DİN VE SİYASET

15.04.2005

 
Hilâfet de, Papalık da siyasi müesseselerdir. Hıristiyanlık, Roma İmparatorluğu'nun resmi dini oldu. Hiçbir dine özgürlük tanımadı. Osmanlı ise, Bizans'tan esinlenerek, şeyhülislâmlık müessesesini kurdu.

Bazen, Müslüman olanların bile Hıristiyan dininden övgüyle bahsettiğini, İslâmiyet'te bir reform ihtiyacını dile getirdiklerini görüyoruz. Esasında bu talepler, kendi dinimizi yeterince bilmemekten kaynaklanıyor. İki uzman profesöre, Hıristiyanlığı ve İslâmiyet'i sorduk. Herkesin anlayabileceği bir üslûpla din ve siyaset ilişkilerini anlattılar. Katoliklik, Ortodoksluk, Şia ve Sünnilik... Rönesans ve reform... Nahda hareketi ve amaca göre yorum. Üç gün sürecek yazımızda bu bilgileri bulacaksınız. Nazlı Ilıcak.

* * *

SORU: Papa öldükten sonra kimi Müslüman'ın kalbine ateş düştü. Keşke, hilâfet sürseydi, Müslümanların da bir halifesi olsaydı. Böyle bir paralellik kurmak mümkün mü?

Ömer Faruk Harman: Bütün Katolikler, yaşadıkları coğrafi bölgeler, milliyetleri ve dinleri ne olursa olsun Papa'ya bağlıdır. Bu Katolik dünyaya ayrı bir güç ve otorite kazandırıyor. Papa bir milyar Katolik nüfusun temsilcisidir. Müslümanlar 1.5 milyar ama, maalesef dünya siyasetinde söz sahibi değiller. Müslümanlar hep mağdur durumdalar. Kan ve gözyaşı hep Müslümanlara ait. Acaba hilâfet olsaydı, Müslümanlar dünya siyasetinde Papalığın oynadığı rolün benzerini oynayabilirler miydi? Teorik olarak düşünürsek, seçilecek olan halife 1.5 milyarlık İslâm dünyasına rehberlik ederse ve İslâm dünyasınca yegâne lider olarak kabul edilirse, o zaman dünya siyasetinde onun da bir ağırlığı olacaktır. Burada Katoliklikle Müslümanlığın bir mukayesesini yapmak lâzım. Şia'da, imamet, temel inanç esaslarındandır; imamın otoritesi son derece önemlidir. Şii İslâm dünyasının dışında ise imamet dinin esaslarından değildir. Dolayısıyla Sünni sistemde, Papalığın Hıristiyan dünyada oynadığı rolün bir benzerini oynayabilir mi halife? Şia'da imam bunu yapabilir. Hıristiyan dünyada da bütün Hıristiyanlığı birleştiren bir lider söz konusu değil. Zaten Papa sadece, Katolikler üzerinde söz sahibi. Katoliklikte Papa, yanılmaz. I. Vatikan Konsili'nde (1870-71) alınan kararla, Papa'nın yanılmazlığı bir dogma olarak kabul edilmiştir. İmamın yanılmazlığı sadece Şiilerde var. İslâm dünyasında birlik olmaması, dolayısıyla ağırlıkları hissettirememeleri, çok büyük eksikliktir. Bunun telâfisi nasıl olur? Git gide demokratikleşen İslâm ülkelerinde, siyasî liderlerin daha çok işbirliği yapmaları ve ortak hareket etmeleriyle bu ağırlık sağlanabilir.

Niyazi Öktem: Hilâfet de, Papalık da siyasi müesseselerdir. Hz. Muhammed'in ölümünden sonra, 4 halife, bir tür demokratik seçimle müminlerin Emiri oldu. Kendilerine "Halife" dedirtemediler. Çünkü halife, "yerine geçen" demek. Hz. Muhammed'in yerine geçilir mi? Ancak müminlerin Emiri olunur. Siyasî açıdan meseleye bakıldığında, ilk defa Muaviye ile halife kelimesi kullanılmıştır. Muaviye dinî başkan olarak da tescil edilmiştir. Din / devlet birliği şeklindeki düzen Emevilerden Abbasilere geçiyor. Selçuklu Sultanı ise, Bağdat'taki halifeden bir tür icazet alma durumunda. Selçuklular'da, benim yorumuma göre, din, devletin üzerinde. Osmanlı'da bu devam etmiyor, Fatih Sultan ile birlikte Şeyhülislâmlık müessesesi ihdas ediliyor. Şeyhülislâmlık müessesesi Bizans geleneğinden kaynaklanıyor. Doğu Roma'da "imparator-patrik" ikilemi var ve imparator "dinen caizdir" fetvasını Patrik'ten alarak Osmanlı'nın örfî hukuk dediğimiz türe benzeyen bir hukuku yapıyor. Fatih'in İstanbul'a fethinden sonra Zembilli Ali Efendi'yle başlayan bir şeyhülislâmlık süreci mevcut. Osmanlı padişahları da şeyhülislâmdan fetva alıyor ve örfî hukuku geliştiriyor.

Soru: Osmanlı'da din mi devletin üzerinde, devlet mi dinin üzerinde?

N.Ö.: Sistem şu: Padişah dine aykırı bir karar veremez. Dine aykırı mı, değil mi diye, din adamına, yani şeyhülislâma soruyor. Memlûkların ortadan kaldırılmasından sonra, Yavuz Sultan'la birlikte hilâfet İstanbul'a taşınmış ama, 150 yılı aşkın bir süre, halife ünvanını, Osmanlı padişahları kullanmıyor. Osmanlı padişahları 18. asırdan sonra halife ünvanını kullanmaya başlıyorlar. Devlet zayıfladığı için, birlik bütünlük adına bu ünvana sarılıyorlar.

Hıristiyanlıkta da bölünme siyasetle meydana geliyor. 1054 tarihinde İstanbul Roma'yı, Roma İstanbul'u aforoz ediyor. Roma'daki patrik "Ben Katolikosum" yani evrenselim, bütün Hıristiyanları ben temsil ediyorum diyor. Bu noktadan itibaren artık Katoliklik iyice siyasallaşıyor. Charlemagne gidiyor krallık tacını Roma'daki patrikten, yani papadan alıyor. Böylece biz Hıristiyanlığın Katolik yorumuna bağlıyız mesajını veriyor. Katoliklik, devletlerin üzerinde bir güç haline geliyor. Roma'da papa, kralın üstünde, Bizans'ta ise patrik-imparator ikilemi var.

Ö.F.H: Hıristiyanlık, Roma İmparatorluğu'ndan 313 yılına kadar yasaklanmış bir din idi. 313 yılında İmparator Konstantin, Milan fermanıyla serbestlik veriyor. Diğer dinler gibi artık Hıristiyanlık da serbest olacak diyor. 380 yılında da, imparator I. Theodosius zamanında Hıristiyanlık imparatorluğun resmi dini oluyor. 395 yılında imparatorluk, Doğu ve Batı Roma diye ikiye bölünüyor. Burada bir hususa dikkat etmek lâzım. 300 sene Roma makamlarından özgürlük isteyen Hıristiyanlık, kendisi devlet dini olduktan sonra, bütün inançlara baskı uyguluyor. Kendi içindeki farklı düşüncelere, mezheplere bile özgürlük tanımıyor. Batı Roma İmparatorluğu 476 yılında barbar istilacılar tarafından yıkılınca, ortada siyasi güç kalmıyor ama, teşkilâtlanmış bir kilise kalıyor. Dolayısıyla, Batı'da sonradan kurulan devletler, bu teşkilâtlanmış kilise ile karşılaşıyor. Bu, Batı'da, Kilise'nin devlete hâkimiyetiyle neticeleniyor, Papalar krallara taç giydiriyorlar. Hatta o noktaya geliyor ki, papa tarafından aforoz edilen kral VIII. Henri, Canossa'da Papanın sarayının dışında, karlı bir havada, iki gün iki gece papa tarafından kabul edilmeyi bekliyor. Doğu'da ise durum farklı. İmparatorluk ikiye bölündükten sonra, Doğu Roma İmparatorluğu 1453'e kadar varlığını sürdürüyor. Dolayısıyla Hıristiyanlık güçlü bir devlet teşkilâtı içinde varlık gösteriyor. Doğu'da Kilise, devletin emrinde, buna "Cesaropapisme" deniliyor. Batı'da devlet dinin emrinde, çünkü devlet yıkılmış. Papa krallara taç giydiriyor, azlediyor, onları aforoz ediyor.

Soru: Önce 395 yılında imparatorluk bölünüyor, 1054'te de Hıristiyanlık bölünüyor.

Ö.F.H: İmparatorluğun Doğu ve Batı Roma diye ikiye bölünmesinden sonra 1054'te de Hıristiyanlık iki büyük kilise veya mezhebe bölünüyor ve Doğu Roma'daki Hıristiyanlık Ortodoks adını alıyor ki, "doğru inanç" demektir. Batı Roma'daki Hıristiyanlık ise katolik adını alıyor ki "evrensel" demektir. Papa "Ben Hz. İsa'nın yer yüzünde vekili olan St. Pierre'nin (Petrus) halefiyim" diyerek Hıristiyanlığın gerçek temsilcisinin kendisi olduğunu ileri sürüyor. St. Pierre ilk Roma piskoposudur. Papa da Roma piskoposu. St. Pierre havarilerin lideridir. Hz. İsa, Petrus'a hitap ederek "Sen Petrussun ve ben kilisemi bu kayanın üzerine kuracağım. (Pierre kaya demek) Ve ölüler diyarının kapıları onu yenmeyecektir. Göklerin krallığının anahtarlarını sana vereceğim; yeryüzünde ba3ğlayacağın her şey göklerde bağlanmış olur ve yeryüzünde çözeceğin her şey göklerde çözülmüş olur" diyor ve onu yetkilerle donatıyor. İstanbul'la Roma arasındaki mücadeleler birbirlerinden kopmalarına sebep oluyor ve 1054'te papanın temsilcileri İstanbul'a gelerek, bütün Ortodoks Kilisesi'ni aforoz ediyorlar. Buna karşılık da Ortodoks Kilisesi, Katolik Kilisesi'ni aforoz ediyor. Bu aforoz 1965 yılına kadar sürüyor. 1965'te Papa'nın İstanbul ziyaretinde bu aforoz kalktı.

N. Ö.: Benim kanaatime göre hilafet müessesesi İslâm'ın temeline aykırı. Ama Hıristiyanlık'ta, hilafet mantığı var. Şia'da hilafet değil ama imamet var. Mantık olarak imamet, hilafet gibidir. Şia, Hz. Muhammed'in Veda Hutbesi'nde dile getirdiği sözlerden yola çıkarak, ("Ben size iki şey bırakıyorum, biri Kur'an-ı Kerim, diğeri Ehlibeyt'timdir") "Hz. Muhammet halife olarak Hz. Ali'yi işaret etti" diyor. Bunun arkasından da, "Devleti idare eden kişiler, Hz. Muhammed'in soyundan gelecektir" mantığını ileri sürüyor; kıyamete kadar böyle gidecektir. Şia'da, Kur'an'ın yorumunda son söz imamın.

Ö.F.H: Katolik inancında İncil'in yorumunda da son söz ruhban sınıfınındır. Normal bir Hıristiyan'ın dinî alanda yorum yapması, hüküm vermesi mümkün değil. Ama Protestanlık farklıdır. Protestanlıkta hakikatin yegâne kaynağı, doğrudan doğruya kutsal metinlerdir.