DÜNDEN BUGÜNE DÜŞENLER, YÜKSELENLER

01.03.2005

 Nazlı ILICAK-Tercüman
28 Şubat öncesi ve sonrasında yaşanan önemli olayları satır başları halinde sunuyoruz. Bu arada, dünden bugüne gerçekleşen değişiklikleri de "Sonra ne oldu? / Bugünkü durum ne?" başlıkları altında anlatıyoruz.

26 Ocak 1997 - Komutanlar, Gölcük'te, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı tesislerinde 72 saat süren Olağanüstü Şûra'da bir araya geldiler. Şu değerlendirmeleri yaptılar: "1) Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Teoman Koman'ın sürekli Susurluk Komisyonu'na çağrılması şova yöneliktir. 2) Ramazan sebebiyle mesainin iftar saatine ayarlanması doğru değildir. 3) Türk Silâhlı Kuvvetleri iç ve dış tehdidine karşı ülkeyi korumakla görevlidir."

SONRA NE OLDU?: 28 Şubat'a start hareketinin verildiği Gölcük'ü Ağustos depremi vurdu. Toplantının düzenlendiği Deniz Kuvvetleri Komutanlığı tesisleri harabeye döndü. Bu tesis, Gölcük'ten Marmaris'e taşındı.

* * *

5 Şubat 1997 - Sincan halkı tank sesleriyle uyandı. Ertesi gün olay mahalline giden Star muhabiri Işın Gürel'e sakallı bir vatandaş saldırıda bulundu. Büyük ihtimalle bu bir tertipti. Jandarma Genel Komutanı Teoman Koman, "Doğrusu dehşete düştüm. Olacak şey değil. O kadar etkilendim ki, yanımdaki eşime 'Sincan'da olsaydım kendimi tutamazdım, bu ne rezalet' demişim" açıklamasını yaptı.

BUGÜNKÜ DURUM NE?: Teoman Koman şu anda emekli ve Cavit Çağlar'ın İnterbank'ında yönetim kurulu üyesi olduğu için yargılanıyor.

* * *

25 Şubat 1997 - Oramiral Güven Erkaya: "Yıllardır, devletin geleceği için birinci tehdit PKK terörüydü. Ancak, güvenlik güçleri görevini yaptı ve PKK kontrol altına alındı. Aşırı dinci akımlar ise, bugün PKK tehdidinden daha büyük bir tehlike haline geldi. Tehlike üç boyutludur. Laik cumhuriyete, çoğulcu demokrasiye ve sosyal hukuk düzenine yönelik tehlike."

SONRA NE OLDU?: Güven Erkaya'nın Korkmaz Yiğit ile yakın ilişkileri ortaya çıktı. Erkaya, 24 Haziran 2000 tarihinde kanser hastalığından dolayı hayatını kaybetti.

* * *

25 Şubat 1997 - Mesut Yılmaz: "Hükûmet, cumhurbaşkanının çarşaf çarşaf yayınlanan uyarılarını anlayamayacak kadar gaflet içinde. Koskoca tankları göremeyecek kadar kör. TSK, Sincan benzeri bir uyarıyı, 28 Şubat'ta MGK'da yapacak."

BUGÜNKÜ DURUM NE?: Mesut Yılmaz önce Türkbank satışı dolayısıyla başbakanlığı kaybetti; 2002 yılında Anap baraj altı kalınca genel başkanlıktan oldu. Yüce Divan'da yargılanıyor.

* * *

2 Mart 1997 - Erbakan: "28 Şubat tarihinde toplanan Milli Güvenlik Kurulu'nda tam bir uyum vardı."

3 Mart 1997 - Genelkurmay Genel Sekreteri Erol Özkasnak: "Türk Silâhlı Kuvvetleri, Atatürk'ün kurduğu laik cumhuriyetin temel ilkelerini hayata geçirmeye inananlar ve buna gönül verenlerle uyum içindedir. Bunlar dışında kimseyle uyum içinde değildir."

BUGÜNKÜ DURUM NE?: Hem Erbakan, hem de Erol Özkasnak emekli. Erbakan, halâ, Saadet Partisi'ne hâkimiyeti sebebiyle halkın bir bölümünün desteği ile perde arkasında bile olsa, siyasi hayatını sürdürüyor. Erol Özkasnak'tan haber yok.

* * *

30 Mart 1997 - 9'uncu Senfoni'yi kalabalık salonda dinleyen Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel "Bu muhteşem tablo çağdaş Türkiye tablosudur" dedi.

BUGÜNKÜ DURUM NE?: Demirel'in ikinci defa cumhurbaşkanı seçilmesini sağlamak için anayasayı değiştirme teşebbüsüne geçen Ecevit'in gayretleri boşa çıktı. Demirel cumhurbaşkanlığından emekli oldu.

* * *

7 Nisan 1997 - Çevik Bir'den uyarı, "Bu hükûmet topla tankla yıkılmaz sözünü, demagojik ve talihsiz bir beyan olarak değerlendiriyorum."

BUGÜNKÜ DURUM NE?: Çevik Bir emekli oldu. Cumhurbaşkanı olma hevesi tek bir günde, basının da katıldığı toplantıda yaptığı konuşmayla sona erdi. Şu anda, CNR Uluslararası Fuarcılık AŞ'da çalışıyor.

* * *

19 Nisan 1997 - Erzurum Bölge Komutanı Tuğgeneral Osman Özbek: "Ordunun üzerinde baskı var. Hazır bir cumhuriyete kon; sonra ben laikliği yıkarım de. Yık da görelim. Dedelerimiz yüzünüze tükürür. Atatürk'ün kemikleri sızlıyordur. Cezayir'deki gibi kelle keserek iktidar olmaya çalışıyorlar. PKK gibi bunlarla da savaşacağım."

BUGÜNKÜ DURUM NE?: Emekli oldu; şu anda ismini duyan yok.

* * *

22 Mayıs 1997 - Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş, Türkiye'yi iç savaşa sürüklüyor gerekçesiyle Refah Partisi'nin kapatılması için Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu.

SONRA NE OLDU?: Vural Savaş, Refah Partisi'nden sonra kurulan Fazilet Partisi'nin de aleyhine dava açtı. Fazilet Partisi de kapatıldı. Vural Savaş emekli oldu. Kapatılan Fazilet Partisi mensupları Saadet ve AK Parti'de örgütlendiler. AK Parti iktidara geldi.

* * *

10 Haziran 1997 - İrtica brifingine katılacak hâkim ve savcılara Adalet Bakanı Şevket Kazan izin vermedi. Genelkurmay rest çekti: "Meşrutiyetin savcıları gelmez."

11 Haziran 1997 - Genelkurmay'dan hâkim ve savcılara brifing.

12 Haziran 1997 - Genelkurmay'dan medyaya 2. brifing.

SONRA NE OLDU?: Üst düzeydeki bir çok yargı mensubunun adı mafya ile ilişkilere ve rüşvet iddialarına karıştı. Neşter 2 dosyası kapsamında bazı hâkimlerin dava takibi yaptığı, telefon görüşmeleriyle ortaya çıktı. Korkulan "irtica" iktidar oldu. Avrupa Birliği'ne uyum yasaları çıkararak Türkiye özgürlük yolunda önemli adımlar attı. Bir zamanlar, "Silâhsız kuvvetler" olarak 28 Şubat'a destek veren medyanın büyük çoğunluğu Erdoğan hükûmetini öve öve bitiremiyor.

* * * *

14 Haziran 1997 - ABD Dışişleri Başkanı Madeleine Albright "Türkiye'de hengi tartışma yaşanırsa yaşansın bunun demokratik bir kapsamda kalması ve anayasa dışı yaklaşım içermemesi gerektiğini bildirdik."

17 Haziran 1997 - Los Angeles Times: "ABD, Türk ordusunu darbe yok diye uyardı."

18 Haziran 1997 - Erbakan başbakanlıktan istifa etti.

1 Temmuz 1997 - 55. hükûmet, Mesut Yılmaz'ın başkanlığında, Anap, DSP ve DTP'den oluşan koalisyon tarafından kuruldu.

10 Temmuz 1997 - Batı Çalışma Grubu'na ait bir belge Sabah gazetesinde yayınlandı. Belgeyi Deniz Kuvvetleri Komutanı adına Koramiral Aydan Erol imzalamıştı. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, her alt birimden, kendi bölgelerindeki, dernekler, vakıflar, meslek kuruluşları, işçi ve işveren sendikaları, konfederasyonlar, yüksek öğretim kurumları, yurtlar, üst düzey yöneticiler (vali, kaymakam, belediye başkanları ve daire başkanlarına ait biyografiler ve bu kişilerin siyasi görüşleri) il genel meclisi üyeleri, siyasi partiler, partilerin il ve ilçe teşkilâtı yönetim kadroları, yerel tv, radyo, gazete vs. hakkında bilgi toplanmasını, bilgilerin derlenmesinde gizliliğe azami dikkat gösterilmesini talep ediyordu. Bu belgeyi Onbaşı Kadir Sarumsak'ın Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'ndan çaldığı ileri sürülüyordu. Belge Emniyet İstihbarat Dairesi'nin o günkü başkanı Bülent Orakoğlu tarafından, İçişleri Bakanı Meral Akşener'e intikal ettirilmiş, Akşener Tansu Çiller'e, Çiller Erbakan'a, Erbakan Demirel'e, Demirel de Genelkurmay Başkanı'na vermişti.

Meral Akşener, "Araştırılan husus Türk Silâhlı Kuvvetleri'nin görev alanına giren bir konu değil, oluşabilecek yasa dışı bir teşebbüstür. Emniyet, demokrasimizin bozuk siciline bir kahramanlık sayfası açmıştır" dedi.

Genelkurmay, Meral Akşener hakkında suç duyurusunda bulundu.

HHH

3 Ağustos 1997 - "Emniyette irticaî kadrolaşma!" yakın takibe alındı.

17 Ağustos 1997 - 8 yıllık kesintisiz eğitim yasası Meclis'ten geçti.

30 Ağustos 1997 - Jandarma Genel Komutanlığı görevini devreden Teoman Koman, "Esas önemli tehlike PKK'dan bile daha tehlikeli olan irticadır" dedi.

10 Eylül 1997 - Batı Çalışma Grubu: "8 yıllık kesintisiz eğitimi protesto etmek için sabah namazları çıkışında yapılan gösteriler devam ederse ve irtica tehlikesi devam ederse, Atatürk ne yaptıysa onu yaparız"

12 Eylül 1997 - Batı Çalışma Grubu'na ait, gizli belgeleri sızdırdığı gerekçesiyle yargılanan Onbaşı Kadir Sarumsak, mahkemede şu açıklamayı yaptı: "Bülent Orakoğlu, Hanefi Avcı ve beni yargılayan askerî savcı da dahil, 3 bin 800 telefon dinlendi. Askerler herkesi dinledi. Yılmaz Hükûmeti'nin kuruluşunu anlatırsam çok kişi zorda kalır."

Orgeneral Erol Özkasnak "Batı Çalışma Grubu devam edecek, günde iki kez toplanıyorlar. Sabahlara kadar uykusuz çalışıyorlar."

25 Eylül 1997 - Tansu Çiller: "Bugüne kadar ara rejim oldu, atanmışlar oldu, ama hiçbir zaman seçilmiş bir siyasi partinin genel başkanı onbaşı olma şerefsizliğini göstermedi."

10 Ekim 1997 - Meral Akşener: "Genelkurmay 65 milyon insanı fişliyor. Valiyi, kaymakamı, öğretmeni, doktoru fişliyor. Asıl insanları bölen bunlar."

21 Ekim 1997 - Başbakan Mesut Yılmaz: "Batı Çalışma Grubu, olağanüstü bir dönemin ürünüdür. Cumhuriyete yönelen tehditlere karşı birinci derecede görevli olan hükûmettir. Hükûmet ilâve bir tedbire gerek duyarsa, silâhlı kuvvetleri yeniden görevlendirebilir. Bizim hükûmetimiz iş başındayken durumdan vazife çıkartmaya gerek kalmamıştır."

22 Ekim 1997 - Askerlerin cevabı: "Batı Çalışma Grubu çalışmalarına devam ediyor. Hükûmet değişti diye irtica tehdidi sona ermedi."

31 Ekim 1997 - Genelkurmay Başkanı, Milli Savunma Bakanı ve komutanlar, hep bir ağızdan 10'uncu Yıl ve Dağ Başını Duman Almış marşlarını söyledi.

6 Aralık 1997 - İstanbul Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan Siirt'te konuştu. Konuşmasına "Minareler süngü, kubbeler miğfer; camiler kışlamız, müminler asker" mısralarıyla başladı. Erdoğan hakkında tahkikat açıldı. Erdoğan, Türk Ceza Kanunu'nun 312'nci maddesinden mahkûm oldu.

26 Aralık 1997 - Süleyman Demirel, Fethullah Gülen'den "Ulusal Uzlaşma Ödülü" aldı.

SONRA NE OLDU?: Daha sonraki yıllarda, Fethullah Gülen, çete lideri suçlamasıyla karşı karşıya kaldı. "Çetenin" (!) başka mensupları bulunamadığı için tek başına yargılandı, cezası ertelendi. Şu anda Amerika'da. Siirt konuşması dolayısıyla hakkında tahkikat açılan ve mahkûm olan Tayyip Erdoğan ise Başbakan. Tayyip Erdoğan'ın hüküm giymesine yol açan 312'nci madde AB uyum yasaları çerçevesinde değiştirildi.

* * *** * * *

Dün: Cezaevine kapatıldı Bugün: O artık Başbakan

İşte mahkûmiyetine yol açan Siirt konuşması:

"Minareler süngü, kubbeler miğfer; camiler kışlamız, mü'minler asker"

...Yıllarca bu ülkeyi yanlış zihniyetlere mahkûm edenlere karşı biz mücadelemiz kişilerle değil, zihniyetlerle sürdüreceğiz. Kardeşler biz faniyiz, bugün varız yarın yokuz, ama zihniyetler bakidir. Atalarım ne güzel söylemiş: "Ağaca yaslanan çürür, yıkılır. Desteksiz kalırsın. Kula yaslanma fanidir, ölür kılavuzsuz kalırsın. Allah'a yaslan ki ayakta kalasın"

...Geçenlerde, bana bir açıklamadan dolayı sordular: Diyorsun ki "benim referansım İslâm'dır" Evet göğsümü gere gere söylüyorum: "Benim referansım İslâm'dır" Kardeşler bunu söyle hakkına ben sahip değilsem, o zaman insan olarak yaşamamın ne anlamı var? Eğer ben insansam, eğer ben bir torna makinasından çıkmış bir demir parçası değilsem, inancımı rahatlıkla koruyamayacaksam, söylemeyeceksem, bu şehitler ülkesi Türkiye'de benim ne işim var.

...İstiklâl Marşı iki kıta değil, on kıta. Bu kıtadan bir tanesinde ne diyor? "Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli / Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli" diyor. İstiklâl Marşı'nın içerisinde böyle yazacak, ezanı susturacaklar. Ben öyle yiğit daha görmedim. Yanardağ oluruz, yıldırım oluruz ezanı susturanların karşısında patlarız. İstiklâl şairimiz, İstiklâl Marşı'nı meyhanede yazmadı, barda yazmadı, pavyonda yazmadı. İstiklâl Marşı'nı Tacettin Dergâhı'nda yazdı ve... Kardeşler, İstiklâl Marşı bizim manifestomuzdur.

...Bizim aramızda Türk-Kürt, Laz-Çerkez, Arap-Beyaz, Doğulu-Batılı, Kuzeyli-Güneyli ayırımı olabilir mi? Şimdi aklıma ne geldi biliyor musunuz? Üniversitede okuyoruz. Bana diyorlar ki "Sen Rizelisin. Sen Lazsın" Diyorum ki, "Laz değilim" Gittim babama sordum. Babam, büyük dedesine sormuş. Molla bir zattı. Şu cevabı vermiş: "Yarın öleceğiz, Allah bize soracak Men Rabbüke? Ve men nebiyyüke? Ve ma dinüke?Allah bize -Vema kavmüke- diye sormayacak. Allah bize 'Rabbin kim, nebin kim, dinin ne?' Bunları soracak. Ama bize 'Kavmin nedir?' diye sormayacak. Sana sordukları zaman 'Elhamdülillah Müslümanım' de geç."

Kula kul olmayan, Hakk'a kul olan bir, beraber, bütün, barışa, sevgiye, kardeşliğe dayalı bir Türkiye'yi kurmaya hazır mıyız?

Son cümle Üsdad Necip Fazıl'dan:

"Mihraptan ilâhi kelâm geliyor

Yere dipsiz gökten selâm geliyor

Ne para, ne pul, ne makam, ne mevki

Savrulun kalplere adil düzen geliyor"

Gününüz mübarek olsun, geleceğiniz aydınlık olsun diyorum."

 

ANDIÇ VURGUNU!

03.03.2005

 
Şemdin Sakık'ın sözde itirafları yüzünden Mehmet Ali Birand Sabah'tan atıldı. Cengiz Çandar'ın yazılarına ara verildi. TİT, Akın Birdal'ı vurdu

28 Şubat sürecinde "demokrat" gazetecilerle, "brifing" gazetecileri birbirinden ayrıştı. Demokrat gazeteciler, askerin siyasete müdahalesini eliştiriyor, "iç düşman" terimine karşı çıkıyordu. "Brifing gazetecileri" ise, genelkurmay kademelerinden gelen telkinleri sütunlarına veyahut gazete manşetlerine yansıtıyorlardı. Onlar, "iç düşmana" karşı yürütülen psikolojik savaşın elemanları haline geldiler.

Hürriyet ve Sabah

Gazeteci Cengiz Çandar ve Mehmet Ali Birand'ın yaşadıkları, gazetelerin nasıl emir komuta altına girdiğinin çarpıcı bir örneğini teşkil ediyordu. 25 Nisan 1998 tarihli Hürriyet ve Sabah gazetelerinde, PKK'lı Şemdin Sakık'ın itiraflarına dayanılarak "Bölücü örgütün Türkiye'deki işbirlikçilerinin" adı veriliyordu:

"PKK'nın Apo'dan sonraki ikinci adamı Şemdin Sakık, deprem yaratan ifadesinde, örgüte destek veren, zaman zaman işbirliği yapan isimleri tek tek açıkladı... eski milletvekili Abdülmelik Fırat, ANAP milletvekili Sebgatullah Seydaoğlu, DYP Diyarbakır milletvekili Salim Ensarioğlu seçimlerde destek istedi. RP milletvekili Fethullah Erbaş, RP'nin örgütü kınamayacağını söyledi, buna karşılık da kendilerini desteklememezi istedi. Eski milletvekili Muyhettin Mutlu, oğlunu kurtarmak için, Öcalan ile görüştü. Diyarbakır eski Belediye Başkanı Turgut Atalay, bana bir tabanca hediye etti. Eski DEP'li Sırrı Sakık ve Leylâ Zana, Diyarbakır eski HADEP İl Başkanı Mehmet Mengi, bize maddi destekte bulundu, adamlarımızı belediyede işe aldı. Abdullah Öcalan bana, Mahir Kaynak, Mahir Sayın, Cengiz Çandar, Mehmet Ali Birand, Yalçın Küçük'ün isimlerini söyledi. Ayrıca Milli Gazete ve Akit gazetesinin de PKK aleyhine yazmayacaklarına dair söz verdiklerini bildirdi."

Hürriyet ve Sabah'ta manşetten verilen o haberlerin düzmece olduğu, daha sonra elime geçen andıç sayesinde deşifre oldu.

Andıç

2000 yılı Ekim ayının ortalarıydı. Üzerinde "Andıç" yazan bir belge elime ulaştı. Nisan 1998'de, bazı gazeteciler, milletvekilleri, sivil toplum örgütleri ve siyasi partilere karşı yürütülen bir kampanyanın perde arkasını sergiliyordu okuduğum satırlar. "Güçlü Eylem Planı" adını taşıyan Andıç'ta rastladığım bazı ifadeler şöyleydi:

1) İç kamuoyuna yönelik faaliyetler: Elde edilecek bilgilerden istifade edilerek, örgütle bağlantılı siyasiler, gazeteciler, işadamları, parti ve derneklerin deşifre edilmesi suretiyle, vatan hainliklerinin sergilenmesi.

2) Şemdin Sakık'ın, örgütün yapı ve işleyişi, eylemleri hakkında belge ve delillere sahip olduğunu kamuoyuna yansıtmak suretiyle, iddiaların inandırıcılığını ve güvenirliliğini sağlamak.

3) İnsan Hakları Derneği'nin PKK güdümünde olduğunu ortaya koyarak kapatılmasını temin etmek.

4) Refah Partisi'nin PKK ile işbirliğini sergileyerek ve Fazilet Partisi'nin, müteakip seçim döneminde PKK ile işbirliği yapacağını ileri sürerek, Fazilet Partisi'ni yıpratmak.

5) Adı geçen milletvekillerinin (Selim Ensarioğlu (DYP), Fethullah Erbaş (FP), Segbatullah Seydaoğlu (Anap), Abdülmelik Fırat (DYP), Leylâ Zana (DEP), Muhittin Mutlu) PKK ile ilişkilerini ortaya koyarak, siyasî platformda yıpranmalarını sağlamak.

6) Adı geçen gazetecilerin (Mehmet Ali Birand, Cengiz Çandar, Yalçın Küçük, Yaşar Parlak, Mahir Kaynak, Mahir Sayın ve ilave edilmesinde fayda görülen Yavuz Gökmen, Altan kardeşler gibi gazetecilerin) kamuoyunda saygınlığının azaltılması ve itibarının düşürülmesi için terör örgütüne sağladıkları destek ile ilgili aleyhlerine kamuoyu oluşturmak. Örgütün para ile kendine müzahir gazetecilere her şeyi yaptırttığını, gazete sahiplerine, seçilen köşe yazarlarına ve televizyonlara duyurmak.

Psikolojik harekât

Görüldüğü gibi, kişileri karalamak için psikolojik harekâtı anlatan bir Andıç hazırlanmış, bunun gereği yapılarak sözde Şemdin Sakık'ın itirafları iki büyük gazetede yayınlatılmıştı. Bu yayınlar sonrasında, Mehmet Ali Birand Sabah'taki işini kaybetmiş, Cengiz Çandar ise, bir süre için izinli sayılmıştı.Biz bu tertibi ancak 2 yıl sonra elimize geçen andıç sayesinde öğrenip, kamuoyuna duyurduk.

* * * *

CENGİZ ÇANDAR

Şemdin Sakık'ın ifadeleri Birand ve Çandar'ı vurdu

Sabah gazetesinde Şemdin Sakık'ın ifadeleri yayınlandığında, Dinç Bilgin, Cavit Çağlar ve Zafer Mutlu teknedeydi. Pazartesi geldiğinde, Zafer Mutlu, bana, "Senin hakkındaki iddialara inanmıyoruz ama, yayınlamaya mecburduk" dedi. "Mehmet Ali Birand'ı bir süre sonra işten çıkaracağız fakat, senin de yazılarını kesmeliyiz. Aksi takdirde, askere posta koymuş gibi oluruz."

Ben Zafer Mutlu'ya "Niye biraz sıkı duramadınız" diye sordum. Bana, "Duramazdık, burada 4 bin kişi çalışıyor ve üstelik benim bankam var" cevabını verdi. Mehmet Ali Birand, Sabah'tan atılmıştı ama, Erol Aksoy'un sahibi olduğu Show TV'de programı devam edecekti. Fakat, Erol Aksoy'a da askerden telefon gelmiş. Bunun üzerine, Show'daki işinden de oldu. Daha doğrusu son anda tesadüfen, programı yayından kalkmaktan kurtuldu. O Pazar, Çevik Bir'in de katıldığı, çok sayıda üst düzey Amerikalı'nın geldiği bir toplantıya biz de davetliydik. Çevik Bir'in tuvalete gittiğini gören Mehmet Ali, onun peşinden tuvalete gidiyor ve "Ben size ne yaptım paşam" diye soruyor. Çevik Bir, 32. Gün'ün durdurulmasıyla bir ilgisinin olmadığını söylüyor. Bunun üzerine Mehmet Ali Birand, cep telefonundan Erol Aksoy'u arıyor ve telefonu Çevik Bir'e uzatıyor. Böylece programını kurtarıyor.

Şemdin Sakık'ın iddiaları yayınlandıktan bir hafta sonra, İnsan Hakları Derneği Başkanı Akın Birdal, Türk İntikam Tugayı tarafından vuruldu. Bunun üzerine Dinç Bilgin, bana sahip çıkmak ihtiyacını hissetmiş. Yazılarıma tekrar başlamama izin verdiler. Ama, Erol Özkasnak, Zafer Mutlu'yu sürekli telefonla arayarak, "O... çocuğuna halâ nasıl yazdırıyorsun" diye soruyormuş. Zafer de, beni korumak için, "Paşam o bildiğiniz gibi değildir, İstiklâl Marşı'nda gözleri dolar" diyormuş. Nihayet bir gün Etibank Yönetim Kurulu üyesi Vural Beyazıt, Çevik Bir'i arayarak, benim üzerime gitmekten vazgeçmeleri için ricacı oluyor. Böylece "Sabah'tan atın bu adamı" baskısı kalkıyor.

Ben, Sabah gazetesinden, 2000 yılında, Andıç üzerine yazdığım bir yazı yayınlanmayınca çıkarıldım. Andıç dolayısıyla Türk Silâhlı Kuvvetleri'ne hakaret ettiğimi iddia ettiler ama, sadece, "Devlet adına da yapılmış olsa, hukuku çiğnemenin, insanlara iftira etmenin, insanların onuruyla oynamanın, kişi ve kuruluşlara karşı düzmece belgelerle komplo hazırlamanın cezaî sorumluluğu vardır" diye yazmıştım. Andıç sayesinde aklanmıştım; lâkin buna sevinemeden, zira işimden oldum.

MEHMET ALİ BİRAND

28 Şubat, hangi açıdan bakarsanız bakın, yakın tarihimizin en tehlikeli ve en kötü dönemidir. Silâhlı Kuvvetler içindeki bir kesimin her türlü baskı unsurunu kullanarak, ülkeyi yönettiği bir dönemdir. Kışla mantığının işlediği bir dönemdir... 28 Şubat'ta ben, askerin ANDIÇLADIĞI kişilerdin biriydim. Sonradan yalanlar anlaşıldı ancak, sözünü ettiğim askeri kesimin verdiği emirlerle SABAH'tan çıkarıldım. Yazılarım kesildi. 32.GÜN adlı programım SHOW TV'de durduruldu. Kısa bir süre dahi olsa vatan haini muamelesi gördüm... Tehlikeli bir dönemdi, zira medyanın bir bölümü korktuğu, diğer bölümü nemalandığı için, bu tutuma itiraz etmedi... Ancak ilginçtir, Silâhlı Kuvvetler bir süre sonra kendi içindeki çürük elmaları atmasını da bildi. ANDIÇ rezaleti Nazlı Ilıcak sayesinde ortaya çıkınca kendi içini temizledi. Yine de, mağdur olanlara, çekilen acılara yazık değil mi?

MEHMET BARLAS

Refahyol yıkıldı, Barlas yasaklandı

Erbakan- Çiller hükümetinin görev süresinin dolduğunu anlamıştım. Erbakan'ın istifası üzerine koalisyon protokolü gereğince, Tansu Çiller başbakan olacak ve genel seçime gidilecekti. Ancak Türkiye'de dönen siyasi dolaplar buna izin vermedi. Ben buna karşı çıktım. Sabah Gazetesi'ndeki yazılarım kesildi. Televizyonlarda yaptığım yorumlar engellendi. Bu, genel olarak sansürdür. Sansürün boyutu o kadar fazlaydı ki, o dönem Yeniyüzyıl 'da yazan eşim Canan Barlas 'ın yazıları da engellendi. Soyadı kırımı yapıldı.

Susmadım. Özer Çiller'in sahibi olduğu bir televizyon kanalında antidemokratik sürece tepkimi dile getirdim. Daha çok çalıştım. O dönem hakkımda çok sayıda dava açıldı. Evime on binlerce dolarlık icra geldi.

MEHMET ALTAN

"Altan'dan rahatsızız"

28 Şubat, o güne kadar görmediğim biçimde özgürlüğün daraldığı bir ortamdı. Bazı yazılarıma sansür uygulandı. O dönem, 4 gün yazı yazıyordum. 28 Şubat'ın baskısıyla yazılarım bire indi. O günlerde, Çevik Bir'in Dinç Bilgin'le yemek yiyip, 'Mehmet Altan'dan rahatsızız' dediğini Hasan Cemal, "Kürtler" kitabında anlatır.

* * *

"Türkiye'de memur olmak gibi bir talihsizlik, silâhsız memur olunca ikiye katlanıyor" diye yazmış ve eğitimcilerle askerlerin maaşları arasındaki farkı da buna örnek göstermiştim.

Dönemin Genelkurmay Genel Sekreteri'nin yazı ile ilgili olarak gazete yönetimini arayıp "Beni süngü ucunda cephe cephe dolaştırmakla" tehdit ettiğini bir zaman sonra gazete yöneticilerinin ağzından duydum... Doğrusu, dönemin şartlarını sabit sayan, gökte tutup yerde yiyen bir tuğgeneralin bu tuhaf konuşma biçimi hoşuma gitmedi.

Ertesi yıl, asker ve sivil memur maaşları açıklandığında, "Yeni Memur Maaşları" başlığıyla hemen hemen aynı minvalde bir yazı daha yazdım... Asker sivil demeden tüm memurların parasının az olduğunu, ancak bilgi çağına adım atılan bir dünyada, hükümetlerin savunmayı eğitime karşı çok daha fazla sakındığını anlatıyordum...Bu kez, aynı general, patron katına telefon etti. Küçük bir gazete içi kriz yaşandı.

Sonra da, kamuda çalışan memur maaşlarının yayınlandığı listelerden askerlerinki çıkarıldı.

Aradan yıllar geçti. Beni "süngü" ile tehdit eden general, yükselemeden emekli oldu... Bir yana çekildi. Bir gece bir televizyon programında 28 Şubat'ın bir "post-modern" darbe olduğunu kabul ederek, işledikleri "anayasal suçu" da itiraf etti...Onun bir zamanlar yayınlanmasını engellemek istediği "silâhsız memurun daha da mağdur olduğu gerçeği" ise şimdi manşet oluyor...

Ali Bayramoğlu

"Asker tarafından sıkıştırıldım"

28 Şubat'ta yazı yazdım. Sıkıntılı bir dönemdi. Bu süreçte iki önemli yön vardı. Biri, toplumun dar çevresinde olan grupların, kesimlerin, toplumun merkezine gelmesiyle meydana gelen sosyolojik bir bunalım. İkincisi ise bunalımın yarattığı politik ruh hali. Bu toplumda kutuplaşmalara yol açtı. Temel hak ve özgürlükler daraltıldı. Basın üzerinde yaşanan dolaylı bir askeri müdahale 28 Şubat'ı tanımlayan çerçeveler. Herkes gibi ben de sıkıntılar yaşadım. O zamanlar Yeni Yüzyıl Gazetesi'nde yazıyordum. 28 Şubat'a karşı demokratikleşmeden yana tavır aldım. Asker tarafından sıkıştırıldım. Gazetede yaşam alanım daraltıldı. Üniversitede hocaydım. Orada da benzer sıkıntılar yaşadım. Basının bir kısmı tarafından karalanma gibi, bir çok gazetecinin yaşadığını yaşadım.

İRTİCA BRİFİNGİ

04.03.2005

 
Hürriyet ve Sabah var güçleriyle 28 Şubat'ı ve antidemokratik gelişmeleri desteklediler Hürriyet kasetle Tayyip Erdoğan'ı vururken, Sabah "Tayyip'in bittiğini" müjdeliyordu!

Genelkurmay Başkanlığı'nın medya ve yargı mensuplarına yönelik brifingleri bir kısım medya tarafından makûl karşılanıyordu. O sırada Akşam gazetesinde "Brifinge alkış" başlığı ile bir makale kaleme aldım. Yargı mensupları sadece brifinge katılmakla kalmamış, aynı zamanda kendilerine açıklamalarda bulunan askerleri ayakta alkışlamışlardı. İşte makalemin bazı bölümleri:

"Bir yargı mensubu, anayasanın açıkça ihlâli mahiyetinde olan toplantıya, üstelik kendi arzusuyla hiç gider mi? Haydi gitti diyelim, ortada somut deliller olmadan, insanların ve kurumların karalanmasını alkışlar mı? Muhtıra/darbe karışımı acayip bir sürece, bir hukuk adamı alkışlarla destek verir mi?

Askerler, İç Hizmet Kanunu'ndan bahisle 'Müdahale bizim hakkımız' diyor. Hukuk adamları alkışlıyor.

İç Hizmet Kanunu'na dayanarak asker darbe yapabilir mi?

En kötüsü brifing sonrasında ekranlara akseden manzaraydı. 'Şükranlarımızı arz ederiz paşam şak şak şak. Biz bu mürtecilerin, delil olmadan mahkûm edemiyoruz maalesef. Siz darbe yapın da, bize fazla iş kalmayacağı için biraz tatile çıkalım. Size iyi darbeler efendim. Yolunuz açık olsun. Şak şak şak.'

İşte brifingin özeti." (14 Haziran 1997 - Akşam)

İrtica brifingi

Brifinglerde Refahyol iktidarı açıktan açığa suçlanıyor, irtica, PKK ile aynı tehdit konumuna yükseltiliyordu.

İşte Genelkurmay'da yargı mensuplarına, bürokratlara ve basın mensuplarına anlatılanlardan bir bölüm:

"...1996 Haziran ayında, bugünkü koalisyon hükûmetinin oluşturulmasını müteakip, irticaî kesimin siyasal İslâm'ı gerçekleştirme yolunda başta teşkilâtlanma ve kadrolaşma olmak üzere, tüm alanlarda yoğun bir faaliyete giriştiği görülmüştür. Laikliğe aykırı söz ve davranışları ile tanınan bazı tarikat liderlerine, devrim yasalarına aykırı kıyafetleriyle geldikleri Başbakanlık Konutu'nda yemek verilerek, bu çeşit kişilerin devlet katında itibar gördükleri kanıtlanmaya çalışılmış, siyasal İslâm taraftarlarına olumlu mesaj verilmiştir. Okullarda, öğrencilerin, irticanın simgesi haline dönüşen türban ile bulunmaları, laiklik ilkesine aykırı olduğu Anayasa Mahkemesi kararıyla belgelenmesine rağmen, teşvik edilmiş, bunun anayasal bir hak olduğu iddia edilerek halk kışkırtılmıştır... 28 Şubat 1997'de, MGK'ca alınan kararlar doğrultusunda, hiçbir gelişme olmamış, İslâmî kesim, her alanda cephe oluşturarak, bu kararları uygulatmamak için dayanışma içine girmiştir. Kararlar askerlerin dayatması olarak, halka anlatılmış ve TSK hedef gösterilmiştir. İrticaî kesim, sahip olduğu 19 gazete, 110 dergi, 51 radyo ve 20 televizyon istasyonu ile propaganda faaliyetlerini kesintisiz olarak sürdürmüştür. Siyasal İslâm, taraftarların sahip oldukları 1500 dernek, 500 vakıf, binin üzerinde şirket, 1200 yurt, 800 üzerinde özel okul ve dersaneler ile, oldukça yüksek bir ekonomik güce kavuşmuştur.

Şeriat esaslarına dayalı bir rejimin Türkiye'de kurulması için, İran, maddi ve manevi her türlü desteği sağlamaktadır. Libya, irticaî kesim ile yakın ilişki içerisinde bulunmakta ve onlara her türlü yardımı yapmaktadır. 14 Nisan 1997 tarihinde, Libya'da düzenlenen bir festivale, Kaddafi'nin özel davetlisi olarak, irtica yanlısı üç milletvekilinin katılması çok dikkat çekicidir. Suudi Arabistan, irtica eğilimi olan milletvekili ve bürokratlara ilâve Hac imkânı sağlayarak sempati kazanmakta ve irticaî unsurlara maddi destek vermektedir.

İrticaî kesimin İslâm devletinin kalesi olarak gördükleri İmam Hatiplerdeki durum düşündürücüdür. 1995 verileriyle yapılan bir çalışmada, ülkemizde 561 İmam Hatip Lisesi'nde 492 bin öğrenci bulunduğu ve yılda 53 bin kişinin mezun olduğu tesbit edilmiştir. Oysa, yıllık imam ihtiyacı 2 bin 288 kişidir. İhtiyaç fazlası 51 bin kişi, özellikle hukuk, siyasal bilgiler ve polis akademilerine yönlendirilerek, İslâmî bir devlet yapısının oluşturulması amaçlanmaktadır... Halen, sadece kayıtlı Kur'an kurslarına devam edenlerin sayısı 1 milyon 685 bindir. Her 5 yılda bu sayı iki katına çıkmaktadır. Türk Silâhlı Kuvvetleri, irticaî faaliyetleri, iç tehditle, bölücü terör ile aynı seviyeye çıkartmış, yani birinci önceliğe yükseltmiş ve Batı Çalışma Grubu'nu oluşturmuştur. Batı Çalışma Grubu, siyasal İslâm'ın ülke genelinde resmini çıkararak, irticaî faaliyetleri bütün yönleriyle yakinen takip ve kontrol altında izlemektedir."

Din ve dindar tehlikeli

Bugün 28 Şubat'ın sona erip ermediği tartışılıyor. Askerlerin, siyaset üzerindeki etkileri sınırlanmış ve özgürlükler yolunda Avrupa Birliği'ne uyum çerçevesinde önemli adımlar atılmış olsa dahi, halâ siyasî iktidarın eli kolu bağlı durumdadır. 28 Şubat MGK kararlarıyla ve sonrasında, laikliği koruma adına atılan bütün adımlar, aynen devam ediyor. Başörtülüler halâ üniversitelere giremiyor, 8 yıllık eğitim, hiçbir yönlendirmeye imkân vermeden sürüyor, ilköğretimi bitirmeden Kur'an kurslarına gitmek yasak, sadece ilköğretimin 5'inci sınıfından itibaren çocuklar yaz kurslarına veya hafta sonu kurslarına gidebiliyor. Danıştay, 5'inci sınıftan sonra hafta sonu veyahut yaz kurslarına gidilmesinin, anayasanın laiklik ilkesine aykırı olduğu kanaatine vardığı için, bu uygulamanın yasal dayanağını oluşturan kanunun iptali için Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu. İmam Hatipler de dahil hâlâ bütün meslek okullarının önünde katsayı engeli mevcut. Din eğitimi ve öğretimi irtica ile özdeşleştirildiği için, genç dimağların bundan etkilenmemesine çalışılıyor.

Belki, 28 Şubat bin yıl sürmeyecek ama, yarattığı tahribatın bertaraf edildiği söylenemez. Halâ din ve dindar, kimilerinin gözünde tehlike yaratıyor.

Laik cumhuriyet rakı kadehiyle kurtuldu

28 Şubat'ın habercisi olan olaylardan biri Erbakan Başbakan olur olmaz patlak verdi. Erbakan, Yüksek Askerî Şûra toplantısı şerefine Başbakanlık Konutu'nun bahçesinde bir davet düzenledi. Bahçedeki 7 masada Refahlı bakanlarla, üst düzey komutanların yanyana oturmalarına özen gösterildi. Garsonların kimseye sormadan portakal suyu servisi yapması üzerine, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya rakı istedi. Garson, rakı bulunmadığını söyleyince, Erkaya, dışardan satın alınıp getirilmesini talep etti. Diğer kuvvet komutanları ve Genelkurmay Başkanı, portakal suyu içerken, Güven Erkaya rakı içerek laik cumhuriyeti kurtardı! (Ağustos 1996)

* * *

Hürriyet, Milliyet ve "Tayyip"

Tayyip Erdoğan, sürekli medyanın hücumuna maruz kalıyordu. 7 Temmuz 1998'de Hürriyet'te Erdoğan'ın bazı sözleri yayınlandı. "İşte şok sözler" başlığı altında şu cümleler yer alıyordu:

"...Hem laik, hem Müslüman olunmaz. Ya Müslüman olacaksın, ya laik.

...İslâm alemi Müslüman Türk milletinin ayağa kalkmasını bekliyor. Kalkacağız. Bu kıyam başlayacak.

....Sandığa giderken egemenlik milletindir. Ama maddede ve manâda egemenlik Allah'ındır. Tutturmuşlar laiklik elden gidiyor diye. Bu millet istedikten sonra tabiî elden gidecek.

...Bir gece yaşlı amca, elektrik direğine RP bayrağı bağlıyor. Elektrik çarpacak deyince, 'Sen bana şahadeti çok mu görüyorsun' cevabını verdi. 'Şahadetin Refah bayrağı ile ne ilgisi var' diye üsteledim. 'Her Refah bayrağı Muavenet muhribinden Saratoga'ya bir mermidir' dedi."

*

Hürriyet, Siirt konuşmasından sonra, bu sözlerin de Erdoğan'ın başına dert açacağını "İkinci Kâbus" başlığı ile "müjdeliyordu"(!)

21 Ağustos 2001'de ise, 7 Temmuz 1998'de yayınlanan aynı cümleleri Hürriyet ve Milliyet yeniden gündeme getirdi. Bu defa kaset, Kanal D'de yayınlandı; haber, ertesi gün, her 2 gazetenin de manşetinde yer alıdı. 3 sene arayla aynı haber veriliyordu. Erdoğan, o tarihte, AK Parti kurucu üyesi ve Genel Başkanı'ydı; siyasî engelleri aşmaya çalışıyordu.

* * *

Sabah ve Tayyip Erdoğan

O tarihte Dinç Bilgin'in sahibi olduğu Sabah gazetesi, Doğan Grubu'ndan geriye kalır mı! Onlar da hemen yayına başladılar. 22 Ağustos 2001'de, Sabah gazetesi, Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu'nun, Tayyip Erdoğan'ın kurucu üyeliğinin düşürülmesi talebini "Tayyip bitti" başlığıyla verdi. Bunun yanı sıra, Şişli Cumhuriyet Savcısı, Tayyip Erdoğan'ın "Hem laik, hem Müslüman olunmaz" sözleri için soruşturma başlattı. Aynı gece ATV, "Tayyip Erdoğan'ın gizli yüzünü" açıkladı. Bu televizyon kanalına göre, Erdoğan 1988'de Pendik'te yaptığı konuşmada, İran'ın molla düzenini övmüştü. "Ceket, pantolon ve kravat bizim kültürümüz değil" demişti. ATV'den sonra Sabah gazetesi de, Erdoğan'ın 1988'de sarfettiği cümleleri "Tayyip'in molla kıyafeti özlemi" başlığı ile manşetine taşıyordu. İşte gazetenin şok edici bulduğu cümleler: "Ülkeyi Yahudi'ye peşkeş çekmeyen Sultan Abdülhamit'e, kızıl sultan dedik. Bize, hep geçmişinde Katarina ile bilmem ne yapmış dedelerin torunları dediler. Dedelerimizi bize hep öyle tanıttılar. Amerika, Rusya, Batı, adil ölçüler içinde bizimle ilişki kurarsa, varız. Halâ bizi sömüreceklerse, bu vatanın yiğit evlâtları olarak kıyama kalkıyoruz. TV'ler bize hep Batı'nın görüşlerini enjekte ediyor. Ayşe kızımız Renault marka arabanın üzerine oturuyor ve arabayı satıyor. Biz de Ayşe kızın bacaklarına bakıyoruz."

* * *

Yeşil sermaye

Asker "Yeşil Sermaye" konusunda çok hassastı. Biz "Paranın rengi olmaz" diyorduk ama, onlar, daha sonra Faik Bulut'un kitabından alındığını gördüğümüz bir listeyi yayınlayarak, askerî personelin "laiklik karşıtı ticari kuruluşlardan alışveriş yapmamalarını" istediler. Hem brifinglerde, hem gazetelerde, kebapçıdan, kitapevine, mobilyacıdan, sürücü kursuna kadar bir dizi firma irticacı olarak tanıtıldı:

İşte "İrticacı" diye tanıtılan ve boykot edilmesi istenilen firmalardan bazıları:

Ülker Grubu mamulleri, Emin Otomotiv AŞ, Kar Yatırım Hizmetleri AŞ, Assan Hyundai Otomotiv AŞ, Assan Galvaniz Sanayi, Assan Demir Saç Sanayi, Assan İthalat İhracat AŞ, Uzay Gıda Sanayi, Huzur Giyim Sanayi, Gencallar Giyim Sanayi, Saray Muhallebicileri, İhlas Holding AŞ, Türkiye Gazetesi, Net Turizm, Kia-Subaru-Citroen otolar, İshakoğlu Boya, Kar Paket Ambalaj Sanayi, Namlı Kebap Salonları, Merve Pastanesi, Uzteks Gömlek, Emin Sigorta, Albaraka Türk, Sahan Kebap Salonları, Tokai Çakmak, Ekinciler Unlu Gıda Mamulleri, Doğruluk Pazarı, Şişmanoğlu Kerestecilik, Doyuran Lokantası (Karşıyaka), Albey, Körfez Dersanesi, Balık Çeyiz (Bornova), Şifa Hastanesi, Lof, Cennet Muhallebicisi, İsmar, Mudurnu Ürünleri, Süt-İş, Pehlivanoğlu, Çetinkaya Mağazaları, Konyalı, Katibim Cafe, Kibarlar Demir Ticaret, Kuralkan Şirketler Grubu, İpak Giyim, Lezza, Arap-Türk Bankası, İpak Kebap, Türkiye Hastanesi, Otacı Şampuan ve İlâçları, Set Kebap Salonu, Kalebodur Grubu, Cuma Kebap Salonu, Hezarfen Havacılık, Bingo Deterjan, Faisal Finans, Atom Kimya AŞ, Evyap Sabun ve Temizlik Mamulleri, İntaşlar, Rodi Jeans, Yeşil Bursa Pazarı, Süsler Halı Mobilya, Cihad Kitabevi, Memba Sürücü Kursu (Çankaya), Oygur Sürücü Kursu (Karabağlar), Altınbalık Restoran (Bostanlı), Sahil Restoran (Karataş), Çamlıca Gazoz, Kafeda Pazarlama, Aydınlı Giyim (Fevzipaşa Bul), Çamlıca İnşaat, Kristal Su, Şiribom."

.:::BİTTİ:::.