APO’NUN ASALA İTİRAFI

 

Bölücübaşı’nın hiç açıklanmayan ilk ifadeleri, PKK-Ermeni terör örgütü işbirliğini ortaya koydu: Harita anlaşmazlığı, ‘soykırımı Kürtler yaptı’ suçlaması ilişkiyi bitirdi


TERÖRİSTBAŞI Abdullah Öcalan, Kenya’daki Yunanistan Elçiliği’nden paketlenip Türkiye’ye getirilmesinin ardından, güvenlik güçlerine verdiği ilk ifadesinde, PKK’nın faaliyetleriyle ilgili çok ayrıntılı bilgiler aktarıyor. 16-21 Şubat 1999 tarihleri arasında tam altı gün süren ifadesinde Öcalan, kanlı örgütün lideri değil, sanki bir “itirafçı” gibi şakıyor.

Şu günlerde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından yeniden yargılanması gündeme getirilen İmralı sakini, Türkiye’yi parçalamayı ve milleti bölmeyi hedefleyen terörist faaliyetleri çerçevesinde, o dönemde aynı amaçla kanlı eylemler yapan yasa dışı Ermeni ASALA örgütü ile de temas kurduklarını anlatıyor.

Türkiye’yi zayıflatmak, gücünü kırmak isteyen şer güçlerin ancak ve ancak piyonu olarak tarif edebileceğimiz ASALA ve PKK, Bekaa’da yuvalanmış 1980’li yıllarda. Türkiye düşmanı her iki örgütün, yıllarca Türkiye’nin desteğini gören Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) himayesinde olduğunu söylemek, acı veriyor olsa da bir gerçek. Türkiye, Filistin Davası’nın yanında yer alırken, FKÖ, Türkiye’yi içerden ve dışardan vuran bu örgütlere hem eğitim veriyor, hem de ev sahipliği yapıyor.

Bölücübaşı, Bekaa günlerini ve ASALA ile ilk bağlantılarını şöyle anlatıyor:

“Lübnan’da bulunduğumuz süreçte ASALA ile görüştük. ASALA’dan Mafyan (K) ile görüştük. Kendilerine göre kapalı bir yapıları vardı. Bizle ortak eyleme girmiyorlardı. ASALA 1983 yılında dağılma sürecinde idi. İkiye ayrıldılar. Bekaa’da birbirlerini vurdular ve örgüt, örgüt olmaktan çıktı. ASALA daha çok Kurtuluş Örgütü ile ilişkiliydi. Onlarla ilişkileri sonucu parçalanma oldu. ASALA’nın bize verecek adamları yoktu. Bunların bizim eğitimimize de ihtiyacı yoktu. Yıllarca FKÖ içerisinde eğitim görüyorlardı. Bunların bize yardım edecek ne paraları, ne de kadroları vardı.”

***

ABDULLAH Öcalan, her ne kadar ASALA’nın kendilerine verecek ne adamı, ne de parası olduğunu söylüyorsa da, iki bölücü örgütün işbirliği yapamamalarının en önemli sebebinin de, Ermeni terör örgütünün, sözde soykırımından Kürtler’i sorumlu tutması olduğunu görüyoruz:

“ASALA ile görüşmelerimizde, kendi Ermeni iddialarını getiriyorlardı. Ermeni katliamında Kürtler’in de rolü olduğunu, Van, Bitlis, Diyarbakır, Dersim, Erzincan, Artvin illerinin Batı Ermenistan olduğunu söylüyorlardı. Harita anlaşmazlığı yüzünden ilişkilerimiz koptu.”

İşe bakın, iki bölücü örgüt, Türkiye topraklarını bölme pazarlıkları bile yapıyor. Ermeniler, “Dedelerini kesmekle suçladıkları” Kürt bölücüleriyle harita konusunda anlaşmazlığa düşüyor. Ama Türkiye düşmanları, bu iki örgütü birbirine yanaştırmak için yine devreye giriyor ve bir süre sonra yeniden işbirliğine girmelerini sağlıyor.

İfadeye dönüyoruz:

“Uzun bir süre temas kuramadık. Ancak Avrupa üzerinden kiliselerin ve zengin işadamları vasıtasıyla mali destek sağladılar. Buna karşılık metropollerde eylem yapmamızı istediler. Bu isteklerini genelde Yunanistan bahsinde değineceğim kişiler vasıtasıyla ilettiler.”

***

ASALA’NIN akibetini hepimiz biliyoruz. Dış elçiliklerimizi işgal edip, diplomatlarımıza suikastler düzenleyen Ermeni tedhişçilerin, Türkiye’nin “sıkı devlet politikası” sonucu belleri kırıldı, bütün ekonomik imkânlarına rağmen dağılmak zorunda kaldılar. Ancak bu kanlı örgüt, daha sonra, Ermenistan’da kendileri gibi düşünen şoven Taşnak Partisi’ni iktidara taşımayı başardı.

Bölücübaşı, Suriye’den ayrılmak zorunda kalınca, Ermenistan’la temas kurmak ve bu ülkeye gitmek istiyor. Ancak o sırada Ermenistan’ın başında Devlet Başkanı Petrosyan var. Petrosyan, ülkesinin Türkiye olmadan yaşayamayacağını gören bir devlet adamı. Türkiye’ye düşmanlık yaparak ülkesine kötülük edeceğinin bilincinde. Öcalan’ı reddediyorlar.

Teröristbaşı, o dönemde Alparslan Türkeş’in Petrosyan’la iki kez görüştüğünü duyduğunu belirtiyor ve “Koçaryan dönemi olsaydı, farklı olabilirdi” diyor.

O Koçaryan, hâlâ düşmanlık üzerine iktidarını sürdürüyor. Ama son bir yılda ülke nüfusunun neredeyse yarısının, açlıktan kurtulmak amacıyla dışarıya kaçmasına engel olamıyor.

***

YUNAN dostlarımızın (!), PKK ve ASALA’yı Türkiye üzerine nasıl saldırtmak istediği, nasıl beslediği konusu tam bir ibret vesikası. Metropollerde ve turistik bölgelerde terör yaratmak için nasıl gayretler içinde olduklarını Abdullah Öcalan’ın ağzından öğrenelim mi, ne dersiniz?

Yarın devam edeceğiz.


Aydın CANDABAKOĞLU
28.04.2005

 

Yunanistan, Apo'yu tepe tepe kullandı ve sattı

29.04.2005

AYDIN CANDABAKOĞLU


 

    TÜRKİYE'NİN gücünü kırmak, büyümesini ve gelişmesini engellemek isteyen devletler, oluşumunda bile katkıları olan bölücü terör örgütlerine hemen her dönemde, her çeşit desteği vermekte sakınca görmedi.
Tarih kitaplarında hâlâ Türkler'i en büyük düşman olarak genç nesillerin beynine işleyen Yunanistan, bu ülkelerin başında geliyor. Teröristbaşı Abdullah Öcalan, Türkiye'ye getirildikten sonra verdiği ilk ifadesinde, Yunan istihbaratçıları ile parlamenterlerinin bölücü örgütü nasıl yönlendirdiğini, yataklık ettiğini ve desteğini anlatıyor, sonrasında da nasıl yüzüstü bırakıldığını itiraf ediyor.

Yıl 1998. Türkiye, artık kararlılığını gösteriyor ve "Yataklık etmeyi sürdürmesi halinde, Suriye'yi vuracağını" açıklıyor.

Hafız Esad yönetimi, papucun pahalı olduğunu nihayet anlıyor. Öcalan'dan, hemen Suriye'yi terk etmesi isteniyor.

Bölücübaşı, ifadesinde bu durumu "Zorla misafirlik olmaz" diye karşıladığını belirtiyor ama, rahatı bozulsa bile önemsemiyor. Nasılsa Avrupalı hami, Yunanistan var. Türk'ün düşmanı, bölücü PKK'nın dostu ya...

*

PKK- ASALA ilişkilerinin "soykırımını yapanlar içinde Kürtler de vardı" ve "harita anlaşmazlığı" yüzünden yürümediği şeklindeki dünkü köşemizde verdiğimiz Abdullah Öcalan'ın ifadelerine dönelim yeniden. Suriye'den kovulma kararından sonrasını anlatıyor:

"Yunanistan'da bulunan temsilcimiz Rozalin kod adlı Ayfer Kaya'ya, 'Gerekli hazırlıkları yap, Yunanistan'a geleceğim' dedim ve yanıma çağırdım. Yunanistan'daki dostlarımız Badovas, Nazagaki ve parlamenterlerden arkadaşları ile ilişki kurduğunu, sonucun olumlu olduğunu söyledi. Şam'dan tarifeli uçak ile 9 Ekim 1998 tarihinde Atina'ya gittim.

Yolculuk 2 saat kadardı. Uçak içerisinde tanınmamak için kendimi kamufle ettim. Yunanistan istihbaratının üst düzey sorumlusu Dimitri sivil kıyafetliydi, bizi havaalanında gördü ve bir odaya götürdü. Bana Abdullah Öcalan olup olmadığımı sordu. Ben kendimi tanıtarak dostlarımızı beklediğimizi söyledim. Saat 12.00 sıraları idi. Bana 'Sizin burada kalma süreniz saat 17.00'ye kadardır' dedi. Dostlarımızın gelmesi için ısrar ettik. Ancak kabul etmediler. Başbakanlık talimatı ile gönderileceğimi söylediler. Uçakla Stockholm'e gönderileceğimizi söyledi. Kendileri ile tartıştık, iltica hakkımız olduğunu söyledik. Kabul etmediler. Birkaç gün havaalanında bulunan otelde kalmak istediğimizi söyledik. Bunu da kabul etmediler."

*

BÖLÜCÜBAŞI'NIN yaşadığı büyük hayal kırıklığı, ifadelerine satır satır yansıyor. O güne kadar el üstünde tutulan, para, silah, eğitim, yataklık gibi her konuda destek verilen Öcalan, zorda kalınca kapıların yüzüne nasıl kapandığının şokunu yaşıyor.
Bir başka destekçisi, Rusya ile irtibat kuruyor teröristbaşı. Yunan yetkililerin ayarladığı 8 kişilik bir jetle, Atina'dan Moskova'ya uçuyor.

Abdullah Öcalan, Moskova'da da benzer bir hayal kırıklığı yaşıyor. Eski dostlar, bir bir kapılarını kapatıyorlar.

Tekrar Yunanistan deneniyor. "Eski günler" hatırına, Yunanistan'dan Apo'ya kucak açılması isteniyor.

Öcalan ve PKK'nın Yunanistan'la "hukuku" epey geniş çünkü.

Bakın ifadesinde nasıl anlatıyor:

"1998 yılında Yunanistan'ın eski Generallerinden Negazakis'le görüşmelerim oldu. Emekli Albay A. Mastaski 7 kişilik heyetle Bekaa'da yanıma geldi. Yapılan görüşmelerde Lavrion Kampı'nın kullanılmasını, ERNK temsilciliklerinin kurulması kararlaştırıldı. Buna karşın bizlerden Türkiye'de metropollerde eylemlere ağırlık verilmesini istediler. Biz de şehirlere eylemlerimizi kaydırdık. Ayrıca teknik sabotaj ve orman yangınları eğitimi konusunda Yunanistan'da bulunan kamplarda eğitim verildi. (...) Yunanistan'dan Türkiye'deki turizm gibi ekonomik hedeflere yönelmemiz konusunda istek geldi. (...) Yunanistan'da Türkiye'de eylemler yapmak üzere bomba eğitimi başta olmak üzere bir çok alanda eğitim görülüyor. Kamplar mevcuttur. Bu eğitimler özellikle 1987-1988 yıllarında başlamıştır. (...) Yunanistan'da PKK'ya toplanan yardım, ki bunlara dergi, kitap geliri dahildir ve kiliselerin yardımı ile yıllık 1 milyon dolar civarındadır. Paraların nakli kişilerce olmaktadır. Bankalar kullanılmamaktadır."
Ama bu hukuka rağmen, Yunan yetkililer, "AB ile ilişkilerimiz bozulur" diye bir kez daha reddediyorlar. İtalya faslı başlıyor bunun üzerine. Hatırlanacağı üzere Türkiye ayağa kalkıyor, İtalyan mallarına toplumsal ambargo uygulaması gelişiyor doğal bir seyir içinde. Öcalan, tecrit altındayken, kendisine yeni bir ülke arıyor. İfadesinde şöyle anlatıyor bu arayışı:

"G. Afrika, Yunanistan, Moskova, Hollanda, Finlandiya, Baltık ülkelerine baktık. Libya'ya başvurmadım. Arap ülkelerine gitmeyi ben istemedim. Avrupa ülkelerinden gelen cevaplar Roma sürecinin aynı olacağı idi. Yalnız İngiltere, kesinlikle gelmememi yazılı olarak gönderdi. Hiç birisi ne kabul, ne de ret etti. Gelen cevaplar üzerine biz Moskova üzerinde durmaya başladık. İtalya baştan savmak istiyordu. 16 Ocak 1999 tarihinde uçak ile İtalya'dan Rusya'ya hareket ettik. Bu esnada Güney Kıbrıs Rum Kesimi'nde şu an üzerimde çıkan sahte bir pasaport ayarlanarak Rusya'ya gittim. Yanımda Ahmet Yaman vardı. Uçağın masrafları Avrupa temsilcimiz tarafından karşılandı. Bu arada Şam'dan ayrılırken yanımda 50 bin dolar vardı. Kaldığım süre içerisinde yakalanana kadar bunun 15 bin dolarını harcadım. Yanımda 35 bin dolar bulunuyordu."

*

ANCAK ikinci Rusya macerası da fayda etmeyecekti. Ruslar, bir hafta 10 gün izin verebileceklerini ve ülkelerini terk etmesini ister. Daha sonra bu süre bile verilmez ve yeniden, yıllarca sıcak ilişkiler yaşadığı Atina'ya postalanır. Yine ifadeye dönüyoruz:

"Atina Havaalanı'nda bizi yine Dimitris karşıladı. İçeri sokmadılar. Orada anladım ki, daha önceden herhangi bir ayarlama yapılmamış, telaşla beni nereye gönderebileceklerini söylediler. Bir ara Kenya lafı geçti. Aceleyle beni uçakla Korfu Adası'na gönderdiler. Bana, Yunanlılar baştan beri ne yapılacağını biliyorlar gibi geldi. Israrla benden sonra örgütün başına geçecek ismi soruyorlardı. O gece Korfu'da beni bir eve götürdüler. Sanıyorum istihbaratın kullandığı yarı askeri bir yerdi. Badovas Atina'da kalmıştı. (...) Korfu adasından uçakla ayrıldık. Oradan Hollanda'ya Misk'e götürüldük. Hollanda'da avukat Berita ile görüştük. Misk'te uçak gelecekti. Yunanlı pilotlar beni bir an önce havaalanında indirip geri dönmek istiyorlardı. Ancak ben uçak gelmediği için inmedim. Bu arada bütün Avrupa ülkelerinin havaalanlarının bana kapatıldığını duydum. (...) Tekrar Atina'ya döndük. Uçak değişikliği yapıldı. Benle Mehmet, Kenya'ya gönderildik. Burada bizi Yunan elçilik görevlileri karşıladı. Elçiliğe götürüldük. (...) Yazılı olarak bunlara iltica talebinde bulundum. Bunun amacı orada bulunduğumu belgelemekti. En son gün, Elçi'yi Kenya Dışişleri çağırdı. Geldi. Bana, 'Saat 17.00'de havaalanına gideceksiniz, buradan istediğiniz yere gidebilirsiniz' dedi. Ben Amsterdam'a gideceğimizi söyledim. Biz havaalanına elçilik aracı ile diplomatik dokunulmazlığından dolayı gitmek istediğimizi söyledik. Kabul etmeyince aramızda sert tartışmalar oldu. Kenyalı görevlilerce bu kabul edilmedi. Sonuçta Kenyalılar beni arkadaşlarımdan soyutlayarak kendi araçları ile havaalanına getirdi, uçağa bindim. Birden etrafımız sarıldı. Hemen yere yatırıldım ve yakalandım."

*

TERÖRİSTBAŞI, hem kendisinin, hem örgütünün oyuna getirildiğini nihayet anlıyor. Ama artık çok geçtir:

"Suriye'den dışarı atılmam sonucu başlayan süreçte, (Yunanlılar) benim yanıma hiç gelmediler. Bana sığınma hakkı vermediler. Vebalıymışım gibi sürekli benden kaçtılar. Üstüne üstlük beni Türkiye'ye sattılar. Ülkeler arasındaki ilişkilerde örgüt temsilcileri ile yapılan görüşmelere rağmen ben gittiğimde bana ilgi gösterilmedi. Bu da etkisiz, ilgisiz ve seviyesiz bir politika ile PKK ve Türkiye'yi çatıştırıp zayıflayan bir Türkiye'den istifade etmek olduğunu o an anladım."

NOKTA: Son pişmanlık fayda etmez derler ama yanlış. Ders alınabilir!