlis, hakikî mü’minlerin içinde hakikat-i leyle-i Kadri elde edecek bir, iki, on, yirmi değil, belki yüzlerin elde etmesi ihtimali kavîdir.”[50]

Kırk senedir Camiul Ezher mahiyetinde şarkta bir Medresetüz Zehranın açılamısna çalışmış,kırk senedir siyaseti terk ettiğini ifade etmiştir.[51]

“”Evet, şimdi olmasa da otuz kırk sene sonra fen ve hakikî mârifet ve medeniyetin mehasini o üç kuvveti tam techiz edip, cihazatını verip o dokuz mânileri mağlûp edip dağıtmak için taharrî-i hakikat meyelânını ve insaf ve muhabbet-i insaniyeyi o dokuz düşman taifesinin cephesine göndermiş. İnşaallah yarım asır sonra onları darma dağın edecek.” [52]

“Bir cisim birden zerrattan tahallül ve yeni zerrattan teşekkül eylemesi muhal olacağından, cism-i devletin birden memurîni ref ve yenilerini ikame eylemesi, muhal olmasa da, müteazzirdir. Binaenaleyh, istidad-ı habis ve kabil-i ıslah olmayan adamları zaten cism-i devlet def-i tabiî ile ifraz edecektir. Amma kabil-i ıslah olanlar, zaten güneş garptan tulû etmediğinden, tevbenin kapısı açıktır. Bunların tecrübelerinden istifade etmeli. Bunların yerini dolduracak, kırk sene lâzım. Yoksa, umumu aleyhinde itâle-i lisan ve terzil etmek, bu şanlı olan ittihad-ı milleti-bozulmuş bazı efkâr ve ahlâklarına binaen-bir hastalığa hedef edecektir.”[53]

“…kırk-elli sene sonra, Arap taifeleri, Cemahir-i Müttefika-i Amerika gibi en ulvî bir vaziyete girmeye, esarette kalan hâkimiyet-i İslâmiyeyi eski zaman gibi küre-i arzın nısfında, belki ekserisinde tesisine muvaffak olmanızı rahmet-i İlâhiyeden kuvvetle bekliyoruz. Bir kıyamet çabuk kopmazsa, inşaallah nesl-i âti görecek.”[54]

“İslâmiyet âşikâredir. Hem de kuvve-i ittisâiyesi tazyik olunsa âleme zelzele verecek. Hem de ihfâ, hîle ve şüpheyi dâvet ettiğinden, hile ve şüpheden münezzeh olan hakikat, hafâdan da müstağnidir. Hem de hile, terk-i hile ve doğruluktur. Hem de başka cemiyete kıyas olunmaz. Zira onlar teessüse başlıyorlar, bu ise müesses iken bazı köşelerden tecellî ediyor. Hem de bidayet-i İslâmda kırk oldu, saklanmadı; nasıl üç yüz milyondan sonra gizlenecek? Hem de bir şeyi akıl görür, kabul eder. Fikir uğraşır, teslim eder. Bir hakikat hafâ perdesini kabul etmez.”[55]

“Eşhastan kat-ı nazar, nev’î ve umumî hüsün ve hakkın meydan-ı galebesi istikbaldir. Biz ölsek, milletimiz bâkidir. Kırk seneyle razı değiliz; en ekall bin sene galebeyi isteriz.”[56]

“Sultan Süleyman Kanunî, kesretli kırk çeşme sularını İstanbul’a getirdiği vakit, Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi ona demiş: “Hilâf-ı şeriat kanunları Avrupa’dan getirdiğin cihetle, İstanbul’a öyle bir bok sıçtın ki, o getirdiğin suların cümlesi üzerinden akıp geçse yüz senede temizleyemez.”[57]

“…Sultan Orhan zamanında Süleyman paşa kumandasında “Erler” tabire dilen kırk kahramanın şahid olmasıyla, İstanbul’u hükûmet-i İslâmiye akdi altına girmeye ve fatihasını o tarihte, 757’de muhasara ile okumuştur.[58]

Sosyal ve tasavvufi hayatta da;

Hz.Ali’nin kırklar meclisinin sakisi olması,kırklara karışmak ifadesi,şefaatı umulup kırk hadis yazılması,Bektaşilikte kırklar meydanı,kırklar şerbeti,kırk budak,kırk makam,insan hamurunun kırk gün boyunca rahmet yağmurlarınca yıkanması,Mehdinin kırk yaşında çıkıp kırk yıl dünyada kalması,ölen birinin etinin kırk günde çürümesi ve ölüye kırkıncı gününde hatim,dua ve ikramlarla kırkını yapmak,kırk harami,kırk çeşme,kırk anbar,kırk göz,kırk pınar,Kırklareli ki buranın kırk kimesne olduğu ifade edilir.Kırkı çıkmak,kırklamak,kırk oruç,kırk kurban,kırk gün kırk gece,bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır,kırkından sonra azanı teneşir paklar,kırk kurda bir arslan ne yapsın,kırk derviş bir kilime sığmış ama iki sultan bir iklime sığmamış,bir kimseye kırk gün deli desen deli olur,kırk deveye bir eşek,kırk yılın başı gibi ifadeler sıkça kullanılmaktadır.[59]

Adına Ricalül Gayb da denilen manevi şahsiyetler ise;manevi muzaharetine inanılan manevi şahsiyetlerdir.Adeta manevi meclisin manevi azaları.

Gözden saklı olarak gaybi olan bu kimselere tasavvufta üçler,yediler,kırklar denilmiştir.Bir kutbun öncülüğünde manevi üstünlüğü olan değerli şahsiyetlerdir.Bunlar Nücebâ, Büdelâ, Evtâd, İmameyn ve Kutb-u Azam olan Gavs’dan oluşurlar.

Nücebâ adı verilen veliler kırk tanedir. Bunlar tüm yaratıkların yüklerini taşır, sıkıntılarını gidermeye çalışırlar. Haktan gayrısına bakmazlar. Bu Allah dostları ahlak-ı kerîme sahibi irfanlı kimselerdir.

“Büdelâ denilen veliler ise yedi kişidir. Bunlardan biri kendilerinin imamıdır. Bulunduğu yerde cisim ve sûretini bırakarak sefere çıkmak, aynı zamanda muhtelif yerlerde gözükmek, Büdelânın özelliklerindendir.

(EBDÂL:Bedeller. Dünyânın nizâmı, düzeni ile vazîfeli olup, Allahü teâlânın insanlardan gizlediği büyük zâtlar. Biri vefât edince, yerine başkası getirildiğinden bu isimle anılmışlardır. Bunlara Ricâlü’l-Gayb da denir.

Hızır aleyhisselâma, “Sana yalnız Beni seven velî kullarım bildirildi, Benim sevdiklerimse bende gizlidirler.” hitabı gelir.
Ümmetim arasında her zaman kırk kişi bulunur. Bunların kalbleri İbrâhim’in (aleyhisselâm) kalbi gibidir. Allahü teâlâ onların sebebi ile kullarından belâları giderir. Bunlara Ebdâl denir. Onlar bu dereceye namaz ve oruç ile erişmediler. İbn-i Mes’ûd radıyallahü anh; “Yâ Resûlallah! Ne ile bu dereceye ulaştılar?” diye sorunca; “Cömertlikle ve müslümanlara nasîhat etmekle eriştiler” buyurdu. (Hadîs-i şerîf-Hilyet-ül-Evliyâ)
Ebdâllerin sayısının yedi, kırk veya yetmiş olduğu bildirilmiştir. (Seyyid Şerîf Cürcânî)
Ebdâllerin makâmını istiyen kimsenin hâlini düzeltmesi, nefsine uymaması lâzımdır.) (Behâeddîn-i Buhârî)

Evtâd denilen Allah dostları ise dört tanedir. Yerleri; doğu, batı, güney ve kuzey olmak üzere evrenin dört ayrı köşesidir. Bunların içinden birisi de kendilerinin imamıdır. Çivi veya kazık anlamına gelen kelimenin çoğulu olan Evtâd’a bu adın verilişi evreni ayakta tutan dört direk mesabesinde oluşlarındandır.

İmameyn, birisi kutbun sağında ve birisi de solunda bulunan iki şahıstır. Sağda bulunan imam, melekût alemine yani ruhânî aleme bakar ve O’nun vücûdu Kutbiyyet merkezinden ruhaniyyet alemine yönelen bir aynadır. Soldaki imam ise, mülk (madde) alemine bakar. O’nun vücudu da cisimler dünyasına aynadır.

Gavs’a gelince; O, kutb-u azamdır. Mühim ve esrarlı işlerini halletmek isteyenler ona muhtaç olurlar. Teberruken vasıta kılınarak duası alınır. Zira onun duası asla reddedilmez.

Ricâlülgayb yerine “gayb erenleri” de dendiği vakidir. Ancak gayb erenleri on kişidir; huşu’ ve Huzû-i Rabbânî sıfatıyla mevsuf ve Rabbânî tecellîlerin tesiri altında olduklarından dolayı ne halk onları tanır ve nede onlar halkı tanırlar. Bunlar da her asırda mevcutturlar.”[60]

040-06-2004

Mehmet ÖZÇELİK

[1] Bakara.51.

[2] Maide.26.

[3] A’raf.142.

[4] Ahkaf.15.

[5] Bak.Kehf.23.

[6] Bak.Sad.34.

[7] Bak.Bakara.80-81.

[8] Sözler.164,513.

[9] Age.225.

[10] Age.287.

[11] Age.289.

[12] Age.344.

[13] Age.395.

[14] Age.491.

[15] Age.493.

[16] Age.572.

[17] Mektubat.23.

[18] Age.27.

[19] Age.66.

[20] Age.68.

[21] Age.98.

[22] Age.105.

[23] Age.107.

[24] Age.113.

[25] Age.116.

[26] Age.143.

[27] Age.144.

[28] Age.145.

[29] Age.148.

[30] Age.281.

[31] Age.347.

[32] Lem’alar.31.

[33] Age.63.

[34] Age.64.

[35] Age.130.

[36] Age.213.

[37] Age.214.

[38] Osmanlıca Lem’alar.655.

[39] Şualar.203.

[40] Age.586.

[41] Age.539.

[42] Age.674.

[43] İşarat-ül İ’caz.107-108.

[44] Mesnevi-i Nuriye.51.

[45] Age.70.

[46] Age.197.

[47] Barla Lahikası.80,111.

[48] Age.168-169.

[49] Age.186.

[50] Kastamonu Lahikası.181,110,190.

[51] Emirdağ Lahikası.2/35,39,81.

[52] Age./110-111,142-143.

[53] Divan-ı Harbi Örfi.79.

[54] Hutbe-i Şamiye.56,49,54-55.

[55] Age.9.Vehim.

[56] Muhakemat.41.

[57] Sikke-i Tasdik-i Gaybi.161.

[58] Zülfikar.50.

[59] Bak.İslam Ans.25/466-481.

[60] Şamil İsl.Ans.

Loading

No ResponsesOcak 2nd, 2015