CEMAATLAR- FARKLIKLAR- HAZIMSIZLIK

 

            -Münakaşa eden insan,haklıda olsa haksızdır.

         -Bediüzzaman bile:” Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mehenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyle ise her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mehenge vurunuz. Eğer altun çıktı ise kalbde saklayınız. Bakır çıktı ise çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz gönderiniz.”[1]buyuruyor.

            O halde fikrini benimsemediğimiz kişinin işimize gelen noktaları alıp,varsa ifsad edici noktalar bedduayı arkasına takıp göndermektir.Veya uygun bir ortamda aksi görüşleri serdetmektir.

            -1970-lerde sol kesimle bir kısmın,sağ kesimle diğer bir kısmın kaba kuvvet ve sert münakaşaları hiçbir tarafa bir şey kazandırmadı bilakis görüşlerin daha sabitleşmesine ve kemikleşmesine sebeb oldu.

            -Eğer bizde beğenmediğimiz kişi gibi davranır ve konuşursak,bizde onun gibi olur ve bizde onun gibi haksız duruma düşmüş oluruz.Haklı olarak tenkid ediliriz.

            -Adıyaman Anadolu Gençlik Vakfı yani belli bir fikirdeki cemaat,kendileri gibi düşünen birini konferans vermek için getirmişlerse,elbette o kişi de onları memnun edecek ifadelerde bulunacaktır.

            O misafir konuşmacıya hazmetmeyen ve tahammül göstermeyen,burada beraber yaşadıkları o insanlara nasıl hazmedecek ve bir araya gelecektir.

            -Hazımsızlık bir nezaketsizliktir.Bu kesinlikle yanlışlara karşı suskun olmak anlamına olmayıp,müsbet olarak ve yapıcı bir üslupla meseleleri dile getirmektir.

            -1970-den beri,-benim gibi olsun,benim cemaatım gibi düşünsün-diyenler,kaç arpa boyu yol gitmişlerdir?

            Ancak en büyük müfessir olan zaman birilerini hizaya getirmektedir.O halde bazı şeyleri zamana bırakmak gerektir.

            -Hep aynı noktada hata yapıyoruz.Her seferinde de tarih  tekerrür ediyor.Oysa hiç ibret alınsaydı,tarih tekerrür mü ederdi?

            -Mesela hoca efendi,böyle bir toplantıya katılsaydı tepkimi gösterirdi yoksa konuşmayı sonuna kadar nezaketle dinleyip,sonunda da söylenmesi gereken varsa söyleyip tebrik mi ederdi?

            -Eğer denilirse ki;Hoca efendi böyle bir toplantıya katılmazdı…

            Bir;Sen geldin ya…

            İki;hristiyan ve Yahudilerle diyalog kurup bir araya gelen hoca efendi,neden bir çok noktada birleşenlerle bir araya gelmesin?

            -Bizler evvela kendimizi anlatamıyoruz.Karşıdakini anlamıyor ve en kötüsü –öküzün altında buzağı arama kabilinden-anlamamaya çalışıyor ve anlamamakta diretiyoruz.Oysa peygamberimizin hayatına baktığımızda,yanlışda olsa dinlemiş,sonra söylenilmesi gerekeni en veciz şekilde söylemiştir.

            -Bir türlü vasata gelemiyor,hep ifrat ve tefritle;zalimin Allah kılıncı olarak devam etmesine ve onunla bizden intikam almasına fetva veriyoruz.

            -Dar insan daralır.Cevap verme sanatını bilemiyoruz.Konuşma ve dinleme nezaketini yitirdik.Dağarcığımızın kısır olmasından olsa gerek.Sürahi içinde olanı boşaltır.

            Ben bile karşılık veren kişiye önümde bulunmasından dolayı,yavaşça da olsa,susup karışmamasını,işi alevlendirmemesini söyledim.

            Oysa o kişi bana bir tepki verebilir veya bir başkası da bana;-Sen niye karışıyorsun-diyerek uzayıp gidebilirdi.

            -Hep bu işler küçüklerin başının altından çıkıyor.Hiç büyüklerin kavga ve ciddi manada münakaşa ettiklerini gördünüz mü?

            -Provakatörlerin ekmeğine yağ sürülüyor.Ateşe benzinle gidiliyor.

            -Tenkid ve patlamalar diyalog meselesinden çıkmıştı.

Diyaloğun genel çerçevesini iyi belirlemek gerektir.Diyalog;Sulh çerçevesinde tarafların birbirini anlaması ve anlatmasıdır.Yoksa birbirlerinin kabul etmediklerini kabul mecburiyetinde kalmak değildir.

Diyalog kavga etmemektir.Sulh ortamında konuşmaktır.Karşıyı kabullenmek değildir.

Birde özellikle köre kör demek nasıl nezakete uymaz ise,kâfirede kâfir diyerek saldırmak,kendini anlatamamaya sebebdir.

Her şeyiyle iflas etmiş bir millet benimle ringe çıkmaktan korkmazken,ben neden çıkmaktan korkayım.

            Neslimiz için ise korkumuz;buda tıpkı Almanyaya giden vatandaşlarımızın kendi nesillerine ve dinlerine sahib olmak için kollarını çemirleyip,taşın altına ellerini koyarak sorumluluklarını anlamaya sebeb olmuştur.Sorumluluğumuzu ve sahibliliğimizi bilelim.

            Adı dinler arası diyalogda olsa,bu bir dindarların ve mensublarının diyaloğudur.

            BİZ KENDİMİZ İÇİNDE BİR DİYALOGDA BULUNURSAK,başkaları bize zarar veremezler.

            En büyük problem kendimizdedir.1970’lerden beri hep kavga ettik.Birbirimizi anlamaya çalışmadık.10 yıldır bir mesafe alındığı görülmekte ise de,bu da münferid kalmakta,yine bir araya geldiğimizde veya böyle bir konferansta hazımsızlık ve nezaketsizliği sürdürmekteyiz.

            Oysa fikrini venimsemediğimiz kişiyi zorla düşüncesinden vaz geçiremeyiz.Bizler onu ve onun gibi düşünenleri düşüncelerinden vazgeçirme çabası içerisine giriyor,hata ediyoruz.

            Cemaatın ihtilaf ve farklılığı rahmet iken ve öyle de olması gerekirken,bizde azab aleti olmaktadır.

            Ben seninle bir araya gelemem,konuşamam,anlaşamam nasıl bir seviyedir?

            Herkes kendi mesleğinin ve meşrebinin muhabbetiyle yaşar ve yaşamalıdır.

            -En büyük hatamız;sen kendininkini överken,benimkini yermiş sayılıyorsun veya öyle düşünüyorsun,veya öyle demek istedin düşüncesidir.

            Tıpkı hava bulutlu demek gibi.Yani yağmur yağınca göl olacak,gölde de ördekler yüzecek.

            -Gençler ateşli oluyor.Saman alevi gibi parlayıp sönüyor.

            Isıtmıyor,başkasının ateşini yakmaktan ve yükseltmekten başka..

            -Bir araya gelme yönünde değilde,hep ayrılıkları körükleyerek aramızı açıyoruz.

            Düşünüyorum da;Kendi aramızdaki diyaloglarda başarılı olamazken,bizden olmayanlarla diyalog kurabilmekteyiz,kurulabilmekteyiz.!!

            -Türkiye ve geniş çerçevede İSLÂM ALEMİYLE DİYALOĞA  İHTİYACIMIZ VARDIR.Bunun gündeme getirilmesi lazım ve elzemdir.Cemaatlar sıık sık veya temsilcileri bir araya gelmeliler,buzları eritip yakınlaşmalıdırlar.

            Konferansta Aytunç Altındal’ın konuşmalarından notlar aldım,faydalandım ve taraftar olmadığım görüşleri de oldu ki,onları da almayıp kendisine iade ettim.

            Bir pazara gittiğinizde her şeyi alıyormusunuz?Veya almak mecburiyetindemisiniz?

            O halde?

            Ne bu şiddet,bu celal!!!

            Bizler hamurumuzdan olsa gerek,çabuk coşan ve kabaran bir milletiz.Var olan değerlerimizi nerede ve nasıl kullanacağımızı bilmemekteyiz…

            Aslında bunu yazarken ve söylerken bile ürperiyor,büyültme düşüncesine sebeb olabilme ihtimalinden de çekiniyorum.

            -Bazı sivriliklerimiz,taassublarımız bizlere kaybettiriyor,sonunu getittirmiyor,kesintiye uğratıyor.

            Tüm bu farklılıkları tetikleyen ise;siyasi körlük,siyasi taassub ve fanatikliktir.

            Allah aşkına,herkes benim gibi düşünmek mecburiyetinde mi?Herkes senin gibi olabilir mi?Hiç olmazsa bu açıdan bak ve düşün.

            Allah bile bu farklılıklara müsaade ederken,oysa herkesin kalbi onun elindedir.Ya bize ne oluyor da,ondan öte şefkat ve anlayışımızı ileri götürüyoruz!

            -Tebliğin anlamı;inandığını ve anladığını anlatmaktır,kabul ettirmek değildir.Allahda rasulüne bunu hatırlatmamışmıydı.

            “Doğrusu sen, sevdiğini doğru yola iletemezsin; fakat Allah dilediğini doğru yola iletir ve doğru yola erecekleri o daha iyi bilir.”[2]

            Bizler anlatmadan kabul ettirmeye çalışıyoruz.

            Peki,ne kadar biliyoruz?Ne kadar tatmin olduk ki,tatmin edebileceğiz?Kendi kesemizi yoklayalım,bilgi dağarcığımıza bir bakalım?

            Ne kadar dolu?Ne ile dolu?Nasıl dolu?

            -Türkiyede birileri sürekli ihtilafları körükleme işlerini yapmaktadır.

            ”1920 yılında Topal Molla lakabıyla tanınan bir zat,Afganistanda tekke kurmuş.Topal Mollanın müridleri 3 yıl içinde 200 bine ulaşmış.Müridlerinin sayısı 1925’de 300 bini aşan Topal Molla,krala karşı ayaklanma hareketini başlatmış.Bir yıl boyunca Afganistanda kan gövdeyi götürmüş.O yıllarda Afgan kralı olan Emanullah Han,ülkesini terk etmek zorunda kalmış.Ülkesinden ayrılan Emanullah Han,Afgan sınırına geldiğinde yanına bir adam sokulmuş ve çok güzel konuştuğu Urduca’sıyla sormuş:”Beni tanıdın mı?Ben meşhur Topal Molla’yım.Afganistandaki görevim bitti,İngiltereye dönüyorum.”,”Seni tanıdım!”demiş kral:”Ben senin İngiliz casusu olduğunu biliyordum.Fakat halkıma o kadar çok tesir etmiştin ki,senin casus olduğuna onları inandırmanın çok zor olacağını düşündüm.Sarıklı,sakallı Topal Molla sakalını kesmiş,sarığını atmış,başına silindir şapkasını oturtmuş ve İngiltere yoluna koyulmuş.Evet,sıra kimde dersiniz?”[3]

            Çok çabuk kanıyoruz.Çok çabuk dağılıyor ve dağıtıyoruz!...

            -Osmanlı büyüktü.Neden mi?Tüm bu farklılıkları içinde topladığı için.Onlara çatılık görevini yapmaktan dolayı.

            Bugün de ABD güçlü.Oda bunun farkına vararak,farklılıklara sahiblenmektedir.

            Büyük olanlar büyük oynar,büyük deniz ve okyanuslarda yüzerler.Küçük olanlar ise nehirde değil,damlada bile boğulurlar.

            -Tenkid tashih için olmalı,tahrib için değil.

            Farklı fikirlerden,hakikat ışıkları parlar.Tahammülsüzlük ise bunu söndürür.

            -Bir fikir ne kadar aykırı da olsa,karşıdakinde ona karşı bir araştırma,düşünme,cevab vermek için yorum imkanı oluşmuş olur.

            -Şüphe ve tereddütler hakikatı araştırmak için olmalı,yoksa karşısındakini karalamak için olmamalıdır.Öyle bile olsa;delilsiz bir şey hükmen iftira olup,sahibi müfteri durumuna düşmüş olur.

            -Millet olarak çok iyi niyet ve düşünce okuyucusuyuz.Kitap okumayan bir çok kimse,herkesi ve herkesin niyetini çok rahat ve cesurca okuyabilmektedir.

            Bu da;cahil cesurluğundan olsa gerek.

            -Gerçek iman,tevhid iledir.Allaha evladlık isnad eden hristiyanların,kız isnadında bulunan Yahudilerin inancı elbette gerçek inanç değildir.

            Ancak bu durum onlarla kavga ortamında olmamızı gerektirmez.

            Bediüzzaman şu mealdeki ifadesinde;Dünyada sulh ortamı sağlandıkça,insanların nazarları islamiyete dönecektir.

            Dünyada oluşturulan sürekli ihtilal ve savaşlar bu nazarları çevirtmek için yapılan bilinçli gayret ve çabalardır.

            -İnsanlar hep aynı çukura düşüyor ve hep aynı yerde tökezliyorlar.

            Tarihi tekerrür diyorlar,hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?

-Oysa hadisde müminin vasfı şöyle belirtilmektedir: :”el mü’minu ye’lifu ve yu’lefu.La hayra men la ye’lifu vela yu’lefu.”,”Mü’min ülfet edip alışan,kendisiyle alışılıp anlaşılan kimsedir.Oysa ülfet edip anlaşmayan ve anlaşılmayan kimsede hayır yoktur.”

“Bir hadîsde buyurulur: "Ahirzaman'da öyle bir zümre zuhûr edecek ki, bunlar yaşça genç, akılca kıttırlar. Konuştukları zaman en hayırlı sözden (yani Kur'ân-ı Kerîm'den) bahsederler. Kur'ân-ı Kerîm'in kendilerine has olduğunu ve kendilerinin de Kur'ân üzere olduklarını zannederler."

Hadîsin Buhârî'de kaydedilen veçhi bu gençlerin samimiyet durumunu da açıklar:

"...Ancak imanları gırtlaklarından öte geçmez. Hedefi delip (hiçbir bulaşık almadan öbür tarafa) geçen ok gibi onlar da dine girip çıkarlar (üzerlerinde dinin hiçbir te'siri kalmaz)".

-“Ey iman edenler, müminleri bırakıp da kafirleri başınıza geçirmeyin! Kendi aleyhinizde Allah'a açık bir saltanat vermek ister misiniz.”[4]

“Ey iman edenler, yahudilerle hıristiyanları dost edinmeyin! Onlar, birbirlerinin dostlarıdırlar. İçinizden her kim onlara yardaklık ederse, muhakkak o da onlardandır. Allah ise zulmedenleri doğru yola çıkarmaz.”[5]

-Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin” ayeti Kur'an’da vardır. Ama "ehl-i kitapla düşman olun" manasına delaleti yoktur.

Abdullah Aymaz bir yazısında Washington’daki dinlerarası bir diyalog merkezi olan“The Inter Faith Conference of Metropolitan Washington (IFC)’a uğradım.

25 senedir bu merkezde başkanlık yapan Dr. Clark Lobenstine ile görüşüp faaliyetleri hakkında bilgi aldım.

Dr. Clark dedi ki: “Burada çok farklı inanç ve kültürlere mensup insanlar yaşıyor. 1968-1978 yılları arasındaki çatışmalardan anladık ki, huzurun sağlanması için, bunlar bir araya gelmeli, birbirlerini tanımalı ve birbirlerine yaklaşmalı... 1978’de bütün dinî liderler bir araya geldi ve dinlerarası diyaloğa ihtiyaç olduğunu söylediler. Ben de 1979’da bu işin başına geldim. Bu sahada ABD’de ilk organizasyondur. Her dinî cemaatten üç kişi var. Burası böyle yönetiliyor. Meselemiz sadece dînî değil. Aynı zamanda sosyal adaletin kurulması için de çalışıyoruz. İşin esası karşılıklı güven tesisi... Zaten bütün inançlar, adalet için çalışmaya davet ediyor. Açlara, yaşlılara, evsizlere yardım ediyor, yiyecek dağıtıyoruz. Problemleri, ırkçılık ve ailevî meseleler olarak iki başlık altında 21 üniteye ayırdık.”

“ABD’de her beş çocuktan biri fakir olarak doğuyor. Seviye farkları ve zengin-fakir dengesizliği var. Bunlara destek sağlıyoruz. Boşanmaları en zararlı ve en yıpratıcı halden, en ehven hale düşürmeye çalışıyoruz. Müslümanların problemlerini İslam Merkezi ve Washington’ın en eski camii vasıtasıyla çözmeye çalışıyoruz. Zekat fonları da çok işe yarıyor. Virjinya’da 12 dilde tercüme yapan bir kurum var. Ayrıca çok kültürlü halk hizmetleri diye ayrı bir kurum var. Önyargıları kaldırmak için öğrenciler arasında faaliyetlerimiz var. Bilhassa 11 Eylül’den sonra bunun önemi daha da arttı. Daha önce camileri diyaloğa davet ediyorduk, pek önemsemiyorlardı. Ama son olaylardan sonra onlar da meselenin ehemmiyetini artık kavradılar.”[6]

*”Bîrunî,"el-Asaru'1-Bakiye" isimli eserinde, diğer Hristiyan mezheplerinin

ellerinde bulunan İncillerden farklı üç İncilin varlığını haber vermektedir. Bunlar, Merkîlerin (Marcioncuların) İncili,Deysanîlerin İncili ve Maniheistlerin İncilidir. Hristiyan kaynaklarda isimleri geçen şu sahte İncillere tesadüf ediyoruz:Tomas İncili, Yahudilerin İncili, Marcion'un İncili, Gerçek İncil,Petrus'un İncili, Mısırlıların İncili, Logia veya İsa'nın Sözleri,Nasıralıların İncili, Havarilerin İncili, Matthias'ın İncili, Nikomediyos'un İncili, Küçüklerin încili(33), Arapça İncil,Ermenice İncil, Yetmişler İncili, Hatıra İncili, Barnaba İncili vb. İnciller.”[7]

*”Yuhanna İncili ile Sinnoptik İnciller arasında büyük farklılıklar vardır. Biz bu farklılıkları maddeler halinde şöyle sıralayabiliriz:

1- Sinoptik İnciller vaftizden bahsederler, Yuhanna İncili bundan bahsetmez.

2- Diğer İnciller Hz. İsa'nın, şeytan tarafından günah işlemeye teşvik edildiğinden bahsettikleri halde, Yuhanna İncili bundan bahsetmez.

3- Sinoptik İnciller Hz.İsa'nın suretinin değişmesinden bahsettikleri halde, Yuhanna İncili bundan bahsetmez.

4- Diğer incillerde Evharistiya kurumu anlatılır, Yuhanna'da Evharistiya olayı yoktur.

5 - Diğer İnciller bahçedeki can çekişme olayını anlatırlar,Yuhanna İncili bunu anlatmaz.

6- Yuhanna İncilinde fısıh(pesah) bayramı kurbanı, üç veya dört kere olmuş gösterildiği halde, diğer İncillerde bu olay bir kere olmuş gösteriliyor.

7- Yuhanna İncilinde Yahudiye bölgesi daha önemli olarak gösteriliyor. Galile (Celile) bölgesi ikinci plana itiliyor,diğerlerinde Galile bölgesi birinci planda ele alınmaktadır.

8- Diğer İncillerdeki mecazî ifadelerin yerini, Yuhanna İncilinde meseller almıştır.

9- Diğer incillerde anlatılan mucizelerin sayısı Yuhanna İncilinde anlatılanlardan daha fazladır. Yuhanna İncilinde mucizelerin sayısı yediye inmiştir.”[8]

Matta ile Yuhanna papaz değil,diğer ikisi papazdır.

*” Matta,Markos ve Luka İncilleri, anlattıkları konular ve anlatım planları bakımından birbirlerine benzediğinden, bu üç İncile "Sinoptik İnciller" adı verilmiştir.

            … Yuhanna, bir davayı isbata çalışmış, ağırlığı Hz.İsa'nm ulûhiyetini açıklama

konusuna tahsis etmiştir. Bu İncilin, diğer üç İncil ile müşterek noktaları çok azdır.”[9]

"Resulullahın şu hadisleri ve âyet düşündürmektedir:"Benim, başında, İsanın da sonunda bulunduğu bir ümmet nasıl helak olabilir?"

”Bir diğer hadiste Mehdi’nin gelişi öncesi ümmetin ihtilaf ve çekişme içinde olacağı ve birçok zelzele yaşayacağı bildirilmiştir. (Ahmed)”

*“Ehl-i Kitap’tan her biri, ölümünden önce ona Hz. İsa (a.s)’ya muhakkak iman edecektir”[10]

Tenkid edilen noktalardan birisi de;ehli kitabın Müslümanlarla eş tutulup,onlarında ehli cennet oldukları düşüncesidir.Mesela samimiyetinden ölçülü hareketinden şüphe etmediğimiz. Ahmet şahin hoca:

*"… Zaten dikkatlice bakıldığında görülecektir ki ehl-i kitapla temel noktalarda birlikteyiz. Daha meşhur ifadesiyle amentüde ittifakımız vardır. Çünkü Allah'ın gönderdiği kitapların hemen hepsinde tekrarlanan amentüdür: Allah birdir. Peygamberler haktır. Melekler vardır. Kitaplar gönderilmiştir. Ahiret vardır. Ölen insanlar bir gün dirilecek, yaptıkları iyiliklerin mükafatını, kötülüklerin de mücazatını göreceklerdir.

"Bu temel noktalar bir amentüden başkası değildir ve biz ehl-i kitapla bu amentüde müttefikiz. Garip olan şudur ki ittifak ettiğimiz amentüyü öne geçirmiyor da ihtilaf ettiğimiz teferruatı ileri sürüp mutlak küfre karşı dayanışmamıza engel olarak görüyoruz. Halbuki temelde ittifak varken teferruattaki ihtilaflara takılıp kalmak makul değildir."[11]

Bunu şöyle açacak olursak,burada yanlış düşünülen ve aramızda bir fark yokmuş sözünden kasıd daha net anlaşılabilecektir.Bu söz ifrat gibi görülebilir.Kasdettiği tevhide anlaşılırsa,diğer iman esaslarında problem olmayacağı söz konusu edilmektedir.:

            Bir gün bir hocamızla Adıyamanda bulunan papazın yanına giderek kendisiyle 3 saat kadar konuştuk.

            Ona ilk sözüm şuydu:” De ki: «Ey kendilerine kitap verilenler, gelin aramızda ortak bir kelimede birleşelim, Allah'tan başkasına tapmayalım, O'na hiçbir ortak koşmayalım ve Allah'tan başka kimimiz kimimizi Rab edinmesin!» Eğer bundan yüz çevirirlerse: «Bizim gerçekten müslüman olduğumuza şahit olun!» deyin.”[12]

            Bizde tevhid inancının bulunduğu sizde de teslis inancının bulunduğu bilinmektedir.Aslında Allahın birliği konusu çözülse diğer meseleler kendilinden çözülecektir.

            Allah bir mi üç mü?

            O ise sürekli,Üçün biri,diye cevab verdi.

            Ben ise sıkıştırıp ve samimi olmasını söyleyerek bunun ne manaya geldiğini sorunca;Üç şahsın bir şahısda tecessüd ettiğini yani Allah-Oğul-Ruhul Kudüs-ün tek bir şahıs olarak İsada vücud bulduğunu ifade etti.

            Daha da ileri giderek;cennette suç işleyen babamızın suçunu affettirmek üzere Allahın İsa cesedinde vücud bularak affettirmek üzere eziyet çektiğini söyledi.

            Oysa Allahın affettirmek için böyle bir eziyete girmesine ihtiyaç yoktu.

            Evlad babasının işlemiş olduğu günahdan dolayı zaten sorumlu ve günahkâr sayılmamaktadır.Böyle mantık dışı bir uygulama niçin söz konusu olsun?

            Böylece uzun konuşmadan anlaşılan Tevhid inancı yerini tamamen teslis inancına bıraktığı için bunun imandan addedilmesi söz konusu değildir.

            -İkinci olarak;miladi 325 yılında bir araya gelen dünya papazları,o zamana kadar birbirini tutmayan 104 incil içerisinden en birbirine uygun olanı seçmek için tarihte en önemli toplantıyı gerçekleştirmişlerdi.

            Burada dört kişinin yazmış olduğu Matta,Markos,Luka ve Yuhanna adlı İnciller seçilmiş,diğerleri ise iptal edilmişti.

            Ve bu kişiler Hz.isanın havarileri olmayıp,duyma sonucu akıllarında kalanı yazmışlardı.Çünki Hz.İsa kendisine gelen İncili yazdırmamış,bir kayıd altına almamış ancak konuşma yöntemiyle,vaaz ve öüt olarak 12 havariye anlatmıştır.Onlarda çeşitli yerlere dağılarak bunları insanlara söylemiş,öğütte bulunmuşlardır.

            Papaz ise bunun tarihte en önemli bir toplantı olduğunu kabul etmiş ancak elbetteki inancı gereği İncillerin seçimi olarak kabul etmemişti.

         *Her konuda ölçüyü veren ve ölçülü olan bediüzzaman hazretleri bu konularda da bizlere şu ölçüleri vermektedir:

-“Sakın sakın münakaşa etmeyiniz, casus kulaklar istifade ederler. Haklı olsa, haksız olsa bu halimizde münakaşa eden haksızdır. Bir dirhem hakkı varsa, münakaşa ile bin dirhem bizlere zararı dokunabilir.”[13]

Münakaşada nefis devreye girerek,hakkın değil,nefsin ve nefsinin istediğinin savunmasını yapar.

-“Hem, Hasan Avni ismindeki zât, madem evvelce Risale-i Nur'a girmiş ve yazısıyla da iştirak etmiş, o daire içindedir. Onun fikren bir yanlışı varsa da afvediniz. Biz, değil onlar gibi ehl-i diyanet ve tarîkata mensub müslümanlar, şimdi bu acib zamanda, imanı bulunan ve hattâ fırak-ı dâlleden bile olsa onlarla uğraşmamak; ve Allah'ı tanıyan ve âhireti tasdik eden, hristiyan bile olsa, onlarla medar-ı niza' noktaları medar-ı münakaşa etmemeyi; hem bu acib zaman, hem mesleğimiz, hem kudsî hizmetimiz iktiza ediyor. Ve Risale-i Nur'un Âlem-i İslâm'da intişarına karşı, hayat-ı içtimaiye ve siyasiye cihetinde maniler çıkmamak için, Risale-i Nur şakirdleri musalahakârane vaziyeti almağa mükelleftirler. Sakın hocaların Cuma ve cemaatlerine ilişmeyiniz. İştirak etmeseniz de, iştirak edenleri tenkid etmeyiniz.”[14]

            Diğer bir ifadeyle:” Bana: "Sen şuna buna niçin sataşdın?" diyorlar. Farkında değilim; karşımda müthiş bir yangın var.. alevleri göklere yükseliyor.. içinde evlâdım yanıyor.. imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda birisi beni kösteklemek istemiş de, ayağım ona çarpmış; ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hâdise, bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler..."[15]

-“Acaba Şeriatta oniki mezheb; hususan Hanefî, Mâlikî, Şafiî, Hanbelî Mezheblerinde ve yetmişe yakın ilm-i kelâm ve usûl-üd din dairesindeki allâmelerin fırkalarında ne kadar ayrı ayrı kanaatlar ve fikirler kitablara yazılmış bilirsiniz. Halbuki bu zaman kadar, hiç bir zaman, din âlimlerinin ittifakına ve münakaşa etmemesine muhtaç olmamış. Şimdilik teferruattaki ihtilafı bırakmağa ve medar-ı münakaşa etmemeğe mecburuz.”[16]

            Bunların bu farklılıkları,zenginliğe bir vesiledir.

-“Hem belki karşımıza aldanmış veya aldatılmış bazı hocalar ve şeyhler ve zahirde müttakiler çıkartılır. Bunlara karşı vahdetimizi, tesanüdümüzü muhafaza edip onlar ile uğraşmamak lâzımdır, münakaşa etmemek gerektir.”[17]

-“Madem zemmetmemek ve tekfir etmemekte bir emr-i şer'î yok, fakat zemde ve tekfirde hükm-ü şer'î var. Zemm ve tekfir, eğer haksız olsa, büyük zararı var; eğer haklı ise, hiç hayır ve sevab yok. Çünki tekfire ve zemme müstehak hadsizdir. Fakat zemmetmemek, tekfir etmemekte hiçbir hükm-ü şer'î yok, hiç zararı da yok. İşte bu hakikat içindir ki; ehl-i hakikat, başta Eimme-i Erbaa ve Ehl-i Beyt'in Eimme-i İsna Aşer olarak Ehl-i Sünnet, mezkûr hakikata müstenid olan kanun-u kudsiyeyi kendilerine rehber edip, İslâmlar içinde o eski zaman fitnelerinden medar-ı bahs ve münakaşa etmeyi caiz görmemişler; menfaatsiz, zararı var demişler.”[18]

            Çünki fitne kendisiyle beraber bir çok fitne kapılarının dahi açılmasına sebeb olur.

-“Risale-i Nur şakirdleri, tam ihtiyatla beraber, bir taarruz olduğu vakitte münakaşa etmesinler, aldırmasınlar. Aldanan ehl-i ilim ve imansa, dost olsunlar. "Biz size ilişmiyoruz. Siz de bize ilişmeyiniz. Biz ehl-i imanla kardeşiz." deyip yatıştırsınlar.”[19]

            Zira kardeşliğe sebeb olacak vesileler daha çoktur.

-" Kardeşlerime tavsiye ediyorum ki: İnşikaka ve iftiraka sebebiyet veren münakaşa etmesinler. Yalnız müdavele-i efkâr suretinde niza'sız mübahaseye alışsınlar.”[20]

            Kırıcı olmadan fikir alış-verişinde bulunulmalıdır.

-“Kardeşlerim! Çok dikkat ve ihtiyat ediniz. Sakın sakın hocalarla münakaşa etmeyiniz. Mümkün olduğu kadar musalahakârane davranınız, enaniyetlerine dokunmayınız, bid'at tarafdarı da olsa ilişmeyiniz. Karşımızda dehşetli zındıka varken, mübtedilerle uğraşıp onları dinsizlerin tarafına sevketmemek gerektir. Eğer size ilişmek için gönderilmiş hocalara rastgelseniz, mümkün olduğu kadar münazaa kapısını açmayınız. İlim kisvesiyle itirazları, münafıkların ellerinde bir sened olur. İstanbul'da ihtiyar hocanın hücumu ne kadar zarar verdiğini bilirsiniz. Elden geldiği kadar Risale-i Nur lehine çevirmeğe çalışınız.”[21]

            Menfi hareketlerden istifade edecek olanlar da elbetteki menfi insanlardır.Bununla onlar memnun edilmiş olur.Kişinin davası ve rabbi değil,düşmanı kuvvet kazanmış olur.

-“Şîalıkta mutaassıb ve Vehhabîlikte de müfrit, feylesofların en maddîsi ve mütefennini ve mutaassıb hocaların en enaniyetlisi, beraber Nur dairesine girmeğe başlamışlar ve kısmen şimdi de kardeşçe bulunuyorlar. Hattâ bazı misyonerler de, Din-i İsa'nın (A.S.) hakikî ruhanîsi de o daireye gireceklerine emareler var. Birbirine hücum değil; belki bir tesanüd, bir musalaha lüzumunu hissedip medar-ı münakaşa mes'eleleri ortaya atmıyorlar. Demek İmam-ı Ali'nin (R.A.) otuz-kırk işaretiyle sarahat derecesinde haber verdiği Risale-i Nur, bu zamanın müdhiş yaralarına tam bir ilâçtır. Onun için, o daire bize kâfi gelmiş, harice çıkmıyoruz.”[22]

“Ve Vehhabîlik damarı, hiçbir cihette Nur'un hakikî şakirdlerinde olmamak lâzım geliyor. Fakat madem bu zamanda zındıka ve ehl-i dalalet ihtilaftan istifade edip, ehl-i imanı şaşırtıp ve şeairi bozarak, Kur'an ve iman aleyhinde kuvvetli cereyanları var. Elbette bu müdhiş düşmana karşı cüz'î teferruata dair medar-ı ihtilaf münakaşaların kapısını açmamak gerektir.”[23]

            Başkalarının eksiklikleriyle ve onların düşmanlığı yönünde çaba gösterenler,kendi mesleklerini sevemez,o yönde hizmet edemez.İslama zarar veren Vehhabilik konusunda bile Bediüzzaman Hazretleri,onun islamiyetin içindeki aile meselesi gibi bir mesele olur,zamanla bu havuzda eriyeceğini söylemektedir.

-“Meşrebimiz münakaşa ve münazara olmadığından…”[24]

            Her mesleğin tüzüğü gibi,bu meslek ve meşrebin önemli tüzük kurallarından birisidir.

-Bediüzzaman ihlasın düsturlarını sıralarken:

1 - Müsbet hareket etmektir ki; yani kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket etmek. Başka mesleklerin adaveti ve başkalarının tenkisi, onun fikrine ve ilmine müdahale etmesin; onlarla meşgul olmasın.

            2 - Belki daire-i İslâmiyet içinde hangi meşrebde olursa olsun, medar-ı muhabbet ve uhuvvet ve ittifak olacak çok rabıta-i vahdet bulunduğunu düşünüp ittifak ederek...

            3 - Ve haklı her meslek sahibinin, başkasının mesleğine ilişmemek cihetinde hakkı ise: "Mesleğim haktır yahud daha güzeldir" diyebilir. Yoksa başkasının mesleğinin haksızlığını veya çirkinliğini ima eden, "Hak yalnız benim mesleğimdir" veyahut "Güzel benim meşrebimdir" diyemez olan insaf düsturunu rehber etmek.

            4 - Ve ehl-i hakla ittifak, tevfik-i İlahînin bir sebebi ve diyanetteki izzetin bir medarı olduğunu düşünmekle...

            5 - Hem ehl-i dalalet ve haksızlık -tesanüd sebebiyle- cemaat suretindeki kuvvetli bir şahs-ı manevînin dehasıyla hücumu zamanında; o şahs-ı manevîye karşı, en kuvvetli ferdî olan mukavemetin mağlub düştüğünü anlayıp ehl-i hak tarafındaki ittifak ile bir şahs-ı manevî çıkarıp o müdhiş şahs-ı manevî-i dalalete karşı, hakkaniyeti muhafaza ettirmek.

            6 - Ve hakkı, bâtılın savletinden kurtarmak için...

            7 - Nefsini ve enaniyetini

            8 - Ve yanlış düşündüğü izzetini

            9 - Ve ehemmiyetsiz rekabetkârane hissiyatını terketmekle ihlası kazanır, vazifesini hakkıyla îfa eder.

            Hattâ hadîs-i sahihle, âhirzamanda İsevîlerin hakikî dindarları ehl-i Kur'an ile ittifak edip, müşterek düşmanları olan zındıkaya karşı dayanacakları gibi; şu zamanda dahi ehl-i diyanet ve ehl-i hakikat, değil yalnız dindaşı, meslekdaşı, kardeşi olanlarla samimî ittifak etmek, belki Hristiyanların hakikî dindar ruhanîleri ile dahi, medar-ı ihtilaf noktaları muvakkaten medar-ı münakaşa ve niza' etmeyerek müşterek düşmanları olan mütecaviz dinsizlere karşı ittifaka muhtaçtırlar. “[25]

-“Hem Nur Müellifi bir mektubunda "Dâhilde tarafgirane adavet ve münakaşalara vesile olan füruatı değil, belki bütün nev'-i beşerin en ehemmiyetli mes'elesi olan erkân-ı imaniyeyi ve beşerin medar-ı saadeti ve umum İslâm'ın esas ve rabıta-i uhuvveti bulunan Kur'anın hakaik-i imaniyesini bulmak ve muhtaçlara buldurmaya hayatımı vakfettim" demek suretiyle hizmet-i İslâmiyenin ve mesail-i diniyenin umumunu tazammun eden vüs'at ve câmiiyeti haiz bulunduğunu; dinî hizmetlerin her nev'ini teyid ve teşvik ettiğini ve bir cadde-i kübra-yı Kur'aniye olan Risale-i Nur dairesinin umum ehl-i iman ve İslâma şamil bulunduğunu ifade ediyor. Ve yine aynı mektubunda devamla "Hattâ değil Müslümanlarla, belki dindar Hristiyanlarla dahi dost olup adaveti bırakmağa çalışıyorum. Harb-i Umumî ve komünizm altındaki anarşistlik tehlike ve tahribatlarının lisan-ı haliyle "Dünya fânidir, firaklarla doludur. Ey insanlar adaveti bırakınız, Kur'an dersini dinleyip birleşiniz; yoksa sizi mahvedeceğiz." diye beyanıyla bu zamanın şartları ve îcabları karşısında tarz-ı hizmeti yine Kur'anın nuruyla göstererek hakîmane irşadın ve tevfik-i İlahiyeye muvafık hareketle isabetli hizmetin îfası gibi noktalardan Risale-i Nur'un lüzum ve ehemmiyetini tebarüz ettiriyor.”[26]

Buradaki dostluktan kasıd,düşmanlığı bırakmak ve müşterek düşman olan ateizme,tamamen inkârı uluhiyete karşı mücadele etmektir.

-“Hazret-i Ali, adalet-i mahzayı esas edip, Şeyheyn zamanındaki gibi o esas üzerine gitmek için içtihad etmiş. Muarızları ise: Şeyheyn zamanındaki safvet-i İslâmiye adalet-i mahzaya müsaid idi, fakat mürur-u zamanla İslâmiyetleri zaîf muhtelif akvam hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeye girdikleri için, adalet-i mahzanın tatbikatı çok müşkil olduğundan, "ehvenüşşerri ihtiyar" denilen adalet-i nisbiye esası üzerine içtihad ettiler. Münakaşa-i içtihadiye siyasete girdiği için, muharebeyi intaç etmiştir. Madem sırf lillah için ve İslâmiyetin menafi'i için içtihad edilmiş ve içtihaddan muharebe tevellüd etmiş; elbette hem katil, hem maktul ikisi de ehl-i Cennet'tir, ikisi de ehl-i sevabdır diyebiliriz. Her ne kadar Hazret-i Ali'nin içtihadı musîb ve mukabilindekilerin hata ise de, yine azaba müstehak değiller. Çünki içtihad eden hakkı bulsa, iki sevab var. Bulmazsa, bir nevi ibadet olan içtihad sevabı olarak bir sevab alır. Hatasından mazurdur. Bizde gayet meşhur ve sözü hüccet bir zât-ı muhakkik Kürdçe demiş ki:

Yani: Sahabelerin muharebesinde kıyl ü kâl etme. Çünki hem katil ve hem maktul ikisi de ehl-i Cennet'tirler.”[27]

            “S- Yahudi ve Nasara ile muhabbetten Kur'anda nehiy vardır: “Ey iman edenler, yahudilerle hıristiyanları dost edinmeyin! Onlar, birbirlerinin dostlarıdırlar. İçinizden her kim onlara yardaklık ederse, muhakkak o da onlardandır. Allah ise zulmedenleri doğru yola çıkarmaz.”[28] Bununla beraber nasıl dost olunuz dersiniz?

            C- Evvela: Delil kat'iyy-ül metin olduğu gibi, kat'iyy-üd delalet olmak gerektir. Halbuki tevil ve ihtimalin mecali vardır. Zira nehy-i Kur'anî âmm değildir, mutlaktır. Mutlak ise, takyid olunabilir. Zaman bir büyük müfessirdir; kaydını izhar etse, itiraz olunmaz. Hem de hüküm müştak üzerine olsa; me'haz-ı iştikakı, illet-i hüküm gösterir. Demek bu nehiy, Yahudi ve Nasara ile yahudiyet ve nasraniyet olan âyineleri hasebiyledir. Hem de bir adam zâtı için sevilmez. Belki muhabbet, sıfat veya san'atı içindir. Öyle ise herbir müslümanın herbir sıfatı müslüman olması lâzım olmadığı gibi, herbir kâfirin dahi bütün sıfat ve san'atları kâfir olmak lâzım gelmez. Binaenaleyh müslüman olan bir sıfatı veya bir san'atı, istihsan etmekle iktibas etmek neden caiz olmasın? Ehl-i kitabdan bir haremin olsa elbette seveceksin.”[29]

            Elbette kişi madem ehli kitapla evlenebilir,elbetteki onu sevecektir.

 

Mehmet   ÖZÇELİK

22-03-2006

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

[1] Münazarat.14.

[2] Kasas.56.

[3] Genç Beyin.sayı.35.sh.10.

[4] Nisa.144.

[5] Maide.51.

[6] Zaman gazt. Paz 29.08.2004.

[7] Dört İncil çelişki ve farkları.Prof.Şaban Kuzgun.sh.163.

[8] Age. sh.194.

[9] age.219.

 

[10] Nisâ, 159.

[11] Ahmed Şahin, Zaman, 17 Nisan 2000.

[12] Âl-i İmran.64.

[13] Şualar.321.

[14] Kastamonu lahikası.247.

[15] Tarihçe-i Hayat.13.

[16] Şualar.403.

[17] Şualar.315,Mektubat.351.

[18] Emirdağ lahikası.1/205.

[19] Emirdağ lahikası.1/103.

[20] Lema’alar.106.

[21] Emirdağ lahikası.1/133.

[22] Emirdağ lahikası.1/211.

[23] Emirdağ lahikası.1/204.

[24] Emirdağ lahikası.2/150.

[25] Lem’alar.151.

[26] Barla lahikası.8, Emirdağ lahikası.1/8.

 

[27] Mektubat.53.

[28] Maide.51.

[29] Münazarat.31.32.