Sayın Taşgetiren, duygularıma (Eminim sizinde belirttiğiniz gibi birçok insan bizler gibi düşünüyor.) tercuman olduğunuz için teşekkür ediyorum.

      Doğrusu Akparti'ye muhafakazar kesimden (içeriden) hatalar karşısında yapılan eleştirilerin çok etkili olacağını düşünüyorum. Yani bir nevi HZ.Ömer'e "Sizi kılıçlarımla doğrulturum." diyen sahabe anlayışına ihtiyaç var.

     Sayın Taşgetiren, Akparti'de son zamanlarda ciddi bir savrukluk, üst yöneticiler ve milletvekilleri ile iletişimde ciddi bir sorun var gibi görünüyor. Ben doğrusu dışarıdan öyle okuyorum. Başbakanın kızgınlığını anlamak mümkün değil. Tamam ortamı germek, karıştırmak isteyen insanlar ve gruplar olabilir. Başbakanın yaptığı onların ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe yaramaz.

      Çevremde gözlemlediğim kadarıyla, son zamanlarda bir memmuniyetsizlik var.Akparti'nin başarılı olmasını isteyen biri olarak, Başbakanın ve Akparti yetkililerinin bazı tutumlarını anlamakta zorlanıyorum.

      Savrukluk ve plansızlığa bir örnek vermek istiyorum(Aşağıda MEB Bakanımızla ilgili). Sayın Taşgetiren ben Adıyaman'da öğretmen olarak çalışmaktayım.

       MEB BAKINIMIZ VE BİR "DİZÜSTÜ BİLGİSAYAR" HİKAYESİ

       Sayın bakanımız, aylar önce öğretmenlere KDV'siz yarı fiyatına bilgisayar verileceğini duyurdu. Hatta bunun yanı sıra bir yıllık ADSL bağlantısınında ücretsiz olacağı (bir yıllık adsl ücreti en az 350 milyon) çeşitli basın-yayın organlarında yer aldı. Bakanımız bunları geçen aylar içerisinde bazı vesilelerle yine açıkladı. 650 bin öğretmen beklenti içine sokuldu. Bütün öğretmenler aylarca bu kampanyayı bekledi. Bilgisayar almayı düşünen arkadaşlar bu yüzden bilgisayar almaktan vazgeçti. 

      Sayın Taşgetiren, son gelinen nokta ne biliyor musunuz? Maliye bakanlığı ile yapılan görüşmelerde KDV indirilememiş, ADSL'den hiç bahis yok. Durumun bu şekilde ortaya çıkmasından sonra, öğretmenlerin neredeyse tamamı MEB'in vereceği bilgisayarları almaktan vazgeçme (internet sitelerinde yapılan anketlere göre %85) noktasına gelmiştir. 

     Şimdi bakanımıza sormak gerekmez mi, sizden kim bilgisayar istedi? MEB bakanından kimsenin bilgisayar istediği yoktu. Ama sayın bakanımız 650 bin öğretmeni beklentiye soktu. Bakanımızın bu tutumundan dolayı kendisine ve Akparti'ye öğretmenler arasında ciddi bir tepki var. Bir politikacı nasıl böyle hata yapar. Önce planını, hesabını kitabını yap. Ondan sonra gerçekten öğretmenleri memmun edebileceğin uygun şartları sağlayabilmişsen takvimi açıkla, bilgisayar almak isteyenler alsın. Halk oyuyla gelip-giden bir siyasi, aileleriyle birlikte belki birkaç milyon seçmen demek olan bir kesimi durduk yerde böyle kaybeder mi? Ayağına kurşun sıkmak bu olsa gerek. Bir bakan nasıl bir kaç adım ötesini planlayamaz? 

    BAKANIMIZIN VUKUATLARI BUNUNLA SINIRLI DEĞİL, 

   Geçen öğretim yılının sonunda, "Doğuda çalışan öğretmenlere 300-400 milyon fazla maaş verileceğini söyledi. Sonunda aradan bir yıl geçti yine bir icraat yok. Sayın bakana yine sormak gerekmez mi, sizden kim para istedi? Bakanımız bu günlerde öğretmenlerin ek derslerinin 5 milyonun üzerine çıkarılması için talimat vermiş. Bakalım bunun akıbeti ne olacak. 

    Sayın Taşgetiren, üzülerek söylemek zorundayım; hüsnü -zan etmeye mümkün olduğunca gayret eden birisi olarak, Sayın Çelik nedense bana çok ve boş konuşan biri olarak görünmektedir. Artık konuşmaları bana (çevremdeki birçok öğretmene) itici gelmekte ve hiç ilgimi çekmemektedir. 

   Acaba, on binlerce öğretmenin MEB bakanından ve Akparti'den soğumasına kim sebep olmuştur. Sayın Başbakanımız ve Akparti yöneticileri sağa-sola kızacaklarına bu ve benzer durumlara niçin düşüldüğünü araştırsalar kendileri ve ülkemiz için daha iyi olmaz mı? 

    Selam ve Saygılar.... 

Not: Bütün bunları Akparti'nin başarılı olmasını çok isteyen biri olarak yazdım. 

Karşı hamle

Başbakan "Düğmeye basılmış olmalı, diyor, basılmış olmalı ki, böyle her çevreden tepki yükseliyor!"

Hükümete yönelik tepki yükselmesi bir gerçek. Acaba bunlar organizeli mi, bir merkezden düğmeye basılmış olmasının sonucu mu, yoksa tanınan sürenin sona ermesinin ve biriken memnuniyetsizliğin patlaması mı? Yoksa bu iki hadisenin üstüste oturması ile mi karşı karşıyayız? Yani bir yandan ertelenen talepler patlamaya başladı, bir yandan da düğmeci esnafı, bu tepkileri kendi inisiyatifi için kullanmak için hareketlendi?

Hangisi olursa olsun, iktidarın bir "sınama" (Henüz meydan okuma değil) ile karşı karşıya bulunduğu bir gerçek. Başbakan bunu "düğme operasyonu" olarak ciddiye aldığına göre o derece önemli bir "sınama" ile karşı karşıya bulunulduğunu düşünmek gerekiyor.

Bu bir hamle ise, iktidarın bir karşı hamlesinin bulunması lazım.

Bunun için de "sınama"nın nasıl oluştuğuna, kimlerin birlikte hareket ettiğine, nereden kaynaklandığına, nasıl bir sonuç alınmak istendiğine, bu sürece gelinmesinde iktidarın hata yapıp yapmadığına, bir süre devam eden "düğmesiz günler"in hangi parametreler içinde şekillendiğine ve şimdi neyin değiştiğine..... bakmak gerekiyor.

Pekçok yorum yapılıyor:

-ABD ile ilişkiler sağlıksız.

-AB ile ilişkiler sağlıksız.

-İçeride AKP'ye meşruiyyet sağlayan farklı ve etkin kesimlerle mesafe oluştu.

Bunlar gelinen noktanın tahlilinde bir tür yaklaşımlar...

Başkaları da var:

-AKP kendi tabanının beklentilerini karşılayamadı.

-Üçüncü yılın içinde ekonomide iyileşme umudu, vatandaşın hayatına yansıması gereken boyutlar açısından hâlâ askıda ve bekleyenler beklemekten yoruldu.

-AKP, hızlı tren-hastane operasyonu gibi pratik alanlarda dağınıklık sergiledi ve çabuk toparlanamadı.

AKP'ye bedel ödetmek isteyen bir irade, bütün bunlardan iktidar kadrolarında bir panik oluşmasını, savruk tepkiler ortaya konmasını ve sonuçta "Bu kadro bu işi başaramıyor" sonucunun çıkmasını ister. Nitekim yaşanan gerilimle ilgili tüm "muhalif" değerlendirmeler "Dış politika ABD-AB'ye, ekonomi IMF'ye havale edilmişti, onlarla ilişkiler sarsılınca AKP'nin gemisi karaya oturdu" şeklindeki cümlelerle sona eriyor. Hükümet süreci kontrol edecek bir hamle gerçekleştiremediği takdirde, bu değerlendirmelerin mizah boyutuna doğru yol almasını önleyemez.

Buna karşılık hükümetin alacağı tavırlar açısından şunlar da önemli:

-Ak Parti hâlâ alternatifsiz. Onu dengeleyecek bir siyasi hareket hâlâ yok. Şu an yapılacak bir seçimde de, Ak Parti daha az oy almaz. Çünkü her eleştirinin sonunda insanlar "Seçim olsa başka kime oy vereceğiz?" sorusunu soruyor.

-ABD ve AB ile ilişkilerdeki sıkıntı, sırf AKP ile bağlantılı değil. Eleştirilere bakıyorum, bir kısmında aradaki sorunlara dikkat etmeksizin "ABD'ye eklemlenme ya da AB ne derse o" alt şuuruyla oluşuyor, bir başka kısmı ise, Türkiye'nin taşıyıp taşıyamayacağına bakmaksızın "ABD ve AB ile dişe diş mücadele" üslubunu taşıyor. Bunun her ikisi de el taşın altında olmadığı zaman sergilenecek tavırlar.

Bütün bunlardan karşı hamle için bir çerçeve çıkarmak gerektiğinde söylenecek olan ilk şey, içeride güçlü olma ihtiyacıdır. İçeride güçlü olmak için dışarıda meşruiyyeti sağlamlaştırmak ve bunun için de bazı taleplere karşı "yumuşak" olmak yerine, dışarıda güçlü olmak için içeride güçlü olmak gereğinin altını ısrarla çizmek istiyorum. Dış politikanın yoğunlaştığı ABD ve AB ile ilişkilerde "verilmemesi gerekenleri asla vermeden" en iyiyi geliştirme çizgisini gerçekleştirmek için, içeride "insicam" sağlamak bana göre çok önemli.

Bunun için de başta Başbakan olmak üzere hükümetin pro-aktif bir iç inşa hamlesine büyük ihtiyaç var. "Her şey Türkiye için" bilinci etrafında bir iç inşa hamlesi...

Muhalefetle oturun konuşun. Askerle oturun konuşun. Her çizgiden işçilerle, her çizgiden işverenlerle, köylülerle-çiftçilerle, memurlarla, üst bürokratlarla konuşun. Kürtlerle, Alevilerle, başörtüsü mağdurlarıyla, YÖK'le, üniversite öğretim üyeleriyle, gayrı müslim azınlıklarla... İslamcı, liberal, milliyetçi her kesimle... Size oy verenlerle, vermeyenlerle... İletişimi asla koparmayın. Ön yargısız, komplekssiz bir iletişim sağlayın... Sağlıklı, birinci elden bilgiler verin. Her grubun iktidara alternatif olma, Türkiye'ye yeni önerilerde bulunma hakkı bulunduğunu gözardı etmeden, bir seçim ortamına kadar Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu zorlukları aşmak için elele tutuşma gereğini hatırlatın... İktidarınızı, ülkenin farklı kutuplara savrulmuş insanlarının-gruplarının birbirini anlama, Türkiye için alternatif düşünceler üretme platformu haline getirmeye çalışın. Türkiye'yi hiçbir grubun dışarıdan koruma talep etmeyeceği bir ülke haline getirmenin seferberliğini başlatın.

Geçen gün, Prof. Dr. Nur Vergin aradı, AB ile müzakere için Türkiye'nin insan birikiminden yararlanılması gerektiğini söyledi, İlter Türkmen'in, Volkan Vural'ın isimlerini verdi. BM Genel Sekreteri Kemal Derviş'i Uluslararası Kalkınma Ajansı'nın başkanlığına teklif etti. Dışışleri Bakanı Abdullah Gül de, bundan büyük mutluluk duyduklarını açıkladı. İşte güzellik bu. AKP gibi şu anda alternatifi görülmeyen bir iktidar Türkiye'nin bütün birikimlerini değerlendirmek için kendine güven içinde geniş yürekli bir hamle yapmalı... Belki bu yürek genişliğini, yılların kavgaları içinde daralmış yüreklere intikal ettirmenin yolu da budur. Sürekli iletişim. Korkuları azaltmak, birbirini anlama iklimi oluşturmak... (A.Taşgetiren.Yeni Şafak.25-3-2005)

 Gözyaşı ve öfke...

Tayyip Bey, Çanakkale filmini izlerken göz yaşlarını tutamıyor. Tayyip Bey, bir şehid tabutunu taşırken, bir şehid çocuğunun başını okşarken, bir şehit eşini teselli ederken de göz yaşlarını tutamıyor. Bir fukara ocağında iftar yaparken de yüreği kabarıyor. Bunlar bir devlet adamı için güzel şeylerdir.

Ama Tayyip Bey, kızıyor da... Eleştiri karşısında öfkeleniyor, tepki de gösteriyor.

Sanırım göz yaşı ile kızgınlık aynı kaynaktan beslenir. His dünyasının baskın olmasından...

Ben de his dünyası yoğun bir insanım, beklemediğim tavırlar karşısında çabuk kırılırım. Aynı şekilde yufka yürekliyimdir ve bir insan ezilişi karşısında gözlerimin yaşarmasına mani olamam.

Şu sıralar Tayyip Bey'in kızgınlığı yadırganıyor. Eleştiriler oluyor ve o bunu hak etmediğini düşündüğü için fevkalade öfkeleniyor.

Bir ara, henüz Başbakan değilken benim bir yazıma da öfkelenmiş, telefonda tartışmıştık. Hatta o zaman, "Ben bugüne kadar Erbakan Hoca ve Recai Kutan hakkında onca eleştiri yazdım, bir kere bile böyle tepki almadım" diye yazmıştım. Erbakan Hoca Çanakkale filmini seyrederken ağlar mı bilmem ama, eleştiriler karşısında öfkelense bile bir noktaya kadar bunu içine gömecek bir kişilik ve liderlik üslubuna sahip bulunduğunu söylemek mümkün.

Tayyip Bey öfkeleniyor ve bu, bir noktadan sonra zaaf gibi telakki edilmeye başlanıyor. İşin ilginç yanı, eğer bir "düğmeye basma" söz konusu ise onu yapanlar tıpkı bir boks maçında rakip boksörün antrenörünün "Açılan kaşına çalış" demesi gibi "Kızdırmaya devam" mantığıyla hareket ediyorlar.

Bence Tayyip Bey'in bir karikatür için tazminat davası açması şık değil. İsterse kazandığı parayı bir hayır kurumuna versin, o dava şık değil. O dava, sembolik bir nitelik kazanıyor çünkü, "karikatüre bile tahammül edememenin göstergesi" gibi sunuluyor, algılanıyor.

Bence Tayyip Bey'in TÜSİAD Başkanı Ömer Sabancı'nın eleştirileri karşısında "Benimle uğraşacağına Özdemir Sabancı'nın katilini koruyanlarla uğraş" çağrısı yapması şık değil.

Bence Tayyip Bey'in Denktaş'a torunlarının aldığı Rum pasaportunu hatırlatması şık değil.

Bence Tayyip Bey'in, çiftçilere "Yok öyle 25 kuruşa simit" diye çıkışması hoş değil.

Bence tüm öfkeli tavırların ürettiği sonucun dikkate alınması gerekiyor. Bir artı'sı var mı? Bana göre yok... O davranışlardan bana göre hiçbir toplum kesimine olumlu yansıma gerçekleşmemiştir. "İyi ki bu tavırlar kondu, karnımızın şişi indi" diyen bir toplum kesimi olduğunu sanmıyorum. Aksine "Tayyip Bey kızgın" yorumları daha bir derinleşmiştir. "Kızgınlık" ise bir liderde sağlık alameti olarak gözükmüyor.

Tayyip Bey bir gün Karikatürcüler Derneğini ziyaret etse ve "Hadi bizi nasıl görüyorsunuz, çizin bakalım" dese, gülse çizgilerdeki esprilere, kızacaksa bile orada yüzyüze paylaşsa kızgınlıklarını, ya da davet etse kanaat önderlerini, iş camiasını "Nasıl görünüyoruz?" diye sorsa... Bence kaybedeceği bir şey olmaz. Bunu yapıyor da zaman zaman ve iyi yapıyor. Aslında "Doğru Tayyip Bey" de bu... Tayyip Bey'in en kolay diyalog kuracağı insanlar çiftçiler - işçiler olması gerekirken neden gerilimler oluşuyor?

Bütün siyasetnamelerde "Düşmanı azaltmak" tavsiye edilir. Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig'de "Düşman biricik de olsa onun zararı bindir, binlerce dostun olsa bile, daima bir tanesi eksiktir" der.

"Öfkeyi yenmek, affetmek ve daha ötesi ihsanda bulunmak" güzel insanların kişilik özelliği... Kutadgu Bilig "Dişini sık, sabret, diyor, öfkelendiğin zaman." 9 kere yutkunmalı belki de, boğazı dokuz boğum bilip...

Belki, Tayyip Bey'in zaman zaman kabaran öfkesini de anlamak lazım, eğer onun öfkesinden bir zaaf görüntüsü üretmeyi hesap etmiyorsak...

Tayyip Bey, biliyorum ki bu ülkeye hizmet etmek istiyor. Ülkenin karşı karşıya bulunduğu zorlukları var. Elhak çalışıp, çırpınıyor. Gecesini gündüzüne katıyor. Ve muhtemel ki takdir edilmese bile bunun en azından anlaşılmasını istiyor.... "Hatalar söylensin ama, yokedici niyetle yapılmasın bu" diye düşünüyor. Eleştiriler ise her zaman aynı çizgide kalmıyor. Zaman zaman niyetler fesatlara kadar uzanıyor. Ve Tayyip Bey patlıyor...

Patlamamalı. Sanırım, patlamamayı başarmak başarılı liderliktir.

Dışişleri Bakanı Abdullah Gül bir ara "Kretschmer de kim oluyor!" diye tepki gösterdi. Abdullah Bey de o değildi.

Ak Parti hükümeti uzun soluklu bir iktidar olmayı hedeflemiş ise, toplumun her kesimi ile sağlıklı iletişimi sürdürmeyi önemsemeli diye düşünüyorum. Bunun için de Tayyip Bey'in etrafında ona "Nasıl göründüğü"nü söyleyecek dostlar bulunmalı. (A.Taşgetiren.Yeni Şafak.26-3-2005)