VÜCUT MES’ULDÜR

VÜCUT MES’ULDÜR

Evet, “ Vücut mes’uldür. Adem ise mes’ul değildir.”[1]

Verilen her şey suale tabidir. Onda bir mes’uliyet vardır. Adem;yani olmayan ve verilmeyen bir şey ise;suale tabi değildir.

Bir gerdanlık şeridi gibi,yokluktan çıkarılıb,insan ve müslim sıfatına yükseltilen şu insana takılan nimetler bir mes’uliyet ister. Bu bir şereftir ve bir ihsandır. Bir kalite ve seviyedir. seviyelilik,seviyelice seviyeyi korumayı ve arttırmayı gerektirir. bütün koşturmacalar hep o seviyeyi yakalamak ve arttırmak üzerine cereyan etmektedir. Her ne kadar bazen yönü ve değerlendirmesi değişse de.

Verilmeyen,yani yokluk ve adem ise; yok olduğundan suale tabi olmadığından,yok-dan varlık olan sualde yoktur. Meseleye verilmeyen ve verilmeme açısından bakacak olursak,verilmediğinden bu bir kayıp ve eksikliktir. Ancak liyâkattır. Mesela; Erlik-den çıkıp orgeneralliğe kadar yükseliş vücut olup,mes’uliyeti de aynı oranda yükselir ve farklılıklaşır.

Bir öğrencinin okula kaydı bir seviyedir. İmtihanı ise,seviyesinin tesbitidir. İsyanı neticesindeki tardı ise; hakkıdır. Böyle bir insanı ,okumayan bir insanın dış görünüşündeki rahatlığı,imtihan ve tart edilmesi ile kıyaslamak;seviye ile seviyesizliği denk tutup,seviyeyi seviyesizliğe indirmek demektir. Zaten tard ile bu seviyesizlik gerçekleşecek olsa,o onun işlemesinin ve ona layık ve müstehak olmasının bir sonucudur. Böylece aslına ve layık olduğu duruma da döndürülmüş oldu.

Mesela bir insanın yaratılıp da ebedi cehennemde kalması, hiç olup da yokluk da kalmasından daha da korkunç ve dehşetlidir. Zira; cehennemde kalan o insan harici,dış-dan etki eden bir azapla ve acı ile acı çekip,zamanla da ülfet peyda etmesine rağmen,yokluk da;cehennemin ta kendisi,cehennemden daha korkunç ve beterdir. Bizatihi o yokluk cehennemin kendisi olur ve yakar.

Bir insana sorulduğunda;idam olmak mı istersin,yoksa müebbet hapsi mi istersin? Her insan vicdanen ebedi hapsi,yok olup idam edilmeye tercih edecektir. Zaten devletler hukukunda da müebbed hapis cezası,idam cezasından az ve geridir.

Kendi mülkünde istediği gibi tasarruf eden Allah,insanı bir model[2] olarak yaratmış ve ona modellik ücretini fazlasıyla vermesine karşı,o insanın duyacağı zahmetten itiraz etmeye elbette hakkı yoktur. Çünki ücretini peşinen almıştır.

Taş olmayıp,bitki ve hayvan kalmayıp,insan ve müslim sıfatıyla yaratılmış olması ancak iman ve şükrü gerektirir. Bu seviyeyi koruyamayıp kaybeden Ebu cehil gibi bir insan;cehenneme kömür olması,yok olmasına,yokluğa gitmesine karşı bir üstünlük,bir rahmet ve bir adaletin ta kendisidir.

Her şeyden önce kömür sarraf dükkanına ve vitrinine konulacak olsa o feryat edecek,benim yerim kömürlük ve sobalıktır,diyecektir. Pislik-de yaşayan hayvanların ölümü ve acısı,onları bulundukları zeminden almaktır. Hayatları ise;o ortamda hayatlarını devam iledir.

Kömür gibi bir yapıya sahib olan insanların da elbetteki zevk alacakları ortam ,ona münasib ortamdır. Ayetteki:”Tadınız!” emri,kendine münasib bir tadıcıyı da bulmuş olacaktır.

Bütün bunlarla beraber; Tahsis,tercih,kasd ve irade eden elbetteki Allahdır.[3]

Ruhlar aleminde baştan bu sorumluluğa -evet- diyen[4] bu insan;sorumluluğunun da gereğini yapmalıdır. Aksi takdirde tokada ve cezaya müstahak olacaktır.

“Biz emaneti göklere,yere ve dağlara teklif ettik;hepsi de onu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korktular. İnsan ise onu yüklendi. Gerçekten insan çok zalim ve çok cahildir.”[5]

Evet;”Cenâb-ı Hak öyle bir Kadiri mutlaktır ki;adem ve vücut,Kudretine ve İradetine nisbeten iki menzil gibi,gayet kolay bir surette oraya gönderir ve getirir. İsterse bir günde,isterse bir anda oradan çevirir. Hem ademi mutlak zaten yoktur. Çünki bir ilmi muhit var. hem daire-i ilmi ilahinin harici yok ki ,bir şey ona atılsın. Daire-i ilim içinde bulunan adem ise,ademi haricidir ve vücud-u ilmiye perde olmuş bir ünvandır. Hatta bu mevcudat-ı ilmiyeye bazı ehli tahkik “ A’yan-ı Sabite” tabir etmişler. Öyle ise,fenaya gitmek,muvakkaten harici libasını çıkarıp,vücud-u maneviye ve ilmiye girmektir. Yani halik ve fani olanlar,vücud-u hariciyi bırakıp,mahiyetleri bir vücud-u maneviye giyer,daire-i kudretten çıkıp daire-i ilme girer.”[6]

Ve “ Vücut mertebeleri muhtelifdir. ve vücut alemleri ayrı ayrıdır. ayrı ayrı oldukları için,vücutta rüsuhu bulunan bir tabaka-i vücudun bir zerresi,o tabakadan daha hafif bir tabaka-i vücudun bir dağı kadardır ve o dağı istiab eder. mesela,alem-i şehadetten olan kafadaki hardal kadar kuvve-i hafıza alem-i manadan bir kütüphane kadar vücudu içine alır. Ve alem-i hariciden olan tırnak kadar bir ayine-i vücudun,alem-i misal tabakasından koca bir şehri içine alır. Ve o alem-i hariciden olan o ayine ve o hafızanın şuurları ve kuvve-i icadiyeleri olsaydı,bir zerrecik vücud-u haricileri kuvvetiyle,o vücudu manevide ve misalide hadsiz tasarrufat ve tahavvülat yapabilirlerdi. Demek vücut rüsuh peyda ettikçe,kuvvet ziyadeleşir;az bir şey,çok hükmüne geçer. hususan vücut,rusuh-u tam kazandıktan sonra,maddeden mücerred ise,kayıt altına girmezse;o vakit cüz-i bir cilvesi,sair hafif tabakat-ı vücudun çok alemlerini çevirebilir.”[7]

Her yönüyle vücud,ademden evladır. Vücud bedel ister. Elbette verilen ,bir bedele tabidir. Bedel ister.

30-01-99

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Mesnevi-i Nuriye.B.S.Nursi.Sh.124.

[2] Mektubat.B.S.Nursi.Sh.292-293.

[3] Age. Sh.250.

[4] A’raf.172.

[5] Ahzab.72.

[6] Mektubat.age.Sh.61-62.

[7] Age.Sh.255.

Loading

No ResponsesOcak 3rd, 2015