ABDÜLHAMÎD HÂN II: Osmânlı pâdişâhlarının

otuzdördüncüsü ve en yüksekleri idi. İslâm halîfelerinin

doksandokuzuncusu idi. 1258 [m. 1842] de tevellüd etdi. 1293 [m.

1876] de halîfe oldu. 1336 [m. 1918] da vefât etdi. Çenberlitaşda,

dedesi sultân Mahmûdun türbesindedir. İslâmiyyete hizmeti,

saymakla bitirilemez. Abdül’azîz hân, düşmânlara âlet olanlar

tarafından şehîd edilip, sonra 5. ci Murâd da hal’ edilip, kendisi

kukla olarak halîfe yapıldı. Avrupada belirli ocakların islâmiyyeti yok

- 293 -

etmek için hâzırladığı yıkıcı plânları, kıyasıya hortlatmağa

başlarken önlerine dikildi. Aklı, zekâsı ve ilmi fevkalâde üstün

olduğu için, memlekete karşı asrlar boyunca hâzırlanmış olan sinsi,

alçak ve vahşî su’ikasdı hemen sezdi. Hâzırlıyanları ve maşa

olarak kullandıkları sahte kahramanları, iş başından uzaklaşdırdı.

İslâm bilgilerini, ya’nî din ve fen ve ahlâk bilgilerini memleketin her

yerine yaydı. Çok sayıda kültürlü din adamı yetişdirdi. Milleti otuzbir

sene adâlet ile idâre etdi. Bilgili, temiz bir gençlik yetişdirdi.

Haksızlığın, kötülüğün, ahlâksızlığın kökünü kazıdı. Bu yüzden

ba’zı kimselerin hedefi oldu. Yıllarca kötülendi. İftirâlara uğradı.

Sonra gelen gençliğe, büsbütün yanlış olarak tanıtıldı. Fekat, insâflı

yazılan târîhleri okuyanlar ve onun ilme, fenne, sanâyı’a, ticârete,

ahlâka, kısaca insanlığa bırakdığı eserlerini görenler, bu iftirâlara

aldanmadı. Ona dil uzatan yalancılardan, ilm adamı, yazar maskesi

altında çalışan düşmanlarından ve bunların söyledikleri yalanlardan

nefret etdiler. Onun büyüklüğü karşısında hayrân kaldılar.

Önce, bir sene beş ay devlet idâresine karışdırılmadı.

Memleketi sadr-ı a’zam Midhat pâşa ve arkadaşları idâre etdi.

Bunlar, 24 Nisan 1295 [m. 1877] günü Rus harbine sebeb oldular.

Mâlî 1293 senesine rastladığı için (93 harbi) denilmekdedir. 93

harbi Edirne mütârekesine kadar dokuz ay sürdü. Müşîr [Mareşal]

yapdıkları Süleymân pâşa, Şıpka geçidinde büyük gaflet yaparak,

en seçkin Türk birliklerinin harcanmasına sebeb oldu. Bu hezîmete

kahramanlık denilerek, başkumandan yapıldı. Fekat, Filibeye ve

oradan Edirneye kaçdı. Edirnede de tutunamayıp mütâreke istedi.

Mütâreke Abdülhamîd hânın, kraliçe Viktoryaya çekdiği telgraf

üzerine mümkin olabildi. Ruslar ve Bulgarlar, onbinlerce Türk kadın

ve çocuğunu kesdiler. Bir milyondan fazla Türk, Bulgaristandan,

İstanbula hicret etdi. O zemân Rusyânın nüfûsu doksan,

Osmânlıların ise altmışdört milyondu. Sultân Abdülhamîd hân,

fâci’aları görünce, Edirne mütârekesinden onüç gün sonra, 13

Şubat 1296 [m. 1878] da Meclis-i meb’ûsânı kapatdı. Devlet

idâresini eline aldı. Meb’ûsların ancak yüzde kırkı Türkdü. Bu

parlamento devâm etseydi, Osmânlı devleti, dahâ o zemân

parçalanacakdı. Sultân Abdülhamîd hânın ilk ve büyük başarısı, bu

felâketi görmesi ve önlemesi oldu.

Osmânlılara imzâlatdırılan 3 Mart 1878 Ayastefanos [Yeşilköy]

mu’âhedesini sultân Abdülhamîd hân bir dürlü hazm edemedi.

Dâhiyâne bir kurnazlıkla 4 Hazîran 1878 de İngiltere ile gizlice

anlaşdı. Kıbrıs adasının idâresini İngiltereye bırakdı. Adanın

gelirleri her yıl İstanbula yollanacak, ada Osmânlı

İmperatorluğunun bir parçası kalacakdı. Buna karşılık, İngiltere

Ayastefanos mu’âhedesinin Türkiye lehine değişdirilmesine yardım

- 294 -

edecekdi. Böylece, Berlin mu’âhedesi, 13 Temmuz 1878 de

imzâlanarak, topraklarımızın çoğu geri alındı. Bu harbde, para

tazmînâtı pek ağır oldu. Sultân Abdülhamîd, buna da pek dâhiyâne

çâre buldu. [m. 1881] de Düyûn-i umûmiyye idâresi kurarak,

borçları, ikiyüzelliiki milyondan, yüzaltı milyona indirdi. Bu büyük

başarısı, memlekete unutulmaz bir hizmet oldu. Büyük devletlerin

bütün baskılarına rağmen, Abdülhamîd hân, Berlin mu’âhedesinin,

Anadolunun şarkında Ermenilere muhtâriyyet veren maddesini hiç

tatbîk etmedi. Midhat pâşa ve arkadaşları, Rusyanın harb

açmasına sebeb oldu. Bütün Rumeli ve Anadolunun büyük kısmı

Rusyanın eline geçdi. Dâhilî işler, masonların elinde kaldı.

İslâmiyyeti yıkmak, dinde reformlar yapılmak isteniyordu. Bunun

için, din adamları câhil yetişdiriliyordu. Alman târîhçisi, Hans

Kramer, (Ondokuzuncu asr) adındaki büyük târîh kitâbının üçüncü

cildi, yirmialtıncı sahîfesinde (dessen klugen Bruder Abdülhamîd II)

beşinci Murâdın akllı kardeşi, diye övdüğü sultân ikinci

Abdülhamîd, memleketin felâkete götürüldüğünü, pâşaların, mason

uşağı olduklarını görerek, meclisi kapatdı. İrâde-i seniyye ve

meclis-i vükelâ [Bakanlar kurulu] karârı ile meclis-i meb’ûsan ta’tîl

edildi. Meşrûtiyyet ve bunu sağlıyan doksanüç (93) kânûn-i esâsîsi

[anayasası] ilgâ edilmedi. Bu anayasa 1908 de ikinci meşrûtiyyetin

i’lânına kadar devâm etmişdir. Sultân Abdülhamîd hân, a’yân

üyelerinin [senatörlerin] vazîfelerine de son vermedi. Yaşıyanları,

1908 millet meclisine dâhil oldular. Sultân Abdülhamîd hân, devleti,

milleti, otuzbir sene, Allahü teâlânın emrlerine göre, adâletle idâre

etdi. Millet, sulh, bolluk, ucuzluk, râhat ve huzûr içinde yaşadı.

Her vilâyetde mektebler, hastahâneler, yollar, çeşmeler,

Viyanadan başka bir yerde eşi bulunmıyan modern bir tıp fakültesi

yapdırdı. [1293] de Mekteb-i Mülkiyyeyi yapdırdı. [1296] da bir

müze yapdırdı. [1297] de hukûk mektebi ve dîvân-ı muhâsebâtı

[sayıştay] kurdu ve Beyoğlu kadın hastahânesini yapdırdı. [1299]

da güzel san’atlar akademisi, [1300] de yüksek ticâret mektebi,

[1301] de yüksek mühendis mektebi ve yatılı kız lisesi açıldı. [1303]

de Terkos suyunu İstanbula getirtdi ve mülkiye lisesini açdı. [1305]

de Alman imperatörü İstanbula gelip, sultân Ahmed meydânında

Alman çeşmesi yapıldı. [1307] de Bursada ipekçilik mektebini

yapdırdı. [1308] de Halkalı zirâ’at ve baytar mektebi ve

Kâğıthânede bir poligon kurdurdu. [1309] da Bursa demiryolunu ve

Aşîret mektebini yapdırdı. [1310] da Üsküdar lisesi ve Rüşdiyye

mektebleri ve yeni postahâne binâsı ve Osmânlı bankası ile Reji

binâlarını ve (Yafa-Kudüs) demiryolu ile Ankara demiryolu yapıldı.

Yine [1310] da Hamîdiyye kâğıd fabrikası, Kadıköy havagazı

fabrikası ve Beyrut limanı rıhtımını yapdırdı. [1311] de Osmânlı

- 295 -

sigorta şirketi ve Küçüksu barajı ve (Manastır-Selânik) demiryolu

yapıldı. [1312] de (Şâm-Horan) demiryolu ve (Eskişehir-Kütahya)

demiryolu yapıldı. Yine [1312] de Hamîdiyye yüksek ticâret mektebi

ve (Galata-Tophâne) rıhtımı, Dolmabağçe sâat kulesi yapıldı.

[1313] de (Beyrut-Şâm) demiryolu, Dâr-ül-aceze binâsı, mum

fabrikası, (Afyon-Konya) demiryolu, Sakız limanı rıhtımı, şimdiki

İstanbul lisesi binâsı, (İstanbul-Selânik) demiryolu yapıldı. Ereğli

kömür ocakları çalışdırıldı. [1314] de Tuna nehrinde Demirkapı

kanalını, kapalıçarşı ta’mîrini yapdırdı. [1313] Yunan zaferini

kazandı. Akl hastahânesini yapdırdı. [1316] da Şişlide Hamîdiyye

Etfâl hastahânesini yapdırdı. [1318] de Medîne-i münevvereye

kadar telgraf hattı yapdırdı. [1320] de Hamîdiyye Hicâz demiryolu

Zerkaya kadar işledi. Kâğıthânedeki Hamîdiyye suyu yapıldı. Yeni

balıkhâne, Haydarpâşa rıhtımı, ma’den arama mektebi, Şâmda

tıbbiyye-i mülkiyye yapıldı. Haydarpâşada askerî tıbbiyye mekteb-i

şâhânesi 24 Teşrîn-i evvel 1321 de açıldı. [1322] de dilsiz ve

sağırlar mektebi açıldı. [1322] de Bingâzîye telgraf hattı yapıldı.

[1323] de (İstanbul-Köstence) kablosu döşendi. Haydarpâşa

istasyonu binâsı yapıldı. Beşiktaş tepesindeki Yıldız serâyını ve

önündeki câmi’i yapdırdı. Velhâsıl Avrupada yapılan yeniliklerin

hepsini en modern şeklde yurdumuzda yapdırdı. Ne yazık ki, [1327]

de tahtdan indirilince, bütün bu ilerlemeler durdu ve memleket kana

boyandı. Abdülhamîd hân, (İstanbul-Eskişehir-Ankara) ve

(Eskişehir-Adana-Bağdâd) ve (Adana-Şâm-Medîne) demiryollarını

yapdırdığı zemân, başka memleketlerde bu kadar demiryolu yokdu.

Din bilgileri, fen ve edebiyyât üzerinde çok kitâb basdırdı. Köylere

kadar kurslar açdırdı. Parasız kitâblar gönderdi. Harb gücünü gayb

etmiş olan eski gemileri Halice çekip, Avrupada yeni yapılan üstün

evsâflı kruvazörler, zırhlılar ile donanmayı kuvvetlendirdi. Askeri,

subayı öyle şerefli olmuşdu ki, bir kahve önünden bir binbaşı

geçerken, kahvede oturanlar ayağa kalkarak saygı gösterirlerdi.

Öyle bereket vardı ki, bir binbaşının evinde pişen yemekden, bir

mahalle fakîrlerinin karnı doyardı. Bütün millet, sivil, asker, herkes

birbirini çok severdi. Yalnız [1313] yılında, Yunan isyânı oldu.

Ethem pâşa “rahime-hullahü teâlâ” kumandasında gönderdiği

askeri, kendisi serâydan idâre ediyordu. Askeri yirmidört sâatde

Termopil geçidini aşıp, Atinaya girdi. Bütün Avrupa kumandanları

buna şaşırdı. Çünki, Alman kurmayları, Osmânlı ordusu, Termopili

altı ayda geçemez diye rapor vermişdi.

İkinci Abdülhamîd hânın güzel ahlâkını, dîne olan bağlılığını,

edeb ve hayâsının derecesini, aklını, ilmini, adâletini, millet için

durmadan çalışdığını, hiç cân yakmadığını, düşmanlarına bile iyilik

etdiğini, masonların aldatdıkları ve maşa olarak kullandıkları

- 296 -

satılmışları bile afv etdiğini anlamak istiyenlere, (Mâbeyn baş

kâtibi) Es’ad beğin (Hâtırât-ı Abdülhamîd-i hân-ı sânî) kitâbını

okumalarını tavsıye ederiz. Ermeni komitecilerin hâzırladıkları ve

21 Temmuz 1323 [m. 1905] günü Cum’a nemâzını kılıp, Yıldız

câmi’inden çıkarken patlatılan bir arabadaki sâatli bombadan

kurtulunca, binlerce seyirci ve ecnebî diplomatlara karşı,

düşünmeden, hemen söylediği şu kelimeler, kalbinin temizliğini,

milletin olgun, şefkatli bir babası olduğunu göstermeğe yetişir

sanırız: (Kendimce en büyük emel, ehâlînin râhat ve mes’ûd

olmasıdır. Bu uğurda, gece-gündüz nasıl çalışıldığı ve gayret

gösterildiği ma’lûmdur. Gayret ve hüsn-ü niyyetimin min tarafillah

mükâfâtı, şu hâdiseden, hıfz-ı Hudâ ile, emîn olmaklığımdır. Onun

için, cenâb-ı Hakka şükr ve hamd ederim. Müte’essir olduğum

birşey varsa, asker evlâdlarımdan ve ehâlîden ba’zılarının telef ve

mecrûh olmalarıdır. Buna, ilelebed teessüf ederim. Tebe’amın,

hakkımda göstermiş oldukları hissiyâta an-samîmilkalb

memnûniyyetimi beyân eyler, âfât-i semâviyye ve erdiyyeden

masûniyyetleri için düâ ederim).

Merkezi Selânikde bulunan üçüncü ordunun ba’zı subayları,

ingiliz câsûsları tarafından bol para ve makam va’dleri ile aldatıldı.

7 Temmuzda Şemsî pâşa, teğmen Âtıf tarafından vuruldu.

Masonların ve yehûdî piçlerinin idâre etdiği ve ellerinde ingiliz,

fransız silâhları bulunan hareket ordusu İstanbula yürüdü. Halîfe,

hazret-i Alînin ictihâdına uyarak, bunlara karşı koymadı. Devleti bu

eşkiyâya teslîm etdi. Vaktiyle, Mekke kâfirleri de, Medîneye hücûm

edince, Peygamberimiz, Bedrde, Uhudda ve Hendekde, az kuvvet

ile cihâd ederek, bunların Medîneye girmelerine mâni’ olmuşdu.

Hucurât sûresi, dokuzuncu âyetinde meâlen (İsyân edenler ile

harb edip, bunları itâate getirin!) emrine uymadı. Halîfe,

Peygamberimizin bu sünnetine ve bu farza uymadığı için, fâcia ve

felâketlere sebeb oldu. 27 Cemâzil-âhır 1326 ve 23 Temmuz 1908

de ikinci meşrûtiyyet i’lân edildi. Silâh baskısı altında seçim yapıldı.

17 Birinci kânûn [Aralık]da meclis açıldı. Bununla, devletin idâresi,

ehliyyetsiz, tecribesiz ellere geçdi. İngilizlerin hâzırladığı fâci’alar

tekrâr başladı. 5 Ekim 1908 de, Bulgaristan prensliği, krallığını i’lân

ederek, Osmânlılardan ayrıldı. Yine o târîhde, Avusturya, Bosna-

Herseki ilhâk etdi. Yunanistan da baş kaldırıp, beş sene sonra

Giridi ilhâk eyledi. 14 Nisan 1909 da, Adanada ermeni ihtilâli oldu.

Müslimânların mallarına, cânlarına, ırzlarına saldırdılar. 1850 Türkü

öldürdüler. İttihâdcılar buna da seyirci kaldılar. Halk, onyedibin

ermeniyi öldürüp isyân basdırıldı. İttihâdcılar, Avrupalılara şirin

görünmek için yüzlerce müslimânı kesdiler, asdılar. Bu zulmleri, o

zemân Adana vâlîsi olan meşhûr Cemâl pâşa yapdı. Dâhiliyye

- 297 -

nâzırı Tal’at pâşanın takdîrine mazhar oldu. Bu hâdiseler

dolayısiyle ittihâdcılar da [1914]de meclisi kapatdı. Sultân Hamîde

hak vermek zorunda kaldılar.

31 Mart vak’ası adı ile meşhûr olan 13 Nisân 1327 [m. 1909]

hareketi ile sultân Abdülhamîdin hiçbir alâkası olmadığı, kat’î olarak

anlaşılmışdır. İttihâdcıların, pâdişâha sâdık birinci orduya

güvenmiyerek, Selânikdeki üçüncü ordudan getirdikleri avcı

taburlarının çıkardığı tesbit edilmişdir. Ya’nî ittihâdcıların bir tertîbi

olmuşdur. İttihâdcılar, böylece Selânikden Bulgar, Sırb, Yunan,

Arnavud yağmacılarının meydâna getirdikleri hareket ordusunu

İstanbula gönderdi. Tal’at beğin baskısı ile Sultân, 27 Nisan 1327

[m. 1909] da tahtdan indirildi. Son meşrûtiyyet zemânında

hükümdârlığı dokuz ay, beş gündür. Selânikden gelen, toplama ve

frenk silâhlarını taşıyan hareket ordusuna karşı koymak istiyen

kumandanlara, çarpışılmamasını, müslimân kanı dökülmemesini

sıkı emr verdi. İsteseydi yalnız Taksim ve Taş kışladaki ta’lîmli

asker ve sâdık subaylar, gelen çapulcu alaylarını darmadağınık

edebilirdi. Fekat, kardeş kanının dökülmesini istemedi. İstanbula

giren hareket ordusu kumandanları, doğru Yıldız serâyına geldiler.

Hazîneyi, asrlardan beri toplanmış olan kıymetli yâdigârları ve

dünyânın en zengin kütübhânelerinden olan serây kitâblığının bir

kısmını yağma etdiler. Pâdişâhın altın arabası bile parçalanıp

paylaşıldı. Bu barbarca saldıranlar, birer kahramân, kurtarıcı i’lân

edildi. O yıl, ittihâdcılar, Sultândan iki yaş küçük olan kardeşi

Muhammed Reşâdı yerine geçirdiler. Sultân Reşâd, ihtiyâr,

sessizdi. Ortalığı kana boyıyanların, gönülden müslimân

olmadıklarını görüyordu. Bu canavarlar karşısında âciz, zevâllı bir

kukla hâlinde idi. İttihâdcılar, sultân Hamîdi lekeliyecek bir suç

bulamadılar. Milletin onu çok sevdiğini, saydığını görerek,

öldürmeğe de cesâret edemediler. Hemen o gece, kurmay binbaşı

Fethi Okyarın emrinde olarak, trenle Selâniğe götürdüler. Orada

Alâtini köşkünde habs edildi. Ömrünü okumakla ve ibâdet ile

geçirdi. Hükûmeti ele geçiren ittihâdcıların çoğu, hattâ din işleri

başkanı olan şeyh-ul islâm efendileri dahî mason idi. Sultân Hamîd

hânın kansız ve huzûr içinde geçen idâresinden sonra memleket,

siyâsî i’dâmlar, sû’i kasdler ülkesi oldu. Çok kimseleri i’dâm etdiler.

Birbirlerini, hattâ kendi başkumandanları olan Mahmûd Şevket

pâşayı da dört aylık sadr-ı a’zam iken 11 Hazîran 1331 [1913] de

kendileri öldürdü. Yerine getirilen Mısr prensi Sa’îd Halîm pâşanın

3 sene, 7 ay ve 23 günlük ve bunun yerine gelen Tal’at pâşanın

birbuçuk senelik sadâret zemânlarında, memleket karma karışık

oldu. Herkes, ölüm, habs korkusu içinde idi. Cân, mal ve nâmûs

emniyyeti kalmadı. İslâm düşmanlığı, küfr ve irtidâd moda olmağa

- 298 -

başladı. Her vilâyetde zâlimler türedi. 1329 [m. 1911] da Arnavud

isyânı oldu. Mahmûd Şevket pâşa büyük kuvvetle önliyemedi.

Sultân Reşâd 16 Hazîranda Kosovaya gitdi. Beşyüzyirmiiki sene

önce, dedesinin zafer kazandığı yerde, yüzbin Arnavud ile Cum’a

nemâzı kıldı. Huzûru te’mîn etdi. Mahmûd Şevket pâşanın

sekseniki taburla yapamadığını, sultân Muhammed Reşâd, bir

gövde gösterisi ile te’mîn eyledi. Ebüzziyâ takvîminin 19 Şubat

1945 pazartesi yaprağında diyor ki:

(Meşrûtiyyetin başlangıcı, memleketimiz için büyük felâket ve

ziyânlara sebeb oldu. Çünki 1329 [m. 1911] da Trablusgarb

İtalyanlara bırakıldı. 1331 [m. 1912] de Balkan harbi bozgunu oldu.

İki büyük kıt’a ile ilişiğimiz kesildi. Afrikada birmilyonikiyüzbin

kilometre kare, Rumelide ikiyüzelli bin kilometre kare yerimiz elden

gitdi. Birinci cihân harbinde de birmilyon kilometre kareden fazla

toprak gayb oldu. Koca imperatorluk yağma edildi. Bu felâketlere,

ittihâd ve terakkînin, gâfil, câhil, fırkacı, inâdcı, bölücü idâresi sebeb

oldu.) Birinci cihân harbine Osmânlılar üç milyon askerle katıldı. Bir

milyon zâyi’ eyledi. Bunun dörtyüzbini cebhede şehîd oldu.

Müttefiklerimizin mevcûdü yirmiüç milyon olup, onbeşbuçuk milyon

zayı’âtımız oldu. Bunun üçbuçukmilyonu cebhede öldü. Düşmân

orduları mevcûdü, kırküç milyon idi. Bunların yirmiüç milyonu zâyi’

oldu. Yalnız beşbuçuk milyonu cebhede öldü.

Sultân Abdülhamîdi tahtından indirenler, sonunda memleketi

düşman çizmelerinin altında bırakarak kaçdılar. İlk olarak Enver

pâşa, Tal’at pâşa, doktor Behâeddîn Şâkir, doktor Nâzım, 30 Ekim

1918 de Mondros mütârekesini imzâ etdikden bir gün sonra, gece

yarısı kaçdılar. Tal’at pâşa [m. 1921] de kırkdokuz yaşında

Berlinde, Enver pâşa kırk yaşında [m. 1922] de Türkistânda, Cemâl

pâşa da [m. 1922] de elli yaşında Tiflisde öldürüldüler. Avrupadaki

mason locaları, bu başarılarını uzakdan keyf ile seyr ediyorlar.

İslâmiyyeti yok etmek için, yeni plânlar hâzırlıyorlardı. Masonlar,

ittihâdcılara yapdırdıkları bu cinâyetleri Midhat pâşa ve arkadaşları

gibi maşalarla, dahâ otuzbir yıl önce ve pek kıyasıya

yapdıracaklardı. Fekat, çok akllı, zekî, ileriyi görüşü keskin ve tâm

müslimân olan, ikinci Abdülhamîd hân, bunu anlamış, bu felâketleri

önlemiş, islâm âlemine se’âdet, huzûr sağlamışdı. Bunun için, bu

yüce hâkana, kızıl sultân, korkak, zâlim gibi ismler takdılar. Böylece

gençleri aldatmağa, onun sevgisini, büyüklüğünü gönüllerden

çıkarmağa uğraşdılar.

(Türkiye Târîhi)nde diyor ki, (İkinci meşrûtiyyetden sonra gelen

yeni rejim, ikinci Abdülhamîdi mahkûm etmiş, hattâ bugüne kadar,

bu hükümdârın lehinde, hattâ tarafsız yazmak ve konuşmak,

tehlükeli sayılmışdır. Bunun bir sebebi, ikinci Abdülhamîdin, aslâ

- 299 -

mürteci’, gerici olmamak şartı ile, muhâfazakâr olması ve

imperatörlüğü otuz yıl şahsen adâlet ile idâre etmesidir. İkinci

Abdülhamîdi düşürenler birbirinden inkılâbcı oldukları için,

tabî’atiyle, bu hükümdârın muhâfazakârlığını beğenmemek

durumunda kalmışlardır. Ancak târîh, siyâset değildir. Günün

modasına göre söyliyen, yazan kimse, târîhci değildir. Çünki, siyâsî

rejimler ve fikr modaları dâimâ değişir. Yakın mâzîyi halka fenâ

tanıtmak gibi hissî görüş, ilmî tedkîk yapılmasına mâni’ olmakdadır.

Ba’zı sathî görüşlü kimseler, günlük oluşları küçültür, gölgede

bırakır diye, eski kahramânları küçültürler. Târihî realiteden

korkmak ma’nâsızdır. Türkiyede, yine de, ikinci Abdülhamîd

aleyhindeki yalanları nakl etmek modası yürürlükdedir.

13 Şubat 1295 [m. 1878] gününe kadar, ikinci Abdülhamîdin

saltanatının ilk bir yıl, beş ay ve onüç günü, bu hükümdârın şahsî

idâresi ile ilgisizdir. Şahsî idâresi, 13 Şubatda başlar. 7 Zilhicce

1293 ve 23 Kânûn-i evvel [Aralık ayı] 1876 günü birinci meşrûtiyyet

i’lân edildi. İlk millet meclisi 19 Mart 1877 de açıldı. Anayasayı

hâzırlıyanlardan Midhat pâşa, bir hukukcu değildi. İkinci

Abdülhamîd hân hâtırâtında diyor ki:

Midhat pâşa, öteden beri meşrûtiyyet tarafdârı idi. Lâkin ismini

ve ba’zı kitâblarda medhini işitmekle hâsıl olmuş bir tarafdârdı.

Hiçbir devletin Kânûn-i esâsîsini tedkîk etmiş ve bu bâbda esâslı

fikr edinmiş değildi. Rehberi, nâfi’a vekâletinin müsteşârı, Odyan

efendi idi. Odyan efendi ise, o zemân bile bizde mümtâz

hukûkculardan değildi. Hele memleketi hiç bilmezdi. Zan ederim bu

vukûfsuzluk, Midhat pâşa ile Tâif kal’asına kadar berâber gitdi.

Midhat pâşanın başkanlığında, Ziyâ beğ [pâşa] ile Nâmık

Kemâlin de katıldığı bir hey’etin hâzırladığı Anayasanın 113. cü

maddesi, hükümdâra bir şahsı sürmek hakkını vermişdi. Bu

maddeyi Midhat pâşa, mahsûs koydurdu. Çünki, ölünciye kadar

iktidârda kalmağı umuyordu. Bu madde ile, muhâliflerini sürmek

istemişdir. Nitekim birkaç devlet adamını sürdü. İkinci Abdülhamîd

hân, muhâkemesiz sürülmenin tanzimâta aykırı olduğuna dikkati

çekdi ise de, Midhat pâşayı iknâ’ edememişdi. Midhat pâşa,

anayasaya, herkesin kendi dili ile konuşabileceğini koydurmak

istemiş, fekat Sultân, bu maddeyi kaldırmışdır. Midhat pâşa,

Sultânın bütün selâhiyyetini yok etmek için, Anayasayı büyük

devletlerin kefâletleri altına koymak istemişdir. Türk devletinin

istiklâlini yok edecek bu feci’ madde de kabûl edilmemişdir. Rusya

ile harb etmek için, Bâb-ı âlide nutklar çekdi. Medrese talebesini

ayaklandırarak, harb lehine nümâyiş yapdırdı. Bunlar, Sultânın

penceresi altında bile harb diye bağırdılar. Harb olursa, İngilterenin

yardım edeceğine inanıyordu. İçki sofralarında, Cumhûriyyet i’lân

- 300 -

edip, üçüncü Napolyon gibi, Cumhûrbaşkanı, sonra imperatör

olacağını söyledi ve (niçin Âl-i Osmân olur da, Âl-i Midhat olmaz)

dedi. İşi dahâ ileri götürerek, husûsî asker yazmağa kalkışdı. Bu

yeni asker, Millet askeri nâmı ile yeni bir ordu teşkil edecek ve

Midhat pâşanın emrinde olacakdı. Hıristiyan ve müslimânlardan

gönüllü yazılanlar, başkumandanları Midhat pâşa lehine yürüyüşler

yapıyorlar. İstanbulda huzûru bozuyorlardı. Yeniçeri ocağı

hortluyordu. Midhad pâşa, milliyetçiliğe uymıyan hareketlerde de

bulundu. Bosnada, Türk bayrağındaki ayyıldız yanına bir haç

eklenmesini emr etdi. Devlet bayrağının, bir eyâletde olsa bile,

sadr-ı a’zam emri ile değişdirilmesi de, onun demokrasi anlayışına

parlak bir örnekdir. Bu haçlı Türk bayrağını taşıyan bir tabura

İstanbulda geçid resmi bile yapdırdı. Bütün bu sapıklıkları, ikinci

Abdülhamîd hânın sabrını taşırarak, 5 Şubat 1877 de, onu sadr-ı

a’zamlıkdan azl etdi. Kendi arzûsu üzerine İzzeddîn vapuruna

bindirilerek İtalyaya gönderildi. Eline de beşyüz altın verildi. Bir

sene, sekiz ay çeşidli şehrleri gezdi. İngilizlerle halîfeye karşı

anlaşmalar yapması üzerine, yurda çağrıldı. İki ay Giritde, Hanyada

oturdukdan sonra 1295 [m. 1878] son ayında Sûriye vâlîsi, 4

Ağustos 1297 [m. 1880] de Aydın vâlîsi yapıldı. Burada iken, 16

Mayıs 1298 [m. 1881] de, Yıldızda muhâkeme edilmek için tevkif

emri verildi. Fransız konsolosluğuna sığınarak kendisini lekeledi.

Fransız sefîrinin emri ile halîfeye teslîm edildi. Mahkemenin i’dâm

karârını halîfe, müebbed habse çevirip, 28 Temmuzda İzzeddîn

vapuru ile Rüşdü, Mahmûd ve Nûri pâşalarla ve Hasen Hayrullah

efendi ile birlikde Tâife götürülüp habs edildiler. 6 Mayıs 1301 [m.

1883] de Mahmûd Celâleddîn pâşa ile, askerler tarafından boğulup

öldürüldüler. İngiltere onu kurtarmağa karâr verdi. Kızıldenizdeki bir

harb gemisine bu vazîfeyi verdi. Pâşaların, İngilizler tarafından

kaçırılacağını anlıyan hicâz vâlîsi müşîr Osmân Nûrî pâşanın emri

ile öldürüldüğü sanılmakdadır). (Yeni Türkiye Târîhi)nin yazısı

temâm oldu. 283, 286, 287, 361, 369, 370, 374, 377, 385.

(Ashab-ı Kiram)