KÖRLER ÜLKESİNİN GÖREN GÖZLÜLERİ

KÖRLER ÜLKESİNİN GÖREN GÖZLÜLERİ

Bir memlekette sihirli bir su vardır.Ondan içen herkes delirmektedir.Memlekette bulunan herkes o sudan içmiş ancak memleketin yöneticisi ve yardımcısı içmemiştir.Delilerin içerisinde akıllılar deli durumuna düşmüşlerdir.Son çare olarak bunlarda o sudan içmeye ve diğerleri gibi deli olmaya karar verirler ve diğerleri gibi olurlar.Artık rahatlamışlar,diğerleri tarafından da alaya alınmamaktadırlar.Bir farkla artık akılları yerinde değildir.

Deliler memleketi olurda hiç körler memleketi olmaz mı?Körler ülkesinde yaşayan görenler,körlerin yanında kendileri kör,körler gözlü durumunda kalmaktadırlar.Bu birkaç tane körde ya kendileri de diğerleri gibi kör olacaktır ki rahatlasın ve onlarla daha rahat bir ortamda anlaşabilsin veyahut da körleri tedavi etsinler.

Tanzimattan bu yana aydınlarımız hakikatı görememekte,kendi karanlık dünyalarında aramaktadırlar.İçlerinde bulunan birkaç gözü açık veya açık gözlü aydınlar onların içerisinde ya kaybolmakta veya dışlanmaktadır.

Hakkında çok şey söylenip yazılan aydınlarımızdan birisi de Cem Karacadır.Kendisiyle yapılan bir röportajda Tanrıyla barıştım ifadesini kullanmıştı.Olayı özetle şöyle izah etmekteydi:

Kendilerinin kendi kafalarında tasarladıkları bir tanrı tasavvuru içerisinde olduklarını yoksa gerçek manada bir inanma olarak inanmış olmadıklarını,genel olarak materyalist bir dünya görüşüne sahib olduklarını ifade etmekteydi.

Kendisi üzerinde Almanyada bir kadının şu sözünün etkili olduğunu söyler.Aslında bu söz Hz.Aliye aid bir sözdür.

“Eğer gerçekten sizin dediğiniz gibi Allah yoksa,ibadet yoksa bizim bunlara inanıp yerine getirmemiz halinde kaybedecek bir şeyimiz yoktur.Eğer var ise ki bir çok varlığının delilleri mevcuttur,işte o zaman vay sizin halinize…”

Çalkantılı yılların çalkantılı adamı…Arkadaşları tarafından döneklikle suçlansa da ömrünün sonunda kendisiyle kurulan diyalog,hoşgörü ve yaklaşımlar etkili olmuş,Yurt dışına sürülmesinden sonra Özalın girişimleriyle tekrar memleketine dönmüştür.

Sol kesimin başlangıçta sahiblendiği bu insan,hayatının sonunda onlardan farklı olarak kopardığı toplumla olan bağlantısını tekrar bağlama yoluna girmekteydi.Bunun tezahürüdür ki,öldüğünde cenazesinin alkışlarla değil de tekbirlerle kaldırılmasını vasiyetinde belirtmişti ve öyle de oldu.

Kendisi bu millete yönelince,millette ona yönelmiş,onu tekbir ve rahmetlerle uğurlamıştı.Bu millet kendisine sırt çevirene de sırt çevirmesini bilmektedir.

Barış Manço gibi insanlar bunu da ölümünden sonra ancak anlamaya çalışıyorlardı.

Bir kısmıda dönek olarak ithamda bulunuyordu.Nitekim Nazım Hikmetten şiirlerin okunacağı bir geceye Karaca çağrılmıyor, sebeb olarak da şöyle deniyordu:”Ezan okuyan insanın Nazım Hikmet okuması bana ters geliyor.Bölünmüş,parçalanmış bir sol ortamda baktı ki yaşayamayacak,hem ezan hem Nazım okumaya başladı.Bu benim için oportünizmdir.Cem karaca dönektir.”[1]

O her şeyin moda olduğu dönemde solun sanatçısı olarak sanata başlamış,hayatının sonunu da milletin sanatçısı olarak bitirmişti.

Kendisiyle yapılan bir röportajda:”Ezanın Türkçe okunmasına ne diyorsunuz?”sorusuna olumsuz cevap verirken şunları da söylemişti:”Bir kere,sabah ezanının hele güzel okunduğu takdirdeki güzelliği Türkçe okunduğunda aynı huşu hissini insanlara verecek mi,vermeyecek mi?Sabah ezanları bana özellikle çok dokunur.Sabaha doğru Beyoğlu’dan dönerken,kafalar hafif kıyak,orada şöyle bir ezan okunuyor ki,insan bir iç hesaplaşmaya giriyor.”[2]

Onun son sözü onun hakkında son hükmüde veriyordu:

“Dervişanız’Hak dost’deriz

Dercişanız dervişan

Allah yar,yar

Bu can emanet bedebe

Sonunda sarılır kefene

Allah yar,yar

Yol bir,akıl bir

Bak da görebil

Sev,korkma sakın

Rab sana yakın

Allah yar,yar

Üç var,yedi var

Oniki var,kırk var

6666 inen var

Allah yar,yar.”

Allahdan kendisi için rahmet diliyor,yarıyla yar olsun.

Bu asrın toprağında tanelerin her biri bir tarafa dağılmış;arpa-buğday birbirine karışmış,bu durumda iyi bir sentez ve analiz gerek…Saçılan tanelerin bir araya getirilip toplanması gerek…

Yapılan itiraflar ve geçen zamanlar en büyük müfessir olup hakikatları tefsir ve izah ediyor.

Hasan Cemal:”Kimse kızmasın kendimi yazdım”eserinde ifşaatlarda bulunurken,bir siyasi partinin fikir babalığını yapan Ali Bulaç’da büyük bir dönüşle yeni bir çizgi ve yeni bir cemaat kendisi için çiziyordu.

Diğer taraftan,”İslamcı yazar Mehmet Metiner’in ‘‘Ben değiştim’’ diyerek yaptığı özeleştiri, İslamcı köşe yazarlarının büyük tepkisini çekti. “[3]haberi de bir dönemin muhasebesini gündeme getiriyordu.

Yıllardır içerisinde bulunduğu siyasi partideki özellikle Akıncılar derneğinde faaliyetlerinin sertliğe yönelik olduğunu ifade ve ifşa ediyordu.Heykelleri yıkma düşüncesinde olduklarını,cihad ile devlete sahib olmaya çalıştıklarını,Taliban kafalı olup,şeriatı devlet eliyle gerçekleştirmek istediklerini söylüyordu.Din üzerinden siyaset yapmanın artık yanlış olduğunu anlamış olduğunu,din devleti kurma isteğinde bulunduklarını,Humeynicilik ve İran devrimini alkışladıklarını ifade ediyordu.

Bütün bu ifadelere rağmen,kendisini de dönek olarak nitelendirmelerine rağmen gene de kendisinin televizyondaki konuşmalarından durulma çabası içerisinde olmakla beraber daha durulmadığını,kendi iç dünyasındaki hesaplaşmanın tam bir netliğe kavuşmadığını da ifadelerinden anladım.

Bizler yıllarca yani 30 yıldan fazla süren bir zaman sürecinde hep söyledik;Siyaset yolu ile sağlıklı ve köklü bir hizmet yapılamaz.Gerçek hizmet halkın inanç yönünden birebir mükemmelleştirilmesi,dünyevi tüm menfaat ve bağlardan azade olarak ihlasla ve samimiyetle dine hizmet edilmesidir.

Zira doğrudan dine hizmet,siyasetler üstü bir siyasettir.

Siyasetin çirkin yüzünden ve neticesindendir ki Bediüzzaman;şeytandan kaçar gibi siyasetten kaçmış,siyaset yoluyla dine hizmet etmeyi asıl maksad yapmamıştır.Ve zamanda onu her yönüyle tasdik etmektedir.

Mehmet ÖZÇELİK

18-03-2004

[1] Yeni şafak.A.Kekeç.11-02-2004.

[2] Yeni Şafak.10-02-2004.

[3] Hürriyet.9-2-004

Loading

No ResponsesOcak 2nd, 2015