ENANİYET VE BENLİK

https://www.hizmetvakfi.org/risaleinur/etiket/30-soz/

https://www.hizmetvakfi.org/risaleinur/ikinci-sua/

http://www.risaleinurenstitusu.org/kulliyat/sualar/ikinci-bab/139

ENANİYET:”Hodbin ve bildiğine itimad eden ve vahy-i semavîyi dinlemeyen enaniyet-i insaniyedir.”(S.313)
“Hakikaten insanda en tehlikeli damar, enaniyettir ve en zaîf damarı da odur. Onu okşamakla, çok fena şeyleri yaptırabilirler.”(M.424-425,L.165)
“Enaniyeti terketmeyen, salabet-i diniyeyi ve kısmen de dinini terkeder.”(M.437)
“Enaniyet ve nefs-i emmare sizi aldatmasın.”(L.160)
“Enaniyetin vücudu ise, haksız temellük ve âyinedarlığını bilmemek ve mevhumu muhakkak bilmekten ileri geldiğinden, vücud rengini ve suretini almış bir ademdir.”(Ş.81,Ms.70)
“Gaflet ve dünyaperestlikten çıkan dehşetli bir enaniyet, bu zamanda hükmediyor.”(Ş.318,B.68,Ks.196,St.196,T.309,512)
“İnsanın kuvve-i ruhiyesi tahdid edilmemiştir. Enaniyet ile o kadar aşağı düşerler ki, zerreye müsavi olur.”(Ms.128)
“Enaniyetten neş’et eden şirk-i hafî katılaştığı zaman, esbab şirkine inkılab eder. Bu da devam ederse, küfre tahavvül eder. Bu dahi devam ederse, ta’tile yani hâlıksızlığa incirar eder. El’iyazü billah!..”(Ms.185)
“Cisim ihtiyarlanırsa, enaniyet genç kalır.”(Ms.194)
“Eğer milletin de enaniyeti inzimam ederse, Sâniin emrine karşı mübarezeye çıkar. Tam manasıyla bir şeytan olur. Sonra halkı da kendisine kıyas eder, esbabı da o kıyasa dâhil eder, büyük bir şirke düşer. -El’iyazü billah…-“(Ms.200)
“Ubudiyetin noksaniyetiyle enaniyet kuvvet bulur, nemrudçuluklar çoğalır.”(E.II/163,173,Ms.68,103)
“Gök, zemin, dağ tahammülünden çekindiği ve korktuğu emanetin müteaddid vücuhundan bir ferdi, bir eçhi, ene’dir. Evet ene, zaman-ı Âdem’den şimdiye kadar âlem-i insaniyetin etrafına dal budak salan nurani bir şecere-i tûbâ ile, müdhiş bir şecere-i zakkumun çekirdeğidir.”(S.535)
“Ene, künuz-u mahfiye olan esma-i İlahiyenin anahtarı olduğu gibi, kâinatın tılsım-ı muğlakının dahi anahtarı olarak bir muamma-yı müşkilküşadır,bir tılsım-ı hayretfezadır. O ene mahiyetinin bilinmesiyle, o garib muamma, o acib tılsım olan ene açılır ve kâinat tılsımını ve âlem-i vücubun künuzunu dahi açar.”(S.535-536)
“Sani-i Hakîm, insanın eline emanet olarak, rububiyetinin sıfât ve şuunatının hakikatlarını gösterecek, tanıttıracak, işarat ve nümuneleri câmi’ bir ene vermiştir. Tâ ki o ene, bir vâhid-i kıyasî olup, evsaf-ı rububiyet ve şuunat-ı uluhiyet bilinsin.”(S.536,Ms.52,67,199)
“Bütün sıfât ve şuunat-ı İlahiyeyi bir derece bildirecek, gösterecek binler esrarlı ahval ve sıfât ve hissiyat, ene’de münderiçtir.”(S.537)
“Eğer o ene, hikmet-i hilkatini unutup, vazife-i fıtriyesini terkederek kendine mana-yı ismiyle baksa, kendini mâlik itikad etse; o vakit emanete hıyanet eder, “Onu kötülüklere daldıran da ziyan etmiştir.”(Şems.10) altında dâhil olur. İşte bütün şirkleri ve şerleri ve dalaletleri tevlid eden enaniyetin şu cihetindendir ki; semavat ve arz ve cibal tedehhüş etmişler, farazî bir şirkten korkmuşlar. Evet ene ince bir elif, bir tel, farazî bir hat iken, mahiyeti bilinmezse, tesettür toprağı altında neşvünema bulur; gittikçe kalınlaşır. Vücud-u insanın her tarafına yayılır. Koca bir ejderha gibi, vücud-u insanı bel’ eder. Bütün o insan, bütün letaifiyle âdeta ene olur……… İşte ene, şu hainane vaziyetinde iken; cehl-i mutlaktadır.”(S.538,Ms.118,199-201)
“Ene’nin bir eçhini nübüvvet tutmuş gidiyor; diğer eçhini felsefe tutmuş geliyor.”(S.539)
“Felsefe ise, ene’ye mana-yı ismiyle bakmış…. Ene kendi dizginini eline almış, dalaletin herbir nev’ine koşmuş.”(S.540,543)
“Küçük âlemde ene, büyük âlemde tabiat gibi tagutlardandır.”(S.544)
“Ey enesi çifteli, kafası da kibirli!”(S.724)
“Hem biliniz ki: Şu asırda ehl-i dalalet eneye binmiş, dalalet vâdilerinde koşuyor. Ehl-i hak, bilmecburiye eneyi terketmekle hakka hizmet edebilir…… hizmet-i Kur’aniye, ene’yi kabul etmiyor. “Nahnü” istiyor. “Ben demeyiniz, biz deyiniz” diyor.”(M.425,Sti.11)
“Hakikatların derkine de mani olan benlik, gurur, ucb ve enaniyet….”(S.751)
“Sakın, benlik ve gurura medar şeylerden çekin.”(E.I/62,T.482)

********

HÂKİMİYET:” Âmiriyet ve hâkimiyetin muktezası; rakib kabul etmemektir, iştiraki reddetmektir, müdahaleyi ref’etmektir. Onun içindir ki; küçük bir köyde iki muhtar bulunsa, köyün rahatını ve nizamını bozarlar. Bir nahiyede iki müdür, bir vilayette iki vali bulunsa, herc ü merc ederler. Bir memlekette iki padişah bulunsa, fırtınalı bir karmakarışıklığa sebebiyet verirler. Madem hâkimiyet ve âmiriyetin gölgesinin zaîf bir gölgesi ve cüz’î bir nümunesi, muavenete muhtaç âciz insanlarda böyle rakib ve zıddı ve emsalinin müdahalesini kabul etmezse; acaba saltanat-ı mutlaka suretindeki hâkimiyet ve rububiyet derecesindeki âmiriyet, bir Kadîr-i Mutlak’ta ne derece o redd-i müdahale kanunu ne kadar esaslı bir surette hükmünü icra ettiğini kıyas et.”(S.683)
“Hâkimiyetin şe’ni, müdahaleyi reddetmektir. Hattâ en edna bir hâkim, bir memur; daire-i hâkimiyetinde oğlunun müdahalesini kabul etmiyor. Hattâ hâkimiyetine müdahale tevehhümüyle, bazı dindar padişahlar -halife oldukları halde- masum evlâdlarını katletmeleri, bu “redd-i müdahale kanunu”nun hâkimiyette ne kadar esaslı hükmettiğini gösteriyor. Bir nahiyede iki müdürden tut, tâ bir memlekette iki padişaha kadar, hâkimiyetteki istiklaliyetin iktiza ettiği “men’-i iştirak kanunu” tarih-i beşerde çok acib herc ü merc ile kuvvetini göstermiş.”(L.188,324,Ş.18,152)
“Hâkimiyetin en esaslı hassası, elbette istiklal ve infiraddır. Demek intizam vahdeti ve hâkimiyet infiradı iktiza eder.”(L.313)

*“Ben, sizin en yüce Rabbinizim!” dedi. Nâzi’ât Suresi 24. Ayet

Loading

No ResponsesKasım 14th, 2020