DERS

DERS

İMAN KURTARAN ESER

Prof. Dr Mehmed Coşkuner, arkadaşı prof. Abdülbaki Turan beyden naklen 23.10.1996ta şöyle bir hatıra anlatıyor:

Ünlü alim Sadreddin Yüksel (Cenab-ı Hakk şifalar nasip etsin) hocamıza bir vakit şöyle sordum:

Siz seyda idiniz,hoca idiniz, şarkta söz sahibi bir kimse idiniz,neden Risale-i Nuru gördükten ve bu eserleri okuduktan sonra o tarz-ı hizmeti esas alıp, buna kuvvet verdiniz ve bu hizmete dahil oldunuz?

Cevaben şöyle dediler: ben böyle bir soruya çoktan beri muntazırdım. Bunu anlatmak istiyordum.Siz buna vesile oldunuz. Benim İmanımı kurtaran bir esere hayatımı versem azdır.

Dedim ki: Hocam nasıl olur,sizin imanınızı nasıl kurtarır? Siz o kadar talebe yetiştirmişsiniz. Bu kadar bilginiz var?

Sadreddin Hoca dedi ki: Benim kader mevzuunda tereddütlerim oldu.ya intihar edecektim.Veya cinnet getirecektim.İkisi de ebedi hayatımı mahveden dünyamı karartan musibetler olacaktı. O tereddütlerimi İşarat-ül İcazdaki kader bahsi halletti. Benim imanımı tahkiki hale getirdi. Ben de böyle bir esere canımı versem ucuzdur.

************   

Şapka Kanunu’na muhalefet ettiği gerekçesiyle asılan “KADIN”
YIL 1926. Yer Erzurum. Şehirde gizli bir heyecan var. Bir kadın asılacak. Osmanlılar zamanında kadınlar idam edilmezmiş. Bir meydana bir sehpa kurulmuş. Jandarmalar kadını götürüyorlar. Kadın çarşaflı. O tarihte Anadolu’da bütün Müslüman kadınlar çarşaflıydı. Kadının suçu ne? Yeni çıkartılan Şapka Kanunu’nu tenkit etmiş.
Kadın bohçacılık yapan ve “Şalcı Bacı” adıyla tanınan bir vatandaş. İdam edilmeye götürülürken Erzurum ağzıyla “Kadın şapka giye ki asıla” diye söyleniyor. Kadın söyleniyor, kadın sürükleniyor, kadın asılacak.
Jandarmalar ite kaka kadını sehpanın yanına götürüyor. Kara yüzlü cellat orada. Kadının boynuna yağlı ilmeği geçiriyor, ayaklarının altındaki sandalyayı çekiyor. Kadının vücudu titriyor, sallanıyor. Şalcı Bacının gırtlağından ölüm hırıltıları çıkıyor. Acaba o son dakika ve saniyelerinde Kelime-i Şehadet getirebildi mi? İnşaallah getirmiştir. Cellat kadının bacaklarından hızla çekiyor, boyun kemiğini kırıyor. Kadın ölüyor. Cesedi sehpada sabah rüzgarı ile sallanıyor. Titrek bir ezan sesi duyuluyor.
Bu kadının idam hükmünü Çetin Altan’ın dedesi Tatar Hasan Paşa vermiştir. Altan bu konuda şu satırları yazmıştır:
“Dedem Hasan Paşa çok sert bir askerdi. İsmet Paşa topçu okulunda öğrenci iken, Hasan Paşa okul müdürüydü. Sonrası ünlü komutanlar olan o dönemin öğrencileri, anlatıp dururlar Hasan Paşa’nın sertliğini. Bir şapka isyanını bastırmakla görevlendirildiği bir kentte, hızını alamayıp bir de kadın asmıştı. Sanırsam siyasal suçtan ilk asılan kadın odur tarihimizde. Kadın sehpaya çıkmadan önce “Ben bir hatun kişiyim. Şapka ile ne derdim ola ki” demiş galiba. Ben o tarihte henüz doğmamışım. Çok ama çok sonradan öğrendim bunları. Ve inanın ince sızı gibi tatsız bir burukluk kaldı içimde.”
Gazeteci Nimet Arzık, bu olayı duyduğunda bir hikâye yazmış (gerçek hikâye) ve başlığını “Şalcı Bacı Asılmaya Gidiyordu” koymuştur.
Şalcı Bacı’nın asıldığı gün bütün Erzurum ağlamıştı. O dehşet günlerinde açıktan, herkesin önünde hıçkıra hıçkıra ağlamak suçtu. Rejime ve inkılaplara karşı gelmek demekti. Erzurumlular kıyıya kenara çekilmişler ve sessiz sedasız ağlamışlardı. Şalcı Bacı şehid olmuştu. Şalcı Bacı’yı şehid etmişlerdi.
Şapka yüzünden asılan, şehid edilen Müslüman sadece o mazlum kadın değildi. Ülkenin nice yerinde idamlar sergilenmişti. Ulemâdan İskilipli Âtıf Efendi, Babaeski müftüsü ve daha binlerce kişi.
Şalcı Bacı Şapka Kanunu’na muhalefetten asılmıştı. O zavallı bir bohçacı kadındı. Sırtında bohçası, bohçasının içinde kumaşlar, havlular, başörtüleri; evden eve dolaşır, bir iki parça mal satarak ekmek parası çıkartırdı. Kocası var mıydı, çocukları var mıydı? Bilmiyorum. Mutlaka kendisini sevenler, ona acıyanlar vardı. Çok ağladılar ama gözyaşları ölüleri diriltmiyordu.
Şalcı Bacı’yı astılar, sehpada sallanan cesedini bir iki gün, halkı korkutmak, dehşete düşürmek için teşhir ettiler, sonra kaldırıp bir çukura 
gömdüler.Acaba cenazesi yıkandı, kefenlendi mi, namazı kılındı mı, kendisine rahmet okundu mu?
Şapka Kanunu’na muhalefet eden bir âsiye rahmet dilemek de o devirde büyük suçtu.

*****************   

PIRLANTA

 

Vaktiyle zengin bir kuyumcu, yıllarca yanında yetiştirdiği çalışanını imtihan etmek ister.

Onun eline iri bir pırlanta verip: “Oğlum” der “Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç para verdiklerini sor, en sonra da başka bir kuyumcuya göster.

Hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir.

” Çalışan elinde pırlanta bir bakkal dükkânına girer ve “Şunu alır mısınız?” diye sorar.

Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği mücevheri alır; elinde evirir çevirir; sonra:

“Buna bir tek lira veririm. Bizim çocuk oynasın” der. Çalışan, teşekkür edip çıkar. Bir manifaturacıya gider. O da parlak bir taşa benzettiği mücevhere ancak bir beş lira vermeye razı olur.

 

Üçüncü olarak semerciye gider: Buna ne verirsiniz?” diye sorar.

Semerci şöyle bir bakar, “Bu der “benim semerlere iyi süs olur. Bundan “kaş dediğimiz süslerden yaparım. Buna bir on lira veririm.”

Çalışan en son olarak kuyumcuya gider. Kuyumcu mücevheri görünce yerinden fırlar. “Bu kadar büyük pırlantaya nereden buldun?” diye hayretle bağırır ve hemen ilâve eder. “Buna kaç lira istiyorsun?” çalışan sorar: Siz ne veriyorsunuz?” “Ne istiyorsan veririm.”

Çalışan, “Hayır veremem.” diye taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya başlar:

Ne olur bunu bana sat. Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim.”

Çalışan emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini istediklerini anlatıncaya kadar bir hayli dil döker.

Patronun yanına dönen Çalışan büyük bir şaşkınlık içinde macerasını anlatır.

Kuyumcu Patron sorar: “Bundan ne anladın?”

Çalışanın verdiği cevap çok doğrudur:

 

“Bir şey ancak değerini bilenin yanında kıymetlidir.”

*********************   

HAPI YUTMAK ÖLÜM DEMEKTİ.

IV.Murat, keyif  veren her şeyi, tütünü ve afyonu yutmayı yasaklamıştı. Bu konuda kimseye müsamaha edilmiyordu. IV.Murat çok sevdiği Hekimbaşı Emir Çelebi’nin afyon taşıdığını ve yuttuğunu saray casuslarından haber alır.

Bu habere inanmaz ama tedbiri de elden bırakmaz. Padişah, Emir Çelebi’yi satranç oynamaya davet eder. Oyunun tam ortasında:

”Çelebi, kuşağı çöz, içinde ne varsa boşalt,” der.
Çelebi başına gelecekleri anlar. Kuşağında ne var ne yok hepsini ortaya döker. Padişah, mercimek büyüklüğündeki afyon haplarını görünce: ”Çelebi bunlar ne?”
”Etkisiz afyon hapları!”
”Bunlarla ne yapıyorsun?”
”Bunları hastalara veriyorum.”
”Peki, hastalara zararı dokunuyor mu?”
”Hayır padişahım.”
”Madem öyle, bunları birer birer yutmaya başla bakalım.”
Çelebi çaresiz, hiçbir şey  söylemeden afyon haplarını birer birer yutmaya başlar. Üzerine de bir bardak şerbet içer, sonra da ruhunu teslim eder.

*****************   

Cerrahın telefonu çalar, arayan hastahane sekreteridir.

Buyurun sizi dinliyorum.

Sayın hekim, ağır hasta var, acele bütün işinizi bırakın gelin.

Geliyorum deyip hekim telaşla yola düştü.

Hekimi hastahanede hastanın babası hışımla karşıladı:

Benim oğlum ölüm döşeğindedir, ne için bu kadar geç kaldınız? Sizin kendi oğlunuz olsaydı yine böyle yapar mıydınız?

Cerrah gülümsedi:

Bana haber verilir verilmez acelece geldim.

Bir de unutmayın ki, hayat ve ölüm Allah’ın elindedir. Cerrah ameliyat odasına dahil oldu.

Ameliyat iki saat sürdü.

Cerrah odadan çıkıp koridordaki babanın yanından sakince geçip gitti.

Ardından yardımcı hekim çıktı.

Babaya oğlunuz yaşayacak dedi.

Baba bir an sevindi, sonra yine hiddetlenip dedi:

Bu cerrah çok kötü ve insafsız bir adam.

Ne vardı yani, çıkarken bana iyi haberi o verseydi.

Yardımcı hekimin gözleri doldu ve adamı hayatı boyunca pişmanlığa sevk edecek olan şu cevabı verdi: Cerrah çok güzel insandır.

Onun oğlu otomobil kazasında bugün vefat etti.

Biz onu defin merasiminden çağırdık.

Oğlunun defin merasimini yapamadan sizin oğlunuun şifasına vesile olmak için hastaneye geldi.

**************  

Nasrettin Hoca’ya sormuşlar:

“Kimsin?”

“Hiç” demiş Hoca, “Hiç kimseyim.”

Dudak büküp önemsemediklerini görünce, sormuş Hoca:

“Sen kimsin?”

“Mutasarrıf” demiş adam kabara kabara.

“Sonra ne olacaksın?” diye sormuş Nasrettin Hoca.

“Herhalde vali olurum” diye cevaplamış adam.

“Daha sonra?” diye üstelemiş Hoca.

“Vezir” demiş adam.

“Daha daha sonra ne olacaksın?”

“Bir ihtimal sadrazam olabilirim.”

“Peki, ondan sonra?”

Artık makam kalmadığı için adam

boynunu büküp son makamını söylemiş:

“Hiç.”

“Daha niye kabarıyorsun be adam.

Ben şimdiden senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım:

“Hiçlik makamında!”

-**************  

YÜREK DEDE.

..Yürek dede namıyla salih bir zat vardı…Bir gün hanımı ayaklarından felç oldu.
Ne kadar doktor doktor dolaştıysa bir çare bulamadılar.
..Bir doktor şöyle dedi: ALLAH’TAN ümit kesilmez. Hanımını bindir bir deveye diyar diyar dolaşın. Bulduğun şifalı otlardan yedir çayını içir İnşaAllah birisi şifa olur. Yürek dede diyar diyar dolaştı.

..Bir gün çadırını bir tepeye kurmuştu…Biraz ilerisinden dönemin hükümdarı yanındakilerle tedbili kıyafet geçiyordu. Birisi şöyle dedi: Efendim şu ilerde Yürek dede diye salih birisi var…Hükümdarda gelin bakalım anlarız şimdi salih mi değil mi? Dedi ve Yürek dedenin çadırına geldiler.

..Selamlaştıktan sonra hükümdar Yürek dedeye –dede biz uzun yoldan geliyoruz bize et pişirde yiyelim” dedi. Misafir et isteyince yürek dede şaşırdı ama misafiri de mahzun etmek olmazdı…

..Çadıra hanımın yanına girdi durumu anlattı. Bir develeri bir de keçiyle oğlakları vardı. oğlağı kessek etinden ne çıkar. keçiyi kessek olmaz oğlak hala annesini emiyor. O zaman deveyi keselim Dediler. İyi de deveyi keserlerse yolculuklarını nasıl yapacaklardı..?

..Hem yürek dede hem hanımı misafiri aç mı bırakacağız ALLAH bir kapıyı kaparsa başka bir kapıyı mutlaka açar, dediler. Yürek dede çadırın arkasına geçti deveyi kesti hemen alabileceği yerden biraz et aldı ve eti pişirdiler.

..Yürek dede misafirlere çadırda hanımım var biraz etten ona alayım dedi ve biraz et alarak hanımına getirdi. Sonra çıkarak misafirlerle ilgilendi akşama doğru misafirleri uğurladı.

..Hükümdar : gerçekten salih adammış elindeki deveyi bizim için kesti dedi ve yanındakilere talimat verdi.. yarın bu adama 10 deve gönderin.

..Bu arada yürek dede onlar gittikten sonra yavaş yavaş çadıra gitmiş…Çadırın kapısını bir açmış ki hanımı karşısında sapasağlam ayakta duruyor. Yürek dedenin fedakarlığından dolayı şifayı ALLAH-U Teala devenin etine koydu.
Acaba bizim şifamız hangi fedakârlığımızda saklı…

DERLEYEN

MEHMET ÖZÇELİK

Loading

No ResponsesMart 13th, 2022