“Ayasofya’da konser, tarihimize ihanet”

 

 

 

 

 

 

Karanlık bir çağı kapatıp, aydınlık bir çağı açan Fatih Sultan Mehmed tarafından 1453 yılında fethin sembolü olarak kiliseden camiye çevrilen Ayasofya’da, geçtiğimiz günlerde “Flarmoni Orkestrası konseri” düzenlenmesi büyük tepkilere sebep oldu.
Konuyu “Ayasofya 69 yıldır cemaate hasret... Vasiyetin muhatabı kim?” ana başlığıyla kapağına taşıyan haftalık haber yorum dergisi Türkiye’de Cuma, 69 senedir cemaate, ezana, namaza ve “Allah Allah” seslerine hasret yaşayan Ayasofya Camii’nde, konser düzenlenmesinin tarihimize, kültürümüze, inancımıza ve ecdadımıza karşı işlenmiş ihanet olduğuna dikkati çekti.
Fatih Sultan Mehmed’in söz konusu vakfiyesinde geçen “Bu vakfiyeyi kim değiştirirse, Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen laneti onun ve onların üzerine olsun, azapları hafiflemesin, onların haşr gününde yüzlerine bakılmasın. Kim bunları işittikten sonra hâlâ bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait olacaktır” ifadelerine yer verilen kapak dosyasında, ihanetin, Ayasofya Camii’nin bir defa daha boynunun bükülmesine ve ecdadın kemiklerinin sızlamasına sebep olduğu kaydedildi.
Fethin sembolü bir mabedde verilen konserin yanlışlığına vurgu yapan farklı kesimden isimlerin eleştirilerinin de yer aldığı kapak dosyasında, Ayasofya’da, Oratoryo müziği çalınmasının sadece Müslümanların değil, Hıristiyan ve Yahudi din adamlarının da tepkisini çektiği belirtildi.
Ayasofya’nın bugüne kadar geliş hikayesinin de ayrıntılı olarak işlendiği kapak dosyasında, Ayasofya’nın camiden çıkarılarak müze haline getirilmesinin altında İsmet İnönü’nün ve Celal Bayar’ın imzalarının olduğu hatırlatılarak, bugün ortaya çıkan saygısızlık için başta Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu’nun özür dilemesi ve Ayasofya’nın yeniden Müslümanların ibadetine açılması gerektiği kaydedildi.

 

Vakit.14-6-2003

 

FATİH’İN VAKFİYESİ

m4.gif (15095 bytes) “İşte bu benim Ayasofya Vakfiyem, dolayısıyla kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren vakfiyemi değiştirirse, bir maddesini tebdil ederse onu iptal veya tedile koşarsa, fasit veya fasık bir teville veya herhangi bir dalavereyle Ayasofya Camisi’nin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederlerse, aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterirlerse ve hatta yardım ederlerse ve kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkarlar, camilikten çıkarırlar ve sahte evrak düzenleyerek, mütevellilik hakkı gibi şeyler ister yahut onu kendi batıl defterlerine kaydederler veya yalandan kendi hesaplarına geçirirlerse ifade ediyorum ki huzurunuzda, en büyük haram işlemiş ve günahları kazanmış olurlar.

Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse,

Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen LANETİ ONUN VE ONLARIN ÜZERİNE OLSUN, azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın.

Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait olacaktır.

Allah’ın azabı onlaradır.

Allah işitendir, bilendir.

 

***Avrupa parlementosuna verilen kararda,Ayasofyanın kiliseye çevrilmesi teklifi yapıldı.

***Ayasoyfa’nın “statü”süne bakalım. Yeni Dünya Dergisi’nin Mayıs 2000 tarihli 79’uncu sayısında Prof. Ahmet Akgündüz’ün bu konuda açıklamaları var:

“İslam Devletler Hukuku’nun hükümlerine göre, sulh yoluyla fethedilen ülkelerde mevcut olan ehl-i Kitaba ait mabetlere asla dokunulmaz, ancak yenilerinin inşasına da müsaade edilmez. Eskiden beri var olanlar tamir edilebilir. Savaş yoluyla fethedilen topraklarda ise durum tam tersidir. İslam hükümdarı isterse başka dinlere ait bütün mabetleri yok eder ve gayr-i Müslimleri de sürgün edebilir. İşte İstanbul tamamen savaş yoluyla fetholunmuştur. (Fatih, 23 Mayısta İsfendiyar oğlu Damad Kasım Bey’i elçi olarak Bizans’a göndermiş ve sulh yoluyla teslim olmalarını yoksa tam bir asker olan İmparatorun da kabul edeceği gibi şehrin yakında düşeceğini bildirmiştir.)”

“Ayasofya ve benzeri bazı kiliselerin camie çevrilişinin meşruiyet sebebi bu hükümdür. Bu hüküm İstanbul çapında tatbik edilseydi İstanbul’daki bütün kilise ve havraların yakılması gerekirdi.”18-8-2002,milli gazt.afet ılgaz.

 

AYASOFYA

Ürperdi hayâlim, bu nasıl korkulu rü'ya?..

Şaştım, neyi temsil ediyorsun, Ayasofya?..

 

Çöller gibi ıssız, ne hâzin ülke muhitin,

Yâdel gibi, yurdunda garip olmalı mıydın?..

 

Beşyüz senelik bezmine ermekti ümîdim,

Çöller gibi ıssız, seni ben görmeli miydim?..

 

Bayram, Ramazan, Cum'a, mübârek gecelerde,

Âvize değil, mum bile yanmaz mı içerde?..

 

Gaşyolmuş ibadetlere hayrandı felekler,

Tekbirine ses verdi asırlarca melekler!..

ALİ ULVİ KURUCU

 

AYASOFYA

m3.gif (16350 bytes)Hani nerede?

Gönüllerden kubbelere,

Kubbelerden gönüllere

Gürül gürül akan Kur'an sesleri?...

Kur'an sesleri dindirilmiş,

Müslümanlar sindirilmiş!...

Allah-Muhammed-Hülafa-i raşidinin

İsimleri kubbelerden yerlere indirilmiş!...

Mabedimin göğsüne uzanan namahrem eli,

Kimin elidir?!...

Söyle Ayasofya, söyle.

Seni puthane yapan hangi delidir?!...

OSMAN YÜKSEL SERDENGEÇTİ

 

-Kılçık

Ayasofyam...

Ayasofyam, ne eşin var, ne de emsâlini gördüm.

Beni ihmâl edenin, sendeki ihmâlini gördüm.

Göğe ser çekmede âhın da, alemler gibi; heyhât..

Acırım bahtıma, zîrâ, perişân hâlini gördüm...

* * *

Âfet gibi, dünyâmızı dâr eylediler

Gönlümdeki has bahçeyi hâr eylediler.

Secdemdeki yaşlarla denizler kabarır,

Heyhât!..Gene âr etmeğe âr eylediler.

* * *

Sana vâ’dettiği günler var iken ol yüce Hakk’ın,

Çekilip kûşeye miskinleşerek yatmayacaktın..

Yaşıyorken, ölülerden daha ölgün gibi yattın..

Uyanın silkinerek makberinizden, hadi kalkın!..

TAHA

 

Önce Bilderberg ve Rotary toplantısı, sonra Ayasofya’da konser

Sırada ne var?

ANKARA/ Ayasofya Camisi’ndeki konsere bütün Türkiye’den tepki yükseldi. 550. yıl önce Fetihle birlikte İslâm’ın bir semboli haline gelen camideki böyle etkinlik her kesimden insanın tepkisine neden oldu. Özellikle sivil toplum kuruluşları ve siyasi partiler Ayasofya’daki konsere sert eleştiri getirirek, böyle bir organizasyonu kınadılar.

TÖNGÜŞ: MİLLETİMİZ ÜZÜLDÜ

Bundan bir hafta önce Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u Fethi’nin 550. yılını Ali Sami Yen Stadı’nda kutlayan MGV’nin Genel Başkanı İlyas Töngüş, Fatih’in ilk namaz kıldığı yerde böyle bir organizasyon gerçekleştirmesine büyük tepki gösterdi. Konserde bir takım tasavvufi eserlerin de söylenmesinin halkı bir gerekçe olmadığını söyleyen Töngüş, “Millİ Gazete’ye bu duyarlılığından dolayı teşekkür ediyorum. Öncelikle cami olarak tahdis edilen bir yer kıyamete kadar camidir. Ayasofya cami olmuştur. Bugün de bu hükmünü devam ettiriyor demektir. Zaten Sultan Fatih’in söz konusu vakfiyesinde de olan şey budur” dedi.

Töngüş şöyle dedi:

“Bugün ibadethanelerde müzik yapmak veya koro şarkılar söylemek ne kadar abes ise Ayasofya’da da böyle bir şey yapılması fevkalede yanlıştır. Ve milletimiz bu olaya üzülmüştür. Herşeyi yerli yerinde yapmak esastır. Şarkı veya konser yapılacak yer ibadethaneler değildir.

Fatih Sultan Mehmet, Ayasofya’yı İslâm’ın bir sembolu olarak değerlendirmiştir. Bu çerçevede Fatih’in bu emanetinin konserlerle değerlendiriliyor olması onun mirasına, emanetine sahip çıkılmaması anlamına gelir. Fatih böyle anılmamalıydı”

SP’Lİ YUMAKOĞULLARI: KINIYORUZ

SP İstanbul İl Başkanı Osman Yumakoğlulları ise, kendilerinin festivale karşı olmadıklarını ve filarmoni orkestralarının konserler verebileceklerini belirterek, şöyle konuştu:

“Ama bunu kalkıp da Ayasofya yapmanın da anlamı yok. 550. yıl önce fethedilen İstanbul’da ve Ayasofya’da yapılmasın. Sultanahmet Camisi’nde böyle birşey yapılması uygun mudur? Hayır. İşte Ayasofya’da da aynıdır. Fatih’in hatırasına ve Allah’ın mabedine saygı gösterilmelidir. Bu millet bunu affetmez. Bunun gereğini yapacaktır. Bu saygısızlığı kınıyoruz. Herşeyden önce kilisenin ve havranın olduğu gibi mabedin de değeri vardır. Bu mabet 550. yıl önce mabet olarak vakfiye edilmiştir. Bizim nezdimizde hâlâ mabettir. İnsanları mabetlere saygılı olmaya davet ediyoruz”.

Milli gaz.8-6-2003

***Avrupa parlementosuna verilen kararda,Ayasofyanın kiliseye çevrilmesi teklifi yapıldı.

***Ayasoyfa’nın “statü”süne bakalım. Yeni Dünya Dergisi’nin Mayıs 2000 tarihli 79’uncu sayısında Prof. Ahmet Akgündüz’ün bu konuda açıklamaları var:

“İslam Devletler Hukuku’nun hükümlerine göre, sulh yoluyla fethedilen ülkelerde mevcut olan ehl-i Kitaba ait mabetlere asla dokunulmaz, ancak yenilerinin inşasına da müsaade edilmez. Eskiden beri var olanlar tamir edilebilir. Savaş yoluyla fethedilen topraklarda ise durum tam tersidir. İslam hükümdarı isterse başka dinlere ait bütün mabetleri yok eder ve gayr-i Müslimleri de sürgün edebilir. İşte İstanbul tamamen savaş yoluyla fetholunmuştur. (Fatih, 23 Mayısta İsfendiyar oğlu Damad Kasım Bey’i elçi olarak Bizans’a göndermiş ve sulh yoluyla teslim olmalarını yoksa tam bir asker olan İmparatorun da kabul edeceği gibi şehrin yakında düşeceğini bildirmiştir.)”

“Ayasofya ve benzeri bazı kiliselerin camie çevrilişinin meşruiyet sebebi bu hükümdür. Bu hüküm İstanbul çapında tatbik edilseydi İstanbul’daki bütün kilise ve havraların yakılması gerekirdi.”18-8-2002,milli gazt.afet ılgaz.

 

*****”Türkiye'nin Ayasofyalaştırılması: Cami ile kilise arasında sıkışmışlık sendromu

Önce işgal altındaki Filistin topraklarından bir mesaj. Yahudi bir okurum olan Rafael Sadi'den. Sadi, benim titiz ve daimi okurlarımdan biri. Nazik ve centilmen. Yazdıklarıma verdiği olumlu ya da olumsuz tepkilerini bir yolunu bulup mutlaka iletir. Telefonla, olmadı sanal yolla. Yahudiler ve Yahudilik'le ilgili bu köşede yayımlanmış olan ve hayli ses getiren yazılarımı seviyeli bir biçimde benimle tartışan az sayıdaki Yahudi okurumdan biri o. 12 yıldan beri İsrail'de yaşasa da, o kendisini "İstanbullu" sayıyor.

Bu köşede yayımlanmış olan ve Aya- sofya'nın müze ve konser salonu olarak kullanılmasını tüm tek tanrılı inanç sistemlerine ve onların mensuplarına yapılmış bir hakaret olarak niteleyen makaleme, "Ayasofya Konser Salonu" başlıklı bir mesajla şu tepkiyi verdi:

"Bugünkü Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan 'Bu kadar da olmaz ki' başlıklı yazınızı okudum ve kalben söylediklerinize katılıyorum. Türkiye'de laiklik yanlış anlaşılmakta, yanlış algılanmakta ve yanlış uygulanmaktadır. Tabii ki mabetlerde konser modası, yanılmıyorsam AYA İRİNİ Kilisesi'ndeki konserlerle başladı. Ve AYASOFYA Camii ile devam ettiğini sizin satırlarınızdan öğrenmek nasip oldu. Esasında bu mabetlerin inşa amaçlarının dışında kullanımı meselesi, oldukça rahatsız edici olup, kural ve şartlara bağlanması gereken bir durumdur. Örneğin gerek İstanbul ve gerekse İsrail'de herhangi bir sinagogda konser izni alınabileceğinden çok kuşkuluyum. Arzu eden Türkiye Hahambaşısı Sn. Rav İzak Haleva'ya müracaat edip OLMAZ cevabını yazılı bile alabilir. 12 yıl İsrail'de yaşadıktan sonra Türkiye'deki bu DİN KORKUSUNUN anlamını kavramak çok güç. /.../ Bu korku niye? Sizce ülkedeki sorunların kaynağını oluşturan bu korku değil midir? Acaba bu korkudan rant elde edenler mi var? (altını ben çizdim SH). Sevgili Sami Bey, yazınız demokrasi ve din hürriyetinin zedelenmemesi gerekliliğini ortaya koymaktadır. Tebrik ederim. Tanrı'ya inanan bir Yahudi olarak size hak veriyorum. Saygılar ve iyi gün dileklerimle."

Mesaj bana, biz Müslümanlar'ın uzun yıllardan beri görmesi gereken ama her nasılsa gözümüzden kaçan bir kusurumuzu hatırlattı: Ayasofya için gösterdiğimiz hassasiyeti Aya İrini için göstermemiş olmamız. Bilenler bilir, Aya İrini, bugün Topkapı Sarayı avlusu içerisinde kalmış tarihi bir kilise. Tarihi ve sembolik değeri Ayasofya'dan aşağı değildir.

Demek ki, Türkiye'deki "laik akıl" sadece Müslümanlar'a zulmedip İslam'a hakaret etmiyor. Aynı zamanda Hıristiyanlar'a ve Hıristiyanlığa da hakaret ediyor. Çağrımı buracıkta yapıyorum: Fatih'in vakfiyesi Ayasofya Camii Müslümanlar'ın, onun hemen berisindeki Aya İrini Kilisesi de Hıristiyanlar'ın ibadetine açılmalıdır. Ateizmin kalesi Enver Hoca Arnavutluk'u ve Sovyet Rusya döneminde kalmış "mabet düşmanlığını" günümüzde yaşatan tek ülkenin Türkiye olması, yüz kızartıcı bir ayıp.

Yahudi okurum Rafael Sadi'nin anlamakta zorlandığı işte bu. O "din korkusu" diyor ki, bir önceki yazı bu meşum korkunun bu ülkenin başına açtığı belaları işliyordu. Bir de soru soruyor: "Acaba bu korkudan rant elde edenler mi var?"

Tam isabet. Bu korkunun ekmeğini yiye yiye bugünlere kadar gelen mutlu ve dahi putlu azgın azınlık bu ülkenin en büyük talihsizliği. Başbakan "bürokratik oligarşi" çıkışıyla, üçlü sacayağının tek ayağını deşifre etmiş oldu. İşte bu korkuyu ranta çeviren onlar.

İkinci mesaj, Paris'te doktora yapan değerli bir bayan okurumdan. Aynı makale, onun da dertlerini deşmiş. Ta Paris'e kadar kaçmış ama, Türkiye'deki azgın azınlığın uzantılarının şerrinden orada da emin olamamış. Yazdıkları hayli ibret verici. Okuyalım:

"Değerli hocam, yine bugünkü yazınızda değinmiş olduğunuz 'Bırakın gayr-ı müslimleri zorla Müslüman etmeyi, Müslümanlar her tür resmi teşvikle gayr-ı müslim edilmeye çalışılıyor' gerçeğini inanın burada dahi yaşıyoruz. Ama burada yaşadığımız 'ötekileştirme' sıkıntılarını, yine buraya gelen Kemalist öğrenci arkadaşlarımızdan görüyoruz. Ben kendi adıma konuşacak olursam; arkadaşlarımızın burada kurmuş oldukları 'Jön Türk' grubuna aramızda insani ve fikri ölçeklerde diyalogun oluşması için gitmeye başladım. Ancak görüntüm kimliğimi ele verdiği için negatif enerjiler yüklü bakışlar arasında ne kadar liberal, örtülü bir Müslüman kız olsam da duruşum hükme bağlanmış oldu arkadaşlarım tarafından. Çünkü onlarla bara gitmiyor, içki kadehlerinin olduğu ortamlarda bulunmuyordum. ... Caminin müzeye dönüştürülmesi... Bu, içeriklerinden arındırılmaya çalışılan biz Müslümanlar gibi bir şey değil mi? Hayır, müzelerin de bir misyonu vardır; bakan değil, gören gözler için. Ama Müslüman denen öksüz aktörün kimliği bir müze kadar değerli değildir. Batı ve Batılı creatörlerin nezdinde, biz bugünün 'teröristleri', çocuklarımız da yarının 'teröristleridir'. Bizim yüreğimizdeki mihraplar chapeller'e dönüşmediği sürece biz de sevimli görünemeyeceğiz ne merkez, ne de periferideki Batılılar'a (ve Batıcılar'a SH)."

Ne dersiniz bu yürek yakan satırlara? Eskiden "Müslüman memleketinde gavur eziyeti" diye bir deyim vardı. Ya eziyetin bu türüne nasıl bir deyim bulmalı? İşte sözün tükendiği yer.

Ne diyelim, bu ülke insanını kendi öz kimliğinden uzaklaştırmakla kalmayıp, kendi öz kimliğine düşman edenler utansınlar. Tarih bir gün onları yargılayıp gerçek yerlerine iade edecektir.

Neden Sayın Rafael Sadi'nin ta İsrail'den bakarak anladığı gerçeği, bu ülkenin mutlu ve dahi putlu azınlığı anlamamakta direniyor? Hiç düşündünüz mü? “shocaoglu@yenisafak.com.16-6-2003

 

 

10-Ürperdi hayâlim, bu nasıl korkulu rü'yâ!

Şaştım neyi temsil ediyorsun, Ayasofya?A.U.Kurucu.

-"Ayasofya bir hicran yarası olmuş o kalpte/Çan sesinden seni kurtarmış ezanlar nerde?"

-Uzun yıllardır hasretini çektiğimiz gençliğin...

Uyanış Fecrinin Aydınlığı

Ne gelen var, ne giden var, ne gülümser bir yüz.

Yolcu yorgun yük ağır menzil uzaklarda henüz.

Diye milletçe ümitsizliğe düşmüştük dün,

Uyanış fecri ufuklarda belirmekte bugün.

Kararan dünkü ufuklarda güneşler yanıyor

Her ışık dalgası umman olarak çalkanıyor

Nurlu bir yüz gibi dünyaya doğarken gündüz,

Uyanış fecrinin aydınlığıdır gördüğümüz

En ağır şartlara rağmen yine şahlanmada din,

Külle örtülmesi mümkün mü bu kudsi alevin

Bu alev, nûrunu Kur'an—ı Kerim'den alıyor

Bütün âlem uyanış fecrine hayran kalıyor

Genç nesilden bize hep müjdeci sesler geliyor

Uyanış fecrini marşlarla bütün besteliyor

Taşı toprakları yurdun dile gelmişcesine

Uyuyorlar koro halinde ilahi sesine

Bu muazzam sese alkış kopuyor her yerden

Görünen âlemin ardındaki âlemlerden

Büyük aydınlığa yol gösteriyor rehberimiz

Bütün âlemlere rahmet yüce Peygamberimiz (s.a.v)

Açtı insanlığa on dört asır evvel bu yolu

Ufku güllerle, çiçeklerle, meleklerle dolu.

Büyük ecdadımızın gördüğü parlak rüya

Vuruyor her gece yıldızların aksiyle suya.A.U.Kurucu.

 


       

AYASOFYA 68 YILDIR MAHZUN

 

 

 

 

 

 

68 yıl önce ibadete kapatılan Ayasofya, hâlâ ‘mahzun’. 1453’te İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmed tarafından camiye çevrilen Ayasofya, 1 Şubat 1935 tarihinde müze haline getirildi. Ayasofya, 918 yıl kilise, 482 yıl cami olarak kullanıldı.
Uzun süre ‘mahzun cami’ olarak kamuoyu gündeminden düşmeyen Ayasofya’nın bir bölümü Turgut Özal zamanında ibadete açılırken, 1996’da Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yayınladığı genelgeyle bir defa daha ezan sesinden mahrum bırakıldı.
BİZANSLILAR YAPTIRDI
Ayasofya, 360 yılında Bizans İmparatoru Costantinos tarafından inşa ettirilerek, Sofia (ilahi hikmet) adıyla kilise olarak açılışı yapıldı. Çeşitli zaman dilimlerinde depremlerden zarar gören kilise, birçok defa tamirat gördü.
1453’te Osmanlılar İstanbul’u fethedince, Fatih Sultan Mehmed’in ilk emirlerinden biri, harap ve bakımsız bırakılan Ayasofya’nın onarılması oldu.
Bugünkü Ayasofya’nın bulunduğu alanda, ilk kilise 12 Mayıs 360 yılında yapılmıştı. O zamanki Bizans’ın en büyük mabedi olan bu yapı, 44 yıl sonra bir yangınla harap oldu. 415 yılında onun yerine yapılan yeni kilise de 532 yılında başka bir yangınla yok oldu.
İşte bu ikinci yangından sonra İmparator Justinianus, şimdiye kadar görülmemiş ihtişamda, yangınlara, depremlere karşı koyabilecek, gelecek çağlara ulaşabilecek sağlamlıkta bir eser yaptırmaya karar verdi.
Mimarlar hemen işe koyuldu. Önce kilisenin yapılacağı alan iyice açıldı. Bu amaçla orada bulunan saraylar, evler yıkıldı. Sonra, imparatorluğun, harabe halinde bulunan eski mabedlerin, evlerin en güzel malzemeleri toplatılarak İstanbul’a getirildi.
BİNANIN ÖZELLİKLERİ
İnşaat aralıksız beş yıl devam etti. Bu süre zarfında her gün bin işçi çalıştı. İnşaat bitince, 27 Aralık 537’de, büyük bir törenle açıldı.
Ayasofya’nın bina olarak kapladığı alan, 77 metre uzunlukta ve 71x70 metre genişlikte bir yer, bu alanda yükselen binanın çok geniş bir avlusu vardı. Avlunun etrafında revaklar, ortasında ise aslan ağzından akan bir çeşme bulunuyordu. Ayasofya’ya 9 büyük kapıdan giriliyordu.
Kubbesi, 33 metre çapında ve 55.60 metre yüksekliğindedir. Kubbe, çok hafif tuğlalardan, birbirini takip eden tabaklarla meydana getirildi. Kubbe kasnağı 40 pencerelidir. Bunlardan dördü kapalı durur. Yapıyı 107 sütun ayakta tutar. Bunların 40’ı alt, 67’si de üst kısımda bulunuyor.
20 BİN KİLO GÜMÜŞ KULLANILMIŞ
Ayasofya’nin ihtişamı yalnız boyutlarında değil, iç süslemeleri bakımından da muhteşem bir eserdir. Tarihçiler, Ayasofya’da bulunan gümüş kaplamaların ve süslerin 20 bin kilo civarında olduğunu yazıyor.
Osmanlı Devleti İstanbul’u fethettiğinde Ayasofya’yı çıplak bir şekilde buldu. Anlatılmakla bitmeyen güzel mozaiklerinin çoğu; altın, gümüş ve değerli taşlarla süslü olan her şeyi, Haçlılar tarafından yağma edilmişti. Bakımsızdı.
Fatih Sultan Mehmed’in emriyle camiye çevrilen eser, bu suretle gelecek yüzyıllara yıkılmadan, ihtişamından hiç birşey kaybetmeden ulaşma şansına kavuştu.
Kilise camiye çevrilince, resimlerden bazıları ve haçlar, bozulmayacak sekilde badana ile örtüldü. Diğer süslere ve melek resimlerine hiç dokunulmadı. Güneydoğu tarafı, görülen lüzum üzerine iki payanda ile takviye edildi. Bu köşeye tuğladan bir minare ve camiye bir medrese ilave edildi. İkinci minareyi II. Beyazid yaptırdı.
YIKILMA TEHLİKESİ GEÇİRDİ
Kanuni Süleyman devrinde yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kalan bina, Mimar Sinan tarafından kuvvetlendirildi. Mimar Sinan, Ayasofya’ya iki minare daha ekledi. Caminin yanında II. Selim için de bir türbe yapıldı. Sokullu Mehmed Paşa kubbeye büyük bir alem koydurdu. 918 yıl kilise, 482 yıl cami olarak kullanıldıktan sonra, 1 Şubat 1935 tarihinde müze haline getirildi Ayasofya.
ÖZAL BİR BÖLÜMÜ YENİDEN İBADETE AÇTI
8 Ağustos 1980’de caminin Hünkâr Mahfili, padişahların namaz kıldığı bölüm, ibadete açılırken, 12 Eylül darbesinin ilk icraatı olarak 14 Eylül 1980’de kapatıldı. Ayasofya, 10 Şubat 1991 tarihinde Turgut Özal tarafından yeniden namaz kılınmaya tahsis edilerek, kısmen de olsa cami olarak kullanılmaya başlandı. Ancak, günümüzde caminin ana binasında namaz kılınacak bir yer bulunmuyor. Yan kısımda küçük bir mescit açılarak ziyaretçilerin hizmetine sunuldu.
Fatih beddua etmişti
İstanbul’u fetheden Sultan Mehmed, şehrin en büyük mabedi olan Ayasofya’yı camiye çevirerek, ilk Cuma namazını burada kıldı. Camiye bir de medrese ilave ederek, burayı kendi hayratı olarak vakfetti. Daha sonra gelen padişah ve hayır sahipleri burayı İslâm eserleriyle bezeyerek, tamamen Müslüman mabedi haline getirdi. Çeşitli zamanlarda kısmen yıkılan cami, Osmanlı döneminde başta Sinan olmak üzere, birçok mimar tarafından tamiri yapılarak günümüze taşınması sağlandı.
LANET DUASI
Ayasofya camiye çevrildikten sonra, Sultan Fatih Mehmed, burayı vakıflara tahsis ederek, devamlı bakımlı olması için 62 görevli tayin etti. Ve Ayasofya’ya ait bu vakfiyeye şunları yazdırdı:
“Kim bu vakfiyenin bir şartını değiştirir, fasit bir te’ville, dalavereyle vakıf hükmünü yürürlükten kaldırır ve aslını değiştirir, füruuna itiraz eder veya bunları yapana yol gösterir ve yardım eder veya kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkar veya sahte evrak düzenleyerek mütevellilik hakkı gibi şeyler ister, yahut onu kendi hesabına geçirirse haram işlemiş olur, günah kazanır. Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların ebediyen la’neti onun üzerine olsun. Azapları hafiflemesin. Kıyamet gününde yüzlerine bakılmasın.
Kim bunu işittikten sonra değiştirirse, günahı değiştirenlerindir. Allah işitendir, bilendir. Bu vakfı değiştirmeye, bozmaya girişen kişi ölümü, sekeratı, kıyamet sahnelerini ve karanlığını, kabri ve yalnızlığı, münkeri ve heybetini, nekiri ve soracaklarını, Âlemlerin Rabbi huzurunda duracakları günü hatırlasın. O gün hiçbir kimse hiçbir şeye sahip değildir. O gün bütün işler Allah’a aittir.”
Buna rağmen Ayasofya 24.11.1934 tarihli ve 2/1589 sayılı, Resmi Gazete’de yayımlanmayan, kanunlar ve o zamanki anayasa karşısında hiçbir geçerliliği olmayan bir Bakanlar Kurulu kararıyla müzeye çevrildi. Uygulama 1 Şubat 1935 tarihinde başlatıldı.
Peygamber müjdesi
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav), “Konstantiniyye elbette fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutandır, onu fetheden asker ne güzel askerdir” diyerek, İstanbul’un fethini müjdelemişti. Bu yüce makama ermek için daha Muaviye zamanından fethine kadar onlarca Müslüman akını olur. Bu akınlardan birisinde şu anda bağrında misafiri olan Efendimiz (sav)’in hicretten sonra evinde kaldığı Ebû Eyyûb el Ensari şehid olur.

 

VAKİT GAZT.1-2-2003

 

***"Üstad'ı ziyaretimin birinde Ayasofya hakkında düşüncelerini sormuştum. 'Keçeli, keçeli' diye güldü. Sonra birden ciddileşerek 'Ayasofya, Hristiyanlığın, İslâmiyete devir ve tesliminin bir âbidesidir. Bunun için kilise iken cami olmuştur. Elbette tekrar camiye çevrilecektir' dedi.”son şahidler.n.ş.2/106.

 

 

AYASOFYA

 

Ey ulu mabedimiz,ey can,ey yâr kokusu,

Benim öz vatanımda kim kurdu sana pusu?

 

Kim senin haşmetine,hilaline diş biler?

Kalb ölü,vicdan hasis,afyon içmiş gibiler!...

 

Bu ne dehşet nankörlük?..Kara bürür beyazı,

Küflü,kemikli kafa,her şey olmaya razı!...

 

Yürekler taş kesilmiş,gelmez biri insafa,

Kanını boğan ipten artık bekleme vefâ!

 

Şimşekler gibi yakar,hayali dondurur bu,

Yüce İslam’a karşı lanetli bir gurur bu!...

 

Geceler kahır seli,gündüzler dert kervanı,

İnletir acı hasret:Kars’ı,Erzurum,Van’ı!...

 

İslamın diyarında bu elim facia ne?

Zulme kurban edildin,kan ağladın kaç sen?

 

Bu ne çözülmez düğüm?Kara bilmece gibi,

Bir nur,bir pırıltı yok,gündüzün gece gibi!...

 

Feryâdın göğe çıksa bu kafalar ses duymaz,

Kutlu,şanlı fetihten bir zevk,bir nefes duymaz!...

 

Can elinde bir köle,ten elinde bir tutsak,

Ecdat,tarih unutmaz,bu zulmü biz unutsak!...

 

Sen ey gonca-i Kâbe,bir aç gönül keseni,

Fatih’ler sevinecek,ruhlar öpecek seni!...

 

Bu elem,bu matem ne?Gülümse pîr aşkına,

Seni ihya eyleyen o cihangir aşkına!...

 

Cihanın çemeninde sen misin o gam durağı?

Tevhid nuruyla dol da yaşa en kutlu çağı!

 

Ne şanlı devirlerin,ne güzel günlerin vardı,

Nice ay yüzlü pirler sende Hakk’a yalvardı!

 

Bu dertler,bu matemler,yakışmıyor,âh sana,

Tâc etmişti gönlünü şanlı Padişah sana!...

 

Şimdi melekler senin işitmiyor sesini,

Cennet sermiyor artık o yeşil gölgesini…

 

Yine mi sahnededir,fitnesi köhne çağın?

Peki niye açılmaz bize sevgi kucağın…

 

Hayalim ürperiyor;Mezar mısın,nesin sen?

Yâd el gibi yurdunda ne hazin ülkesin sen!...

 

Sensin ağlatan bugün ölüler alemini,

Müslüman Türk olmasa kim tutar matemi?

 

Hani kubbende Tekbir,hani mihrabında ses?

Fetih heyecanını tattır bize bir nefes!

 

Gecenin gündüzü var,senin haykırman haktır.

Bâtıl nefesler seni nasıl susturacaktır?

                                               M.N.Bursalı