ELEST BEZMİ – MİSAK-I EZELİ –RUHLAR ALEMİ

 

Fatih'in veziri olan şair Ahmet Paşa bir beytinde;

“Cânıma bir merhaba sundu ezelde çeşm-i yâr

Şöyle mest oldum ki gayrın merhabâsın bilmedim

İlk tanışma,ilk konuşma anı ve zamanı…

Elest bir başlangıçtır.Bir adım..bir aşamadır.

Ehli tarikatca ona yapılan zikirler,sürekli ona verilen sözün hatırlanmasıdır.

Varlığın ilk toplantısı idi ve bütün ruhlar orada birbirlerine şahit tutuldular; ta ki dünyaya geldikleri vakit, bir bedene girdikleri, ete kemiğe büründükleri vakit bu sözlerinden dönmesinler...

Dönenler olursa, o mecliste rahmet ve merhametiyle kullarına muamele eden Allah Taala'nın rahmet ve merhamet çizgisinin dışına itilsinler...

-Ete kemiğe büründüm / Yunus diye göründüm.

"Kur'an" ona yâdettiriyor "Bezm-i Elest" i.

Aşık o tecellinin ezelden beri mesti…

-Rasulullahın farkının elestteki duruşu..nazarı ilahinin ona çevrilmesi ve onun nazarı ilahiye yönelmesi..aşık ve maşuk hattı…

-Yoksa belâ-(evet) nın başını o mu çekmişti,o mu en başta ve en gür haykırmıştı?

«Sen olmasaydın, sen olmasaydın alemleri yaratmazdım... »

            Yaratılışn düğmesine o basmış,o onay vermişti..onunla verilmişti.

      -Belâ demekle belamızı mı istedik..belamızı mı bulduk..yoksa onu mu bulduk? Bela ile imtihana giriftar olduk..bela bir imtihandır..imtihana çıkış anlaşmasıdır.Bela demeseydik ve demeyenler sabit ve makamsız kaldılar..bulundukları gibi oldular ve kaldılar..terakki zenbereği işletilmedi…

       "Hani rabbin, ademoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahidler kılmıştı: "ben sizin rabbiniz değil miyim?" (demişti de) onlar: "evet (rabbimiz'sin), şahid olduk" demişlerdi. (bu,) kıyamet günü: "biz bundan habersizdik" dememeniz içindir. "[1]
            "Ey israiloğulları! size verdiğim nimetlerimi hatırlayın, bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki, ben de size vâdettiklerimi vereyim. yalnızca benden korkun."[2] buyurulmustur.Burada "Bana verdiğiniz sözü hatırlayın" ifadesiyle kastedilen sözün bezm-i elest'de verilen ahd-i elest olduğu tefsir edilmistir.
            -İslam fıtratı üzere yaratılış,yaratılıştan ezeli proğramı alarak geliyor,virüse kapmaz,virüse kapılmaz ve kendini kaptırmazsa…

       Her insan ruhlar aleminde proğramlanmıştır.

       Mevlana:“Her an u zaman Allah’tan, ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ hitabı gelir. Gelir de, cevherler ve arazlar var olur. Eğer o cevherlerden, o arazlardan ‘Evet’ cevabı zuhur etmiyorsa, onların ademden vücuda gelmeleri hakîkatte ‘Evet’ demeleridir”

       Bu noktadan baktığımızda, “elest meclisinin” muhatapları sadece insanlar değildir. Bütün varlık âlemi, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” hitabına mazhardır. Onların, Allah’ın iradesine uygun olarak bu âleme gelmeleri bile, “Evet, Sen bizim Rabbimizsin” anlamındadır.

-Allah insanın özüne hitab etti..

-Küntü kenzen hakikatı bunda saklıdır.Gizli olan hazine,insanın yaratılışıyla zahir oldu.

-Ruhlara nüfuz etmişti o hitab,gayrı mümkün müydü ki…

-İbadet bu elestsin hatırlanması ve sürdürülmesidir.

Gramer olarak,Neam deseydi olumsuza evet olurdu,ancak bela olumsuz ifadeye olumlu bir cevabdır.Tüm senin benim için takdir ettiğin ve uygun gördüğün belalara,firak ve acılara hepsine evet,terakkim için,tecellin için…

-Mevlana der.”*Tohumda diken ve gül bir arada idi, Toprak onların makamını gösterdi.!

-Kötü ana karnında kötüdür, biber daha tohumda acı ismine mazhardı.! 

-Cesetten çıkan yüz kara ise zebâniler, pâk ise hûriler kapar.!

-Gözden perde kalkınca dış yüz Gayb olur.! İç yüz ayan, evren ölene yıkılmış görünür.!

-Eşek eşekle eşlenir, Tanrı herşeyi çift yarattı ; nasıl eş istiyorsan onun suretine bürün.!

-Ya RABB’i başka devlet istemem, bana secdedeki devleti ver.!

-Sıfat zâta uygun verilir.!Allah zulmetmez.Herkese layıkını vermiş,tayin ve takdir etmiştir.

- Tevhid vadisinde herkes bir gömlekten baş çıkarır, zaten sayı birin tekrârından ibâret, 

Ancak bu bir ALLAH demek.!

-Koku almayanın burnu mühürlenecek.!” Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Onların gözlerine de bir çeşit perde gerilmiştir ve onlar için (dünya ve ahirette) büyük bir azap vardır.”[3]

-Yağın aslı sudan çoğalır, sonra suya düşman kesilir.!

-Cennetlik cehennemle birlikte oturur ama birbirine kavuşmaz aynı madende toprakla altın gibi.!

Bütün zıtlıklar o gün birbirlerinden tefrik edilir.Hadisde de belirtildiği gibi;”İnsanlar madenler gibidirler.”Bu madenler kömüründen elmasına kadar makamlara ayrılır.

-Herşeyin bülûğ ve kemâli vardır. Meyve olunca araplar meyve hür oldu derler 

yâni herşeyin amacı hürriyettir.!

            Hamdım..Piştim..Yandım..

            Dünya hamlıktan kurtulup,pişme yeri…

-Dilencinin ibâdeti ALLAH için değil, ekmek içindir.! ALLAH rızası derse de riyadır.!

Allah için olan kıymetli ve geçerlidir. 

-Ayna kendi yüzünü saklar, başka yüzü gösterir.!

İnsanda O zata ayna olmalı,perde olmamalıdır.

            -Bizim cinsimiz HAKK’ın cinsinden olmadığından ekmek nasıl bizde fâni oluyorsa biz de onda fâni olmalıyız.!

            Fenamızı O’nun beka havuzuna atıp eritmek gerek…

            -Dostu bulamazsan ömrün yarısı perişan, yarısı pişman geçer.!

            Gerçek dost O’dur.O’nu bulan neyi kaybeder,O’nu kaybeden neyi bulur.O’nu bulan her şeyi bulur,O’nu kaybeden bulsa bulsa başına bela bulur.

            Dost istersen Allah yeter.O dost ise her şey dosttur.

-Dünyaya geldiğimizden beridir ki koşturuyoruz.Çünki ruhlar alemindeki vuslatı arıyoruz,bazen yanlışda,kaybetmediğimiz yerlerde arıyoruz.Tıpkı Nasreddin Hocanın dediği gibi;Hoca bir gün bahçede bir şey arar,ne aradığını sorarlar.Hoca da,yüzüğümü kaybettim,saatlerdir bir türlü bulamıyorum,der.Onlarda onunla beraber arar,bulamaz ve derler;Hoca sen yüzüğünü nerede kaybetmiştin?

Hocada ahırda kaybetmiştim,deyince onlarda;o halde neden orada aramıyorsun dediklerinde ise;Burası aydınlık,orası karanlıkta ondan dolayı der.

Bizlerde cehalet karanlığında kaybettiğimizi arıyoruz.Firak bizi yakıyor,vuslatı arıyoruz..elesti emel ediyoruz.

-Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Hazretleri'ne ölümü bir "şeb-i arûs", yâni düğün gecesi olarak tavsîf ettiren gerçek de, dünyâ gurbetinden kurtuluş, vuslata eriştir.

(Ölüm güzeldir çünki vuslat bileti onun elindedir.Yusufta o vuslatı dünya rahatına ve saltanatına tercih etmemişmiydi.Allah ircii demekte,ayrılık söylememekte…)

“Dön Rabbine, sen O'ndan O senden hoşnut olarak!”[4]

Taberi tefsirinde ayetle ilgili olarak:Abdullah b. Abbas da Peygamber efendimizin şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir;

"Allah, A’rafta, Âdemin sulbündeki zerreciklerden söz aldı ve onun sul­bünden yarattığı her zürriyeti çıkardı. Onlar, zerrecikler halinde önüne dizdi sonra hepsiyle yüzyüze konuştu ve onlara bu âyetleri bildirdi.

Abdullah b. Amr Rasulullah'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Âdemin sulbünden, daha sonra meydana gelecek olan insanlar, tarağın, baştan bir şeyleri alması gibi alınıp çıkarıldılar. Sonra Allah onlara: "Ben sizin rabbınız değil miyim?" diye sordu. Onlar da: "Evet sen bizim rabbimizsınız." dediler. Melekler de kıyamet gününde: "Biz böyle bir şey hatırlamıyoruz" dememeniz için bizler şahidiz." dediler.

Müslim b. Yesar diyor ki:"Ömer b. Hattab'dan bu âyet hakkında soruldu. Ömer şu cevabı verdi. "Ben bu âyetin, Resulullah'dan sorulduğunu duydum. Resululullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki Allah Âdemi yarattı. Sonra onun sırtını sağı ile meshetti. Âdemden zürriyetler çıkan ve: "Bunları cennet için yarattım, bunlar, cennetlik­lerin amellerini işleyeceklerdir." dedi ve tekrar Âdem'in sırtını meshetti. Yine ondan zürriyetler çıkardı ve: "Bunları da ateş için yarattım. Bunlar cehennem­liklerin amellerini işleyeceklerdir." dedi.

Cemaatten bir adam:"Ey Alla'ın Resûlü! (kaderimiz ezelden yazılmış ise) niye amel ediyoruz? diye sordu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şu açıklamayı yaptı:

"Allah bir kişiyi cennet ehli olarak yaratmışsa onu cennet ehlinin amelinde çalıştırırr. Öyle ki cennetliklerin bir ameli üzere ölür ve Allah da onu cennetine kor. Aksine bir kulu da cehennem ehli olarak yaratmışsa, onu da cehennemliklerin amelinde istimal eder. Öyle ki bu da cehennemliklerin bir ameli üzere ölür, Allah da onu cehenneme koyar."

Übey.b. Kâ'b'dan bu âyetin izahı hakkında şunları söylediği rivayet edilmektedir:

"Allah, Âdem'in soyundan gelecek olan insanları onun sulbünde topla­mış, onlara can vermiş ve onları şekillendirmiştir. Sonra onları konuşmalarını istemiş onlar da konuşmalardır. Daha sonra bunlardan ahd almış ve bunları, kendi nefislerine şahit tutarak: "Ben sizin rabbiniz değil miyim?" demiş onlar da: "Evet, şahidiz sen bizim rabbimizsin." diye cevap vermişlerdir. Bunun üze­rine Allah: "Ben de yedi kat göğü ve yedi kat yeri ve atanız Âdemi, kıyamet gü­nünde: "Biz bunu bilmiyorduk." dememeniz için size karşı şahit tutuyorum. Bi­lin ki benden başka ne bir ilah ne de bir rab vardır. Hiçbir şeyi bana ortak koş­mayın. Ben sizlere, sizden aldığım ahdi size hatırlatacak Peygamberlerimi gön­dereceğim ve sizlere kitaplarımı indireceğim." dedi. Onlar da: "Senin, bizim rabbimiz ve ilahımız olduğuna, bizim senden başka hiçbir rabbimiz olmadığına şahitlik ederiz." dediler. Ve böylece ikrarda bulundular.

Enes b. Mâlik, Resulullah (s.a.v.)'in bu hususta şöyle buyurduğunu riva­yet etmektedir:

"Allah Teâlâ cehennemliklerden azabı en hafif olana şöyle diyecektir:                "Yeryüzünde,ne varsa hepsi senin olsaydı şimdi onları verip kendini kurtarmak ister miydin?" O kişi ise "Evet" diyecektir. Bunun üzerine Allah ona: "Sen, Âdem'in sulbünde iken ben senden, bundan daha kolayını istemiştim. Bana or­tak koşmamanı istemiştim, fakat sen, ortak koşmaktan direttin.

"İbnu Asâkir'in, Ubey İbnu Ka'b (radıyallahu anh)'tan kaydettiğine göre (hükmen merfû) şu açıklamayı yapmıştır: (Allah celle şanuhu) insanların hepsini ruhlar halinde kendi hususî suretleriyle topladı. Sonra onların konuşmalarını taleb etti, hepsi de konuştular. Sonra onlardan ahd u mîsak (kesin söz) aldı. Kendilerini nefislerine karşı  şâhid kılarak sordu:

- Ben sizin Rabbiniz değil miyim?

- Evet Rabbimizsin! dediler.

- Öyle  ise, dedi Rabb Teâla, ben size yedi kat semâvatı şâhid kılıyorum, babanız Âdem'i şâhid kılıyorum, tâ ki, kıyâmet günü "Biz bunu bilmiyorduk demeyesiniz. Bilesiniz! Benden başka ilah yoktur, benden başka Rabb da yoktur. Bana hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ben size peygamberlerimi göndereceğim, size benim bu ahd ve misak'ımı hatırlatacaklar. Size kitaplarımı indireceğim! Rabb Teâla'nın bu hitabı üzerine ruhlar şu karşılığı verdiler:

- Şehâdet ediyoruz ki: Sen bizim Rabbimizsin, ilâhımızsın. Bizim senden başka Rabbimiz, senden başka ilâhımız yoktur."

Böylece Rabb Teâla'nın söylediklerini ikrar ettiler.

Bu ahidleşme üzerine Hz. Adem kalkıp, insanlara baktı. Gördü ki, bir kısmı zengin, bir kısmı fakirdir; bir kısmı güzel, bir kısmı çirkindir. Cenâb-ı Hakk'a yönelerek:

- Ey Rabbim, dedi, keşke bunların arasını eşitleseydin!

Cenab-ı Hakk Adem'e:

- Ben, bana şükredilmesini istiyorum! diye cevap verdi.

Adem (aleyhisselam) peygamberleri gördü. Bunlar tıpkı lambaları andırıyorlardı, üstlerinde nur vardı. Onlardan: "Kendilerine verilecek nübüvvet ve risalet vazifelerini ifa edecekleri hususunda" bir başka misak daha alındı. Bu misaka şu âyet delalet eder: "Peygamberlerden söz almıştık..."[5]

Diğer bazı rivayetlerde insanların bu misakları üzerine Cenâb-ı Hakk'ın onların rızıklarını tekeffül ettiği, ecellerine varıncaya kadar kaderlerinin tesbit edilip yazıldığı vs. belirtilir.

Yukarıda kaydettiğimiz iki âyeti, âyetle ilgili olarak selefin rivâyet ettiği hadisler ve yaptığı yorumlardan  birçoğunu sayfalarca kaydettikten sonra şu şekilde özetleyerek sonuçlar:"

Gerek selef'ten ve gerekse halef'ten bazıları şöyle dediler: Ayette haber verilen şehâdetten  murad  onların tevhid fıtratı ile (yani Allah'ın varlığını ve birliğini anlayıp kabul edecek bir mahiyette)  yaratılmış olmalarıdır. Nitekim Ebû Hüreyre'nin ve Iyâz İbnu Hımâr (radıyallahu anhümâ)'ın rivâyetlerinde ve Hasan Basri'nin Esved'den  yaptığı rivayette  bu âyeti söylediğimiz şekilde tefsir etmiştir. Hepsi de şöyle der: "Nitekim Cenâb-ı Hakk, âyeti kerimede "Rabbin âdem-oğullarından... aldı..." demiştir de:  "Rabbin Adem'den...! aldı" dememiştir. Keza  "bellerinden.." diyor da "belinden..." demiyor.

Yani onların zürriyetlerini (nesillerini, soylarını) diyor. Yani nesil benesil, asır beasır gelen  soylarını... diyor.

Nitekim Allah Teâla bir diğer ayet-i kerimede: "Sizi yeryüzünde halifeler kılmış olan O'dur..."[6] buyurmaktadır. Yine bir diğer âyet-i kerimede: "Başka bir kavmin zürriyetinden sizleri meydana getirdiği gibi..."[7] buyuruyor. Ve ayrıca diyor ki: "Onları kendilerine karşı şâhid tutarak Rabbiniz değil miyim diye şâhid tuttuğu vakit evet! dediler..." buyurarak, insanları şâhid tuttuğunu ve  onlardan "evet!" diye tasdik aldığını bildiriyor. Yani Allah, böylece insanları bu meseleye şahidler kılıyor. Ancak insanların "evet" demeleri halleriyle ve  dilleriyle yaptıkları bir konuşmadır. Aslında şehâdet de iki çeşittir:

1- Bazan kavlî (yani sözle) olur, şu âyette  böyle kavlî bir şehâdet mevzubahistir: "...Ey Rabbimiz, diyecekler, nefislerimize karşı şâhidlik ederiz..."[8]

2- Şehâdet bazan "hal"le olur. Buna lisan-ı hal de denir. Şu âyet bunun örneğidir: "Küfürlerine kendileri şahid olup dururken, müşriklerin Allah'ın mescidlerini imâr etmelerine (imkân) yoktur..."[9] Burada onların hâli küfürlerine şehâdet etmektedir, yoksa kafir olduklarını dilleriyle söylüyor değiller. Keza şu âyet de bu mânadadır: "Doğrusu kendisi de  bunların hepsine şâhiddir"[10]

Keza, sual de bazan sözle,  bazan halle olur. Şu ayet bunu gösterir: "Kendisinden isteyebileceğiniz herşeyi size vermiştir"[11]

Alimler demişlerdir ki: Misak âyetinde kastedilen mânanın söylediğimiz husus olduğuna dâir gösterilebilecek delillerden biri de, Cenâb-ı Hakk'ın bu şehâdeti, onların şirke düştükleri hususunda aleyhlerine bir hüccet olarak kullanmasıdır. Bu şehâdet,  şâyet bazılarının dediği gibi, (kavlî olarak) vuku bulsaydı, aleyhine hüccet olması için herkesin bunu hatırlaması gerekirdi.

Şayet şöyle denecek olursa: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ona haber vermiş olması, onun varlığı için yeterli  bir delildir." Biz bu söze şöyle cevap veririz: "Müşriklerden tekzib edenler, peygamberlerin getirdiği  bu ve başka her şeyi tekzib etmektedirler. Halbuki bunu tekzibleri, aleyhlerine müstakil bir hüccet kılınmıştır. Şu halde, bu hal delâlet eder ki, "insanların üzerine yaratılmış oldukları fıtrat'tan maksad "tevhidi ikrâr"dır (yani insanların tevhidi anlayıp, tasdik edebilecek bir fıtratta yaratılmış olmalarıdır). Bu sebepten dolayıdır ki, âyette: "Kıyâmet günü: "Bizim  tevhidden haberimiz yoktu" veya "Bizden önce atalarımız şirke düşmüş biz onlardan sonra geldik, onların yaptığı sebebiyle bizi helak mı edeceksin? demiyesiniz" buyurulmuştur.[12]

            **Hapis bazen beni sıkıyor..nefes almak istiyorum..sıranı bekle diyorlar..buna izin vermiyorlar…Çünki saray hayatından zindan hayatına talime gönderildim.Talim de hiç kolay değilmiş.Riski büyük..kazancıda büyük..büyük oynamayan büyük kazanamaz.

            Buraya pek alışamadım çünki buralı değilim..buraya yabancıyım..buranın yabancısıyım.

İkinci hayat için çalışmalı.Bu ömrü,ömrü sâni yolunda kullanmalı.. harcamalı.. Geldiğimiz yere tekrar giderken hak kazanmalı..hakkı kazanmalı…

**Alem de,dua eden bir el gibi,sürekli oraya dua mahsulleri yetiştirmektedir.Burada durup,oraya mahsul göndermeli..burada ekmeli ve ekilmeli ta ki orada biçmeli ve biçilmelidir.

**Alemdeki olaylara kendi gözümüz ve gözlüğümüzden bakmayalım.Deliye bakarken,akıllı insan olarak bakıp değerlendiriyor,hata ediyoruz.Deliye kendi konumu ve de delice bakmak gerek  ta ki,akıl tazib aleti olmasın.Arslanın ceylan yavrusunu parçalayışını insan gözüyle değil,hayvanların aleminden bakmalıyız.. değerlendirmeliyiz.Hikmet nazarı,gerçek nazardır.

            Alemdeki olaylar,alemlerdeki olaylarla irtibatlıdır.Bu alem alemlere mahsul yetiştirmektedir.Deryaları yetiştiren küçük bir havuz.Burası yarını yetiştiren bugün.Gün bu gün,dem bu dem…

Yunusvari di­yelim: "Gelin bugün yanalım yarın yanmamak için."

Harun Reşid kardeşi Behlüle; "Nereden geliyorsun?" demiş. O da; "Cehennem'den geliyorum" diye cevap vermiş. "Cehennem'in ateşi na­sıl?" diye sormuş, o da; "Orada ateş görmedim" demiş. "Nasıl olur?" de­yince, "Herkes ateşini bu dünyadan götürüyor" diye cevaplamış.

            Cehennem bize göre şekillenmekte,mahiyet kesbetmektedir.

**"İman edenler ve zürriyetleri de iman ederek kendilerine tabi olanlara zürriyetlerini katıp ekleriz"[13]

Yani çocuklar cennette babaların derecelerine katılırlar. Çünkü cennettekilerin mertebeleri farklıdır. Aynı şekilde babalar da çocukların derecelerine eriştirilirler ki, bununla onların gözleri aydın olsun ve sevinsinler. Her ikisi iman etmede toplandıklarında birbirlerine katılırlar. Bununla, ameli daha güzel olan kimsenin ameli daha düşük olan biriyle bir arada bulunması onun ecrinde hiç bir eksiklik yapmaz.

       "Amellerinden hiçbir şey eksiltmeyiz"

        Noksan kılmayız.

       "Her nefis kazandığına karşılık"

       İşlediği iyi ve kötü amellere karşılık

       "Rehindir" Rehin alınır.[14]

**Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Sizleri bembeyaz bir yol üzere bıraktım. Onun gecesi gündüzü gibi (aydınlıktır). Ondan ancak helak olan sapar.”

Dünyaya bizler beyaz bir sayfa ile geldik.

****İbadetin en büyük anlamlarından biri de, Allah’a boyun eğmektir. Bu nedenle Nebi sallallahu aleyhi ve sellem, nefsinin zulmünü ve Allah’a karşı kusurunu çokça itiraf ederdi ve şöyle buyururdu:

“Allah’ım! Şüphesiz ben nefsime çokça zulmettim. Günahları ancak sen bağışlarsın. Beni, katından bir mağfiretle bağışla ve bana merhamet et! Muhakkak ki sen; çokça bağışlayansın, çokça merhamet edensin.”[15]

**Tefsirlere göre Me1e’i A’1a, Allah Teala’nın kendileriyle konuşmak üzere melekleri topladığı meclistir.

            Allahım biz sana söz verdik..sözümüz sözdür..söz namusdur..söz kulluktur..söz özdür..özümüzü koruyacağız..gözümüz gibi…

MEHMET  ÖZÇELİK / 27-02-2006


 

[1] A’raf.172.

[2] Bakara.40.

[3] Bakara.7.

[4] Fecr.28.

[5] Ahzab: 33/7.

[6] En'am: 6/165

[7] En'âm: 6/133.

[8] En'âm: 6/130.

[9] Tevbe: 9/17.

[10] Adiyat: 100/7.

[11] İbrahim: 14/34.

[12] Hadisler için bak. Müslim, Tefsir: 25, (3028); Nesâî, Hacc: 131, (5,233, 234); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/479-486, Muvatta, Kader: 2, (2, 898, 899); Tirmizî, Tefsir, A'raf: (3077); Ebu Dâvud, Sünnet: 17, (4703).

[13] Tur.21.

[14] Bak.Müddessir.38.

[15] Bu hadisi, Buhari ve Müslim rivayet eder.