BEN DE MAĞDUR OLDUM

BEN DE MAĞDUR OLDUM

Prof. Ahmet Keleş-in Dicle üniversitesinde olan su-i istimalleri ve özellikle 45 yılda 400 eleman alınırken, son 6 yıl içinde bin elemanın alındığını aktarmaktadır.

Ve bu alınanlarında pek vasıflı insanlar olmadığını genişçe anlatır.[1]

Mağdurlardan biride benim.

Aslında ben bunu ahrette bırakmıştım ancak belki bir faydam olur düşüncesiyle –ahiretteki hakkım mahfuz kalmak suretiyle- burada da bu kirliliği ifade edeceğim.

1995 yılları civarında idi.

Şanlıurfa ilahiyatın 15 Hadis asistanı alınacağını duyunca, büyük bir istek, heyecan ve arzu ile müracaat ettik.

Ancak ilk duyduğumuz Prof. İbrahim Canan-ın cemaattan bu 15 elemanı alacağı ve listenin kendisine verildiği yönünde idi.

Bununla beraber bizde de bir ümit ve umut vardı.

Sebeblere müracaat edelim dedik. Ondan sonrasını kadere havale ettik.

Öncesinde de hazırlanıyor, üniversiteye girme arzusu taşıyorduk.

Malatya-da Şehit Kemal Özalper Endüstri Meslek Lisesinde Din Dersi Öğretmeni olarak görev yapmaktaydım.

Çok değerli arkadaşım Ziya bey arkadaşımla beraber imtihana gideceğimi duymuştu.

Benimle görüştüğünde ısrarla bana;

Mehmet hocam,s ana tavsiyem kesinlikle gitme.

İbrahim Canan hocayı ben Erzurum-dan tanıyorum. İslami ilimlerde dersimize geliyordu.

O kendisine sekreter alıyor. Çantasını taşıyacak eleman alıyor. Yazılarını yazacak, kitap olarak basacak, cemaat içinden tavsiye edilen insanları alıyor. Sizleri almaz.

Uzunca gitmeme yönünde, alınacakların çoktan belli olması yönünde ikazlarda bulundu.

Ben ise kendisine cevaben; Ziya hocam, ifrat ediyorsun, çok abartıyorsun, demiştim.

Ve gün geldi, arkadaşımla Şanlıurfa-ya varmıştık.

İmtihan saatinde imtihana girecekler odalara alındı.

Bizde önce yabancı dilden imtihan edilir, ondan başarılı olunursa, bilimden imtihan edilirdi.

Bizlere bir sayfalık İngilizce metin verildi ve tercümeye başladık.

20 dakika ancak geçmişti.

Birden bire hışımla içeriye giren  İbrahim Canan oradakilere sert bir tavırla;

-Arkadaşlar, şunu iyi bilin.

İster yapın ister yapmayın. Ben yeni mezunları alacağım. Bunu bilin.

Meğer tüm odaları dolaşıp bunu herkese söylüyormuş.

Zaten bizde moral kalmadı.

Listede olanların kesin olarak alınacağını biliyorduk ancak bu derece olacağını hiç düşünmemiştik.

Malatya-ya döndüğümde ilk işim Ziya beyle görüşmek oldu.

Bu sefer kendisine;

Ziya hocam, ifrat değil meğer tefrit ediyormuşsun, demek oldu.

Yani sizin söylediğiniz aşırı değil, azmış bile…

-Neden bu durumu savcılığa nakletmedim, nakletmedik.

Arkadaşımla konuşarak, İlahiyat camiasının şaibe altında kalmaması ve zarar görmemesi düşüncesiyle dünya mahkemesine müracaat etmeyip, işi ahiret mahkemesine bırakmaya karar verdik.

Ve sonuçları takib ettiğimizde aynen dediği gibi olmuştu.

Çünkü cemaat onun kitaplarını basıyor, cemaate gebe kalmıştı.

İbrahim Canan-la ahirette hesaplaşacağım.

Eğer gene bildiğini yapıp, bu derece açık bir tavırda bulunmasaydı, bu durum ortaya çıkmayacaktı.

Benim başıma gelen bu olayı 2016 Ağustosunda olayın şahidi olan – Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Musa Kazım Yılmaz FETÖ terör örgütü geçmişte Üniversitede nasıl kadrolaştıklarını detaylarıyla anlattı. – yazısıyla ifşa etmiştir. Uzunca yazısının bir bölümünde;

Dekan İbrahim Canan Hoca sabahleyin erkenden Fakülteye geldi ve jürilerle tek tek görüşmeye başladı. Bazı jüriler notlarını vermişler, bazıları da notları kesinleştirmemişlerdi. İbrahim Canan, şu anda prof. Veya doçent olup gözaltında olan veya tutuklu olan elemanlar için jürilere şunu söyledi: “Bu arkadaşların sınav kâğıtlarını yeniden değerlendireceksiniz. Geçer not almayanlara geçer not vereceksiniz. 35 puan alanlara 70 puan vereceksiniz” dedi.

Buna ilk karşı çıkan, o zaman yardımcı doçent olan, şimdi ise, Ankara’da felsefe profesörü olan Kazım Sarı Kavak oldu. Kazım Bey gerçekten yürekli çıktı ve: “Ben hiçbir zaman 35 puan alan birisine 70 vermem” dedi. Dekan, başına gelebilecek şeyler konusunda onu tehdit etti. Sonunda diğer iki jüri üyesinin marifetiyle adayın puanı yükseltildi ve kazandı. O kazanan kişi, şimdi Dicle Üniversitesinde prof. ve tutuklu bulunuyor.

Benim bulunduğum Jüri Tefsir jürisiydi. Yabancı dili geçen iki aday vardı. Jüride benden başka Prof. Dr. Hasan Hüseyin Tunçbilek (2012’de vefat etti), diğeri de şu anda gözaltında bulunan ve Şanlıurfa İlahiyatta 6 yıl dekanlık yapan Abdürrahman Elmalı’ idi.

Ben jüri başkanıydım. Dekan İbrahim Canan bana hitaben, “Musa Bey, Bu elemanı alacaksınız; itiraz kabul etmiyorum” dedi. Ben, “Ama hocam bu olur mu? Diğer adayın sınav kâğıdı daha iyidir. İsterseniz diğer arkadaşlara sorun. Arkadaşlar, Allah için söyleyin; bu kâğıt Dekan Bey’in almak istediği elemanın kâğıdından daha iyi değil mi?” dedim. Dekanla aramızda şiddetli bir münakaşa geçti. Hayatımda onu hiç böyle görmemiştim. Adeta hipnoz olmuş bir hali vardı. Adeta kükreyerek konuşuyordu. Not verme konusunda hak ve adaletten ayrılmayan Canan Hoca gitmiş, yerine Fethullah’ın emrini yerine getirmeye amade İbrahim Canan gelmişti…[2]

15 Temmuz 2016 cunta darbesiyle dökülen tüm pislikler sonucunda herkes eteğindekini dökmeye başladı.

Aslında bizde o zaman İbrahim Canan-ın böyle bir uygulamanın yani paralel yapının içerisinde olduğunu biliyorduk.

Oda bu kirli yapıya herkes gibi menfaatı icabı oda girmiş, kimisi sağıyor, kimisi de hamile olduklarına doğum da bulunuyordu.

İbrahim Canan-a ben de hakkımı helal etmiyorum.

Öldüğünden dolayı âhirette görüşmek üzere.

-İkinci bir girişimim Malatya ilçesinde açılan Darende ilahiyattaki imtihana girmek oldu.

Orada da aynı durumların olduğunu, alınacakların belli olduğunu duyduk.

Hatta bir öğrenci morali bozuk olarak çıkıp gittikten on dakika sonra, tekrar çağırıldı ve kazandığını bizlere söyledi.

Orada da yedi kişi alınmıştı. Bu alınanlardan birisi benim İlahiyattaki bir sınıf arkadaşım idi.

Kur’an-ı Kerim ve kıraatından yeterli olmayan birisi idi.

Bu da Kur’an-ı Kerim-den öğretim görevlisi olarak kazanmıştı.

Daha sonraki zamanlarda bu yedi arkadaşın ilçede bol bol olta attıklarını duymuştum.

Belli bir düşünce ve siyasete mensubiyetleri onları başarıları göz önünde bulundurulmaksızın kazanmalarını sağlamıştı.

-Üniversitelerin bir çiftlik olduğu ve bir aile şirketi gibi kullanıldığı bilinen gerçeklerdendir.

Kalite ve seviyeye göre değil, adamına göre alınmaktadır.

-Bu durumu Erzurum-da bulunan –Araştırma Görevlisi Adayı Yetiştirme ve İmtihandan Haberdar etme- hizmeti başlatan Prof. Muammer Erdoğan-a şikayet olarak aktardığımda kendisi cevaben;

Maalesef bu durumların olduğunu ancak bu konuda pes etmememiz gerektiği yönünde tavsiyelerde bulunmuştu.

-Aslında bunları anlattıktan sonra şu gerçekleri anlatmam bazılarında yanlış düşüncelere sebeb olabilir.

Kazanamadığı için konuşuyor, gibi…

Üniversiteye giremememin çok samimi ve açık bir duyguyla ifade ederim ki; Benim için büyük bir hayır oldu.

Üniversitenin beni kısırlaştıracağını gördüm ve anlatım.

Üniversite büyük imkanlarla dar alanda koşmayı sağlamaktadır.

Şu ana kadar 23 yıl içerisinde gazete, radyo, tv yani medya dünyasında yaptığım binlerce çalışmamı yapamayacaktım.

Ürünü olmayıp rütbesi olan eleman.

İki kitabımı belki bastıramayacaktım.

Medyaya davet ettiğim bir çok üniversite elemanı çoğunluğu konuşmaktan kaçtı, cesaret edemedi, yapmadı ve yapamadı.

Üniversitede başarılı olan olmayanlara göre çok azınlıktadır.

Devlet az bir farkı olsa da üniversitelere ciddi manada el atmalıdır.

Darbe destekçilerinin olduğu yerler, paralel yapının bulunduğu yerler olarak değil, kaliteli ve seviyeli, başarılı, mucitlerin yeri olmalıdır.

MEHMET ÖZÇELİK

04-05-2014

[1] http://www.yirmidorthaber.com/Dunya/ahmet-keles-bunu-bize-nasil-yapabildiniz/haber-871382

[2] http://www.gobeklitepehaber.com/haber/13481/fetocular-harran-universitesinde-boyle-kadrolasmislar.html

Loading

No ResponsesAğustos 13th, 2016