Erbakan’ın sümen altı ettiği belge

02.03.2006

OSMAN ÖZSOY

 


    TÜRKİYE 9. yılında 28 Şubat sürecini tartışıyor. Son günlerde televizyon ekranları, gazete sütunları konuya ilişkin haberlerle dolu.
Yazılıp çizilenler arasında benim en çok dikkatimi, eski bakanlardan Hasan Celal Güzel’in SKY Turk’te Haluk Örgün’ün programında anlattıkları çekti. Hasan Celal Güzel, dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan’ın süreci iyi yönetemediğini, yapılması gerekenleri zamanında yapamadığını anlattı. Ardından, ülkemizde son 6 ayda yaşanan bazı olaylara dikkat çekerek, mevcut hükümete bazı uyarılarda bulundu.
Başbakan’a rest çekti
HASAN Celal Güzel, Erbakan Hükümeti’nin kırılma noktası olarak şu olayı gösterdi. Dönemin Erzurum Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Osman Özbek, 17 Nisan 1997’de dönemin Başbakanı Erbakan’a yönelik ağır bir konuşma yapar. Konuşmasında; “Hazır bir cumhuriyete kon, sonra ben laikliği yıkarım de. Yık da görelim. Dedelerimiz yüzüne tükürür. Atatürk’ün kemikleri sızlıyordur. Cezayir’deki gibi kelle keserek iktidar olmaya çalışıyorlar. PKK gibi bunlarla da savaşacağım. Adam olan sülâlesini o krala devletin bilmem nesini kiralayıp da misafir götürmez. Ben bunu kabul etmiyorum. Başbakan değil, bilmem ne bakanı olursa olsun...” der.
Konuşmanın basına yansımasından sonra Hasan Celal Güzel, arkadaşlıkları çok uzun yıllara dayanan dönemin Hükümet Sözcüsü Abdullah Gül ile buluşur. Eğer gereken yapılmazsa, hükümet otoritesinin sarsılacağını ve iş yapamaz hale gelecekleri uyarısında bulunur. Abdullah Gül gerekenin muhakkak yapılacağını, konuyu Başbakan’a ileteceğini söyler.
Bu noktada, hâdisenin gelişme seyrine bir de devlet kayıtlarından bakalım.
Hükümetin tavrı...
BAŞBAKANLIK Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü (BYEGM), Türkiye ve dünya gündemindeki olayları Ayın Tarihi adıyla her ay kitaplaştırmaktadır. 24 Nisan 1997 gününe ilişkin sayfada şu satırlar göze çarpar: Başbakan Erbakan, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile Çankaya Köşkü’nde görüştü. Görüşme sonrası bir basın toplantısı düzenleyen Başbakan Erbakan, Tuğgeneral Özbek’in açıklamaları konusunda dosya hazırlandığını ve Cumhurbaşkanı’na iletildiğini belirterek, “TSK İç Hizmet Kanunu, ordu mensuplarının siyasi demeç vermesini yasaklıyor. Türkiye’de hepimiz yasalara uygun hareket etmek zorundayız. Böyle bir olay karşısında sessiz kalınamaz” der.
Bunun üzerine basın mensupları, dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir’e; hükümet kanadından kendilerine Özbek Paşa hakkında herhangi bir dosya ulaşıp ulaşmadığını sorarlar. Çevik Bir tebessümlü bir yüz ifadesiyle; “Hayır ulaşmadı” der.
Batı Çalışma Grubu’nu bir basın toplantısıyla deşifre ettiği için o günlerde her açıklaması kamuoyunun ilgisini çeken Hasan Celal Güzel, gelişmeler üzerine Abdullah Gül’ü bir kez daha arar: “Eğer gereken yapılmazsa, konuya ilişkin tepkisini bir basın toplantısıyla kamuoyuyla paylaşacağını” söyler.
Abdullah Gül; “Söz, gerekeni yapacağım” der. Nitekim ertesi günü Hasan Celal Güzel’i arayarak, Özbek Paşa hakkında gerekenin yapılmasıyla ilgili Genelkurmay Başkanlığı’na gönderilecek evrakı Başbakan’a imzalattığını söyler.
Gönderememiş...
SONRA ne mi olur? Paşa’nın konuşması 17 Nisan’da, Erbakan Hükümeti’nin istifası 18 Haziran’dadır. Hükümetin istifasından sonra Başbakanlık makamındaki eşya ve evrakları toplamak üzere Başbakan’ın makam odasına giden Gül, Erbakan’a imzalattığı o evrakı Başbakan’ın sumeninin altında bulur. Başbakan evrakı Genelkurmay’a gönderememiş, 2 ay el altında bekletmiştir.
Bu ülkenin siyasi aktörleri hiçbir zaman olması gerektiği kadar cesur olmamıştır. Türkiye’de demokrasinin rayına oturmamasının başta gelen nedeni budur. Onun içindir ki; gerektiğinde sisteme müdahale etmek ve Anayasa’yı toptan değiştirmek gibi tüm radikal adımlar askerler tarafından atılmıştır.
Mehmet Barlas önceki gün; “2 darbe görmüş Demirel, 28 Şubat’ın haklılığını anlatmaya çalışıyor. Kötü final” yazdı. Türk siyasetinin son 35 yılına damgasını vuran bir siyasi kişiliğin duruşu böyleyse, varın ülkedeki demokrasinin halini düşünün... Gerçekten kötü final... Hepsi için de!

 
 

Türk siyasetinde "Bilge kişi" eksikliği var

Türk politikasında "Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur" geleneği sürüp gitmekte. Kuşaklar değişse de, politikaya eski alışkanlıklar egemen. Bu alışkanlıkların başında da rakiplerin karalanması geliyor.
Bunun en çarpıcı son örneğini, 1990'lı yılların başında görmedik mi? Turgut Özal'lı yılların sonunda girilen 1991 seçimlerine, Demirel'in DYP'si "İktidara gelince Koskotas Dosyaları açacağız" sloganıyla girmişti. Seçim sonrasında kurulan DYP-SHP koalisyon iktidarı da, Koskotas Dosyaları'ndan sorumlu Devlet Bakanlığı'na, Orhan Kilercioğlu'nu getirmişti.
Sonra ne oldu? Bu bakanlık lağvedildi. Ama merkez sağın iki temel partisi ANAP'la DYP'nin arasına da kan davası girdi.
Bu iki parti uzlaşıp koalisyonu çok zor kurdular. Demirel'in Özal'a yaptığını, daha sonra Mesut Yılmaz Tansu Çiller'e yaptı. Zorla kurulan koalisyona "Dosyalar"ın gölgesi düştü. Koalisyon dağıldı, Refah-DYP koalisyonunu 28 Şubat izledi.
Merkez sağ partiler birbirlerini öyle yıprattılar ki ve bilinçsiz medya da kendisini bu çılgınca sürece öylesine kaptırıp ANAP ile DYP arasındaki bu kör dövüşüne taraf oldu ki, sonuç 2002 seçimlerinde ANAP'ın da DYP'nin de barajın altında kalmalarına dayandı.
Bu sürece girilmesini önlemesi gereken "Bilge kişi" Demirel'di. Ama o da, 1960'lar ve 70'lerden kendisine karşı yürütülen "Şaibe" kampanyalarından aldığı dersi, 1990 sonrasına uygulayarak taşımıştı.
Kendi kurduğu parti olan DYP'yi bu esintiyle parçaladı. Tansu Çiller'i korumak yerine ona karşı bir nevi nefret duydu. Cumhurbaşkanlığı süresini uzatır ümidiyle sarıldığı ve başbakan yaptığı Mesut Yılmaz'dan, siyasi hayatının en büyük ihanetini gördü.
Peki daha sonra ne oldu? Cumhurbaşkanlığı bitince aynı medya onun "Aile fotoğrafları"nı ilk sayfalarına taşıdı.
Demek istediğim şu. Bugün Demirel "28 Şubat ne kadar haklıydı" diye demeçler vereceğine, geçmişten aldığı derslerin ve yaptığı hataların dökümünü yapsa, Türk siyasetine katkı sağlar.
1990'lı yılları nasıl ziyan ettiğimizi, merkez sağ partilerin nasıl birbirlerini karalayıp yok ettiklerini ve kendisinin bu süreçteki katkısını değerlendirse mesela.
Bugün dünün devamıdır ama bugünün ille de dünün aksaklıklarını ve yanlışlarını taşıması gerekmez ki.
1960 öncesi Maliye Bakanı Hasan Polatkan'ın akrabaları hakkındaki yıpratıcı iddialarla bugünün Maliye Bakanı Unakıtan'ın yakınları hakkındaki iddiaların üslubu arasında ne fark var sanki? Demirel Olimpos Dağı üzerinden dünyaya bakar gibi havalanacağına, "Aman dikkat edin. Bu tür siyasete kaç kez demokrasiyi de, partilerimizi de kurban ettik. Rakiplerim önce beni, sonra ben de onları karaladım. Sonuç hepimiz için hüsran oldu" dese, bence ondan beklenen "Bilge Kişi" kimliğini sergiler.
Çevik Bir'in sustuğu dönemde 28 Şubat'a sahip çıkmanın ne anlamı var yani?