SÜLEYMAN ATEŞ’İN TUTARSIZLIKLARI

SÜLEYMAN ATEŞ’İN TUTARSIZLIKLARI

Bu zamanda şeytanı taşlamaktan Rahmanı tesbih etmeye,bevledilen cami duvarını temizlemekten camide ibadete vakit kalmamaktadır.
Ancak bununla beraber,şerrin def’i hayrın celbinden evlâdır.
Hayatta en büyük değer istikamettir.İstikamet ilimden önce gelir.
Bilgi konusunda büyük bir birikime sahip olan şeytan istikametini koruyamadığı gibi,küfrünü ve kibrini daha da arttırmıştır.
Bundan dolayı,Peygamber Efendimiz;”Şeyyebetni suretü hud” yani Hud suresi beni ihtiyarlatmıştır.
Özellikle Hud suresindeki şu âyeti kasdederek;’Festakim kemâ umirte’ ‘Emrolunduğun üzere dost doğru ol’ adeta sicim gibi,doğru değil dost doğru olmak. Ortada bile değil,ortanın ortasında olmak.
Zikzak çizilen ve kendilerine de bilen,alim sıfatı takılan insanların en büyük problemleri de işte bu istikameti muhafaza edememeleridir.

Hadislerde buyurulur:
*(Kıyamete yakın ilim azalır, cehalet artar), (İlmin azalması âlimlerin azalması ile olur. Cahil din adamları, kendi görüşleri ile fetva vererek fitne çıkarırlar, halkı yoldan saptırırlar) ve (Her asır, önceki asırdan daha bozuk olur. Böylece kıyamete kadar hep bozulur) buyurulur. İnsanların en iyileri olan âlimlerin yazdıkları kitapları beğenmeyip, bozuk asrın bozuk insanların kitaplarına aldanmaktan sakınmalıdır! (Hadika)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:
“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecektir ki, İslâm’ın yalnız ismi, Kur’an’ın ise resmi kalacak. Mescidler dış görünüşleri ile mamur, fakat içleri hidayetten mahrum olacak.
Onların âlimleri gök kubbe altındakilerin en şerlileridir. Fitne onlardan çıktı, yine onlara dönecektir.”(Beyhâkî)

*Bu insanları yanlış görüş belirtmeye iten sebeb üçtür:
1-İndi ve bana göre böyle,tavrı içerisine girerek,bilimsel benliğini ön plana çıkarmak.Öyle ki bu ilim küfre götüren bir ilimdir.Şeytanın ilmi ona bir fayda vermemişti.
“Kendilerine Tevrat yüklenip de (Tevrat’ın farzları okunup da), sonra O’nu taşımayanların (onunla amel etmeyenlerin) hali, ciltlerle kitap taşıyan merkebin hali gibidir. Allah’ın âyetlerini yalanlayan kavmin durumu ne kötü. Ve Allah, zalimler kavmini hidayete erdirmez.”
2-Hissi hareket ederek bazen kendi merhametini Allahın merhametinden fazla gösterme.
3-Nefsani hazzın öne çıkması. Öyle ki lanetle bile yadedilse memnun kalınması.
Aslında S.Ateş,muhalif görüşleri öne sürmekle tıpkı diğerleri gibi gündemde kalmıştır.
Reşid Rıza ve Mahmut Şeltut, Fazlurrahman gibi…
Süleyman Ateş ve emsali her konuda çok rahat ve pervasızda tamamen indi görüşler doğrultusunda tehlikeli ve tehlikeye itici fetvalar vermektedirler.
Bunlarda bize şu hadisleri hatırlatmaktadır:
“Biliniz ki Allah Kur’an-ı Kerim ile beraber onun mislini bana vahiy etmiştir.Mütenebbih olunuz ki karnını doyurmuş bir adam koltuğuna yaslanarak ‘Yalnız Kur’an-a sarılırız.Onda helal olanı helal,haram olanı haram kılınız’diyeceği günler yakındır.”(Ahmed,Ebu Davud,Hakim)
“Sizden biriniz koltuğuna yaslandığı halde,kendisine emrettiğim veya yasak ettiğim hususlardan bir husus tebliğ edildiğinde,’Biz bunu tanımayız,biz ancak Kur’an-ı Kerim-de olanlara tabi oluruz.’diyerek bunu alışkanlık haline getirmesin.”(Ebu Davud, İbni Mace)
-Hasan b.Cabir dedi ki;Mikdam b.Madi Kerib’in şöyle dediğini işittim: Rasulullah (sam)Hayber günü bazı şeyler haram kıldıktan sonra şöyle buyurdu:’Sizden birinizin koltuğuna yaslanarak;’Aramızdaki hakem Allah’ın kitabıdır.Ondan helalden ne bulduysak helal,haramdan ne bulduysak da haram kılarız.’sözünü sarf etmesinin yakın olmasından korkulur.İyi biliniz ki Allah rasulünün bir şeyi haram kılması Allah’ın o şeyi haram kılması gibidir.”(Hakim,Tirmizi,Abni Mace)
“Ümmetime en çok tehlikeli olacak kimse,Kur’an-ı Kerim-i yersiz tevil edendir.”

*Bir hatıramı nakledeyim;1984 yılında Kayseri İlâhiyat Fakültesi son sınıf öğrencilerine mahsus olmak üzere Ankara İlâhiyattan şimdiki Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu tarafından bizlere konferans vermek üzere Hüseyin Atay davet edildi.
Dinleyicilere Bardakoğlu kesinlikle soru sormamalarını özellikle belirtti.Koyun gibi dinlenilecekti.
Konuşmasının bir yerinde Atay,asırlardır kabul gören ve okunan Riyaz-us Salihin adlı hadis kitabının yazarı İmam-ı Nevevi’ye hakarette bulundu.
‘Bunun gibi bilmem ne heriflerinde yüzünden İslam dünyası araştırmadan geri bırakıldı.Onların toplumu araştırmadan alı koyan verdikleri eserler bir nevi ayak bağı oldu.
Ben o sırada parmak kaldırıp ayağa kalkarak cevap vermek istedim.Bardakoğlu ısrarla oturmamı söyledi,izin vermedi.
Özellikle söyleyeceğim şuydu;
Hoca efendi,sizde birkaç eser vermiş ve bizim araştırmamızı engellemiş olduğunuzdan dolayı bizde sizlere mi küfredelim?
Hakaretler devam edince hadis hocamız Selahattin Polat bey de arkadaşları tarafından susturularak konuşturulmadı.
Bardakoğlu sayesinde böyle kirli bir sohbete şahit olmuş olduk.

Bazen Bardakoğlu’da bu gibi çıkışlarda bulunmaktadır.
*”Kadınlarla çocukların özellikle teravih namazlarına katılımının arttırılması yönünde çabaları olduğunu belirten Bardakoğlu, şunları kaydetti:

”Teravih namazlarında çocukların, kadınların, gençlerin camide olmasını istiyoruz. Çocuklar koşuştursunlar, kimse onlardan rahatsız olmasın; ‘namazımızı bozuyorlar’ diye düşünmesin istiyoruz. Kadınların teravih namazlarında iştiraklerinde yeteri kadar rahat olmadıklarını biliyorum. Kadınlara, camilerin yukarı katlarında yer ayrılıyor. Doğrusu oraya iniş çıkışlar da çok rahat değil. Ama biz oraların rahat, temiz, aydınlık olması, erkekler tarafından doldurulmaması konusunda uyarılar yapıyoruz.”

Bardakoğlu, cemaat kalabalık olduğu zamanda erkeklerin cami avlusuna saf tutarak cami içini kadınlara bırakmasını, eğer yine de cami içine sığılmıyorsa kadınların erkeklere avluda eşit şekilde yer almalarını arzu ettiklerini söyledi.”
Daha başka tenkid noktalarını da yazmıştık

Bunu anlatmamdaki sebep ise,Ankara İlâhiyat menşeli olarak uzun zamandır İslâmın haremine girilerek içten yıkma politikası izlenmektedir.

Eski Diyanet İşleri Başkanlığı yapmış olan Süleyman Ateş’te sürekli islâmın ruhuna uygun olmayan farklı çıkışlarıyla istikametli olmayan görüşler serdetmiştir.
Kendisi hakkında yapılan tenkid ve araştırmalarımızda bulduğumuz bazı yanlış ve tenkidler şöyledir:

*Aslında Süleyman hoca yaşlılıktan olsa gerek,ne dediğinin de farkında değil,kendi kendini de tekzib etmektedir:
“İnsan öldükten sonra kesinlikle ruh, bedene girmez. Ahiretten de mektup gelmez. Hiç gidenler geri gelmedi.”

Yaşar Nuri Öztürk-de Süleyman Ateş gibi reenkarnasyona inanmaktadır.
“Birinci ayette,(vakıa.60-62) yeniden yaratılacak insanın bedeninin, bu bedenin aynı değil, benzeri olacağı: “Sizi bilmediğiniz bir biçimde yaparız” anlamındaki ikinci cümleden de yeniden yaratılacak insanın bilinmeyen bir biçimde yaratılacağı anlaşılır. Daha önce geçen benzeri ayetlerle karşılaştırılırsa bu ayetlerden de kemal bulmadan ölmüş insan ruhunun, bilinmeyen bir zamanda ve bilinmeyen bir biçimde yeni bir bedene sokulup bedensel hayata getirileceği manası çıkarılabilir.”ve devamla:
“Ba’s kemal bulmamış ruhların, kemal bulmak üzere bedensel hayata getirilmesidir. Ki bedenden beden geçen ruh, bu bedenler içinde dünyanın ızdırabını, sıkıntılarını çekerek olgunlaşır. İşte bu gelip gitmeler ruhu pişirip olgunlaştıracak olan cehennem hayatıdır. Her bedensel hayatta yapılanlar, ruhun daha sonraki hayatının mahiyetini çizer…Olgunlaşmayan ruhlar, olgunlaşıncaya dek yeni bedenlere sokularak dünyaya getirilirler…”

Reenkarnasyon iddiasını tahlil eden E.Sifil gerek bu gerekse diğer tutarsız iddialara genişçe bir cevapta bulunmuştur.
Diğer adıyla tenasuh âhirete inanmayan dinlerdeki bir inanç olup,fir’avunlardan kalma bir düşünce ve uygulamadır.

Tüm yazılarının ihtiva ettiği sayfada da görüleceği gibi, bir çok tutarsızlıklara da imza atmakta,kurbanın sünnet oluşunu iddia ile ,yine başörtüsünün bir emir olduğunu ifadeden sonra Kur’an-ı zamana uydurmaya çalışma olsa gerek ki şunu da söylemeyi ihmal etmez:
“Eğer baş örtüsü takmama, hürlük cariyelik ayrımını çağrıştırmıyorsa ve bu durum kadına sataşılma nedeni olmaktan çıkmışsa ille baş örtüsü takması gerekmez. Elbette takmak daha uygundur.”

*”Kur’ân-ı Kerîm’de kıyametin ansızın geleceği, onun geleceği zamanı hiç kimsenin bilmediği ve bilmeyeceği, Allah’ın o bilgiyi herkesten sakladığı vurgulanmaktadır. Ansızın gelecek olan kıyametin alameti de olmaz. Bu konudaki rivayetlerin hepsinin uydurma, yakıştırma olduğu kanaatindeyim. Her 100 yılda bir müceddid geleceği hakkındaki hadis rivayeti de sağlam değil, kuşkuludur. Çünkü Kur’ân’ın gaybı (geleceği) Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceği ayetlerine aykırıdır. Müceddidin gelip gelmeyeceğini kimse bilemez. Bundan 1000 yıl önceki insanlar da kıyametin alametlerinin göründüğünü, pek yakında kıyametin kopacağını söylüyorlardı ama aradan 1000 yıl geçti, kopmadı. Elbette kıyamet kopacaktır ama zamanını Allah bilir.”
*Oysa ayette:” Onlar kıyametin kendilerine ansızın gelmesinden başka bir şey beklemiyorlar. Muhakkak onun alametleri gelmiştir (ama öğüt almıyorlar). Kıyamet kendilerine gelip çatınca öğüt almaları kendilerine ne fayda verecek?”
“(Ey Muhammed!) Onlar (iman etmek için) ancak kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabbinin gelmesini ya da Rabbinin bazı âyetlerinin gelmesini mi gözlüyorlar? Rabbinin âyetlerinden bazısı geldiği gün, daha önce iman etmemiş veya imanında bir hayır kazanmamış olan bir kimseye (o günkü) imanı fayda vermez. De ki: “Siz bekleyin. Şüphesiz biz de bekliyoruz.”

*Hoca masumca gibi görünen cevaplarında islamın hikmetlerini görmemekte ve bunları bilmeden sınırlamaktadır.Tutarlı bir davranış sergilememektedir.Belki de bu duruma kendisini iten sebeb,tasavvufu inkar ve red düşüncesidir.Mesela;
“Abdest almak, sadece namaz kılmak için gereklidir. Namaz vakti abdestini alır, namazını kılar. Sonra rahat yaşar. Sokağa çıkmak, gezmek dolaşmak ibadet midir ki abdestli çıksın?”

*Verdiği cevaplarda hissi aklın ve kaynağın önüne geçirmektedir.Bundan dolayı verdiği hüküm dini değil,hissidir.Mesela:
“Gittiniz, kredi çekip ev aldınız. Şimdi bunun caiz olup olmadığını soruyorsunuz. Caiz değil desem ne yapacaksınız? Evi geri mi vereceksiniz? Bu konuyu birçok kez yazdım. Benim kanaatime göre devletin yasal olarak tanıdığı kredi faizi, aşırı olmadıkça caizdir. Çünkü burada kredi veren de kredi alan da yarar görmektedir. Dar gelirli birinin kredi almasa 60 ay sonra şimdi aldığı o evi alması mümkün değildir. Çünkü ödeyeceği faiz oranı % 1 veya 1.5’ken alacağı evi 60 ay sonra şimdi aldığının belki iki katına alacaktır. Vereceği kira parası da cabası. Krediyle ev alan, bu işlemden zarar değil kâr ettiği gibi krediyi veren banka da aldığı faizle kâr etmektedir. Zaten bankanın kuruluş amacı da budur. Ben bu işlemin yasak faiz olduğu kanaatinde değilim. Aksi takdirde fakir fukaranın, dar gelirlinin ev sahibi olması mümkün olmaz.”

*Süleyman Ateş cehennemin ebedi oluşunu da inkâr etmekte ve bunu hüküm ifade etmeyen ve ölçüsü olmayan bir vicdanla yorumlamaktadır.
“(Ey Muhammed!) Onlar (iman etmek için) ancak kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabbinin gelmesini ya da Rabbinin bazı âyetlerinin gelmesini mi gözlüyorlar? Rabbinin âyetlerinden bazısı geldiği gün, daha önce iman etmemiş veya imanında bir hayır kazanmamış olan bir kimseye (o günkü) imanı fayda vermez. De ki: “Siz bekleyin. Şüphesiz biz de bekliyoruz.”
Ateş burada Kur’an-ın kesin bir hükmünü inkâr etmektedir.
Buda” İmam-ı A’zam Ebu Hanife’ye göre “Cennetlik ve cehennemlikler girdikten sonra cennet ve cehennem yok olacaktır.” diyen kimse de orada ebedî kalışı inkâr ettiği için, kâfir olur.” (Fıkhu’l Ebsat)

Ayçe Özevin’in Doktora çalışması olarak hazırlamış olduğu,Süleyman Ateş’in tefsiri olan ‘Yüce Kur’an-ın Çağdaş Tefsiri’adlı çalışmasında ortaya konulan tefsirdeki tutarsızlıklar şunlardır:

*”Ateş’e göre insanları kurtuluşa götüren din tek değildir. Bakara 62. ayette
belirtildiği gibi Allah’a ve ahiret gününe inanarak salih amel işleyen kimseler cennetle
müjdelenmiştir. Bu çerçevede Ateş’in önemle üzerinde durduğu, cennetin kimsenin
tekelinde olmadığı görüşünü savunması ve bu esnada izlediği yöntem ve metodlar
araştırılmaya çalışılmıştır.”
Harranilerin her gün üç vakit namazları vardır. Horoz kurban eder ve
kurbanlarını yemeden yakarlar, sünnet olmazlar. Tevhidî bir yaşayış sürdürmezler. Bu
sebeple Harran Sabiîlerini Kitap Ehli’nden saymak doğru değildir. Bunlar daha çok
putperest kavim özelliği taşımaktadırlar.”
Bir ara Zekeriya Beyaz’ın da horoz kurban edilir,sözü de buraya dayandırılmış olsa gerek!

* “Ateş’e göre, Bakara ve Mâide suresinde bahsedilen Sabiîlerin Allah’ın birliğine inananlar kategorisinde sayılması da onların meleklere ya da yıldızlara tapan müşrik bir kavim olmadığının kanıtı sayılmaktadır.

Ateş’e göre Kur’an’ın bahsettiği Sabiîler Allah’ın birliğine inanan muvahhidlerdir.

-Sh-23-de” Ateş, ayrıca son peygamber Hz. Muhammed’e inanan herkesin de cennete gideceğini söylemez. Cenneti kazanmanın ilk yolu Allah’a iman, ahirete iman ve Salih ameldir.
Ateş’e göre iman, güzel eylemler biçiminde görülen kesin düşüncedir. Kur’an
bazı ayetlerde müminlerin sıfatlarını hatırlatır ve sadece “inandık” diyenlerin değil bunu fiillerine yansıtan kimselerin kurtuluşa ereceklerinden bahseder.

-Sh.42-“Ateş, iki Kitab’ın birbirine benzerliğini ve birincisinin esas olduğunu belirtir.
Buna dayanak olarak Ahkaf suresi 10. ve 12. ayetleri gösterir: “De ki: Hiç düşündünüz mü? Eğer bu Kur’an Allah katından olduğu halde siz onu tanımamışsanız,
İsrailoğullarından bir şahid de benzerinin Tevrat olduğuna tanık olup inandığı halde siz
inanmaya tenezzül etmemişseniz (durumunuz nice olur)? … Ondan önce imam ve
rahmet olarak Musa’nın Kitab’ı var. Bu da kendisinden öncekileri doğrulayan, Arap
diliyle vahyedilmiş bir kitaptır…”
Ateş’e göre, bu ayet ile Kur’an’ın Tevrat’ın benzeri olduğuna dikkat çekilirken, Tevrat’ın asıl (imam), Kur’an’ın da onu tasdik edici bir Kitab olduğu açıklanmak istenmiştir.

-Sh.43-“Ateş’in diğer bir görüşü de Kur’an’da bulunan müteşabih ayetlerin Tevrat ve İncil’in ayetleri olduğunu savunmasıdır.”

-Sh.47-“Görüldüğü gibi Ateş, Kur’an’ın Yahudileri Tevrat’ın hükümlerini uygulamaya çağırması sebebiyle Tevrat’ın muharref ve mensuh olmadığını belirtmiştir. Ateş’e göre,her dine zamanla çeşitli eklemeler olmuş sadece Yahudiler değil müşrikler de kendileri hükümler koyup bunları Allah hükmü göstermeye çalışmış ve bu sebeple
uyarılmışlardır.”

-Görüşünü doğru çıkarma uğruna nice uydurmalara gidilmektedir.
“Süleyman Ateş ise, “Cennet Kimsenin Tekelinde Değildir” adlı makalesinde
“Allah’ın sözlerini değiştirecek kimse yoktur” ayetine dayanarak sözlerin, kalıpların
değişik olabileceğini ama Tevrat, İncil ve Kur’an’ın her kavme kendi dili ile
vahyedildiğini ve içeriğinin aynı olacağını belirtmiş, İmam-ı A’zam Ebû Hanife’nin
namazda Kur’an yerine Tevrat’tan Kur’an’a uygun düşen bir ayet okumasının namazı
bozmayacağını ve namazın sahih olacağını söylediğine değinmiştir.”

Burada İmam-ı Âzama isnad edilen diğer kitaplardan değil,bir rivayette Fatiha bilmeyenin Farisi okuyabileceği rivayetidir ki ömrünün sonunda bundan da döndüğü rivayet edilir.
Bu da şartlı olarak Maturidinin Te’vilatında Ebu Hanifeye isnad edilen ;Farsça mana sahih olursa namazda okunacağı,yönündeki fetva konusunda;
1-Ömrünün sonunda bu fetvasından dönmüştür.
2-Değişen eski kanun yeni kanunla nakzedilmeyip,tasvib edilmese bile,neye dayanarak uygulanabilir?
3-Birde bu fetva birkaç cihetle hususiyet arzetmektedir.

*Bediüzzaman ise bu konuda;
“Ehl-i ilhâda kapılan ulemâü’s-sû’, milleti aldatmak için diyorlar ki: “İmam-ı Âzam, sair imamlara muhâlif olarak demiş ki: ‘İhtiyaç olsa, diyar-ı baîdede, Arabî hiç bilmeyenlere, ihtiyaç derecesine göre, Fâtiha yerine Fârisî tercümesi cevazı var.’ Öyleyse biz de muhtacız, Türkçe okuyabiliriz.”
Elcevap: İmam-ı Âzamın bu fetvâsına karşı, başta âzamî imamların en mühimleri ve sair on iki eimme-i müçtehidîn, o fetvânın aksine fetvâ veriyorlar. Âlem-i İslâmın cadde-i kübrâsı, o umum eimmenin caddesidir; muazzam ümmet, cadde-i kübrâda gidebilir. Başka hususî ve dar caddeye sevk edenler, idlâl ediyorlar.
İmam-ı Âzamın fetvâsı beş cihette hususîdir.
Birincisi: Merkez-i İslâmiyetten uzak diyar-ı âharde bulunanlara aittir.
İkincisi: İhtiyac-ı hakikîye binaendir.
Üçüncüsü: Bir rivayette lisan-ı ehl-i Cennetten sayılan Fârisî lisanıyla tercümeye mahsustur.
Dördüncüsü: Fâtiha’ya mahsus olarak cevaz verilmiş-tâ Fâtiha’yı bilmeyen namazı terk etmesin.
Beşincisi: Kuvvet-i imandan gelen bir hamiyet-i İslâmiye ile, maânî-i mukaddesenin, avâmın tefehhümüne medar olmak için cevaz gösterilmiş. Halbuki, zaaf-ı imandan gelen ve menfi fikr-i milliyetten çıkan ve lisan-ı Arabîye karşı nefret ve zaaf-ı imandan tevellüt eden meyl-i tahrip saikasıyla tercüme edip Arabî aslını terk etmek, dini terk ettirmektir!”

-Sh.74-“Ateş, ayrıca İsrailoğulları ile ilgili ayetleri olabildiğince geniş açıklamış
ve Kitab-ı Mukaddes’ten örnekler ile açıklamalarını zenginleştirmiştir.”

-Sh.81-“Yasağı delen kıyı halkının maymun olması hakkında iki görüş vardır: Birinci görüşe göre, bu insanlar gerçekten maymun olmuş ve üç gün maymun kılığında kaldıktan sonra ölmüşlerdir.
İkinci görüşe göre de, bunlar sureten değil sîreten maymun kılığına sokulmuşlar;
huyları, sıfatları maymun huyu ve sıfatına benzemiştir. Ateş, ikinci görüşün
temsilcilerindendir. Maymunların taklitçi olup, düşünce ile hareket etmediğini, bu
insanların da maymun gibi davranıp, ayetleri düşünmeden, çevresindekilerin yaptıkları
kötü hareketleri taklit etmeleri sebebiyle ceza aldıklarını açıklamıştır.

-Sh.147” Kur’an Kitap Ehli’ne kendilerine indirilmiş olan Kitaptaki hükümler ile
hükmetmelerini emretmektedir: “İncil sahipleri Allah’ın onda indirdiğiyle hükmetsinler.
Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse işte onlar yoldan çıkmışlardır.”
Ateş’e göre eğer onlar bu hükümlere uyarsa, Müslümanlara düşmanlık etmez, onlarla dost olurlar.
Ayrıca Allah’a kullukta birleşmek insanları manen kardeş yapmaktadır. Kıskançlık,hased ve düşmanlık ilahî kitapları iyi anlamamanın sonucudur. Zaten ilahî kitapları gönderen Rabbin de bir zümreyi tutup diğerini atması düşünülmez.
Ateş burada önemli bir nokta olarak, insanların kendi düşmanlıklarını dünya tutkularıyla birleştirmeleri sonucu dinde daralmaya yol açtıklarını belirtmiştir.”

-Hz.İsa’nın göğe çekilmesini kabul etmez.” Tüm peygamberlerin bir mucizesi olduğunu söyleyen Ateş, buna rağmen peygamber de olsa ölen bir insanın cesedi ile göğe yükselmesini sünnetullaha aykırı bulur.
Ateş, Reşid Rıza’nın İsa’nın ölümü ile ilgili olarak şu görüşlerine yer vermiştir:
“Seni inkâr edenlerden seni temizleyeceğim” ayetine binaen Allah’ın İsa’yı
düşmanlarının elinden kurtarmış ve gizlice başka bir ülkeye gönderilen İsa normal
hayatını devam ettirdikten sonra ölmüştür, vefatından sonra da ruhu Allah katında
derecelere yükseltilmiştir.
Ateş konu ile ilgili açıklamalara Reşid Rıza’nın görüşleri ile devam etmiş, kendi düşüncelerine yer vermemiştir.
Reşid Rıza’nın bu görüşleri ise şu şekilde eleştirilmiştir: Hz. İsa Yahudilerce öldürülmediyse kalan hayatını nasıl ve nerede geçirmiştir? Bu esnada nübüvvet görevi ne olmuştur?
Görüldüğü gibi bu soruların cevapları muallâkta kalmaktadır.”

-Hz.İsa’nın göğe çıkmasını kabul etmeyenin,ahirzamanda nüzul edeceğini de söylemesi mümkün değil veya en azından yaptığı gibi hadisteki delilleri mana uyuşmazlığı kılıfına bürüyüp kaldıracaktır ki bu da tam bir tekellüflü tevilden başka bir şey değildir.

-“ Ateş’in, “Ehl-i Kitab’ın muhakkak kendi dinini bırakıp Müslüman
olması şart değildir. Peygamberlerin misyonu insanları sadece Hakk’a taptırmaktır.
Bütün peygamberlerin mesajları aynıdır. Herhangi bir kul Allah’a yöneliyor, yalnız
O’na kulluk ediyorsa, o, Peygamberin yolundadır”
Aslında Ateş,din kimsenin tekelinde değil derken,dini kendi tekeline aldığının bilincinde olmamıştır.

-Ayrıca Ateş’in tutarsızlıkları bir çok kimse tarafından da ele alınmıştır.

-Yazar Ateş-in tahlil ettiği tefsirinde sonuç olarak:” Eserlerde dikkatimizi çeken nokta, Ehl-i Kitab’ın ayrıcalıklı bir sınıf olduğunun üzerinde sıkça durulmuş olmasıdır. Genel olarak diyebiliriz ki Ateş Allah’ın geniş merhamet sahibi olmasını delil göstererek cenneti belli bir zümreye tahsis etmemek gerektiğine her fırsatta değinmiş, aldığı eleştirilere rağmen savunduğu fikirlerden vazgeçmemiştir.”
Oysa Allah’ın rahmetinin üzerinde bir rahmet,rahmet değil azab ve haksızlıktır. Zira Allah’ın adaleti rahmetinden önce gelir.Zira Allah adalet ve rahmetiyle hükmeder ve karar verir.

-Şu ifadeleri kullanan bir insan değil bir din adamı insan ismine bile layık bir kişi olamaz;
“Âdem’in anası ve babası vardır.Ancak bunlar insan değil hayvandır.Böylece insanlar da hayvandan türemişlerdir.”

*Nisan 1994…Bursa-Gönlü Ferah Oteli’nde yapılan bir konuşmada konuşma yöneticisi olan Süleyman Ateş’e itiraz edilince şu cevabı veriyor:
“Senin söz hakkın yok. Üstelik ben Kur’an hakkında öyle şeyler biliyorum ki, söylesem yer yerinden oynar.”
Bizim Kur’an hakkında bir şüphemiz yok da acaba kendilerinin bir veya bir çok şüpheleri mi var ki açıklamaktan korkuyorlar?
Allah ıslah etsin!!!
Şu bir gerçek ki,dışarıdan yıkılmaya çalışılan bu dinin asırlarca başarısızlıkla sonuçlandığını görenler bu gün ısrarla içten reform adı altında yıkmaya çalışmaktadırlar.
Şevket Eygi anlatıyor:
“27 Mayıs 1960 darbecileri Hocaefendiyi Diyanet İşleri Başkanı yapmışlardı. Bendeniz de Başkanlıkta mütercim olarak çalışıyordum. Birkaç ay boyunca Efendinin hususî kalem müdürlüğünü yaptım.Darbeciler ona baskı yapıyor, dinde reform mahiyetinde bazı uygunsuz işlere imza koymasını istiyorlardı. Ömer Nasuhi Bilmen hazretleri bu baskılara direnmiş ve sonunda, “Bozulmayan dinde Reform Olmaz” diyerek izzet ü ikbal ile istifa etmiştir. Bendeniz kendisinden önce istifa etmiştim. Çünkü, bir Galatasaray ve Mülkiye mezunu olarak beni de kullanmak isteyen şer güçleri vardı.”

MEHMET ÖZÇELİK
29-09-2010

Loading

No ResponsesOcak 3rd, 2015