Alphonse Daudet'nin "Altın Beyinli Adam" adlı hikâyesine bayılırım. Çocuk, doğuştan altın beyinliymiş. Önce annesi ve babası altın beyninden birazını kullanmışlar. Sonra büyümüş, evlenmiş ve güzel çocukları olmuş. Çok sevdiği karısı ve çocukları ne isterlerse, beyninden bir parça altın çıkarır ve istediklerini alırmış. Herkes, özellikle de yakınları, altın beyinli adamın beynini hovardaca kullanmışlar. Nihayet bir gün sevgili karısı ile gezinirken, karısının çok beğendiği bir mücevheri almak için kuyumcuya girmiş. Fakat parmaklarının arasında kanlı birkaç altın parçasıyla kalakalmış...

X X X

"Altın Beyinli Adam", bundan tam onbir sene önce vefat etti. O'nu erken kaybettik. Öldüğünde, parmaklarının arasında son birkaç altın kırıntısı yoktu. Bilâkis, beyni ışıl ışıl altın gibi parlıyordu. Lâkin, bedenini gece gündüz demeden çalışarak harcamıştı. Vefatından kısa bir müddet önce beni arayarak görüşmek istediğini söyledi. "Seninle şöyle sabaha kadar bir oturalım" dedi. Sonra ABD seyahatine çıktı. Döndükten hemen sonra da Türk Cumhuriyetleri'ne gitti. Ve, görüşmek nasip olmadan O'nu kaybettik...

"Altın Beyinli Adam"ın beyni Türkiye doluydu. "İkinci Değişim Programı", bütün teferruatıyla altın beyninin içindeydi. Cumhurbaşkanlığı'ndan istifa edip yeni bir parti kurmayı, iktidara gelmeyi ve "İkinci Değişim Programı"nı uygulayarak Türkiye'yi daha ileriye götürmeyi plânlıyordu. Bunu hep beraber yapacaktık. Nasip olmadı. Türk siyaseti için genç denilebilecek bir çağında, henüz 66 yaşında Hakk'a yürüdü.

X X X

Ölümü hakkında yapılan spekülâsyonlara çok üzülüyorum. Kardeşi Korkut Özal, başlangıçtan beri ağabeyinin suikasta mâruz kalarak öldürüldüğünü söylüyor. Semra Hanım, önce böyle düşünmüyordu; ancak son yıllarda o da oğlu Ahmet Özal gibi rahmetli Özal'ın zehirlenerek öldürüldüğünü ileri sürüyor. Bana da halk arasında hep bu konuda sorular sorulur; bense bilmediğimi söyleyerek cevap veririm. Halkın, çok sevdiği ve kendisine yakın bulduğu bir devlet adamının ölümünü kabullenmeyip bu şekilde "komplo teorileri" düşünmesini anlayışla karşılamak lâzımdır.

Lâkin, Özal'ın en yakınları, eşi, oğlu ve kardeşi, O'nun bir suikasta kurban edildiğini düşünüyorlarsa, bu konuda icap eden işlemleri yapmaları gerekir. Kimse alınıp darılmasın ama benim eşimi, babamı, kardeşimi öldürseler, böyle her ölüm yıldönümünde bunu gündeme getirip sonra normal hayatıma avdet etmezdim. Bunun doğru olup olmadığını bütün imkânlarımı kullanarak araştırır; doğru ise fail kim olursa olsun hesap sorardım.

Ya adalet mekanizmasının sorumlularına ne demeli?... Bir Cumhurbaşkanı'nın "katledilmesi" iddiası, şikâyete bağlı bir suç mudur? Öyleyse buyurunuz, ben suç ihbarında bulunuyorum ve Cumhuriyet Savcılarını göreve çağırıyorum.

X X X

Merhum Özal'ın ölümü üzerindeki bu sır perdesinin kaldırılması lâzımdır. İşin tıbbî tarafını iyi bilmiyorum ama zehirlenme sözkonusu ise, aradan çok daha uzun yıllar da geçmiş olsa, saçından numûne alınarak yapılacak araştırmalar sonucunda bu durumun tesbit edilebileceği söyleniyor. Ayrıca, diğer bazı tekniklerin de kullanılabileceği ifade ediliyor.

Eğer bu araştırmalar neticesinde Özal'ın öldürüldüğü anlaşılırsa, bütün imkânlar ortaya konularak faillerin mutlaka bulunulmasına çalışılmalıdır. Eğer, ölümünün normal bir kalp krizi sonucunda olduğu ortaya çıkarsa, bu konuyu, özellikle devletin bazı kurumlarını töhmet altında bırakırcasına "derin devlet" spekülâsyonu olmaktan çıkarmak gerekir.

X X X

"Altın Beyinli Adam"ın hayatında çok üzüntülü anları vardı. Bunlardan birisini sizinle paylaşarak, bu hüzün dolu günde acımı azaltmak istiyorum.

Kızının "Davulcu Asım" ile evlenmesinden önceki günlerdi. Bu konuda hepimiz üzgün ve tepkili idik. Başbakan Yardımcısı Kaya Erdem bana gelerek, "Cumhurbaşkanı Evren ve komutanlar bu evliliğin Başbakan'ı yıpratacağını söylüyorlar. 'Biz, özel bir konu olduğu için söylemeye çekindik, sen söyler misin?' dediler. Ben de söyleyemedim; sen bu gibi konuları daha rahat anlatırsın" dedi. İlk tepki olarak "Onlar ne karışıyorlarmış!" diyerek homurdandım ama zaten ben de bu şekilde düşündüğüm için söylemeyi kabul ettim.

İstanbul'da makam arabasında, "Size önemli bir şey söyleyeceğim" dedim. Şoför ile koruma görevlisinin bulunduğu kısmı ayıran camı kapattırdı. Durumu anlattım ve benim de bu görüşte olduğumu söyledim. Önce, "Fena bir çocuk değil, konservatuvar mezunu" falan dedi. Ben, çok yanlış bir kişi olduğunu ve kendisini istismar ederek maddî menfaat sağlamak için evlenmek istediğini ısrarla belirtince kızarak "Sen de artık çok oluyorsun, kızımı kime vereceğimi sana mı soracağım!..." dedi. Ben de diplomatça, "O benim kızkardeşim değil mi, elbette görüşümü söyleyeceğim" diye itiraz edince, koskoca Başbakan bir anda hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. "Hasan, senin de kızın var, benim çektiklerimi biliyor musun? Biraz önce Sheraton Oteli'ndeki odamda otuz yaşındaki canım gibi sevdiğim kızımı elimden zor aldılar, bir tutam saçı avucumda kaldı" dedi. Birbirimize sarılarak ağladık.

Özal, bu izdivaca sonuna kadar karşı çıktı. Bir gece karı koca Başbakanlık Konutu'nda, ben de Başbakanlık'ta sabahlayarak kızı ile müstakbel damadını takip ettik. Özal isteseydi bu evliliğe mâni olunurdu. Lâkin O, vebâl altına girmedi. O gecenin sabahında kızı ile damadı, Antalya'ya giderek evlendiler.

X X X

Altın Beyinli Adam'ın beyni hiç tükenmedi; lâkin çilekeş gövdesi mihnet dolu bir ömre fazla tahammül edemedi. O'nu ve projelerini kaybettik.

İmanlı bir insandı. Elbette yanlışları da oldu. Fakat Türkiye Sevdası'ndan hiç şüphe etmedik.

O'nu rahmetle, minnetle ve hasretle yâd ediyoruz.

Ruhu şâd olsun, mekânı cennet olsun...
Hasan Celal Güzel
ALTIN BEYİNLİ ADAM

18.04.2004-Tercüman

 

Hasan Celal Güzel

hcguzel@tercumangazete.com

 
 
ÖZAL VE MASONLAR / 17.04.2005
 

 

Bugün Özal'ın vefatının 12. yıldönümü... "Altın Beyinli Adam"ı çok erken kaybettik. Milletimiz O'nun devrini bir "altın çağ" olarak anıyor ve O'nu sevgiyle yâd ediyor.

Merhum Özal, "küreselleşme"yi ve "bilgi toplumu"nu önceden görebilen ve en iyi şekilde değerlendirebilen devlet adamı olmuştur. Türkiye, bugünkü "bilgi ve teknoloji altyapısı"na Özal'ın sayesinde sahip olabilmiştir. Özal; tesirli olduğu dönemde Türkiye'nin çehresini değiştirmiş; kişi başına millî geliri ikiye katlamış; ithal ikâmesi modelini terk ederek Türk ekonomisini dışarıya açmış ve dış ticaret hacmini üç misli arttırmış; altyapı, haberleşme ve ulaştırmada başlıbaşına bir devrim gerçekleştirmiş; demokratikleşmeyi hızlandırmış ve sivil toplumu inşa edebilmek için büyük bir gayret sarfetmiştir. Özal döneminde Türkiye, O'nun hoşlandığı tâbirlerle "transformasyon" geçirmiş ve "çağ atlamış"tır.

* * *

Özal, reformlarını gerçekleştirirken kadroya ve insan unsuruna çok önem vermiştir. O'nun döneminde kurulan bürokratik kadro, Cumhuriyet devrinin "altın kadro"su olarak temayüz etmiştir. Özellikle yeni nesillerin ve gençlerin devlet yönetiminde ve siyasette aktif hâle getirilmesi, O'nun reformcu anlayışıyla mümkün olmuştur.

Özal, kadrosunu kurarken ideolojik ve siyasî ayrımcılıktan kaçınmış; ehliyet ve liyakata önem vermiş; genç, hizmet heyecanına sahip, idealist yöneticilere imkân tanımıştır. O günlerde, yönetim kadrosunun teşkilinde O'ndan sonra söz sahibi olan kişi olarak, önceliklerini bilir ve tayin kararnamelerini bu önceliklere göre hazırlardım.

ANAP'ın ilk iktidar yıllarında, 12 Eylül döneminin antidemokratik tesirleri altındaydık. Dönemin Çankaya'daki kalıntısı Evren Paşa, Köşk'te ayrı bir istihbarat birimi oluşturmuş; "Deli Dumrul" gibi atama kararnamelerimizin üstüne oturarak engelleme yapıyordu. Hoş, bugün de benzeri bir engelleme yaşanıyor ya... Köşk'ten her bir kararnamenin geçirilmesi, ayrı bir meydan muharebesine sebep oluyordu.

Bu zor şartlar altında, Özal'ın üzerinde en fazla hassasiyetle durduğu nokta, üst yönetime "mason" atamasından kaçınmaktı.

* * *

Rahmetli Özal, masonları sevmezdi. Aslında, insanlar arasında ayrımcılık yapmayan, hoşgörülü bir kişiliği vardı. Lâkin, masonluğun "gizli" oluşu, "gayrı millî" ve "enternasyonal" özelliği, tarihî köklerindeki ve ritüellerindeki "kabalistik" bağlantılar, nihayet mensupları arasındaki dayanışmayı çok aşan "menfaat ilişkileri" ve ayrı bir din gibi sunulan prensipleri, O'nu rahatsız ederdi.

Üst yönetim için getirdiğim atama kararnamelerinde, atanacak kişinin "mason" olma ihtimali varsa, kararnameyi imzalamaz, "Biraz kalsın bakalım" diyerek muhafaza etmemi isterdi.

O'nun başbakanlığı döneminde, devletin üst yönetiminde masonların tesiri sıfıra inmişti.

* * *

Merhum Özal, "lion" ve "rotary" kulüplerine de sıcak bakmazdı. Bunların, masonik yapıda ve mason localarıyla bağlantılı olduğunu düşünür; gayrı millî görüntülerinden hoşlanmazdı. Ancak, bu ve benzeri enternasyonal kulüp üyelerinin, genellikle masonik bağlantılardan haberdar olmadığını; çok kabiliyetli ve başarılı iş adamlarından meydana geldiğini ve hayır işleri yaptıklarını bildiği için, nâdiren de olsa toplantılarına katılır ve konuşmalar yapardı.

ANAP'ın ilk iktidar yıllarında, sağdaki siyasî rakiplerine karşı, Özal'ı en fazla zorlayan konu, "lion" ve özellikle "rotary" kulüplerin enternasyonal kulüplerle ilişkisini sağlayan Bakanlar Kurulu Kararnameleri olmuştur. Aslında bu nevi konular için Bakanlar Kurulu'nun meşgul edilmesine lüzum yoktu. Özal gibi liberal düşüncelere sahip bir liderin bu çeşit yasaklamalara taraftar olmadığı muhakkaktı. Ancak, kamuoyunda istismar edilmesinden çekinerek bu kararnameleri imzalamak istemezdi. Bazı bakanların özellikle takip ettiği bu kararnameleri, Millî Savunma Bakanı Zeki Yavuztürk ile paslaşarak Kurul'dan geçirmezdik.

Sonunda, Özal bu kararnameleri imzalayarak Cumhurbaşkanı'na göndermeye başladı. Bu defa da, Evren Paşa, Başbakanlık Müsteşarı olarak beni çağırıp, "Sayın Güzel, ben masonlardan ve bu kulüplerden hoşlanmıyorum; bana bunları getirmeyin, imzalamak istemiyorum" dedi. Masonlar hakkında, "İyi bir iş yapıyorlarsa niye gizliler?" der; kulüpleri de "gayrı millî" bulurdu.

* * *

Özal'ın ANAP iktidarı, ilk büyük sarsıntıyı ekim 1984'te geçirdi. Emniyet Genel Müdürlüğü yetkilileri Kapıkule Gümrüğü'nde büyük bir yolsuzluk ortaya çıkarmış ve işin ucu Maliye ve Gümrük Bakanlığı'nın üst yönetimine dayanmıştı. Daha önce Özal'ın direktifiyle operasyonu başlatan Emniyet Genel Müdürü Saffet Arıkan Bedük, sonuna kadar giderek yolsuzlukla ilgisi bulunan yöneticileri gözaltına aldı. O esnâda, Başbakan Özal İsviçre'de, İçişleri Bakanı Ali Tanrıyar da Sri Lanka'da idiler. Bir anda ortalık birbirine girdi. Maliye ve Gümrük Bakanı Vural Arıkan, önce sert beyanatlar vererek istifa edeceğini söyledi; daha sonra Özal tarafından Bakanlık görevinden azledildi. Bu arada, Özal, akrabası olan Tanrıyar'ın da istifasını alarak denge kurmak istemişti.

O akşam Başbakanlık Konutu'ndaydım. Özal çok üzgündü. İktidarının birinci yılı dolmadan ortaya çıkan bu kriz, O'na tesir etmişti. Uzun bir sessizlikten sonra, "Bu olay, bana Masonların oyunudur" dedi.

* * *

Daha sonra köprülerin altından çok sular aktı. Özal'ın "anti mason" tavrında bazen değişiklikler de ortaya çıksa, bu şuuru vefatına kadar devam etti.

Özal'ı, bu ölüm yıldönümünde, gene hüzün, hasret ve rahmetle anıyoruz. Rûhu şâd olsun.