GÜNCELLEMELİ Mİ GÜNCELLENMELİ Mİ

GÜNCELLEMELİ Mİ GÜNCELLENMELİ Mİ

“İslam’ın güncellenmesi” sözünü kullanan Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu sözü iyi niyetle söylenmiş hak bir söz de olsa; içi doldurulmadığından ve de su-i istimale açık bir söz olduğundan her tarafa çekilmeye çalışıldı.

Kendisi de daha sonra buna açıklık getirerek;”Biz dinde reform diye bir şey aramıyoruz. Haddimize mi?”

“Dinimiz İslam ve kitabımız Kur’an-ı Kerim, Rabbimizin emri gereği kıyamete kadar caridir. Değişimi inkar etmek, kafasını kuma gömen deve kuşu misali kendi kendini kandırmak demektir. Elbette asla değişmeyen ve değişmeyecek olan kurallar da ilkeler de vardır. Mesela İslam’ın son din olduğu asla değişmeyecek bir hakikattir. Bununla kimse oynayamaz. Allah’ın, yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de bize açıkça ifade ettiği hükümler yani naslar asla değişmemiştir, değişmeyecek.”

Bu söz ilk etapta reformist zihniyete sahip olanları sevindirdi.

Ancak Erdoğanın açıklama getirip güven vermesi bulandırılan suları durulttu.

-Güncellemeli mi güncellenmeli mi?

Kendilerini güncellemeyenler, islamı güncellemeye çalışmaktadırlar.

Hak olmayan din olan hristiyanlıkta meydana gelen reform, onların bir çok alanda gelişmelerine sebeb olmuştur.

Zaten hak olmadığından reform olması ikibin sene öncesinden günümüze güncellenmesi olarak gereklidir ve de faydalı olmuştur.

İslamiyette ise gelen din ve inen Kur’an-ı Kerim sadece 1400 sene önceki insanı ve zamanı ilgilendirmeyip hükümleri tüm zamanlara şümulü olduğundan zaten toplumu otomatikman kendisi güncellemektedir.

Muhkem ve kesin olan konularda zaten yoruma gerek yoktur.

İçtihada yönelik muamelat ile ilgili olan hususlarda islamiyet zaten açık kapı bırakmış ve de dinin dört temel esasından biri olan içtihat konusunu devreye koymuştur.

İçtihat ile cehd-ü gayret gösterecek olan müçtehit kişi de meselelere vakıf, işinin ehli olan kimseler olacaktır.

Her önüne gelen; tefsire, gramere, hadise, fıkha, kelam ve usullere vakıf olmayan insanların da aklıma yatmadı, ulu orta araştırmadan hatta kafa yormadan reddetmesine de itibar edilmez.

Bediüzzaman hazretleri içtihat konusunda bu kapının açık olduğunu ancak oraya girmeyi gerektirecek 6 şartın olması gerektiğini ifade etmiştir.

Bu da haddini bilmeyen herkesin bu konuda yalan yanlış beyanda bulunmalarını engellemiş olmaktadır.

Özetle ifade edecek olursak;

“Birincisi: Nasıl ki, kışta fırtınaların şiddetli olduğu bir vakitte, dar delikler dahi seddedilir; yeni kapılar açmak hiçbir cihetle kâr-ı akıl değil. Hem nasıl ki, büyük bir selin hücumunda tamir için duvarlarda delikler açmak gark olmaya vesiledir. Öyle de, şu münkerat zamanında ve âdât-ı ecânibin istilâsı ânında ve bid’aların kesreti vaktinde ve dalâletin tahribatı hengâmında, içtihad namıyla kasr-ı İslâmiyetten yeni kapılar açıp, duvarlarında muharriplerin girmesine vesile olacak olan delikler açmak, İslâmiyete cinayettir.

İkincisi: Dinin zaruriyatı ki içtihad onlara giremez. Çünkü kat’î ve muayyendirler.

Üçüncüsü: Her zamanın insanlarınca kıymetli addedilerek efkârı celb eden câzibedar bir metâ merguptur. Meselâ, bu zamanda en rağbetli, en iftiharlı, siyasetle iştigal ve dünya hayatını temin etmektir.

….. Ahkâm-ı diniyeye sarf edilecek müstakim bir içtihad yoktur.

Dördüncüsü: İçtihad kapısından İslâmiyete girip mesâilini genişlendirmeye meyleden adamın maksadı, zaruriyata imtisalle takvâ ve kemale mazhariyet ise, güzeldir. Amma zaruriyatı terk ve hayat-ı dünyeviyeyi hayat-ı uhreviyeye tercih eden adam ise, onun içtihada meyli, meylüttahriptir. Tekliften çıkıp kaçmak için bir yol bulmaktır.
Beşincisi: Herşeyin, her hükmün vücuda gelmesi bir illete binaen olduğu gibi, bir maslahata dahi tâbidir. Fakat maslahat illet değildir. Ancak tercih edici bir hikmettir. Bu zamanın efkârı, bizzat saadet-i dünyaya müteveccihtir. Şeriatın nazarı ise, bizzat saadet-i uhreviyeye müteveccih olup, bittabi dünyaya da nâzırdır. Çünkü dünya âhirete vesiledir.

…Üç nokta-i nazar, şu zamanın içtihadatını arziye yapar, semavîlikten çıkarıyor. Halbuki şeriat semaviyedir ve içtihadat-ı şer’iye dahi onun ahkâm-ı mestûresini izhar ettiğinden semaviyedirler.”[1]

Nitekim bir kaç yıl önce felsefeci bir arkadaş, sıcak bölgelerde Temmuz ve Ağustos aylarında zor oruç tutulduğundan bunun ocak ayı gibi bir zamana alınmasının uygun olacağını söylemişti.

Bunun sonu olmayacağı için, bir keyfilik söz konusu olacağından hac zamanı değiştirilecek, sabah namazına kalkmak zor olduğundan onun vakti bir başka zamana alınacaktır.

Din dinlikten çıkmış, başını almış gidecek, bir keyfilik hüküm sürecektir.

İslam dünyasında bir birlik oluşturmayacaktır.

Kendisinde seviye olmayıp, kendisini değiştiremeyenler, ilahi hükmü kendilerini onun üzerinde bir hüküm sahibi olarak çok rahat değiştirmeye kalkmaktadırlar.

Tıpkı devletin kanunlarına göre hareket etmeyenlerin, o kanunları kendilerine göre uydurmaya ve uygulamaya çalışmaları gibi ki, bu da hukuken bir terörü doğuracaktır.

-İlaçlar bitkilerden oluştuğu halde gidiyor ilaçlarımızı eczahaneden alıyoruz.

Her önüne gelen ilaç hazırlama yoluna gitmiyor.

Anayasa kitabı mevcut olduğu halde, herkes o anayasa kitapçığına bakarak hüküm vermiyor. Bir avukata, hakime, savcıya, anayasa mahkemesine ve insan hakları mahkemesine kadar gidiyor.

Değişim ve güncellenmeye açık olan şu gibi hususlardır;

“Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Onlarla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz. Allah yolunda her ne harcarsanız karşılığı size tam olarak ödenir. Size zulmedilmez.”[2]

Buradaki savaş atları yerine, her ne kadar at her dönemde geçerliliğini ifade etsede, yetersiz kaldığından- her türlü savaş teknolojileri olarak yorumlanabilir, hiç bir de sakıncası olmaz.

Hadiste;”Düşmanlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın. Dikkat edin, kuvvet (gelişen harp tekniğine göre) atmaktır, kuvvet atmaktır, kuvvet atmaktır!”[3]

Ve “Kim atıcılık öğrenir de sonra onu terk ederse bizden değildir veya isyan etmiştir.”[4] 

Buradaki her dönem geçerliliğini ifade eden kapsamlı atma ifadesiyle ok atma, mızrak atma olabileceği gibi, en son sistem silahlarla atma olarak güncellenebilir.

İçtihatla tahrif ayrıştırılmalıdır.

Dinde reform tahriftir. Dini bozmadır.

İçtihatta hakkı aramak ve dini yaşamak esastır. Dini daha iyi yaşamak için içtihatta bulunulur.

Dini yaşamanın mümkün olmadığı veya dini yaşama yollarını aramada içtihat devreye girer.

Dini yaşamamak, dinin duvarından menfezler açmak, kendini ve zamanı dine değil de, dini zamana uydurmak içtihat değil, tahriftir.

Zaten imkânsız olan durumlarda islam hukuku, -Zaruretler haramı helal eder.- hükmüyle bir çıkış kapısını açmıştır.

Dinin kolaylaştırıcılığı devreye konulmuştur.

Bir kıssa; Hazret-i Ali’nin torunu Muhammed bin Hasan hazretleri, imam-ı azam hazretlerine gelip dedi ki:

– Ceddimin Hadis-i şeriflerine kıyas ile muhalefet ettiğinizi duydum. Onun için geldim.

– Bundan Allahü teâlâya sığınırım. 

Sonra Hazret-i İmam dizleri üzerine oturup edeple sordu :

– Efendim, erkek mi zayıftır, kadın mı?

– Kadın, daha zayıf yaratılışlıdır.

– Dinimize göre kadının hissesi ne kadardır?

– Erkeğin yarısı kadardır.

– Bakın, eğer kıyas ile söyleseydim, bu hükmün tersini söylerdim. Kadın zayıf olduğu için ona iki, erkeğe bir hisse verilmeli derdim. Sizin söylediğiniz gibi bildirdiğime göre, bu durum, hadis-i şeriflere sıkı sıkıya bağlı olduğumu göstermez mi?

– Evet hadis-i şerife aykırılık yok.

Hazret-i İmam tekrar sordu:

– Namaz mı efdaldir, oruç mu?

– Elbette namaz efdaldir.

– Eğer kıyas ederek söyleseydim, hayzlı kadına ramazan orucunu değil, namazını kaza etmesini bildirirdim. Bu da hadis-i şeriflere bağlılığımı göstermez mi?

– Evet bunda da hadis-i şeriflere aykırılık yok.

– Size bir soru daha sorayım. İdrar mı necistir, meni mi?

– Elbette idrar necistir.

– Eğer kıyas ederek söyleseydim, meni çıkınca değil, idrar çıkınca gusletmeyi söylerdim. Hadis-i şerife aykırı şey söylemekten Allahü teâlâya sığınırım. Ben Peygamber aleyhisselamın sözlerine kıymet veriyorum, onları açıklıyorum, başka bir şey yapmıyorum.

Bu konuşma üzerine Muhammed bin Hasan hazretleri, İmam-ı a’zam Ebu Hanife’nin kendisine yanlış tanıtıldığını anlayarak kalkıp onun alnından öptü. Bu olayda gösteriyor ki, âlimi ancak âlim anlar.

MEHMET ÖZÇELİK

12-03-2018

[1] Bediüzzaman.Mesnevi-i Nuriye.Hubab, bak. 27. Söz, İçtşhat bahsi.

[2] Enfal.60.

[3] Müslim, İmaret, 167.

[4] Müslim, İmaret, 169.

Loading

No ResponsesMart 12th, 2018