Allah’ın varlığının delilleri

ALİ DEMİREL

Rabb’imizin varlığı delil gerektirmeyecek kadar açıktır. Ne var ki, varlığı her şeyden açık olan O yüce Yaratıcı, Zatı itibarıyla gözlerin bizzat göremeyeceği, idrak edemeyeceği kadar da yüce ve eşsiz bir varlıktır. Bu itibarla yüce Yaratıcı kendisini bize, Zat’ıyla değil, yaratmış olduğu eserler ve göndermiş olduğu rehberlerle tanıtmak istemektedir. O’nu bize anlatan veya bizi O’na götüren deliller sayısızdır. Bu delillerin en büyükleri şunlardır:

1. Kâinat
2. Kur’an-ı Kerim
3. Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)

1. Kâinat önemli bir delil

Muhteşem bir sanat eseri olan kâinat, insandaki aklî ve hissî bütün duyguları fazlasıyla uyaracak inceliklere, güzelliklere ve sırlara sahiptir. Bu âlemde, görebilen gözler için her şey, şüpheye yer bırakmayacak şekilde O’nun varlığını haykırmaktadır. Nitekim “Hiç gökleri ve yeri yaratan yüce Yaratıcı hakkında şüphe edilebilir mi?” ayet-i kerimesi bu hakikati dile getirmektedir. İnkâra şartlanmamış her bir akıl, kâinatın göz kamaştıran mimarisi ve baş döndüren düzenli işleyişinden hareketle, kâinattan objektif veriler elde edebilir ve onu âdeta bir kitap gibi sayfa sayfa okuyabilir. Zaten kâinatı büyük bir kitap olarak kabul edebiliriz. Bu kitabın her kelimesi, hatta her harfi öyle mucizeli bir şekilde yaratılmıştır ki, en küçük bir zerresini dahi tam yerinde yaratabilmek için, bütün kâinatı yaratabilecek sonsuz bir kudret lazımdır. Allah’ın dışında, bütün tabiî sebeplerin, sözgelimi iradeye ve güce sahip olsalar dahi bu kitabın bir harfini bile yaratmaları mümkün değildir. Çünkü bu harf, özellikle canlı bir mevcut olsa, kâinat kitabının bütün kelimeleri ile doğrudan ilgilidir.

Kâinat kitabının bütün harfleri ve hatta noktaları, tek tek veya birleşmiş halleriyle yani kelime, cümle, paragraf oluşturmuş şekilleriyle yüce bir Zat’ın varlığına ve birliğine şahitlik etmekte ve “O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur.” hakikatini haykırmaktadırlar. Çünkü kâinat, İlâhî sanatın sergisi ve Allah’ın varlığını ilan ve ispat eden en büyük delildir. Kâinattaki varlıklar ise Allah’a ayna olan İlâhî birer memur, anlamlı birer harf, birer sanat mucizesi ve nihayetsiz kudret sahibi bir sanatkârın mukaddes isimlerinin tecellileridir.

Rahmetin bütün mahlukatı kuşatması, hayattaki mucizenin zuhur etmesi, bütün kâinatın nihayetsiz ihtiyaçlarıyla her an yoktan yaratılması ve durmadan değişmesi, varlık âleminin zerrelerinden her bir zerresinde tecelli eden öldürme ve hayat verme kanununun her an görülmesi, her bir şeyin hal ve söz diliyle tesbihatta bulunmaları yüce bir Yaratıcı’nın varlığına işaret etmektedir. İşte kâinattaki bu muhteşem düzen, bu düzeni idare eden bir düzenleyicinin varlığını, birliğini, sınırsız bir kudret, ilim ve iradeye sahip olduğunu göstermektedir ki, bu varlık Allahu Teala’dır.

2. Kur’an-ı Kerim

Kur’an, Allah’ın varlığını ispat eden diğer bir delildir. Şu muazzam kâinattaki var olan her şey, bir yaratılış ayetidir ve Kur’an ayetleri bu yaratılış ayetlerini okuyarak, insanların anlayabileceği bir dile tercüme etmektedir. Yaratıcı’nın güzel isimlerinin, yaratılıştaki düzenin gereği olan sebepler ağının gerisinde gizlenmiş manevi hazinelerini keşfedip insanların istifadesine sunmaktadır. Kur’an, İlâhî takdirin birbiri ardı sıra dizdiği hâdiseler zincirinin oluşturduğu şu kâinat kitabının satırları arasında gizlenmiş, Yaratıcı’yı tanımaya vesile olan gerçekleri açan bir anahtardır. Kur’an’ın lafızları ise; hidayet cevherinin birer parlak ışığı, iman hakikatlerinin kaynağı ve İslam esaslarının madeni, kelimeleri; hoş mânâların definelerine birer anahtar, ayetleri ise bir mücevher sandığı ve kemal hazinesinin ve ilim definesinin anahtarıdır.

3. Peygamber Efendimiz

Risalet semasının güneşi, bütün peygamberlerin efendisi, Kur’an’ın tercümanı, şaşırmaz ve şaşırtmaz en doğru rehber ve en mükemmel üstad olan Efendimiz, her söz ve hareketiyle Cenab-ı Hakk’ın varlığını ispat etmektedir. O, getirdiği Kitap ve o Kitap’a göre ortaya koyup uyguladığı hayat (temsil) ve gösterdiği hedeflerle Allah’ı tanıtan canlı bir örnektir. Çöl ikliminde yaşayan bedevi kabilelerden asırlara hitap edecek medeniyetler kuran bir toplum vücuda getirmesi güçlü bir delildir.

Cennet sarayları sabır tuğlasıyla örülüyor

ALİ DEMİREL

Mehmet, anne ve babasından iyi bir terbiye almış, ahlaklı, dürüst, dindar bir gençti. En çok sevdiği insan babaannesiydi. Ondan dinî duygu ve düşünce adına çok şey öğrenmişti. En çok da babaannesinin şükür tavsiyesi onu etkilemişti. Babaannesi ona sık sık,

- Evladım! Biz çok zayıf insanlarız. İhtiyacımız çoktur. Rabb’imizin lütfu ise çok geniştir. Bize sayamayacağımız kadar nimet vermiş. O’na ne kadar şükretsek az. O yüzden her daim son nefesine kadar şükürle iki büklüm ol. O’nun lütfu da kahrı da hoştur. O’ndan ne gelirse gelsin her zaman hamd et, diyordu. Mehmet de bu sözleri kulağına küpe yapmıştı. Devamlı Rabb’ine şükrediyordu.

Artık Mehmet evlilik çağına gelmişti. Aile büyüklerinin tavsiyesi üzerine helal süt emmiş, kendisi gibi dindar bir hanım kızla evlendi. Bundan dolayı da Rabb’ine çok şükretti. İki rekat şükür namazı kıldı.

Mehmet, eşiyle çok iyi anlaşıyordu. Birbirlerini kırmamaya dikkat ediyorlar, huzurlu ve mutlu bir aile hayatı yaşıyorlardı. Bu mutlu aileye mutluluklarını ikiye katlayacak bir müjde lazımdı. Bu müjde de fazla gecikmeden gelmişti. Mehmet, baba olacaktı. O kadar çok sevinmişti ki, hemen bir abdest aldı ve şükür secdesi yaptı ve Rabb’ine şöyle dua etti:

- Allah’ım! Hiç layık olmadığım halde bana pek çok lütufta bulunuyorsun. Nimetlerinin şükründen acizim ya Rabbi! Sana kâinatın zerreleri adedince hamd ve sena ediyorum. Doğacak yavrumuzu halis bir evlat eyle ve Sen’in rızandan bir lahza olsun ayrılmamasını nasip et.

Dokuz ay çok çabuk geçmişti. Mehmet’in nur topu gibi bir oğlu dünyada gelmişti. Adını eşiyle istişare ederek Abdullah koydular. Abdullah doğduktan sonra hayatları daha da değişmişti. Çünkü onlar artık evde üç kişiydiler. Hayatlarını tamamen Abdullah’a göre ayarlamışlardı. Adeta Abdullah’la oturup Abdullah’la yatıyorlardı. Aradan üç yıl geçmişti. Abdullah artık konuşmaya başlamıştı. Evde çeşitli muziplikler yapıyor, yarım diliyle anne ve babasını güldürüyordu. Babası namaz kılarken, o da yanında duruyor, onunla beraber namaz kılıyordu. Akşam olduğunda Mehmet evde sesli olarak kitap okuyor, Abdullah ve annesi de Mehmet’i dinliyorlardı.

Mehmet ve ailesi böyle mutlu bir hayat sürerken bir gece Abdullah’ın ansızın ateşi çıkıvermişti. Annesi, biraz da anne şefkatiyle paniklemişti. Mehmet,

- Bir şey olmaz. Daha önce de böyle çok ateşlenmişti. Hemen bez ve su getir ateşini düşürelim, dedi.

Gece boyu uğraştılar ama Abdullah’ın ateşi bir türlü düşmüyordu. Gözlerinin altları da mor mor olmuştu. Mehmet, hemen bir doktor çağırmak için evden çıktı. Doktor kasabadaydı. Köyden kasabaya gitmek ise üç saati buluyordu. Üç saat gidiş, üç saat da geliş toplam altı saat sonra doktor köye gelebilmişti. Hemen Abdullah’ın yanına gitti. Onu muayene etti. Abdullah’ın durumu hiç de iyi değildi. Annesi, doktorun ifadesinden oğlunun durumunun ciddi olduğunu anlamıştı.

- Doktor bey! N’olursunuz söyleyin, oğlum iyileşek değil mi?

Doktor, bir şey söylemeden Mehmet’i çağırarak dışarı çıktı. Mehmet’e çok geç kalındığını, oğlunun sayılı dakikaları olduğunu söyledi ve kasabaya doğru yola koyuldu. Mehmet odaya girdi. Eşinin ağlamaktan gözleri kan çanağına döndü. Mehmet, yatağın başına diz çökerek oğlunun başını okşuyordu. Çok duygulanmıştı. Artık daha fazla gözyaşlarını tutamamıştı. Bir yandan ağlıyor, bir yandan da şöyle diyordu:

- Canım oğlum! İnşallah cennette görüşeceğiz. Baban sana doyamadı. Ama olsun. Seni bize bir hediye olarak Rabb’imiz verdi. Veren O, alan da O. Emrine karşı boynumuz kıldan ince. O’na binlerce hamd ve sena olsun.

Abdullah son nefesini vermişti. Bu sırada ötelerde Cenab-ı Hak ile ölüm meleği Azrail (aleyhisselam) arasında şöyle bir diyalog yaşanıyordu:

- Kulumun ciğerparesini elinden aldınız. Kulum bu durumu nasıl karşıladı? Ne söyledi?

- Ya Rabbi! Sabretti ve Sana şükretti.

- Bu kulum için cennette bir köşk yapın ve adını da “Hamd (şükür) köşkü” olarak koyun.

Evet, her durumda Allah’a şükretmek ve sabretmek sonunda da cennetleri kazanmak varken, başımıza bir bela geldiği zaman bir anlık öfke ile Allah’a isyan etmek doğru değildir. Kişinin bu öfke dolu isyanla kendini rahatlatmaya çalışması bir aldanmışlıktır. Böylesi kimselerin sonuçta rahata kavuşmadıkları gibi cenneti kaybetme tehlikeleri de vardır.

Bediüzzaman tevhidi esas almıştır

ALİ DEMİREL

Her şeyi bir olan Allah’a dayandırma demek olan tevhid çok önemlidir. O, bütün ibadetlerin başında gelir. İnsan, Allah’ı birlemez ve tek O’na yönelmezse, duygu ve düşünce itibariyle dağınıklıktan kurtulamaz. Bu yüzden insan öncelikle tevhide ermelidir. Mü’min sebebleri de, tabiatı da kendi dairesi içinde değerlendirmeli ve tevhid akidesine şirk bulaştırmamalıdır. O bunu yaptığı nisbette Allah’ın inayet ve keremiyle ayaklarını sağlam yere basıyor demektir. Diğer taraftan bu dengeyi kuramamış, ayağını sağlam yere basamamış bir insanın, her an şirk bataklığına kayması muhtemeldir. Zira şirk, Allah’tan başka sığınacak ve dayanacak bir yer aramak ve hadiseleri başka şeylere dayandırıp havale etmek demektir ki bu, korkunç bir hastalıktır. Aynı şekilde şirk de günahın başında gelir. Allah Rasulü (sas) büyük günahları sayarken, şirki bütün bunların başında zikreder. Allah’a eş ve ortak koşma, insan öldürmeden, zina etmeden, hırsızlık yapmadan, ana babaya isyan etmeden daha evvel gelir. Zira şirk, Allah (cc) bütün mahlukatı tek başına yarattığı halde, insanın onu bölüp parçalara ayırarak ayrı ayrı ilahlara mâl etmesi ameliyesinden ibarettir. Yani şirk bir ortaklık tasavvurudur. İnsan, dimağını bu tasavvura harcadığı zaman, bütün eşyayı bir kısım hayali ortaklara taksim eder ve onları Allah’a ortak koşar ki bu, Allah’a sığınılacak bir durumdur. O halde, en büyük ibadet nedir diye sorulacak olursa, hiç tereddüt etmeden verilecek cevap, tevhidi en veciz bir şekilde ifade eden, “Lâ ilahe illallah Muhammedün Rasulûllah” hakikati olacaktır. Nitekim İslam’ın beş şartının ilki Kelime-i Tevhid veya Kelime-i Şehadet’tir ki onu, “Şehadet ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur ve yine şehadet ederim ki Hz. Muhammed O’nun kulu ve elçisidir” cümleleriyle ifade ederiz.

* Her şeyi Allah’a dayandırmalı, şirkten kaçılmalıdır.

Beni nereye götürüyorsunuz?

ALİ DEMİREL

Geçmiş zamanın birinde aynı mahallede oturan iki adam vardı. Onların çocuklukları da o mahallede geçmişti. Bu samimi arkadaşlardan birisi babasının yolundan gidip tüccar, diğeri ise okuyup alim
olmuştu. Artık araları eskisi gibi değildi. Tüccar olanı aşırı mal şımartmış, dinden uzaklaştırmıştı. Zamanla Allah’ı da inkar eder hale gelmişti. Arkadaşı buna çok üzülüyor, düzelmesi için dua ediyordu. Kaç defa yanına gitmiş ve onunla sohbet etmişti.

- Arkadaşım! Boş ver bu eski lakırdıları. Dünyaya bir kere geliyorsun. Her şey burada yaşanıp bitecek. Başka dünya falan yok. Bende çok büyük bir hatırın var. O yüzden bırak bu hikayeleri de beni rahat bırak, diyordu. Aradan yıllar geçti ve her iki arkadaş da ölüm döşeğindeydi artık. Kısa bir zaman sonra da sırayla hayata gözlerini yumdular. Alim zat, omuzlar üzerinde mezarlığa doğru götürülüyordu. Mezarına doğru yaklaşırken mezarının cennet bahçelerinden bir bahçe olduğunu görmüştü. Kendisini taşıyanlara şöyle diyordu:

- Çabuk, daha çabuk, acele edin! Beni hemen yerime ulaştırın!

Bir an önce kendisi için hazırlanan o güzel ortama kavuşmak istiyordu.

Kısa bir zaman sonra ise inkarcı tacir tabutun üzerinde mezarlığına doğru getiriliyordu. Gözlerini bu dünya hayatına yumduktan sonra inkar ettiği gerçek hayatı görmüştü. Çok pişman olmuştu; ama artık iş işten geçmiştii ve şöyle sesleniyordu:

- Eyvah nereye gidiyorum! Beni nereye götürüyorsunuz? Ben o cehennem çukuruna giremem.

Ancak tüccarın sesini oradakilerin hiçbiri duymuyordu.

Nitekim bir hadislerinde Allah Rasulü şöyle buyuruyordu: “Onun çığlıklarını her şey işitir; ancak insan hariç. İnsan bu çığlığı ve feryadı işitseydi dengesini kaybeder ve kendine gelemezdi.”

Artık onlar gerçek dünyaya göçmüşlerdi. O dünyada herkes burada yaptığının karşılığını bulacaktı. Ne mutlu, bu dünyayı bir imtihan dünyası olarak görüp ona göre hareket ederek cenneti kazanan insanlara!

 

O, sokaklardan kurtuldu; şimdi sokak çocuklarının peşinde

SALİH YUSUFOĞLU

Anne ve baba kendi zevklerinin peşine düşmüş, çocuklarının ne halde olduğundan haberleri dahi yoktu. Nasıl olsundu ki, babası içki parasını denkleştirince hemen meyhaneye koşar annesi ise heva ve hevesleri içinde sürüklenip dururdu pavyon köşelerinde. Ali, kavgası, dayağı eksik olmayan bir yuvada dünyaya gelmiş, küçük yaşlarda da sokağa terk edilmişti. Çok keskin olan zekası, hep şer işlere yönlendirilmişti. Halinden memnun değildi fakat ne yapabilirdi, nasıl bu bataklıktan kurtulurdu onu da bilmiyordu. Ona doğrunun ne olduğunu söyleyen de olmamıştı.

Bir akşam karanlığında yine gözüne birini kestirmişti Ali. Köşeyi dönünce bıçağı boğazına dayayıp neyi varsa hepsini alacaktı kurbanının. Düşündüğü gibi iyi giyimli, çantalı adam köşeyi dönünce aniden önüne çıktı ve sustalı bıçağıyla tehdit ederek parasını istedi. Fakat çantalı adam kendisinden beklenmedik bir çeviklikle Ali'nin bileğinden tuttuğu gibi bıçağı elinden aldı. İşte Ali ile Kemal öğretmenin tanışması böyle garip bir şekilde başladı.

Kemal öğretmen, o akşam Ali’nin karnını doyurdu ve hikâyesini en ince ayrıntısına kadar dinledi. Böylesine zeki bir çocuğun hedefsiz, serseri bir şekilde sokaklarda olmasına yüreği dayanmadı Kemal öğretmenin ve o günden sonra Ali’yi bırakmadı. Öğretmenlik yaptığı okula kaydını yaptırıp, ona bir öğrenci yurdunda ücretsiz yer ayarladı. Masrafları için de birkaç hayırsever esnaftan burs temin etti.

Üniversiteden sonra master ve doktorasını da bitiren Ali, bugün bir belediyenin üst kademe yöneticisi. Şimdi onun yaşadığı ilçede hiçbir sokak çocuğu yok; çünkü hepsi Ali Bey’in koruması altında. Ali, ‘gerçek babam’ dediği Kemal öğretmeniyle irtibatını hiç koparmadı ve Rabb’ine yalvardığı her seferinde onun ismini de duasına ekledi.

Yazılarınızı bekliyoruz

Hepimizin hayatında küçük ya da büyük değişikliklere vesile olan fedakâr, cefakâr, samimi ve sevgi dolu bir öğretmen mutlaka olmuştur. Belki de birçok kimseyi uyuşturucu batağına saplanmadan kurtarıp hayata bağlamış, birçoklarını fakirliğin cahil bırakmasına izin vermemiştir bu yiğit öğretmenler. İşte talebeleri için, bu değerli öğretmenlerimize ve eğitimcilerimize bir teşekkür sunma fırsatı.

Haydi sarılın kâğıda kaleme ve öğretmeninizin sizin hayatınızı nasıl değiştirdiğini bize yazın

 

 

Annemden duanın gücünü öğrendim

SALİH YUSUFOĞLU

8-9 yaşlarındayken annemin beni, namaz kılmam için uyarılarından dolayı namaza düşman kesilmiştim. Canım annem sabırla ve tatlılıkla uyarılarını yapıyordu sürekli; ama annemin uyarıları ve bana gösterdiği sabrı bile beni hiç yumuşatmıyordu.

Annem sürekli olarak dua ediyor ve namazı sevip aksatmamam için Allah’a yalvarıyordu. Şu an 13 yaşındayım ve 11 yaşında iken namazlarımı hiç aksatmadan kılmaya başladım. Rabb’ime şükürler olsun ki, namazı bana sevdirdi... Artık sabah namazlarını bile aksatmıyorum. Ve bu sayede annemden duanın ne kadar büyük bir gücü olduğunu öğrendim. Teşekkürler canım annem... Kübra Sungur, Ceyhan, Adana (Hediyeniz için adresinizi bekliyoruz)

Şehit oğlu Ömer’i bilim adamı yapan Bilal öğretmen

SALİH YUSUFOĞLU

Ömer, Bursa’da doğmuştu, babası o henüz birkaç yaşındayken vatanî görevini yaparken şehit olmuştu. Başlarını sokacak küçücük evlerinde, binbir meşakkat çekerek, annesiyle beraber yıllarca yaşadı Ömer. İlkokulu bitirdikten sonra eğitimine devam etmeyi çok istemesine rağmen hem ekonomik sebepler hem de annesinin rahatsızlığı sebebiyle çalışmak zorunda kalması bu hayaline engel oluyordu. Yaz tatilinde çaresizlik içinde bir konfeksiyon atölyesinde çalışmaya başlayan Ömer, bir yandan da hiç kimsenin kendileri için bir şeyler yapmadığına çok kızıyordu, “Herkes kendini düşünüyor, kimse başkasının derdini anlamıyor. Benim babam bu ülke için şehit oldu.” diyordu küçücük yüreğiyle. Tatilin son günleriydi ve okula gidecekler hazırlıklarını yapmaya başlamıştı. Ömer okula gidecek olan arkadaşlarına gıptayla bakıyor; fakat elinden bir şey de gelmiyordu. Tam bu sırada en sevdiği Bilal öğretmeni Ömer’in bu sıkıntısını öğrenmiş ve onun eğitimine devam edebilmesi için çeşitli yollar aramıştı. Bilal öğretmen çok başarılı bir öğrenci olan Ömer’i, hayırsever işadamlarının yardımlarıyla burslu olarak bir okula kaydettirdi. Hatta Ömer’in annesini de aynı okulun mutfağında çok ağır olmayan bir işe yerleştirmişti. Hem Ömer hem de annesi çok sevinmiş ve Bilal öğretmene sürekli dua ediyorlardı. Ömer okulunu başarıyla bitirdi. Bilal öğretmeninin, kendisine olan güvenini boşa çıkarmamıştı. Özel bir üniversiteyi burslu olarak kazanan ve buradan başarıyla mezun olan Ömer’e yurtdışındaki bir üniversiteden master için davetiye geldi.

Ömer, şu anda o üniversitede doktor olarak görevini sürdürüyor. Ömer kendisini, sıradan bir insan olmaktan kurtarıp hayata bağlayan Bilal öğretmeniyle irtibatını hiç koparmadı ve hep yer verdi dualarında öğretmenine. Bilal öğretmeninin kendisini sokaklardan kurtarıp, itibarlı bir bilim adamı olmasına vesile olduğu gibi şimdi de kendisi, ‘Bilal’ öğretmen olmuş, yok olmaya aday binlerce ‘Ömer’in peşinde. Kimisine yurt imkânı sağlıyor, kimisine maddî yardım...

Öğretmenlerimiz

Hepimizin hayatında küçük ya da büyük değişikliklere vesile olan fedakâr, cefakâr, samimi ve sevgi dolu bir öğretmen mutlaka olmuştur. Belki de birçok kimseyi uyuşturucu batağına saplanmadan hayata bağlamış, birçoklarını fakirliğin cahil bırakmasına izin vermemiştir bu yiğit öğretmenler. İşte talebelere, bu değerli öğretmenlerimize ve eğitimcimlerimize bir teşekkür sunma fırsatı.

Haydi sarılın kâğıda kaleme ve öğretmeninizin sizin hayatınızı nasıl değiştirdiğini bize yazın

 

SİZİ KİM HESABA ÇEKSİN

Süfyan-ı Sevrî hazretleri birgün

Hammad b. Seleme hazretlerine

sorar:

- Ey Hammad, acaba Rabbimiz

bizi affeder mi? Hammad şöyle

cevap verir:

- Vallahi kıyamet günü hesabımı

anneme, babama veya Rabbime

vermek hususunda serbest bırakılırsam

ben Rabbimi tercih ederim.

- Niçin?

- Çünkü biliyorum ki Rabbimiz bizlere

anne ve babalarımızdan daha

merhametlidir.

 

 

 

Saygı göster, saygı gör!

Bir hadis–i şerifin anlamı şöyledir: “Bir

genç bir yaşlıya sadece yaşından dolayı

hürmet etti mi, Allah da ona bir mükafat

olmak üzere, ihtiyarlığı zamanında hürmet

edecek bir kimseyi muhakkak yaratır.”

Bu hadîs, yaşlılara saygı gösteren

gençlerin sevap kazanacaklarını ve çok

yaşayacaklarını müjdelemektedir.

 

 

 

EĞER BİR ÇOCUK

Kınanarak yaşarsa;

Suçlamayı

Düşmanca

davranılırsa;

Kavgayı

Alay edilerek yaşarsa;

Sıkılganlığı

Utançla büyütülürse;

Suçluluğu

Hoşgörüyle;

Sabrı

Teşvik edilerek

büyütülürse;

Güvenmeyi

Değer verilerek

büyütülürse;

Saygı duymayı

Eşitlik ortamında

büyütülürse;

Adaleti

Güven duygusunda

büyütülürse;

İnanmayı

Beğeni ile büyütülürse;

Hoşlanmayı

Kabul ve dostlukla

büyütülürse;

Sevgiyi öğrenir

 

 

****