31    MART       VAK ‘ ASI

 

            Mesele sineklerle uğraşmaktansa,sineklere vücudu ısırttıran,onları celb ve cezbeden durumun tesbitini yapmak...

            Bir asırdır meydana gelen aksama ve aksaklıkları tesbit ve teşhis etmek... Hastaya yapılacak en iyi acil bir tedbirdir.

            Evet,en büyük kaybımız”Zaman israfıdır.” “Kaybolan asırlar”. Bizi uğraştıran sinekler değil,sinek üreten bataklıklardır.

            Değmeyen,kıymet  ifade etmeyen,sineklerle yıllarca uğraş tık,

Uğraştırıldık;kaybettik,kaybettirildik...

            Gerek dahili,gerekse harici ellerin karıştırması ve karıştırılmasıyla hiç yoktan bu millete mesele çıkarılışmış ve yıllarca onun ile meşgul edilerek,sürekli suçlu sandalyesine oturtturulmuştur. Suçlu arandığında ise bir türlü bulunamamış,zira suçlu hep meçhullerde kalmış... Meçhuliyeti ise,nihâyet malumiyetinden!!!

            -İki yol var;biri,gelen neslin önündeki engellerin kaldırılması. İkincisi,gelen neslin engelleri aşması.

            Ancak ikinci bir yol olarak,üçüncü bir şık olan kaderin tecellisi olarak ortaya çıktığını görmekteyiz ki o da;her ikisi...

            Ayrılıklar içerisinde neticede birlik ve beraberlik;

            -Engelleri tanımayanlar,kaldırmaya çalışanlar ve engelleri aşanlar. Aşmaya ve açmaya çalışanlar...

            -Peki zararlar nasıl telafi edilecektir?

            İşçilikten ustalığa tüm insanımızın katılımını,imar ve tamire katkılarını sağlamak gerekmektedir. Başta vakıfların ihyasını ve ihya hareketlerinin hareketlenmesini sağlamakla...Kanunlarda düzenleme...Eğitimde ciddiyet ve kalite...Ekonomide denge ve düzen yoluna gidilerek,ihmal edilen akıl ve kalb ihmal ve eksikliği ve de birbirinden kopmanın yerini;maddi-manevi mükemmeliyet almalı ve de doldurmalıdır.

            -Tarihi parlak olan bir milletin bu kadar çarpışması,tarihi karanlık ve çarpışmalarla geçen bir milletin ise bu kadar barışık ve zahiri sessiz geçmesi gayet düşündürücüdür...

            Karanlık bir ortamda birbirimizi tanımadan ve anlamadan kavga etmekteyiz. Işıkları yakmalıyız!

            Hiçbir devirde,hiçbir devletin tarihi,bizimki kadar uzun müddet,bir asırdır gizlenip de saklanmamış,üstü küllenip de perdelenmemiştir.

            Harama,su-i istimallere geçit var,helale yok..ve yasak...

            -12 Martın generali olan Muhsin Batur’dan itiraflar:”Kurtuluş savaşından sonra cumhuriyet ilan edildi. Haddi zatında buna demokratik bir rejim denemez;ama demokrasiye giden yolu hedefledi. O zaman tek parti rejimi var,devrimlerin yerleşmesi için bazı katı önlemler alınmış.”

            -“Demokrasiyi de anlamadığımız için meclis ve parti tahakkümü başladı. Bir partinin mecliste diğer partiyi susturması,kurtuluş savaşında iki numaralı görev yapmış bir insanın meclisteki sözlerine dahi yayın yasağı uygulanması,tahkikat komisyonlarının kurulması sonunda 27-Mayıs olayını patlak verdi.”[1]

            -Türkeş diyor:”Bir ihtilal olarak 27 Mayısı planlayanlardan,öncülüğünü yapanlardan biriyim...

            ...her türlü hukuk düzeni,en iyi ihtilal düzeninden üstündür,iyidir..”

            -“Bazı generaller her gün genel kurmaya gelip genel kurmay başkanına bilgi veriyorlar,ikili oynuyorlardı. 12 Mart olmazda 15 mart olabilirdi.”

            -12 Eylül ile 12 Mart farkı konusunda ise:”12 Eylülün komuta kademesinde birlik ve beraberlik vardı,bizde ise yoktu. Komite konseyinde birbirimizle uyumlu değildik. Kuşak farkımız vardı,en genç bendim.”

            -“Demokrat partiyi askerler kapatmadı. Halbuki askerlerin kapattığı sanılır. Bir avukat dava açtı ve öyle kapandı.

            ... 12 Eylülde tek kişi vardı. Kenan Evren ne dediyse o oldu. Maalesef onun görüşleri hiç de ilerici görüşler değildi.”[2]

            Genelkurmay eski başkanı ve DYP Kilis milletvekili Doğan Güreş:”Askeri darbelerin Türkiyenin ilerlemesini engellediğini söyle”yerek;kendisine de “darbe yapılmasını”telkin eden mektupların geldiğini söyleyip,böyle bir şeyi düşünmediğini de belirtmektedir.

            Çekiç güç konusunda ise yorum yapmaktan kaçındığı belirtilerek,bu konunun milli güvenlik kurulunda değerlendirilmesi gerektiğini söyler.[3]        

            Evet. İleride meydana gelecek olayların ilklerinden biri de;İttihat ve Terakkiye karşım gösterilen bir tepki olayıdır.

            İrtica senaryoları ve uydurmalarının diğer adıdır 31 Mart...

            İleride ortaya konulacak ve atılacak olan senaryolara bir adım ve ayak atmadır 31 Mart...

            Tüm menfiliklerin halka,geçmişe,İslama mal edilmeye çalışmanın diğer adıdır 31 Mart...

            Yapılacak işlere meşruluk kazandırmak amacıyla toplumun başı üzerine konulan “Demoklesin kılıncı”nın diğer bir adıdır 31 Mart...

            31 Mart 1909’da seçilen kurbanlar-kurbanlık olarak seçilip-,ileride de seçilecek olan kurbanların diğer adıdır 31 Mart...

            -Olayın “İttihadî Osmanî adlı gizli bir cemiyetle başladığı ifade edilirken,gizlilik kendisini korur.[4]

            -“İyilik zannıyla kötülük yapmak”kuralına,yapılanlar ne kadarda benzemektedir.

            Evet. Çok renklerin çalkalandığı bu olayda;tek bir renk görülüyordu:Şeriat...

            Bir irtica olayı olarak yansıtılmaya çalışılan bu vak’ada hedefler ve hesaplar,ileriye dönüktü.

            Belki de ileride yapılacak ihtilallerin çekirdeği olarak atılmış ve ekilmişti.

            Bediüzzaman olayı şöyle özetliyor ve netleştiriyordu:”hem şeriat istiyorsunuz,hem şeriata muhalefet ediyorsunuz.” Zira “İtaat farzdır”diyordu.

            -“Her taşın altından çıkıyor.”derler. Doğru. Şu İngilize bu atasözü ne kadar da uyuyor, değil mi? Hele 31 Mart ve ona benzer olayların altında..

            Bir-iki asırdır,peş peşe yapılmakta olan;suyu iyice bulandırmak,o bulanıklık esnasında yapılması gerekenleri yapmak...

            Ancak işin hazin tarafı;mesele ve problemin çözümünün yıllar ve asırlar almış ve de alacak olmasıdır. Buda delinin değil de,çok akıllı birinin kuyuya bir taş atması,yıllarca akıllıların bir türlü çıkaramamasına benziyor...

            Ve şu da görülmektedir ki;sudaki bulanıklılık oranının,berraklık oranından –kıyas olarak- hala fazlalığını korumasıdır.

            Bu birazda tahribin kolay,tamirin güç olmasından da kaynaklanmaktadır.

            Çok yönlü hedefler ise;surların yıkımıdır. Yani;Abdulhamid,arkasından Osmanlı,devamla İslâm alemi ve neticede İslâmın imhası idi...

           

            BİR İNGİLİZ SEFİRİNİN ÇOK GARİB İFŞAÂTI :

 

            “1910 senesinde İngiltere sefiri Cirad Lavsır İstanbuldan,İngiliz dışişleri bakanı Harding’e gönderdiği mektub;İttihat terakkinin içinde rol oynayan masonların ve bunlara kapılan tînetsiz bazı kimselerin hallerini ve durumlarını acib şekilde tasvib ediyor.

            Mektup,29 Mayıs 1910’da yazılmış,ancak mektubun mahiyeti ve ifşa ettiği sırlar İngiliz siyaseti icabı uzun zaman saklı kalmıştır. Ta 1974 yılında Londra üniversitesi siyasal bilgiler öğretim üyesi Prof. İli Kiduri tarafından  Arabik politicak memores F.O 8000 adlı kitabında ve "“ritanya dış ileri bakanlığı belgeleri,193 A,”başlığı ve rakamıyla neşredilmiştir.

            İngilizce olan bu kitap,sonraları Prof. Dr. Muhammed Tevfik Hüseyin,Arapçaya tercüme ederek Bağdad’da münteşir”Afakı Arabiye” mecmuası 9. sayısında,sahife 56-dan 63-e kadar ki bölümünde ve mayıs 1978’de neşredildi.

            Ayrıca kitabul insan vel iman sahife 16-23 de de bu mektubun bazı kısımları neşredilmiş. bunlar:

            “Aziz Şarl,23 Nisan tarihli Gords’ın telgrafı ve 25 Nisan tarihli telgrafınız;Mısır’daki Muhammed Ferid,İstanbulda Masonlardan bir temsilci tayin ettiği şayiasına dairdir. ittihat ve terakki cemiyetiyle iç içe oldukları ve buradaki jön Türk hareketini idare ettiklerini ve buradaki Masonların,Türkiyedeki rol sahibi oldukları söylenen Avrupa Masonları hakkında biraz malumat vereyim:

            Şimdi size gizli ve şahsi olarak şunları bildiriyorum ki;Bu yeni Masonluk hareketi,İngiltere ve Amerikadaki Masonlardan ayrıdırlar. Buradakiler son derece siyasi ve gizlidirler. Çok gizli şekilde ve çok ustaca bunlara hülûl edilmezse durumlarından hiçbir malumat elde edilemez. Zira her hangi bir şahıs bunların ufak bir sırrını ifşa etmek istediğinde;onların gizli zebanilerin elinden çekeceklerini de beraber düşünür.

            Hem de siz bilirsiniz ki;Jön Türklerin Paristeki hareketi,Selanikteki Jön Türklerin hareketinden tamamen ayrıdır. Oradakiler,bunların hiç durumlarını ve nizamlarını bilmemektedirler.

            Şimdi Selanikte yüz kırk bin yahudi yaşamaktadır. Bunların sekiz bini İspanya asıllı yahudilerdir. Yirmi bini ise,”Lavi” sülalesinden olup müslümanlarla beraber yaşıya gelmişlerdir.

            İşte bu İspanya asıllı yahudilerin çoğu,geçmişte İtalya cinsiyetini almış olup,İtalya locasına bağlıdırlar.Çünkü Roma belediye reisi Yahudi Nasan,Roma da masonluk için çok büyük ve müessir bir loca teşkil ettirmiş,aynı zamanda”Nozati” ve “Sonino” adlarındaki iki yahudi reisi italya millet meclisinde masonluklarıyla bilinmektedirler.”

            “Bundan birkaç sene önce;Selanikli yahudi ve şimdi selanik meb’usu olan İstanbulda millet meclisinde bulunan Amanuel Selanikte italya locasına bağlı bir mason locasını teşkil ettirmişti. İşte        bu yahudi Emanuel Karasso,ittihat ve terakkinin jön Türklerinden bir çok subay ve sivilin mason olmalarında rol oynamıştır. Bunu hedefi de yahudilerin Türkiyedeki yeni harekette nüfuz sahibi olmalarını temindir. Her ne kadar,ilk önceleri jön Türklere,Sultan Abdulhamidin hafiyelerinin kötü muamelelerini propaganda ile anlatarak bunların çoğunu kendi localarında muhafaza ve emniyet altına alabileceğini söylemişse de;İsmail mahir paşa bu  locanın gizli sırlarından bazı kısımlarına muttali olmuş ve yıldıza götürmüştü. Fakat az bir müddet sonra,31 mart 1909 hareketinde,bu İsmail Mahir paşa,ittihat terakki tarafından büyük işkencelere uğratıldı.”

            “İngiltere sefiri devamla:”ittihat ve terakkinin çeşitli adlar altında kurdukları cemiyetlerinin hemen hepsi de mason localarına bağlıdırlar ve proğramları yahudiler tarafından tanzim edilmektedir...”[5]

            -Bediüzzaman,Divan-ı Harbi Örfi adlı eserinde olayın gelişmesini şöyle anlatır:”Hakkın hatırını kırmıyacağım,hakikatı söyliyeceğim. Zira hakkın hatırı alidir,hiçbir hatıra feda edilmez. Kimin hatırı kırılırsa kırılsın,yalnız hak sağ olsun. Şöyle ki:

            “Otuz bir mart hadisesi”denilen o saika ve müthiş fırtına,esbabı adide tahtında öyle bir istidadı tabiiyi müheyya etmişti ki;neticesi hercü merc olduğu  halde,min indillah ehli kıyamın lisanına daima mucizesini gösteren ismi şeriat geldi. O fırtınayı gayet hafif geçirdiğinden,nisanın nısfından sonra ki gazeteleri indallah mahkum ediyor. Zira,o hadiseye sebebiyet veren 7 mesele ve onunla beraber yedi hal nazarı mütalaaya alınsa,hakikat tezahür eder.Onlarda bunlardır:

            1)Yüzde doksanı ittihat ve terakkinin aleyhinde,hem onların tahakkümü ve istibdadı aleyhinde bir hareket idi.

            2)Fırkaların meydanı münakaşâtı olan vükelayı tebdil idi.

            3)Sultan-ı mazlumu sukut-u musammemden kurtarmak idi.

            4)hissiyatı askeriyenin ve adabı dindarânelerinin muhalif telkinatının önüne sed çekmekti.

            (Pek çok büyütülen Hasan Fehmi beyin katilini meydana çıkarmaktı.)

            6)Kadro haricine çıkanları ve alay zabitlerini mağdur etmemekti.

            7)Hürriyeti,sefâhete şümulünü men’ ve âdâb-ı şeriatla  tahdid ve avamın siyaseti şer’i bildikleri yalnız kısas ve kat’ı yed haddini icra idi.

            Fakat zemin bataklık ve dam ve plan serilmişti. Mukaddes olan itaat-ı askeriye feda edildi. üssül esas esbab,fırkaların taraftarâne ve garazkarâne münakaşâtı ve gazetelerin belağât yerine mübalağât ve yalan ve ifrat-perverâne  keşmekeşleri idi. Bu metâlibi seb’ada;nasılki yedi renk çevrilse yalnız beyaz görünür. Bunda da yalnız ziyayı şeriatı beyzâ tecelli etti. Zira fesadın önüne sed çekti.”[6]

            “Ben mart hadisesinde şuna yakın bir hal gördüm. Zira İslâmiyetin meşrutiyet-perver ve hamiyetli fedaileri cevheri hayat makamında bildikleri nimeti meşrutiyeti şeriata tatbik ile,ehli hükûmeti adalet namazında kıbleye irşad;ve namı mukaddesi şeriatı meşrutiyet kuvvetiyle i’lâ;ve meşrutiyeti şeriat kuvvetiyle ibka;ve bütün seyyiatı sabıkayı muhalefeti şeriat üzerine ilkâ etmek için bazı telkinatta ve teferruatın tatbikatında bulundular. Sonra sağını solundan farketmeyen –haşa- şeriatı istibdada müsait zannederek;tuti taklidi gibi”şeriat isteriz” demekle maksad ortada anlaşılmış oldu. Zaten planlar serilmişti. İşte o vakit yalan olarak,hamiyet maskesini takan bazı herifler o ismi mukaddese tecavüz ettiler. İşte cay-ı ibret bir nokta-i siyah!..”[7]

            -Abdulhamidin hatıra defterinde ise:”31 Mart gerekçesini “ittihat ve terakki cemiyeti “ile bu cemiyete dayanan hükûmetin tecrübesizliği ve tedbirsizliği hazırladı.Başta Kamil paşa zade ile İsmail Kemal bey oldukları halde,bir takım ittihat terakki muhalifleri bu durumdan yararlandılar. Basın,bilmeyerek ve tehlikeyi hissetmiyerek ateşi körüklüyordu. Nisanın birinci günü yayınlanan gazeteler genellikle ayaklananların şakşakçısı olmuş ve Murad beyin Mizanı çok ileri giderek subaylarını öldüren erlere gazilik dağıtmıştı.”

            Ve”31 Mart olaylarıyla benim kesinlikle ilişkim yoktur. Hatta kendiliğinden gelmiş bu fırsattan yararlanmaya bile tenezzül etmedim. Eğer olaylara girmek isteseydim ve yararlanmayı düşünseydim,bu gün Beylerbeyinde değil,yıldız sarayında bulunurdum.”

            -“Eski Şeyhulislamlardan Cemaleddin Efendi ise:”O hadisenin,ittihat ve terakki tarafından tertip edildiğini”ifade etmektedir.”

            Bediüzzaman ise burada;nasihatlarıyla yatıştırıcı rol oynamıştır. Kendisi kesinlikle katılmamıştır. Derviş Vahdetinin Volkan gazetesindeki kışkırtıcı yazılarına mukabil,tesirini kırıcı ve halkı teskine tesir edici yazılarıyla bir çok insanın katılmamasına yardımda bulunmuştur. Zira o gerçek rengi görmüş,oyunu anlamıştı. Katılmamış,yardım da bulunmamıştır,avamın alet olmasına...[8]

            31-Mart gibi,Şeyh Said ve Menemen hadiselerinin arkasında bir komplo görülmektedir. Nitekim hala da 28 şubat kararları ile belli kesime kızılmış,umumun malı olan Kur’an kursları ve İmam-Hatibler kapanarak inançlı insanlar rencide edilmiştir.

            Menemen Hadisesi ki; konuda Rıza Nur şöyle der:”...Bu gün gelen Milliyet gazetesi de Menemen isyanından bahsetmektedir.Dediğimiz oluyor.Mustafa Kemal’in,milletin kendi aleyhinde olduğunu görünce yeniden bir terör yapacağına hükmetmiştik. Demek başlıyor. Zannımca bu isyan ehemmiyetsiz bir şey olacak. Belki hükümet tarafından teşvik edilmiştir.Çünki teröre vesile yapacaktır. Hatta serbest fırka erkanın da bununla müşterek olduğunu söylüyorlarmış. İşte ne kadar katliam edilecek menfaatlarına muzır görülen adam varsa bu vesile-i cemile ile temizlenecektir.” Ve devamla:

            “..Bu fırka işi de bitti. Şimdi bunun intikamı ve kanlı neticesi olacak ki bu feci...İleri atılmış türlü kahırlara,hakaretlere,maddi zararlara,hapislere uğrayacaklar,hatta canlarını kaybedenler olacaktır.Gazi’nin seyahatı bunun mukaddemesi olsa gerektir. Bakalım ne olacak... Bunların bütün mesuliyetleri Fethi’nin boynundadır. Herkesin ileri atılmasına sebeb oldu,sonra alçakça onları bıraktı.”der.[9]

            Menemen’in Belediye başkanı,Atatürk’ü kızdıran şu sözü söyler:”Bu olay,serbest cumhuriyet fırkasını lekelemek için tertib edilmiştir.”ve Atatürk der:

            “Olayın siyasi kaynakları araştırılsın. Olayla ilgili görülen herkes şiddetle cezalandırılsın. Verilen ölüm cezaları hemen yerine getirilsin. Menemen artık lanetlenmiş bir beldedir. Bütün ahali boşaltılıp çevre illere dağıtılsın. Evler yakılıp hükümet meydanına büyük bir sütun dikilsin.”

            Herkes tarafından ittifak edilen gerçek şudur ki;Menemen olayı bir komplodur.

Nitekim daha sonraları da olduğu gibi. Burada esrarkeş üç Mehmetler kullanılmıştır. Derviş Mehmet,Sütçü Mehmet,Şamdan Mehmet’dir. Meslekleri belli,kendileri sarhoş kimseler olarak belli..

            Dini hiçbir yönü olmayan bir olay. Nitekim olayın içerisindekilerden biri şöyle der:”Vallahi efendim,ben namaz bile kılmıyorum,oruç tutmadığıma dair şahitlerim vardır.”            Milletteki 60 yıllık burukluk,suçluluk hissi Menemen tertibinin menfi neticesidir.

            Menemen olayından sonra verilen beyanatlar ya din adamına,ya bir tarikat mensubuna veya tekke üzerinedir.

            Kazım Özalp (TBMMBaşkanı):”Tekkeler ya mekteb yapılmalı,yahut yakılmalı. Bununla irtibatı olan diğer şahıslar da etraftan celbedilmelidir.”

            Gazi Paşa:”Kumandanlar bilmelidirler ki bu tarikat (Nakşibendi tarikatı) yok edilecektir,siyasi irtibat aranacaktır.” Ve “Hiçbir yerde kutub ve Kutbul aktab bırakılmamalıdır.”,”Şeyhlik ve müridliğe fiilen müdavim oldukları sabit olanlar hakkında ağır ceza tatbiki için kanun çıkarılmalıdır.”[10]

            Ancak Kubilay’ın çavuşu olan Mahmut Özkan şöyle diyordu:”Olayı müslümanlara mal edenler yalan söylüyor.” O halde yalan söyleyenler utansın! Yalan söyleyen tarih utansın veya yüzündeki utanç perdesi kaldırılsın,aklansın...

            MİT Alanı Mahir Kaynak şöyle der:”1960’da basit bir-iki öğrenci ile darbe yapmak mümkündü. 71 müdahalesine gelindiğinde 1960’dan daha ciddi bir takım sebebler gerekiyordu. 1980’e gelince artık aynı gerekçe ile darbe yapılamazdı. Daha ciddi bir takım hareketler oldu.Şu anda yeniden darbe yapılması mümkün ise 1980’in ötesinde bir takım gerekçeler gerekiyor. Ya iç harp olacaktır,yada başka bir şey...Gerekçesi her hâlu kârda 80’i aşan ölçülerle olmalı.”[11]

            Nitekim 1997’de yapılan sessiz darbe;Postmodern bir darbe olarak tarihe geçti. Sivil-asker işbirliği...

            13-Şubat-1925’de:”Şeyh Said isyanı” ile “Takrir-i Sükun kanunu” çıkarılmış ve”İstiklal mahkemeleri” kurulmuştur.

            23-Aralık-1930 Menemen olayı ile de Nakşibendi Şeyhi Esad Efendi gibi şahsiyetler ortadan kaldırılmıştır.”[12]

            Sanki olaylar,kanunlar ve uygulamalar için bir zemin oluşturulmuş ve o mecraya sürüklendirilmiştir.

            Kubilay’ın yakın arkadaşı ve Menemen’in eski belediye başkanı Bedri Onat şöyle der:”Daha anlatamadığım hadiseler var...Anlatmak istemediğim değil de,anlatmadığım,anlatamadığım hadiseler var.”[13]

            “Menemen Hadisesinin İç yüzü”adlı kitabında Cevad Rifat Atilhan özetle şöyle bahseder:”İttihatçı ve dünya siyonizmine bağlı Celal Bayar’ın sevk ve idaresinde bulunan bir iktidardan başka türlü bir şey beklenemezdi.” Ve “inkilab öncesi bütün kötü idare ve yolsuzluklardan bizzat o,yani Celal Bayar mesuldür. Arkadaşlarının başını yiyen de odur.”[14]

            “33 yılda üç insanın canına kıymayan mutlakiyet devrine mukabil,sekiz yılda hürriyet devrinde darağaçlarında asılmak veyahut kurşuna dizilmek suretiyle tam altmış bin insanın canına kıyılmıştır. Cehalet,ihtiras ve keyfi idare yüzünden cephelerde ölen üç milyon Türk bu hesaba dahil değildir.[15]

            “Osmanlı mali hayatı Sultan Selim devrinden itibaren Yasef Nazi tarafından ele geçirilmiştir. Bunlar şu anda dünya iktisadi hayatını elinde tutan Roçilt’lerin dedeleridir.

            Siyonist ve mason kesafetinin çok az olduğu yerlerde bunlar ellerinde mali imkanlara dayanarak hükümet adamlarını,parti liderlerini,naşirleri,müellif ve mütefekkirleri satın alarak dünya siyonizmi ve masonluğunun umumi menfaatlarını korumak ve müdafaa etmek için hamleler yaptırırlar.”[16]

            “İlk kominist merkez üyesi olan beşyüzelli dört üyeden dörtyüzkırk yedisi saf kan yahudi idiler. Yahudi olmayanlardan iki Polonyalı,bir çek,kırküç Litvanyalı,üç Finlandiyalı,otuz Rus,onüç Ermeni,iki Gürcü,bir Macar,oniki Alman ve 447 yahudi..Bu 447 kominist yahudiden yalnız ellisi 1917 büyük kominist ihtilalinin iç yüzüne vakıf ve ana hedefini biliyordu,diğerleri ise mahalli ihtilal koministleri idi.

            ......1917’de rusyadaki kominist ihtilallerinin dış ve şef organizatörleri Amerikan yahudisi milyarder Jakop Şif (tir.)(31 Mart ihtilali için bir milyon dolar,1917 rus ihtilali için 12 milyon dolar sarfeden yahudi)...[17]

            “1917 Rusya bolşevik ihtilaline kadar dünya siyonizmi milletleri ırk ve din uğruna birbirine karşı savaşlar ve iç ihtilallere sevketmiştir. 1917’den sonra dünya siyonizmi milletlerin karşısına yeni bir taktikle çıkmıştır:İktisadi Sistem. Şimdiden sonra dünya milletlerini pek kanlı savaşlara sevkedecek olan amil iktisadi sistemdir. Devletlerin yıkılışı ve yeniden kuruluşuna daima iktisadi faktörler tesir edecektir.”[18]

            Özetle;Rumi takvimle 31-Mart 1325,asıl 13-Nisan-1909’da olan bu olayla Abdulhamid tahttan indirilmiş ve Meşrutiyet kurulmuştur. Abdulhamid Han çetelerin silahlanmasına karşı müslümanı müslümana kırdırmamak için birliklerinin silahlarını toplatarak,kan akmasını önlemiştir.

            Sultanın Hal’ kararını tebliğ edenler içinde bir Türk yoktu. Bunlar;Emanuel Karasso,Esat Toptani,Âram Efendi ve padişahın uzun seneler yaverliğini yapan Arif Hikmet Paşa idiler. Durumu öğrenen Padişah;”Bir Türk Padişahına,İslâm halifesine hal’ kararını bildirmek için bir yahudi,bir ermeni,bir arnavut ve bir nankörden başkasını bulamadılar.”demiştir.

            31 Mart vak’asının gizli tertipçilerinden Selim Sırrı Tarcan ile Rıza Tevfik bey şu itirafta bulunmuşlardır:”1908 ihtilalinden evvel,bizleri başta İngiliz sefiri olmak üzere fransız,italyan sefirleride çok teşvik ettiler Onlardan büyük mikyasta fikir muaveneti ve teşvik gördük.” 

            Rıza Bey buna rağmen ziyaretine gittikleri ingiliz sefirinden kabul görmediler,yıllar sonra oğluu Londrada  ziyarete gittiğinde hem oğlu hemde kendi maddi yardım gördüğünden teşekkür için Lordu ziyaretinde,önceki ziyaretlerinde soğuk davranmalarının sebebini sorduğunda;istediklerinin yapıldığını ancak neticenin alınmadığını şöyle izah etmiştir:”Zira ihtilal yaptınız,gerçi Kanuni Esasi geldi,fakat sultanda hele hilafet müesseseside yerinde bâki...”

            İlgi sebeblerini de şöyle belirtir:”Ha...Dostum Rızâ Tevfik Bey... Biz Mısır'da bilhassa Hindistan'da İslâm kitlelerini idâremiz altına alabilmek için milyonlarca altın harcadık, muvaffak olamadık. Halbuki Sultan Yılda bir defâ bir "selâm-ı Şâhâne", bir de "Hafız Osman Kur'ân-ı Kerîmi" gönderiyor, bütün İslâm ümmetini, hudutsuz bir hürmet duygusu içinde, emrinde tutuyor.

İşte biz ihtilâlden ve siz Jön Türklerden ihtilâl sonunda, sultanların da, hilâfetin de, yâni bir selâm-i Şâhâne ve bir Hâfız Osman Kur'ân'ıyla kitleleri avucunda tutan kuvvetin de devrilmesini bekledik, aldandık. İste bu sebeple bir soğuk adem-i kabul gördünüz..."

            Sözü yine Mahir Kaynak’ın sözüyle bitirelim:”Bugün darbe yapmayı planlayanlar varsa Türkiye halkını;”Evet,bunun için darbe yapılır.”dedirtecek bir takım eylemlere ihtiyaçları var. Bu da bellidir,Türkiye’nin bölünmesi...Çok vahim bir olay. Türkiye açısından ancak böyle bir konumda askeri darbe olabilir (ve) Güneydoğu darbeye hizmet etmiyor.”[19]diyor.

            Necib Fazıl şiirinde: Mehmed’im,başlar yüksekte

                                             Ölsekde sevinin,eve dönsekde

                                             Sanma bu tekerlek kalır tümsekde

                                             Yarın elbet bizim,elbet bizimdir.

                                             Gün doğmuş,gün batmış,

                                             Ebed bizimdir...                                  

            -Surda bir gedik açtık,mukaddes mi mukaddes

             Ey kahpe rüzgar,her nereden esersen es...

 

        2-4-1996 / MEHMET   ÖZÇELİK



[1] Aksiyon derg.27-Mayıs

[2] Agd.13-19-Ocak-1996.

[3] Zaman gaz. 12-Mart-1996.

[4] Bak.Yeni Asya gaz.17-20-Nisan-1994.

[5] B. Said Nursi. A. Badıllı. 1 / 198-199.

[6] Age. 1 / 236,37-38, Asar-ı Bediiyye. B. Said Nursi. 316,Tarihçe-i Hayat. B. Said Nursi.58-72.

[7] Age. 1 / 239-240.

[8] Bak.age. 1 / 242-243,235-248.

[9] Yeni Asya gazt.18-12-1990,bak.Menemenle ilgili.Zaman gazt.16-12-1991,23-12-1991,25-12-1988,Milliyet gazt.30.Kanun-u evvel.1930,Bak.Din-Devlet İlişkileri. H.Hüseyin Ceylan. 3 / 161 ve devamı.

[10] Yeni Asya gazt.25-12-1990,Bak. Kemalizm.A.Dilipak.sh.346.

[11] Zaman gazt.17-12-1991.

[12] Bak.Yalan Söyleyen Tarih Utansın.M.Müftüoğlu. 1 / 290.

[13] Zaman gazt.15-1-1988.

[14] Age.sh.12.

[15] Bak.Age.sh.13.

[16] Age.17.

[17] Age.19.

[18] Age.20.

[19] Zaman gazt.17-12-1991.