niye. nasıl ve neyle  Arapça

 

 

Neden Arapça?
Arapça 22 Orta Doğu ülkesinde 200 milyona yakın bir nüfus tarafından konuşulan bir dildir. Ayrıca 24 Arap olmayan Müslüman ülkede 1 milyara yakın bir nüfus tarafından kullanılan bir dildir. Petrol üretimi ve petrokimya endüstrileri sebebiyle dünyanın ilgisi birçok Arap ülkesinin ekonomileri üzerindedir. Uluslararası ticaret, politika bilimi, uluslararası hukuk ve kültür tarihi öğrencileri, Arapça öğrenerek çok şey kazanabilirler. Antik arkeoloji ve Mısır'daki piramitler, sfenksler gibi tarihi eserler ve Arapça'nın edebi yoğunluğu, Arapça öğreniminin önemini artıran öğelerdir.


Arapça: nasıl bir dil?


Dil Ailesi: Afro-Asyetik (Hamito-Semitik)
Alt Grup: Semitik
Kol: Kuzey Arapça

Arapça, Arap Yarımadası'ndan Bereketli Hilal (The Fertile Crescent) boyunca Atlantik Okyanusu'na kadar ulaşan geniş bir alanda konuşulan dünyanın önemli dillerinden biridir. Suudi Arabistan, Yemen, Birleşik Arap Emirlikleri, Amman, Kuveyt, Bahreyn, Katar, Irak, Ürdün, Suriye, Lübnan, Mısır, Sudan, Libya, Tunus, Cezayir ve Fas'ın resmi dilidir ve yaklaşık 215 milyon insanın da ana dilidir. Ayrıca diğer ülkelerdeki milyonlarca Müslüman az da olsa Arapça bilgisine sahiptir, çünkü Arapça Kutsal Kitap Kuran'ın ve İslam dininin dilidir. 1974'de Arapça, Birleşmiş Milletler'in altıncı resmi dili olmuştur.

Büyük diller büyük imparatorluklardan doğar ve Arapça da bunlardan biridir. İbranice'ye oldukça yakın bir Sami dili olan Arapça'nın kullanımı 7. yüzyıla kadar Arap Yarımadası içine hapsedildi. Fakat bu yüzyıldaki göz alıcı İslami fetihler, bu dili asıl sınırları dışına taşıdılar ve neredeyse Arapça, Irak, Suriye, Mısır ve Kuzey Afrika dillerinin yerini aldı. İlerleyen yüzyıllardaki fetihlerden sonra Arapça doğuda Afganistan ve en batıda İspanya'ya kadar uzanan bölgede konuşuldu.
Arap alfabesinin, Nabatlar olarak bilinen eski bir topluluğun dilinden oluştuğuna inanılır. Fakat tam olarak nasıl, ne zaman ve nerede oluştuğu hala bir tartışma konusudur.

Hz. Muhammed s.a.s. devrinde iki alfabe kullanılıyordu:
- Nakş: Kitap ve yazışmalarda kullanılan, yuvarlak harflerle ve bitişik olarak yazılmış el yazısı şekli.
- Kufi: Çoğunlukla dekoratif amaçlar için kullanılan keskin köşeli harfleri olan yazı şekli.
28 harfli şimdiki alfabe temel olarak harflerin üzerine ya da altına koyulan işaretlerle belirtilen sesli ya da sessiz harflerden oluşur. Bu işaretler genelde kullanılmamalarına rağmen, ortaokul kitaplarında ve Kuran'ın tüm basımlarında yer alır. Diğer Semitik diller gibi Arapça da sağdan sola doğru yazılır. Alfabe Farsça, Peştuca, Urdu ve Sindi gibi diğer birçok dilde de kullanılır.
Konuşulan Arapça doğal olarak ülkeden ülkeye değişir. Fakat klasik Arapça, Kuran dili, 7. yüzyıldan beri büyük ölçüde değişmeden kalabildi. Dilin standartlaştırılması ve geliştirilmesinde büyük bir itici güç olarak yer aldı. Farklı ülkelerden gelen eğitimli Araplar buluştuğunda, genellikle klasik Arapça aracılığıyla iletişim kurarlar. Arap Yarımadası'nın Güney kıyısında güney Arapça olarak bilinen birçok lehçe konuşulur. Fakat bu diller kuzeyin Arapça'sından o kadar farklıdır ki güney Arapça çoğu zaman ayrı bir dil olarak kabul edilir.

Arapça, İngilizce'ye, birçoğu Arapça'nın ön eki -al ile başlayan birçok kelime katmıştır. Bunlardan bazıları; algebra, alcohol, alchemy, alkali, alcove, alfalfa ve albatrostur. Diğerleri ise; mosk, minaret, sultan, elixir, harem, girate, gazelle, cotton, amber, sofa, mattress, tariff, magazine, arsepial, syrup, sherbet ve artichoke. "Coffee" (kahve) de İngilizce'ye Türkçe ve İtalyanca yoluyla giren Arapça bir sözcüktür. "Assasin" (suikast) sözcüğü "haşhaş bağımlıları" anlamındaki benzer bir Arapça sözcükten gelir.

Arapça, aşağıdaki ülkelerde konuşulur ve kullanılır:
Cezayir, Bahreyn, Çad, Komor Adaları (Federal İslam Cumhuriyeti), Cibuti, Mısır, Etiyopya, Gazze Şeridi, İran, Irak, İsrail, Ürdün, Kuveyt, Lübnan, Libya, Moritanya, Fas, Amman, Katar, Suudi Arabistan, Somali, Sudan, Suriye, Tunus, Türkiye, Birleşik Arap Emirlikleri, Amerika Birleşik Devletleri, Batı Şeria, Batı Sahra, Yemen Arap Cumhuriyeti.

 

 

ARAPÇA

     Daha önce Arap lisanı hakkındaki düşüncelerimizi belirtmiştik. Bilindiği gibi Arap lisanı, Hz. Peygamber'in hanımları ve aynı zamanda mü'minlerin annelerinin (Ummehatül-Mü'minin) lisanı olduğundan, dünyadaki bütün müslümanların da ana dilidir.

      Şunu belirtmek isterim ki bu lisan Arapların lisanı değil, fakat Allah'ın seçtiği lisandır. Hz. Peygamber'in lisanı bizi alakadar eder. Bilhassa Allah, bu lisanı, son Peygamber'ine, son vahyini bildirmek için seçmiştir.

     Hiçbir zaman için değişmeyen ve her zaman geçerli olan bir din için, aynı şekilde hiç bir zaman değişmeyecek bir lisan lazımdır. Gerçekte diğer diller, bir müddet sonra değişmektedir. Hz. Peygamber zamanında Arap lisanı, bugün için gazetelerde radyoda veya başka yerlerde kullanılan Arapça'nın ta kendisidir. Hz. Peygamber zamanındaki Arapça'nın ne kelime yönü, ne telaffuzu ve ne de grameri değişmemiştir. Bunları kısaca belirttikten sonra, aynı lisanın birkaç hususiyeti üzerinde daha duracağız.

     Arap lisanının ne kadar zengin olduğu bilinmektedir. Aynı kelime için yüzlerce eş anlamlı kelime vardır. Yalnız aslan kelimesi için, dört bin Arapça kelime olduğu söylenir. Deve, kap (çanak) ve diğer kelimeler için de öyle bir zenginlik vardır ki bu insanı hayrete düşürür. Bunun izahı nedir? Ben şahsen zannediyorum ki, bu lügatçıların kelimeleri toplamaya başladıklarında, bile bile yaptıkları bir şeydir. Her dilde olduğu gibi, Arapça'da da birçok lehçe mevcuttur. Bir kabilenin kelimeleri diğer bir kabile için anlaşılır bir durumda değildi.

     Mesela; bir hadis-i şerif vardır: «Ebu Hureyre

 

diyor ki: Bir gün Hz. Peygamber benden, kendisi için bir bıçak bulmamı istedi.» Bunun için Hz. Peygamber öyle bir kelime kullandı ki, Ebu Hureyre bunu anlayamadı. Ve Hz. Peygamber'in ne istediğini sordu: Hz. Peygamber tekrar ederek, bu sefer daha başka bir kelime kullandı. Bunun üzerine Ebu Hureyre anladı ve; «Hayatımda ilk defa bu kelimenin bıçak manasına geldiğini duydum» dedi. Şu halde Arap lisan ilmi başlayınca, lügat toplayanlar, lehçeler arasında bir fark gözetmediler. Arabistan'daki bütün lehçelerin kelimelerini topladılar ve Mekke lehçesi ile (Kureyş lehçesi) yetinmediler; bilakis bütün Arap kabilelerinin lehçelerini aldılar. Netice olarak, bu lügat toplayıcılar öyle müteradif kelimeler aldılar ki, bunlar ancak bazı bölgelerde biliniyordu. Bu metotta birçok faydalar (avantajlar) vardı. Arap lügatlerine bütün lehçeler alındığı için her kabile «Benim lehçem de Arapça'dır» deyip memnun oluyordu. Bu psikolojik bir mesele idi. Ayrıca bunda ilmî bir fayda da vardı: Araplar, yabancı dillerden tercümeler yapmaya başlayınca, küçük nüanslar için, müteradif kelimelere ihtiyaç duydular, işte, bu kelimeler koleksiyonu, müteradif kelimeleriyle, Araplara ilmî ıstılahları kullanmalarında yardımcı oldu.

     Netice olarak, Sanskritçe'den olsun, Yunanca'dan olsun yapılan tercümelerde, bütün kelimelere karşılık bulundu. Ve hemen hemen, yabancı kelimeleri Arapçalaştırmaya ihtiyaç duyulmadı. Hatta ilk başlarda, bu mütercimlerden bazıları yabancı kelimelerden birkaçının karşılığını bulamayıp, Arapçalaştırdıysa da, hemen kendisine Arapça'da bulunan karşılığı olduğu söylenmiş ve bu yabancı kelimelerin yerine Arapça'ları konmuştur. Bu konuya ait bir misal vereyim.