FİTNE KAZANI ORTADOĞU

FİTNE KAZANI ORTADOĞU

Bir yandan barındırdığı petrol ve madenlerle, diğer yandan da farklı toplumları içerisinde barındırmasıyla ortadoğu ve onun merkezi olan Irak, İran ve Suriye tarih boyunca fitne kazanı olarak kaynatılmış mekanlardır.

“Ne doğuda ne de batıda, Bağdat’ın dünyada bir eşi yoktur.”(Yakubi)
“Bağdat İslam’ın kalbidir, kurtuluş şehridir, türlü yeteneklere sahip en seçkin, en nazik insanların konuşuldukları yerdir. Buranın rüzgarı okşayıcı, ilmi insanın içine işleyicidir. Burada herşeyin en iyisi, en güzeli bulunur. Sahip olduğumuz herşey ondan gelir, tüm güzellikler ona döner. Herkesin gönlünde o yatar, tüm kavgalar onun içindir.” (Mukaddes)

Bugün gibi dünde bu güzellikler yok olmuş ve yok edilmiştir.

-“İslam tarihinin en önemli günü Ali’nin Kufe’de öldürüldüğü gündür. Bu olayın İslam tarihi üzerindeki sonuçları çok ağır olmuştur. Bu olaydan birkaç yıl sonra, 10 Ekim 680 tarihinde Ali’nin oğlu Hüseyin de Kerbela’da Emevi askerleri tarafından feci şekilde katledilir. Baba oğul her ikisi de kişilikleri itibariyle göz önünde olmayı, öne çıkmayı istememiş olsalar da, Peygamber mirasının sadık bekçileri ve saygın kişiler olarak ister istemez politikaya bulaşmışlar; ikisinin katli İslam tarihinde asla kapanmayacak yaraların açılmasına neden olmuştur. Kufe suikastı ve Kerbela faciası, müminleri bir daha asla bir araya gelemeyecekleri biçimde parçalar. Bu olayların ardından Şiilik -Ali taraftarlığı- iyi günlerin ileride geleceğine inanan Mesihçi, mistik ve tutkulu bir mezhep doğar, yüzyıllar boyu gelişerek de günümüze kadar gelir.” [1]

-Şiiliğin bir tezahürü olan İsmailik-Haşhaşilik-Sabbahilik bunun dışa yansımış ve halen değişik adlarla devam ettiğine tarih şahitlik etmiştir.

İşte tarihi seyri içerisinde zamanımızla benzerlik arzeden İsmailik-Haşhaşilik;

*”İsmâilîler, Haşan Sabbah’ın kurduğu teşkilât sayesinde İslâm ordularını çok uğraştırmış ve İslâmiyet için ciddî bir tehlike teşkil etmiştir. Isfahan ve civarındaki birçok müstahkem kaleyi ele geçirdikleri için, bu tehlike iki asırdan fazla sürmüştür. Gayeleri dinî olmaktan ziyade siyasî idi. Çünkü onlar nihaî olarak, kurulu siyasî ve sosyal düzeni çökertmek ve halkı kendi akidelerine çevirmek istiyorlardı. Bunun için kendilerine engel olarak gördükleri Abbasîler ve onların koruyucuları durumunda
olan Selçuklulardan hiç hoşlanmıyorlardı. Amaçlarına ulaşmak için, kurdukları teşkilât ve eğittikleri fedaîlerden yararlanarak, kendileriyle mücadele eden birçok siyaset ve din adamını ortadan kaldırdılar. Bazı cahil kimseleri de kendi mezheplerine celbettiler.” [2]

-Ancak ortadan kaldırılışı ise;” Moğol hükümdarı Mengü Han, kardeşi Hülâgü’yü İran’a gönderdi. Bu sırada son Alamut hâkimi olan Rükneddin Hürşah, Moğollara müdara etmekten başka bir şey yapamamış, fakat buna rağmen ne hayatını ne de ülkesini onların elinden kurtarabilmiştir. Aynı şekilde, Abbasî halifeliğine de, Alamut’un tesliminden 15 ay sonra yine Moğollar tarafından son verilmiştir (10 Şubat 1258).[3]

-“Brocardus’a göre Haşîşîler, özellikle becerikli ve tehlikeli bir çeşit kiralık gizli kâtillerdi.”[4]

Türkiye-deki faili meçhuller hatta Turgut Özalın öldürülmesinde veya zehirlendiğini bilen doktorun raporunda bunu gizlemesi gibi…

Hasan Sabbah binlerce bu insanların nefislerini okşayarak etrafında topluyordu. Bu ise  uyuşturucu ile sürdürülmekteydi.

Bugün Pkk bunun aracılığını yapmakta, bir çok devlette bunları piyon olarak kullanmaktadır.

Yine o zamanki gibi İran ve Irak çevresi ve bir de Afganistan buna eklenmektedir.

Her dönemde Irak ve çevresi fitneyi ateşlemenin mekanı olmuştur.

Bunu Marko Polo şöyle anlatıyor;-“ Onların dilinde yaşlı adama Alâaddin deniyordu. O, iki dağ arasında bir vadide, dünyadaki her türlü meyve ile dolu, normale göre çok büyük ve güzel olan bir bahçeyi duvarla çevirtmişti. Orada her tarafı yaldızlı ve güzel resimlerle süslü, eşi görülmemiş en güzel evler ve en güzel saraylar bulunuyordu. İçinden şarap, süt, bal ve su akan kanallar vardı. Burası her türlü müzik aleti çalmasını, çok güzel şarkı söylemesini ve seyretmesi bile başlı başına zevk olacak kadar iyi dans etmesini bilen, dünyanın en güzel kadınları ve kızlarıyla doluydu. Şeyh onları, bu bahçenin cennet olduğuna inandırıyordu. Bundan dolayı bahçeyi, cennetin Kur’an’da tasvir edildiği şekilde, şarap, süt, bal ve su kanallarıyla ve herkesin zevkine göre güzel
kadınlarla dolu büyük bahçeler şeklinde düzenlemişti. Bu yörelerdeki Sarasinlerin gözünde, burası gerçek bir cennetti.
Bu bahçeye, Haşîşî yapmak istediği kimseler hariç, hiç bir kimse giremezdi. Bahçelerin girişinde, hiç kimsenin ele geçiremeyeceği kadar müstahkem ve bahçeye, ancak kendinden girilebilen bir şato vardı.
Şeyh, hükümdarlık sarayında, kendisinin silahlı adamı olmak isteyen 12-20 yaş arasındaki yöre gençlerini alıkoyuyor ve onlara: Muhammed, cenneti nasıl benim size söylediğim şekilde tasvir etmiş diyordu. Onlar da bütün Sarasinlerin inandıkları gibi ona inanıyorlardı. Gençleri onlu, altılı veya dörtlü gruplar halinde birbiri ardından bu bahçelere sokuyordu. Ardından onlara, içeni derhal uyuşturacak olan bir içki içiriyor, sonra da onları bahçesine taşıyordu. Uyandıklarında ise kendilerini bahçenin içinde buluyorlardı.
Bulundukları yerde, kendilerini o kadar güzel bir durumda görüyorlardı ki, hakikaten bir cennette olduklarını düşünüyorlardı. Kadınlar ve kızlar bütün gün onların dileklerini yerine getiriyorlardı. Öyle ki her isteklerini elde ettikleri için oradan asla kendi rızalarıyla çıkmıyorlardı.
Oysa size söylediğim Şeyh Efendi, muhteşem ve büyük bir saraya kapanıp, etrafındaki basit insanlan kendisinin büyük bir Peygamber olduğuna inandırıyor. Haşîşlerinden birini bir yere göndermek istediğinde, bahçesindeki Haşîşlerinden herhangi birisine içkisinden verdiriyor ve onu sarayına getirtiyor. Haşîşî uyandığında, kendini cennetin dışında yani şatoda bulur; buna çok şaşırır ve durumdan pek memnun kalmaz. Şeyh onu huzuruna getirtir ve Haşîşî, onun gerçek bir Peygamber olduğuna inanmış bir kimse olarak huzurunda eğilir. Şeyh ona nereden geldiğini sorar. O da cennetten geldiğini ve cennetin Muhammed’in kendi dininde tasvir ettiği şekilde düzenlenmiş olduğunu söyler. Cenneti duyan ve fakat onu görmemiş olan kimseler, oraya gitmek için büyük arzu duyarlar ve oraya gitmek için ölmeyi isterlerdi.
Şeyh, önemli bir kimseyi öldürtmek istediğinde onlara: Gidin ve filan kimseyi öldürün; döndüğünüzde sizi meleklerim vasıtasıyla cennete göndereceğim; eğer iş başında ölecek olursanız meleklerime sizi cennete götürmelerini emredeceğim diyordu. Onları buna inandırıyordu.
Onlar da tekrar cennete dönmek arzusuyla, hiç bir tehlikeden korkmaksızın onun buyruğunu yerine getiriyorlardı. Şeyh, bu şekilde onlara istediği her kişiyi öldürtüyordu. Hükümdarlar, duydukları aşırı korkudan ötürü, onunla barış ve dostluğun temini için kendisine vergi veriyorlardı.”[5]

-“1825’te İngiliz seyyahı J.B.Fraser, artık başkaları için cinayet işlemeseler de, İran’da hâlâ İsmâilî kalıntısının varlığını ve bunların başkalarına bağlılıklarını doğruluyor. “Faaliyetleri, eskiden benimsediği tehlikeli ve korkunç özelliğini kaybetmesine rağmen, geride kalan İsmâilîler tarafından şeyh veya mezhep reisine bugün bile hâlâ körükörüne saygı gösteriliyor”. Aynı şekilde Hindistan’da da mezhebin, özellikle kendi azizlerine sadakatla bağlı olan yandaşları bulunuyordu. Eski reisleri Şah Halîlullah, bundan birkaç yıl önce, daha doğrusu 1817’de şehrin valisine karşı isyan eden bazı asiler tarafından Yezd’de katledilmişti. “Oğulları arasında, mezhep içinde aynı saygıya sahip bulunan ve dinî vazifelerinde kendisinin veliahdı olan bir oğula sahipti”[6]

-“İhvânü’s-safâ risâleleri, İsmâilî düşünceleriyle doludur. Bu risaleler, İran’dan İspanya’ya kadar, İslâm düşünce hayatı üzerinde derin bir etkiye sahip olmuştur.”[7]

İsmaililerin bu devamiyeti fitnenin devamına da Zemin hazırlamaktadır. Bu da Suriye ve Yemen de varlığını sürdürmektedir. Fitne kazanları da oralarda İranın desteğiyle sürdürülmektedir.

Maalesef Hasan Sabbah din adına ortaya çıkmıştır. İnsanlara verdiği şey ise cennet ve şehadetti! Kendisini kendi ifadesiyle şöyle tanımlıyor-“Çocukluğumda yedi yaşımdan itibaren bilginin her çeşidine karşı bir tutkum vardı. Din âlimi olmak istiyordum. Onyedi yaşıma kadar, Oniki-imamcı atalarımın inancına bağlı kalarak bilgiler edinmeye çalıştım.

….Ben, islâma olan inancımda asla tereddüde düşmedim. Diri, ebedî, her şeye kadir, her yerde hazır ve nazır olan bir Allah’ın, bir peygamberin ve bir imamın, mübah veya haram olan şeylerin, cennetin ve cehennemin, emirlerin ve nehiylerin bulunduğuna daima inandım.”[8]

Onun durumu zamanımızdaki olaylar ve kişilerle ne kadar aynı noktada örtüşüyor değil mi?

İşte;-“Hasan Sabbah, şair Ömer Hayyam ve vezir Nizâmülmülk aynı hocanın öğrencileri olmuşlardı. İçlerinden, dünyada başarıya ve servete ilk ulaşacak olanın, diğerlerine yardım edeceğine dair aralarında yemin etmişlerdi.
Nizâmül-mülk, Sultan’a vezir olunca, eski okul arkadaşları bu sözleşmeyi değerlendirdiler. Her ikisine, farklı nedenlerle reddettikleri birer valilik görevi teklif edildi. Resmî bir memuriyetin sorumluluklarından kaçan Ömer Hayyam, bir şeref aylığını ve eğlence hayatının hoşluklarını tercih etti. Hasan’a gelince, bir taşra vazifesiyle merkezden uzaklaşmayı reddetti ve sarayda yüksek bir görev istedi. İsteği yerine getirildikten sonra, kendisi vezirliğe heveslenerek, Nizâmülmülk’ün şahsı için derhal tehlikeli bir rakip haline geldi. Bunun üzerine Nizâmülmülk, ona karşı bir
komplo kurdu ve hile ile onu Sultan’ın gözünden düşürmeyi başardı. Haşan Sabbah, şerefi kırık ve hınç dolu olarak bunun karşılığını hazırlayacağı Mısır’a kaçtı.

Veya diğer bir rivayete göre;” Hasan’ın, Rey’deki idarecilerle sı­kıntıları vardı. Çünkü onlar, Hasan’ı, Mısırlı casusları korumak ve tehlikeli bir kışkırtıcı olmakla suçluyorlardı. Hasan, tevkif edilmekten korktuğu için kaçtı ve kendisini Mısır’a kadar götürecek olan uzun bir araştırma gezisine başladı.”[9]

-“Reşîdüddin’e göre Haşan, “Ölümüne kadar arta kalan zamanını (35 yılını) ikamet-gâhında kitap okumak, davetin esaslarını kayda geçirmek, emaretinin işlerini yönetmek ve nihayet çileli, sade ve dindarâne bir hayat yaşamakla geçirmiştir”[10]

-Dün olduğu gibi bu günde bu gibi zararlı akımların yer bulması ve yayılmasının en önemli sebebi; toplumdaki ve özellikle devletin doldurmadığı boşlukları doldurması, memnuniyetsizleri yanına çekmesi, maneviyatı olmayanları tatmin ederken, maneviyatı olanlara ortamı hazırlamış olması kabul görmesine sebep olmaktadır.

Tıpkı bizdeki devletin doldurmadığı ve eksik bıraktığı eğitimi Fetönün doldurması, devletin yasakladığı dinin önünü açmaya yönelik çaba içerisinde gibi görünmesi, farklılıkları bir çatı gibi içinde toplaması Fetö akımının yayılmasına, makam, para, kadın, vaadlerle süslemesi yer etmesine önemli sebep olmuştur.

Zira hayat boşluk kaldırmamaktadır.

Temiz şeylerle doldurulmayan bardaklar, birileri tarafından kirli şeylerle doldurulacaktır.

*****************

Geçmişlerde fitneye Zemin hazırlanan yerler, bu gün de kullanılmaya çalışılmaktadır.

Eskilerden tohumlar aranmaktadır.

Bu günlerde isyan ve nisyana zemin hazırlamak için Adıyaman Propaganda sahası olarak seçilmiştir.

Bu konuda daha önce de yazmıştım.[11]

Özellikle Abdullah Öcalanın Adıyamana özel ilgi duyması, taraftar bulması, mevzii de olsa terör destekçilerinin yardımıyla en sakin olan bu yerde terör estirilmeye çalışılması sekiz asırlık bir hasretin avuntusu ve kuruntusudur.

Ebi’l-Ferec’e göre Baba İshak (o Şeyh İshak diyor), Baba Resul yani Baba İlyas tarafından Hısn-ı Mansur (Adıyaman)’a halkı şeyhinin peygamberliğine inandırmak ve onları isyana hazırlamak izere gönderilmişti.

Baba İshak’ın, Kefersud veya Adıyaman, yahut da Şam vilayetinde, bütün hazırlıklarını tamamlamış olduğu halde, uygun bir fırsat arayarak Baba İlyas tarafından isyan için belirlenmiş tarihi beklediği anlaşılıyor.
Ayaklanmanın başlangıç tarihi konusunda kaynaklarda 637/1239- 1240 ve 638/1240 olmak üzere iki tarih karşımıza çıkıyor. Elvan Çelebi ve Cenabi hariç, diğer kaynaklar genellikle hicri 638/1240 yılını isyanın tarihi olarak gösterirler.

…İbn Bibi ise, Baba Resul’ün tesbit ettiği isyan gününe kadar Türkmenler’in, tam iki sene boyunca, hazırlıkla meşgul olarak isyan işaretini beklediklerini, haber gelir gelmez de “karıncalar ve eşek arıları gibi” her köşeden çıkarak, evvela içinde yaşadıkları kendi bölgelerinden ve buralardaki köylerden başlamak suretiyle, etraflarını yaka yıka ilerlemeye başladıklarını yazar. Baba İshak ve büyük çoğunluğu Türkmenler’den
teşekkül eden ordusu önce Kefersud’u işgal ettiler. Sonra da Hısn-ı Mansur (Adıyaman), Gerger ve Kahta’yı ele geçirdiler. Yollarının üstüne çıkan her yeri ve her şeyi yağmalayarak Malatya’ya doğru ilerlediler. Yine İbn Bibi’ye göre, Baba İlyas’ın peygamberliğine inanmayan ve kendilerine katılmayı kabul etmeyen herkesi öldürüyorlardı; çünkü şeyhlerinden aldıkları kesin talimat bu yolda idi. Bu sebeple belki korkudan mecbur olanların ve bir de yapılan çapullardan faydalanmayı amaçlayan başıbozukların katılmasıyla sayıları · gün geçtikçe artıyordu.. (Histoire des Tarare) yalnız Baba Resul’ün yanında çarpışanların üç bin civarında bulunduğunu
kaydeder.[12]

MEHMET ÖZÇELİK

29-08-2018

[1] HARUN REŞİD ve ABBASİLER DÖNEMİ-ANDRE CLOT.Sh.6.

[2] Prof. Dr. Bernard LEWIS-HAŞİŞİLER-Ortaçağ İslâm Dünyasında Terörizm ve Siyaset. Sh.11.

[3] Age.12.

[4] Ag.e.18.

[5] Age.6-7.

[6] Age.29.

[7] Age.41.

[8] Sh.33.

[9] Age.51.

[10] Age.54.

[11] http://www.tesbitler.com/2016/03/01/4544/

[12] Ahmet Yaşar Ocak.BABAILER ISYANI.Aleviliğin Tarihsel Altyapısı.Yahut Anadolu’da İslam – Türk Heterodoksisinin Teşekkülü.

https://www.facebook.com/divan.edebiyati.kulubu/photos/a.131525930350488.26499.130647883771626/628640357305707/?type=3

Loading

No ResponsesAğustos 30th, 2018