KUR'AN-DA  GÖZ -  KULAK -  KALB

 

            Lokmana efendisi bir koyun kestirerek onun en güzel ve en kötü parçasını getirmesini söylemesi üzerine ikisinde de dil ve kalbini götürür.Sebebini sorduğunda ise dil ve kalb ile ilgili olarak bu konuda :”İyi olduğu zaman,bu ikisinden daha iyi ve güzel olan bir şey yoktur!

İşe yaramaz ve kötü olduğu zaman da,bu ikisinden daha işe yaramaz ve kötü olan bir şey yoktur,der.”

İbrahim Hakkı Bursevi der;

-“Esma-i ilahiye asker ve kalb karargâhtır.

-Arş her şeyi kuşatır,sendeki marifet,esmaya mazhariyette onu kuşatır.”

            Kalb marifetin mahallidir.

            Büyük kâinatın idaresinde merkez ve idare mekanizması olarak Arş ne ise,küçük kâinat olan insanın idare ve tecelli olarak ana merkezi kalbdir.

“Vücutta bir et parçası vardır.Eğer o iyi olursa bütün vücut iyi olur;eğer o bozuk olursa tüm vücut bozuk olur.Dikkat edin,o kalbdir.”(Hadis)

            Hadis-i Kudside:”Ben kâinata sığmam,mü’min kulumun kalbine sığarım.”hakikatıda kalbin Allah yanındaki yeri ve değerini,diğer yandan külli ve kapsamlı oluşunu göstermektedir.

            Hadis-i Kudside:”Ben gizli bir hazine idim,mahlukatı yarattım ta ki kendimi bileyim ve de bildireyim.”Bu bilinme noktası ise,kalpdir.

            Kalb ise,ilahi hazinenin açılmasında anahtar görevi görmektedir.Tüm tecellilere makes ve ayna olmaktadır.

            Yanar döner gibi,kalb de sürekli kalbolup,değişib dönüşmesiyle de o tecellilere sürekli ayna olmakta,tecellilerin yenilenmesine sebeb oluşturmaktadır.

            Böylece her an ayrı bir tecellide tecelli edip görülmektedir.Âyette:”O hergün bir iştedir.”Her an ayrı ve farklı bir tecellidedir.”[1]

            Âyetlerde:” Bir de hiç bilmediğin bir şeyin ardınca gitme; çünkü kulak, göz, gönül; bunların her biri ondan sorumludur.”[2]

            “(Ey Muhammed!) Hevâ ve hevesini kendine ilâh edinen, Allah'ın kendi ilmi dahilinde saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürleyip gözüne perde çektiği kimseyi görüyor musun? Şimdi onu Allah'tan başka kim hidâyete erdirebilir? Hala düşünmez misiniz?”[3]

            “Andolsun ki, Biz onlara, size vermediğimiz güç ve imkanları vermiştik. Onlar için kulaklar, gözler ve gönüller yapmıştık, ama ne kulakları, ne gözleri ve ne de gönülleri kendilerine bir fayda sağladı. Çünkü Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlardı. O alay ettikleri şey de kendilerini kuşatıverdi.”[4]

            Bu gibi âyetlerde işaret edilmektedir ki;Bir insan bir şeyi önce işitir ve kulak devreye girer,arkasından göz onu görmek ister,üçüncü olarakta kalb onun hakkında bir hatırlama veya karar mekanizması olarak devreye girer.

            Bir şey için netice almada veya kapatılmada bu üç noktanın yani kulak,göz ve kalbin açılması veya kapanmasıyla gerçekleşmiş olur.

            Kulak,Göz ve Kalb ile ilgili olarak;Âyet,Hadis ve Risale-i Nurlardan çıkardığımız mânalar şöyledir:

 

K  U  L  A  K

 

“Yahut (onların durumu), gökten sağanak halinde boşanan, içinde yoğun karanlıklar, gürültü ve şimşek bulunan yağmur(a tutulmuş kimselerin durumu) gibidir. O münafıklar yıldırımlardan gelecek ölüm korkusuyla parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Halbuki Allah, kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır.”[5]

Allah ilahi tehdidini evvela kulaklara gösterip duyurarak ikazda bulunur.Burada çözülmemesi halinde göz o dehşeti görür,kalb o dehşeti yaşayarak çöküşü yaşar.

“Yine içlerinden peygamberi inciten ve: «O, her söyleneni dinler bir kulaktır.» diyenler vardır. De ki: «O, sizin için bir hayır kulağıdır, Allah'a inanır, mü'minlere inanır ve iman edenleriniz için bir rahmettir.» Allah'ın peygamberini incitenler için de acı bir azap vardır.”[6]

Hadislerde organların zinasından bahsedilmektedir.İnsan kulakla hayrı dinlediği gibi,şerri dinlemeye de kabildir.

“De ki: «Size gökten ve yerden kim rızık veriyor? O kulak ve gözlerin sahibi kim? Kim ölüden diriyi çıkarıyor, diriden de ölüyü çıkarıyor? Kim bütün işleri düzenliyor?» Hemen diyecekler: «Allah!» De ki: «O halde (O'nun azabından) sakınmaz mısınız?”[7]

Allah insana verdiği kulak nimetini hatırlatarak,onun sahibinin isteği doğrultusunda kullanılması gerektiğini hatırlatmaktadır.

“Ancak kulak hırsızlığı yapan olursa, onu da parlak bir alev takip etmektedir."[8]

Bu cinlerin gaybi haberleri alması ile ilgili olsa da,kendisiyle ilgili olmayan şeyleri dinlemenin bir kulak hırsızlığı olduğu bildirilmektedir.

“Bunun üzerine biz de o mağarada onların kulaklarına nice yıllar perde koyduk (uykuya daldırdık.)”[9]

İnsanın dış alemle olan ilk irtibat noktası olan kulağın kapanmasıyla,diğer duygular görevini yapamamaktadır.

“Onlar (şeytanlara) kulak verirler ve çoğu da yalan söylerler.”[10]

Kulak vermek yani onları dinlemek..itaatın ve emrin yerine getirilmesi,kulak verme ile başlar.

“Karşısında ayetlerimiz okunduğu zaman da sanki onları işitmemiş, sanki kulaklarında bir ağırlık varmış gibi kibirlenerek ensesini döner. Sen de onu acı bir azap ile müjdele!”[11]

Kulak verilip dinlenilmeyen bir şey,insan için bir yük ve zahmet teşkil etmektedir.

“Ve dediler ki: Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz kapalıdır. Kulaklarımızda da bir ağırlık vardır. Bizimle senin aranda bir perde bulunmaktadır. Onun için sen (istediğini) yap, biz de yapmaktayız!”[12]

Kulaktaki bu ağırlık ve isteksizlik,hakikatların kalbe girmesine de yol vermez.

“Eğer biz onu, yabancı dilden bir Kur'an kılsaydık, diyeceklerdi ki: Ayetleri tafsilatlı şekilde açıklanmalı değil miydi? Arab'a yabancı dilden (kitap) olur mu? De ki: O, inananlar için doğru yolu gösteren bir kılavuzdur ve şifadır. İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur'an onlara kapalıdır. (Sanki) onlara uzak bir yerden bağırılıyor (da Kur'an'da ne söylendiğini anlamıyorlar.)”[13]

Hakikatı işitmeyen bir kulak,sağırdır.

“Bir de şu vakti anlat, hani cinlerden bir takımını Kur'an dinlemek üzere sana göndermiştik. Onu dinlemeye geldiklerinde: «Susun, dinleyin!» dediler. (Dinleme) bitirilince de dönüp uyarmak üzere kavimlerine gittiler.”[14]

Hakikata açık olan bir kulak,kalbde de kendisine bir makes bulur.

“Şüphesiz ki bunda aklı olan veya hazır bulunup kulak veren kimseler için bir öğüt vardır.”[15]

Akıl ve kalbin terbiyesi ve halin düzeltilmesi,kulaktan ve kulak vermekten geçer.Hakikata karşı kulağını kapayan için,daimi bir pişmanlık vardır.

“De ki: «O'dur ancak sizi yaratan, size dinleyecek kulak, görecek gözler, duyacak gönüller veren! Fakat sizler pek az şükrediyorsunuz!»[16]

Bir şeyin kıymeti onun kaybıyla daha iyi anlaşılır.Kulak gibi bir nimet de bir anlık alemde işittiğimiz şeylerin bize kapalı olduğunu düşünmekle daha iyi anlar,mukabilinde O’nu verene şükretmiş oluruz.Bütün şükürlerin kapısı,bu üç duygunun varlığıyla açılır.

 

RİSALE-İ NUR’DAN

           

“Mehasin-i rububiyetin dellâlları olan enbiya ve evliyaya kulak ver. Nasıl müttefikan Sâni'-i Zülcelal'in kusursuz kemalâtını, hârika san'atlarının teşhiriyle gösteriyorlar, beyan ediyorlar, enzar-ı dikkati celbediyorlar.”[17]

Kulak verilecek ilk kimseler,kulağın sahibinden haber veren peygamberler ve onların vereseleridir.

            “Kudret kelimelerinden olan şu çiçeğe bak ki; kısa bir zamanda o çiçek tebessüm edip bize bakar, der-akab fena perdesinde saklanır. Fakat senin ağzından çıkan kelime gibi o gider, fakat binler misallerini kulaklara tevdi' eder. Dinleyen akıllar adedince, manalarını akıllarda ibka eder. Çünki vazifesi olan ifade-i mana bittikten sonra kendisi gider, fakat onu gören her şeyin hâfızasında zahirî suretini ve herbir tohumunda manevî mahiyetini bırakıp öyle gidiyor. Güya her hâfıza ile her tohum; hıfz-ı zîneti için birer fotoğraf ve devam-ı bekası için birer menzildirler.”[18]

            Kulak,kelime çekirdeklerinin ekildiği bir tarladır.

            “Hem anlarsın ki: Öyle bir Rahman, öyle bir âlemde, öyle has ibadına öyle ikramlar edecek; ne göz görmüş, ne kulak işitmiş, ne kalb-i beşere hutur etmiştir. Âmennâ...”[19]

            Kulakların tamamıyla fonksiyonunu icra edip memnun edildiği yer cennettir.

            “Hem binler ayrı ayrı kelime, ayrı ayrı tarzda, manada o küçücük kulak ve lisanlara kemal-i intizamla gelip çıkıp, hiç karışmayarak bozulmayarak o küçücük kulaklara girip, o gayet incecik lisanlardan çıktığı ve o her zerre ve her parçacık, bu acib vazifeleri görmekle beraber kemal-i serbestiyet ile cezbedarane hal dili ile ve mezkûr hakikatın şehadeti ve lisanıyla   ve     deyip gezer ve fırtınaların ve şimşek ve berk ve gök gürültüsü gibi havayı çarpıştırıcı dalgalar içerisinde intizamını ve vazifelerini hiç bozmuyor ve şaşırmıyor ve bir iş diğer bir işe mani olmuyor... Ben aynelyakîn müşahede ettim.”[20]

            Şu küçük Kulak öyle bilimsel bir özelliğe sahiptir ki;sesleri birbirinden ayırabilmekte,karıştırmayıp anlamlandırmakta,tasnif ederek akıl ve gönüle gönderip bir müfettiş gibi karara bağlanılmasına sebeb olmaktadır.

            Bilinme,tanınma,icra ve ilim gibi her türlü işin basamağı kulaktan geçmektedir.

            “Nasıl kulaklı ami tabakası i'caz-ı Kur'an fehminde demiş: Kur'an, bütün dinlediğim ve dünyada mevcud kitablara kıyas edilse, hiçbirisine benzemiyor ve onların derecesinde değildir. Öyle ise ya Kur'an umumunun altındadır veya umumunun fevkinde bir derecesi vardır. Umumun altındaki şık ise, muhal olmakla beraber, hiçbir düşman hattâ şeytan dahi diyemez ve kabul etmez. Öyle ise Kur'an, umum kitabların fevkindedir. Öyle ise mu'cizedir.”[21]

            Eğitimin ilk basamağı kulaktan duyma ile başlar.Arkasından akıl ve kalbin devreye girmesiyle tekamül eder.

            “Ve arza kulak ver. Nasıl "Ya Cemil-i Zülcelal" diyor.”[22]

            Dünya standartlarında sınırlı olan ve belli frekansları duyan kulağın boyutları arttırılabilir.Başkalarının konuştuğu dili anlayan bir kulak,başka varlıkların konuştuklarını da anlamaya kabildir.

            “Göz, kulak gibi bütün duyguların, eller gibidir ki, rûy-i zemin kadar geniş bir sofra-i nimeti, o ellerin önüne koymuştur.”[23]

            Sesler alemi,kulağın sofrasıdır.Vüs’ati nisbetinde onlardan istifade eder.

            “Herbir sersemin safsatasına, her divanenin hezeyanına kulak verilmez.”[24]

            Kişi kendisini ilgilendirmeyen söz ve hezeyanlara kulak vermemeli,kalbe girmesine yol açmamalıdır.

            “Nasıl "Elhamdülillah" gibi bir lafz-ı Kur'anî okunduğu zaman dağın kulağı olan mağarasını doldurduğu gibi; aynı lafz, sineğin küçücük kulakçığına da tamamen yerleşir.”[25]

            Kulağın ibadeti,lafzı Kur’anı dinlemesidir.Mağaralar yeryüzünün kulağı mesabesindedir.

            "Sizin âzalarınız içinde en kıymetdar göz ve kulaklarınızın mâliki kimdir? Hangi tezgâh ve dükkândan aldınız? Bu latif kıymetdar göz ve kulağı verecek ancak Rabbinizdir. Sizi icad edip terbiye eden odur ki, bunları size vermiştir. Öyle ise yalnız Rab odur, Mabud da o olabilir."[26]

            Bunları kendisine soran insan,ister istemez Allah diyecektir.Çünki böyle hayattar ve kapsamlı bir fabrika icad edilmemiştir.

            “Sâni'-i Zülcelal, Fâtır-ı Bîmisal; zîhayata göz, kulak, akıl, kalb gibi havas ve letaif ile murassa olarak giydirdiği vücud gömleğini esma-i hüsnanın nakışlarını göstermek için çok hâlât içinde çevirir, çok vaziyetlerde değiştirir. Elemler, musibetler nev'inde olan keyfiyat; bazı esmasının ahkâmını göstermek için lemaat-ı hikmet içinde bazı şuaat-ı rahmet ve o şuaat-ı rahmet içinde latif güzellikler vardır.”[27]

            Kulak ile Allah bizlere kendi esmasının hakikatlarını dinlettirmektedir.

“Ağzında birtek kelime, bir çekirdek gibi iken, bir ağaç hükmündedir. Hava içinde milyonlar aynı kelime gibi meyveler verir. Milyonlarla dinleyenlerin kulaklarına girer.”[28]

O da karışmadan ve de karıştırılmadan kulaklarda teksir edilir.Seslerde şahıslar sayısınca aynı ses olarak kalır.Her zamanda o sesi o kişi olarak hatırlar,yadettirir.

“Kulak, sadâların enva'larını, latif nağmelerini ve mesmuat âleminde Cenab-ı Hakk'ın letaif-i rahmetini hisseder. Ayrı bir ubudiyet, ayrı bir lezzet, ayrı da bir mükâfatı var. “[29]

Kulağın sofrasındaki nimetler gayet çeşitlidir.Diğer duygular gibi,vazifesini yapmakla o haz ve lezzeti ücret olarak alır.

            “Her söylenen söze kulak vermemelidir. Meselâ: Bir kumandanın, bir orduya verdiği arş emriyle; bir neferin, arş sözü arasında ne kadar fark vardır? Birincisi koca bir orduyu harekete getirir. Aynı kelâm olan ikincisi, belki bir neferi bile yürütemez.”[30]

            Kulak sözlerin ağırlığını veya hafifliğini anlar,ona göre tavır takınır.

“Sâni'-i Zülcelal göz, kulak, lisan gibi duygularla murassa' gayet san'atkârane bir vücudu sana giydirmiş. Mütenevvi esmasının nakışlarını göstermek için seni hasta eder, mübtela eder, aç eder, tok eder, susuz eder.. bu gibi ahvalde yuvarlatır. Mahiyet-i hayatiyeyi kuvvetleştirmek ve cilve-i esmasını göstermek için, seni böyle çok tavırlarda gezdiriyor.”[31]

Kulağı yaratan kim ise,onun dinlediği sesler alemini de yaratan veya alan yine O’dur.Sesler kimin ise,elbette onları dinleyen kulakda O’nundur.Onda tasarruf edecek de elbette yine O’dur.

            “Hattâ yalnız kulağı bulunan ve bir derece mana fehmeden avam tabakasına karşı, Kur'anın okunmasıyla başka kitablara benzemediğini, kulak sahibi tasdik eder. Ve o âmi der ki: "Ya bu Kur'an bütün dinlediğimiz kitabların aşağısındadır. Bu ise, hiçbir düşman dahi diyemez ve hem yüz derece muhaldir. Öyle ise, bütün işitilen kitabların fevkindedir. Öyle ise, mu'cizedir."[32]

            Kulak sadece nakil görevini değil,aynı zamanda takdir ve temyiz görevini de yapmaktadır.

            “Hem hak ve hakikatı dinleyen ve söyleyene sevab kazandıranlar, yalnız insanlar değildir. Cenab-ı Hakk'ın zîşuur mahlukları ve ruhanîleri ve melaikeleri kâinatı doldurmuş, her tarafı şenlendirmişler. Madem çok sevab istersin, ihlası esas tut ve yalnız rıza-yı İlahîyi düşün. Tâ ki senin ağzından çıkan mübarek kelimelerin havadaki efradları; ihlas ile ve niyet-i sadıka ile hayatlansın, canlansın, hadsiz zîşuurun kulaklarına gidip onları nurlandırsın, sana da sevab kazandırsın. Çünki meselâ sen "Elhamdülillah" dedin; bu kelâm, milyonlarla büyük küçük "Elhamdülillah" kelimeleri, havada izn-i İlahî ile yazılır. Nakkaş-ı Hakîm abes ve israf yapmadığı için, o kesretli mübarek kelimeleri dinleyecek kadar hadsiz kulakları halketmiş. Eğer ihlas ile, niyet-i sadıka ile o havadaki kelimeler hayatlansalar, lezzetli birer meyve gibi ruhanîlerin kulaklarına girer. Eğer rıza-yı İlahî ve ihlas o havadaki kelimelere hayat vermezse, dinlenilmez; sevab da yalnız ağızdaki kelimeye münhasır kalır. Seslerinin ziyade güzel olmadığından, dinleyenlerin azlığından sıkılan hâfızların kulakları çınlasın!..”[33]

            Kulak ve kulaktaki zar,ihlas ile söylenen ve okunanlar ile nurlanır ve güçlenir.İhlasla söylenen hiçbir söz havada kalmayıp,gerekirse onlar için yaratılacak olan kulak tarlasında ekilirler,makes bulurlar.

“Hakikî, samimî bir ittifakta herbir ferd, sair kardeşlerin gözüyle de bakabilir ve kulaklarıyla da işitebilir. Güya on hakikî müttehid adamın herbiri yirmi gözle bakıyor, on akılla düşünüyor, yirmi kulakla işitiyor, yirmi elle çalışıyor bir tarzda manevî kıymeti ve kuvvetleri vardır. [34]

Aynı davaya gönül verenler,bir kulak gibi dinler,bir göz gibi bakar,bir akıl gibi düşünürler.Onlar için farklılık ve farklı anlama ve duyma söz konusu değildir.

            “Kâhinlere gaybî haberleri getirmek için şeytanlar, tâ semavata çıkıp kulak veriyorlar, yarım yamalak yanlış haberler getiriyorlar…”[35]

            Hakikatı tam ve hakikat olarak duymayanların durumu,körlerin fil tarifi gibidir.

            “Evet insanın yüzüne o sikkeyi koyan zât, elbette bütün efrad-ı insaniye nazar-ı şuhudunda ve daire-i ilmindedir ki, herbir insanın sîması göz, kulak, ağız gibi âza-yı esasîde birbirine benzediği halde, birer alâmet-i farika ile, hiçbirisine tamam benzemez. Nasılki o sîmada göz, kulak gibi âzaların umum efradında birbirine benzediği, o nev-i insanın Sânii bir, vâhid olduğuna şehadet eden bir sikke-i tevhiddir…”[36]

            Kulaklardaki birlik ve benzerlik,fabrikanın ve onu üretenin de bir olduğuna işaret etmektedir.

 “Göz ile hissedilen bir güzellik, kulak ile hissedilen bir hüsün bir olmaması ve akıl ile fehmedilen bir hüsn-ü aklî, ağız ile zevkedilen bir hüsn-ü taam bir olmadığı gibi.. kalb, ruh vesair zahirî ve bâtınî duyguların istihsan ettikleri ve güzel hissettikleri güzellikler, onların ihtilafı gibi muhteliftir. Meselâ: İmanın güzelliği ve hakikatın güzelliği ve nurun hüsnü ve çiçeğin hüsnü ve ruhun cemali ve suretin cemali ve şefkatin güzelliği ve adaletin güzelliği ve merhametin hüsnü ve hikmetin hüsnü ayrı ayrı oldukları gibi, Cemil-i Zülcelal'in nihayet derecede güzel olan esma-i hüsnasının güzellikleri dahi ayrı ayrı olduğundan, mevcudatta bulunan hüsünler ayrı ayrı düşmüş.”[37]

            İnsan cüzleriyle bir kül ve bütündür.Herbirinin hissi ve zevki ayrı ayrıdır.Kendi mksadlarına sevkedilmektedirler.

            “Nasılki mide bir rızık ister; öyle de, kalb ve ruh ve akıl ve göz ve kulak ve ağız gibi insanın latifeleri ve duyguları dahi Rezzak-ı Rahîm'den rızıklarını isterler ve müteşekkirane alırlar. Her birisine ayrı ayrı ve onlara lâyık ve onları memnun ve mütelezziz eden rızıkları, hazine-i rahmetten ihsan edilir. Belki Rezzak-ı Rahîm, onlara daha geniş rızık vermek için göz ve kulak, kalb ve hayal ve akıl gibi o latifelerin her birisini, hazine-i rahmetinin birer anahtarı hükmünde yaratmış. Meselâ: Göz, kâinat yüzündeki hüsün ve cemal gibi kıymetdar cevher hazinelerinin bir anahtarı olduğu misillü, ötekiler dahi (herbiri) birer âlemin anahtarı olur; iman ile istifade eder.”[38]

            Duygular bir müfettiş gibi alemi ve unsurları teftiş etmekte,ondaki sırları anahtar gibi açmaktadır.Kulak da bütün farklı sesleri açan bir anahtardır.

“lisan, göz ve kulak gibi a'zaların ettikleri hâlis şükürler ve hususî ibadetlerin mükâfatları, o uzuvlara mahsus cismanî lezzetler ile verilecektir.”[39]

Bir sofraya oturan kimse,tüm duygularının açık ve sağlıklı olmasıyla,tam lezzet alır.Ancak bir veya iki organının sağlıksız olması halinde eksik veya o organ tatmin olmamış olur.

Âhirette de her duygu yaptığı şükürle orantılı olarak mükafatlandırılacaktır. Harama bakan gözün görmesi,bakmayana göre daha az olacaktır.Tıpkı cennetin tüm sekiz tabakasında bulunan insanlar,en üst tabaka olan rasulullahın sofrasına misafir olsalar,herkes ayrı ayrı tat ve lezzet alır,her ne kadar tam lezzet alsalar da…

            “Sakın sakın münakaşa etmeyiniz, casus kulaklar istifade ederler. Haklı olsa, haksız olsa bu halimizde münakaşa eden haksızdır. Bir dirhem hakkı varsa, münakaşa ile bin dirhem bizlere zararı dokunabilir.”[40]

            Fitnenin yayılması,casus kulakların devreye girip karıştırmasıyladır.

            “Kulaktaki zar, nur-u iman ile ışıklandığı zaman, kâinattan gelen manevî nidaları işitir. Lisan-ı hal ile yapılan zikirleri, tesbihatları fehmeder. Hattâ o nur-u iman sayesinde, rüzgârların terennümatını, bulutların na'ralarını, denizlerin dalgalarının nağamatını ve hakeza yağmur, kuş ve saire gibi her nev'den Rabbanî kelâmları ve ulvî tesbihatı işitir. Sanki kâinat, İlahî bir musikî dairesidir. Türlü türlü avazlarla, çeşit çeşit terennümatla kalblere hüzünleri ve Rabbanî aşkları intıba' ettirmekle kalbleri, ruhları nuranî âlemlere götürür, pek garib misalî levhaları göstermekle, o ruhları ve kalbleri lezzetlere, zevklere garkeder. Fakat o kulak, küfür ile tıkandığı zaman, o leziz, manevî yüksek savtlardan mahrum kalır. Ve o lezzetleri îras eden avazlar, matem seslerine inkılab eder. Kalbde, o ulvî hüzünler yerine, ahbabın fıkdanıyla ebedî yetimlikler, mâlikin ademiyle nihayetsiz vahşetler ve sonsuz gurbetler hasıl olur. Bu sırra binaendir ki, şeriatça bazı savtlar helâl, bazıları da haram kılınmıştır. Evet ulvî hüzünleri, Rabbanî aşkları îras eden sesler, helâldir. Yetimane hüzünleri, nefsanî şehevatı tahrik eden sesler, haramdır. Şeriatın tayin etmediği kısım ise, senin ruhuna, vicdanına yaptığı tesire göre hüküm alır.”[41]

            Kulak frekansının yükselmesi veya düşmesi iman ile doğrudan orantılıdır.Kişi imanı nisbetinde hakikatları ve ince sesleri ve seslerdeki farklı manaları anlayabilir.

            “Melekât ve malûmat-ı kalbiye, alelekser kulak penceresinden kalbe girerler. Bu itibarla sem', kalbe yakındır. Ve aynı zamanda, cihat-ı sitteden malûmat aldığı cihetle kalbe benziyor. Zira göz yalnız ön ciheti görür. Bunlar ise her tarafı görürler.”[42]

            Kulak ile kalb birbirine komşudurlar.Kalb kulak yoluyla beslenmektedir.

            “Ve keza o zât, Hâlıkımızın bizden taleb ettiği şeylerden bahsediyor ve çok hakikatlerden,mes'elelerden haber veriyor ki onlardan kurtuluş yoktur. Feya acaba! Ekser nâs neden böyle hak şeylerden göz yumuyorlar, hakikatlerden kulak tıkıyorlar?.”[43]

            Kulağın hakikate kulak tıkaması,kalbin ölümü ve zafiyetidir.

            “Evet nasıl bir kelime ağızdan çıkar çıkmaz zahiren fenaya giderse de, Allah'ın izniyle kulaklarda, kâğıtlarda, kitablarda milyonlarca timsalleri kaldığı gibi, akıllarda da akıllar adedince manaları kalır.”[44]

            Kulak her ne kadar organlara nakillik görevini yapsa da,kendiside kendisinde teyib gibi muhafaza etmektedir.Kulağa küpe olmaktadır.

“İnsanın istifade edebilmesi ancak göz, kulak, ağız, burun gibi vesaitin açılmasıyla olur. Bu vesait, Allah'ın halk ve icadıyla olur. İnsanın eli, kesb ve ihtiyarında yalnız o vesaiti açmaktır.”[45]

İnsan iradesiyle kulak kapısını açıp açmamakta,netice olarak sonucuna da katlanmak zorundadır.

Prof Şener Dilek,Kulağın Külli şükrü gerektiren nimetler arasında hatta cennetlerin fevkinde bir nimet olduğunu ifade ederek,ehemmiyetini şöyle dile getirmektedir;

-Ben eskiden göz nimetini kulak nimetinden daha büyük zannediyordum.Sonra tahlil edince gördüm ki;kulak nimeti göz nimetinden daha ileridir.

Zira duymayınca iki arıza birden ortaya çıkıyor;Biri duymamak diğeri ise dilsiz olmak.

Hem kulak olmayınca,duyulmayınca teklif de kalkıyor çünki teklif duymak iledir.Duyulmayınca teklif söz konusu olmuyor.

Kör olan peygamber gelmiş fakat sağır peygamber gelmemiştir.

           

G  Ö  Z

 

 

“Şimşek neredeyse gözlerini kapıverecek; önlerini aydınlatınca ışığında yürüyorlar, karanlıklar üzerlerine çökünce de dikilip kalıyorlar. Allah dileseydi işitme ve görmelerini alıverirdi. Şüphe yok ki, Allah her şeye gücü yetendir.”[46]

Bu durumda ne yapabilir ve ne iddiada bulunabilirlerdi.Veren O olduğu gibi,alan dahi O’dur.İman ve hidayetin nuru sürekli aydınlatırken,küfür ise herşeyi örterek karartır,hayatı öldürür.

“Peygambere indirileni dinledikleri zaman onun hak olduğuna aşinalıklarından dolayı gözlerinin yaşlarla dolup boşandığını görürsün. Onlar: «Ey bizim Rabbimiz, inandık iman getirdik, şimdi Sen bizi şahitlik yapanlarla beraber yaz!”[47]

Göz hakikatın tercümanıdır,göz yaşı onun ifadesidir.

“Gözler onu göremez, O ise bütün gözleri görür; O, lütuf sahibidir, her şeyden haberlidir.”[48]

Herşeyi muhit olan Allah,muhat değil yani ihata edilemez.Zira sınırlı sınırsızı idrak ve ihata edemez.Sınırsızolan Allah ise,herşeyi muhittir. Hiçbir şey kudret ve irade gibi tüm sıfatlarından hariç kalamaz.

İdrak-i maâli bu küçük akla gerekmez,

Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez.

“Musa, «Siz atın» dedi. Atacaklarını atınca herkesin gözünü büyülediler ve onları dehşete düşürdüler. Doğrusu büyük bir sihir gösterdiler.”[49]

Sihir ise hakikatın önüne gerilen ve çekilen bir perdedir. Hayalin hakikatla iltibasıdır. Bir göz boyamadır.

“Allah, olacak bir işi yerine getirmek için (savaş alanında) karşılaştığınız zaman onları sizin gözlerinizde az gösteriyor, sizi de onların gözlerinde azaltıyordu. Bütün işler Allah'a döner.”[50]

Gözün sahibi kim ise elbette onda tasarruf eden de yine O olacaktır.Allah mü’minlerin kalblerine metanet,ayaklarına sebat,ruhlarına cesaret ve şecaat vermek üzere müşrik ve düşmanı az gösterirken,düşmana kat kat olmasına rağmen ümitsizlik,korku ve firara sebeb olacak şekilde mü’minleri çok göstermektedir.Tıpkı mü’minleri meleklerle teyid ve takviye ettiği gibi...

“ (Nuh) dedi ki: Ey kavmim! Eğer ben Rabbim tarafından (bildirilen) açık bir delil üzerinde isem ve O bana kendi katından bir rahmet vermiş de bu size gizli tutulmuşsa, buna ne dersiniz? Siz onu istemediğiniz halde biz sizi ona zorlayacak mıyız?”[51]

Devlet önemli ve gizli olan bazı şeyleri,herkesle değil üst kademedekilerle paylaşır.Doğru yolda olan peygamberlerde ilahi hesapları Allah ile paylaşmaktadırlar.Onlar müntehabtırlar.Seçkin oldukların seçilmiş,emin olduklarından sırlar onlara bildirilmiştir.

“Şimdi siz benim şu gömleğimi götürün de babamın yüzüne bırakın, gözü açılır. Ve bütün ailenizle toplanıp bana gelin!»[52]

Burada tıbbi bir olayada işaret vardır.Zira Yakub peygamber ağlamadan dolayı gözü kör olmuş,diğer bir ifadeyle gözü katarakt olup perdelenmişti.Gömlekte Yusuf peygamberin kokusu vardı. O halde koku ile göz açılmıştı. Böylece katarakt gibi göz perdelenmelerinde koku sistemi uygulanabilir,tedaviye cevab verebilir.

“Müjdeci gelip, gömleği Yakup'un yüzüne bırakınca, hemen gözleri açıldı. Bunun üzerine Yakup «Ben size, Allah katından sizin bilmediğinizi biliyorum dememiş miydim?» dedi.”[53]

Peygamberler teknolojinin ulaşacağı en son siteme,mucizeleriyle işaret etmektedirler.İnsanlık onların benzerlerini yapabilir.O yol açıktır.

“ (Resûlüm!) Sakın, Allah'ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Ancak, Allah onları (cezalandırmayı), korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor.”[54]

Allah imhal eder,ihmal etmez.Süre tanır ancak göz ardı etmez.Cehennemin dehşet ve korkusundan gözler fal taşı gibi açılıp,dışarıya fırlayacak gibi olur.Allah hesabı şiddetli olandır.

“Elbette diyeceklerdir ki: «Muhakkak gözlerimiz döndürülmüştür, belkide biz büyülenmiş bir cemaatiz.»[55]

Hatanın yapıldığı yer,gözün gördüğünü kalbin onaylamamasıdır.Bu da kalb,ruh,vicdan bağlantılıdır.

Kalbin inanmadığına,gözün bulduğu bahanedir.Burada aldanan göz olup,aldatan kalbtir.

“Dünyada onların gözlerini, bizi hatırlarına getirmelerini engelleyen bir perde örtmüştü ve kulakları da işitme yeteneğini yitirmişti.”[56]

İman ve hidayet nuru,varlıklardaki tüm perdeleri kaldırıp,altındaki hakikatı görmekte ve göstermektedir.Küfür ise bunu perdelemektedir.

“Gerçek olan va'd yaklaşmıştır, işte o zaman, küfre sapanların gözleri yuvalarından fırlayacak: «Eyvahlar bize, biz bundan tam bir gaflet içindeydik, hayır, bizler zulme sapmıştık» (diyecekler) .”[57]

Âhiret herşeyin fâş olduğu yerdir.Artık orada tüm perdeler kalkar,herşey tüm hakikat ve çıplaklığıyla görülür.Göz gibi hiçbir duygu inkâra kalkışamaz.

“Mümin erkeklere söyle: Gözlerini bakılmasi yasak olandan çevirsinler, mahrem yerlerini, korusunlar. Bu, onların arınmasını daha iyi sağlar. Allah yaptıklarından şüphesiz haberdardır.”[58]

Gözün manevi kataraktı,perdesi harama bakmaktır.Bu aynı zamanda aklında unutkanlığına sebebtir.Harama bakmak gözün kiridir.

“Mü'min kadınlara da söyle, gözlerini sakınsınlar, ırzlarını korusunlar: görünmesi zaruri olanların dışında zinetlerini açmasınlar ve baş örtülerini yakalarının üzerine vursunlar; zinetlerini, kocalarından veya babalarından yahut kayın babalarından yahut oğullarından yahut üvey oğullarından yahut kardeşlerinden yahut kardeş oğullarından yahut kız kardeş oğullarından yahut kendi kadınlarından yahut sahibi bulundukları cariyelerden veya uyuntu (şehvetten yoksun) erkek hizmetçilerden veya henüz kadınların şehvet uyarıcı taraflarından habersiz çocuklardan başkasına göstermesinler; gizledikleri zinetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar. Ey mü'minler, hepiniz Allah'a tevbe edin ki, mutluluğu bulabilesiniz.”[59]

Aynı durum kadınlar içinde geçerlidir.Peygamber Efendimiz,âma olan Ümmü Mektumdan dolayı Hz.Âişenin ona bakmamasını zira kendisinde de onda olan nefsin bulunduğunu hatırlatmıştır.

Kadın ayrıca bakmamakla yükümlü olduğu gibi,baktırmamakla da daha fazla sorumluluk taşımaktadır.

“Mucizelerimiz onların gözleri önüne serilince: «Bu, apaçık bir büyüdür» dediler.”[60]

Mu’cize,karşıdakini aciz bırakma halidir.abiri caizse kaçacak delik bırakmamaktadır.

“Dilesek onların gözlerini büsbütün kör ederdik. O zaman doğru yolu bulmaya koşuşurlar, ama nasıl göreceklerdi?”[61]

Göz görmeye yarayan bir penceredir.Gören ruhtur.Pencere dışarıyı görmez,pencerenin arkasında bulunan görmektedir.Göz ruhun penceresidir.Bu alemi onunla görür.Gözsüz gönül,penceresiz ev gibidir,noksandır.

“Allah, gözlerin hain bakışını da bilir, gönüllerin gizlediğini de.”[62]

İnsanın,içinin aydınlık veya karanlığı göze yansır,göz buna dışa aksettirir.

“Altından tepsiler ve sürahiler ile üzerlerine dönülür dolaşılır. Nefislerin hoşlanacağı, gözlerin lezzet alacağı şeyler hep oradadır. Ve siz orada ebedi kalacaksınız.”[63]

Hadisde:”Cennette gözlerin görmediği,kulakların işitmediği ve insan kalbine doğmayan herşey vardır.”Gözlerin göreceği ve görmek istediği herşey,cennette mevcuttur.

“Sanki etrafa yayılmış çekirge sürüsü gibi bakışları perişan (utançtan yere bakar) bir halde ve dâvetçiye koşarak kabirlerden çıkarlar. O esnada kâfirler: Bu, çok çetin bir gündür! derler.”[64]

Âhiret kişinin mahcub veya memnun olacağı yerdir.Göz bu mahcubiyet ve utancı dışa yansıtır.

“Onlar Lût'un misafirlerine karşı kötülük yapmayı planlamışlardı. Hemen biz onların gözlerini silme kör ettik. «Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!» (dedik).”[65]

En büyük kayıb,gözün kaybıdır.

“O ki, birbirine uygun yedi gök yaratmıştır. O Rahman'ın yarattığında hiçbir nizamsızlık göremezsin. Haydi çevir gözü(nü), görebilir misin hiç bir çatlak, bir kusur?”[66]

Kâinatta kusur gören,gözünün kusurundan görür.Fıtratta bulunan bozulma,gözün bakışını da bozar.

“Sonra gözü(nü) tekrar tekrar çevir; o göz, güçsüz, yorgun bir halde sana döner!”[67]

Göz bunu yorulana kadar da tekrar etse,o kusuru bulamaz.Ümitsizce geriye döner.

“Doğrusu kafirler Kuran'ı dinlediklerinde neredeyse seni gözleriyle yıkıp devireceklerdi. «O delidir» diyorlardı.”[68]

Gözün hain bakışı,kötü nazardır.Nazar ise,hadisde de belirtildiği gibi:”Nazar deveyi kazana,insanı mezara sokar.”

 

 

G  Ö  Z

 

            “Göz bir hassedir ki, ruh bu âlemi o pencere ile seyreder. Eğer Cenab-ı Hakk'a satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan; geçici, devamsız bazı güzellikleri, manzaraları seyr ile şehvet ve heves-i nefsaniyeye bir kavvad derekesinde bir hizmetkâr olur. Eğer gözü, gözün Sâni'-i Basîr'ine satsan ve onun hesabına ve izni dairesinde çalıştırsan; o zaman şu göz, şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir mütalaacısı ve şu âlemdeki mu'cizat-ı san'at-ı Rabbaniyenin bir seyircisi ve şu Küre-i Arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübarek bir arısı derecesine çıkar.”[69]

Allah hesabına çalıştırılan bir göz,yaratılış gayesine hizmet eder,hedefe sevkedilmiş olur.

            “İşte ey akıl, dikkat et! Meş'um bir âlet nerede? Kâinat anahtarı nerede? Ey göz, güzel bak! Âdi bir kavvad nerede? Kütübhane-i İlahînin mütefennin bir nâzırı nerede? Ve ey dil, iyi tad! Bir tavla kapıcısı ve bir fabrika yasakçısı nerede? Hazine-i hassa-i rahmet nâzırı nerede?”[70]

            Allah yolunda kullanılmayan bir göz,padişah derecesinden,kapıcı dereke ve çukuruna sukut eder.

            “Beşinci Hasaret: Hayat-ı ebediye esasatını ve saadet-i uhreviye levazımatını tedarik etmek için verilen akıl, kalb, göz ve dil gibi güzel hediye-i Rahmaniyeyi, Cehennem kapılarını sana açacak çirkin bir surete çevirmektir.”[71]

            Bu durumda da cehenneme ehil hale gelip,kaybedenlerden olacaktır.

            “Hem madem göz ile görünen bu hadsiz in'amlar, ihsanlar, lütuflar, keremler, inayetler, rahmetler; perde-i gayb arkasında bir Zât-ı Rahman-ı Rahîm'in bulunduğunu sönmemiş akıllara, ölmemiş kalblere gösterir. “[72]

            Göz;Allahın kâinat sofrasında sermiş olduğu ilahi sanatları temaşa etmektedir.Göze sokarca göstermekte ve görmektedir.

            “Kör olası dinsiz gözü, görmez oldu yüzümüzü, hem işitmez sözümüzü, hak söyleyen âyetleriz biz.”[73]

            Ancak küfür gözü,göze göze çektiği perde ile onları göstermemektedir.

            “Evet, hak aldatmaz, hakikatbîn aldanmaz.Hak olan mesleği hileden müstağnidir; hakikatbînin gözüne hayalin ne haddi var ki, hakikat görünsün aldatsın?”[74]

            Hakperest insan ise,bu haikatları görmektedir.

“Ey Benî-İsrail! Bir tek mu'cize-i Musa'ya (A.S.) karşı koca taşlar yumuşar, parçalanır. Ya haşyetinden veya sürurundan ağlayarak sel gibi yaş akıttığı halde, hangi insafla bütün mu'cizat-ı Museviyeye (A.S.) karşı temerrüd ederek ağlamayıp, gözünüz cümud ve kalbiniz katılık ediyor.”[75]

Küfür sâikasıyla göz,taştan daha katılaşarak,ağlaması gereken yerde âdeta dumura uğrar.Tıpkı susuz çorak toprak gibi…

            “Ey Benî-İsrail ve ey Benî-Âdem! Kalb katılığı ve kasavetinizle öyle bir Zât-ı Zülcelal'in evamirine karşı itaatsizlik ediyorsunuz ve öyle bir Şems-i Sermedî'nin ziya-yı marifetine gafletle gözlerinizi yumuyorsunuz ki, Mısır'ınızı Cennet suretine çeviren Nil-i Mübarek gibi koca nehirleri, âdi camid taşların ağızlarından akıtıp mu'cizat-ı kudretini, şevahid-i vahdaniyetini o koca nehirlerin kuvvet ve zuhur ve ifazaları derecesinde kâinatın kalbine ve zeminin dimağına vererek, cin ve insin kulûb ve ukûlüne isale ediyor. Hem hissiz, camid bazı taşları böyle acib bir tarzda mu'cizat-ı kudretine mazhar etmesi; Güneşin ziyası Güneşi gösterdiği gibi, o Fâtır-ı Zülcelal'i gösterdiği halde, nasıl onun o nur-u marifetine karşı kör olup görmüyorsunuz?”[76]

            Oysa Nilin çıktığı yer gayet küçük bir kaynak iken,bir senelik çıkan su buz gibi olup,dağ şekline getirilse,o dağdan daha büyük olur.Ona ayrılan yer ise hem gayet az hem de sıcaktan dolayı toprak onu emmekte ve buharlaşmaktadır.

            Bu ilahi kudreti görmeyen göz ancak kör olmalıdır.Zira bu su binlerce senedir akmakta,hala tükenmemektedir.

“Evet, bir gözsüz akrep ve ayaksız bir yılan gibi haşerata mağlub olan insana, bir küçük kurttan ipeği giydiren ve zehirli bir böcekten balı yediren; onun iktidarı değil, belki onun za'fının semeresi olan teshir-i Rabbanî ve ikram-ı Rahmanîdir.”[77]

Akreb gözsüz olup,diğer bazı hayvanlar gibi his ve sevki ilahi ile hareket etmektedir.

            “Göz, kulak gibi bütün duyguların, eller gibidir ki, rûy-i zemin kadar geniş bir sofra-i nimeti, o ellerin önüne koymuştur. “[78]

            Görülen her şey,gözün sofrasında bir nimettir.

            "Sizin âzalarınız içinde en kıymetdar göz ve kulaklarınızın mâliki kimdir? Hangi tezgâh ve dükkândan aldınız? Bu latif kıymetdar göz ve kulağı verecek ancak Rabbinizdir. Sizi icad edip terbiye eden odur ki, bunları size vermiştir. Öyle ise yalnız Rab odur, Mabud da o olabilir."[79]

            Duygular içerisinde baha biçilemeyen en büyük duygumuz,gözdür.İlahi dükkanın dışında buna bunca vazifeler yükleyen Allahtan başka kim olabilir?

“İşte onun gibi Sâni'-i Zülcelal, Fâtır-ı Bîmisal; zîhayata göz, kulak, akıl, kalb gibi havas ve letaif ile murassa olarak giydirdiği vücud gömleğini esma-i hüsnanın nakışlarını göstermek için çok hâlât içinde çevirir, çok vaziyetlerde değiştirir. Elemler, musibetler nev'inde olan keyfiyat; bazı esmasının ahkâmını göstermek için lemaat-ı hikmet içinde bazı şuaat-ı rahmet ve o şuaat-ı rahmet içinde latif güzellikler vardır.”[80]

Göz burada,esma-i ilahiyenin tecellilerine şahitlik etmekte ve temaşada bulunmaktadır.

            “Şimdi, makam-ı istima'da olan zâta deriz ki: İlhad gömleğini yırt, at. Mü'min kulağını geçir ve müslim gözlerini tak. Sana iki küçük temsil ile bir-iki meyvenin derece-i kıymetini göstereceğiz.”[81]

            Müslim göz,Allah hesabına bakan gözdür.Münkir göz ise,nefis ve zatı hesabına bakan gözdür.Müslim göz,harikalıklar karşısında tamamen teslim olurken,inkârcı göz ise,teslim olmamakta diretmektedir.Ancak nereye kadar?Zira o kabul etmese de,bütün gözler ve onun gözü dahi kabul etmek mecburiyetinde kalır…

“Bir sineğe, belki bir sineğin kanadına dahi hakikî mâlik olamam. Çünki sineğin vücudunda öyle manevî cevherler ve göz, kulak gibi antika san'atlar var ki; benim dükkânımda yok. Daire-i iktidarımın haricindedir." der, müddeîyi tekdir eder.”[82]

Gözü ve yaptıklarını görmek için,bütün varlıkların gözleriyle bakıp, değerlendirmek gerektir.

“Meselâ göz, suretlerdeki güzellikleri ve âlem-i mubsıratta güzel mu'cizat-ı kudretin enva'ını temaşa eder. Vazifesi, nazar-ı ibretle Sâniine şükrandır. Nazara mahsus lezzet ve elem malûmdur, tarife hacet yok. Meselâ kulak, sadâların enva'larını, latif nağmelerini ve mesmuat âleminde Cenab-ı Hakk'ın letaif-i rahmetini hisseder. Ayrı bir ubudiyet, ayrı bir lezzet, ayrı da bir mükâfatı var.”[83]

İbretle bakan göz,hikmetleri görür.

            “Gözünde bir nehar var, lâkin ebyaz ve muzlim. İçinde bir sevad var ki, bir leyl-i münevver.”[84]

            Gözün beyazı değil,siyahı görmektedir.Allah kudretiyle ölüden diriyi,diriden de ölüyü çıkardığı gibi,gecede gündüzü,gündüzde de geceyi barındırmaktadır.

            “Beşerin ağzına yalancı bir dil koymuş, hem insanın yüzüne fâsık bir göz takmış, dünyaya bir âlüfte fistanını giydirmiş, hüsn-ü mücerred tanımaz.”[85]

            Günahkâr bir gözün guslü,tevbe ve göz yaşıdır.

            “Her a'za ve hasseleri gibi, gözünü de daima Cenab-ı Hak hesabına ve izni dairesinde çalıştırır. Gözü, şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir mütalaacısı ve şu âlemdeki mu'cizat-ı san'at-ı Rabbaniyenin bir seyircisidir. Ve şu küre-i arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin bir mübarek arısı derecesindedir.”[86]

            Göz kâinat kitabını okumak için yaratılmıştır.

            “Gazve-i Uhud'da ben Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın yanında idim. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, o gün kavsi kırılıncaya kadar küffara oklar attı. Sonra bana okları veriyordu. "At!" diyordu. Nasl'sız, yani okun uçmasına yardım eden kanatları olmayan okları verirdi. Ve bana emrederdi: "At!" Ben de atardım. Kanatlı oklar gibi uçardı, küffarın cesedine yerleşirdi. O halde iken, Katade İbn-i Nu'man'ın gözüne bir ok isabet etmiş, gözünü çıkarıp, gözünün hadekası yüzünün üstüne indi. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm mübarek, şifalı eliyle onun gözünü alıp, eski yuvasına yerleştirip, iki gözünden en güzeli olarak, hiçbir şey olmamış gibi şifa buldu. Şu vakıa çok iştihar etmiş. Hattâ Katade'nin bir hafidi, Ömer İbn-i Abd-il Aziz'in yanına geldiği vakit, kendini şöyle tarif etmiş: "Ben öyle bir zâtın hafidiyim ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm onun çıkmış gözünü yerine koyup, birden şifa buldu. En güzel göz o olmuş." diye, nazm suretinde Hazret-i Ömer'e söylemiş; onun ile kendini tanıttırmış. Hem nakl-i sahih ile haber verilmiş ki: Meşhur Ebî Katade'nin, Yevm-i Zîkarad denilen gazvede, bir ok mübarek yüzüne isabet etmiş. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, mübarek eliyle meshetmiş. Ebî Katade der ki: "Kat'iyyen ve aslâ ne acısını ve ne de cerahatini görmedim.”[87]

            Rasulullah bütün cihetleri görürdü,arkasını da görmekteydi…Onun elinde ölü dirilirken,kör görür,göz şifa bulur.

            “Buharî ve Müslim, kütüb-ü sahiha haber veriyorlar ki: Gazve-i Hayber'de, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Aliyy-i Haydarî'yi bayraktar tayin ettiği halde, Ali'nin gözleri hastalıktan çok ağrıyordu. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm tiryak gibi tükürüğünü gözüne sürdüğü dakikada, şifa bularak hiçbir şey kalmadı. Sabahleyin Hayber Kal'asının pek ağır demir kapısını çekip, elinde kalkan gibi tutup, Kal'a-i Hayber'i fethetti. Hem o vakıada, Seleme İbn-i Ekva'ın bacağına kılınç vurulmuş, yarılmış. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ona nefes edip, birden ayağı şifa bulmuş.”[88]

            O zatın eli gibi,tükürüğü dahi göz için şifa ve ışık kaynağıdır.

            “Başta Nesaî olarak erbab-ı Siyer, Osman İbn-i Huneyf'ten haber veriyorlar ki: Osman diyor ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın yanına bir a'ma geldi, dedi: "Benim gözlerimin açılması için dua et." Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ona ferman etti: "Şimdi git, abdest al. Sonra iki rekât namaz kıl ve de ki: 'Allah'ım! Hâcetimi sana arz ediyor ve nebiyy-i rahmet olan Peygamberin Muhammed ile Sana teveccüh ediyorum. Yâ Muhammed! Gözümden perdeyi kaldırması için senin Rabbine seninle teveccüh ediyorum. Allahım, onu bana şefaatçi kıl.”O gitti öyle yaptı, geldi. Gözü açılmış, güzel görüyormuş, gördük.”[89]

            Duaların kabulü,dua sahibine samimi teveccüh ve reddedilmeyecek kişinin vesile kılınmasıdır.

Gözünü nâmahreme bakmaktan ve kulağını fena şeyleri işitmekten men'edip, gözünü ibrete ve kulağını hak söz ve Kur'an dinlemeğe sarfetmek gibi sair cihazata da bir nevi oruç tutturmaktır. Zâten mide en büyük bir fabrika olduğu için, oruç ile ona ta'til-i eşgal ettirilse, başka küçük tezgâhlar kolayca ona ittiba ettirilebilir.”[90]

Haramlar gözün virüsleridir.

            “Sivrisineğin gözünü halkeden, Güneş'i dahi o halketmiştir.”[91]

            Gözü yaratan kim ise,gözün gördüklerini de yaratan odur.Zira aralarında tam bir tenasüb vardır.

            “Nur-u fikir, ziya-yı kalb ile ışıklanıp mezcolmazsa, zulmettir, zulüm fışkırır. Gözün muzlim nehar-ı ebyazı, muzii  leyle-i süveyda ile mezcolmazsa basarsız olduğu gibi, fikret-i beyzada süveyda-i kalb bulunmazsa, basiretsizdir.”[92]

            Gözün gece ile gündüzü birleşinde,gündüz oluşmaktadır.

“Gözün gündüze benzeyen beyazı, geceye benzeyen siyahlığıyla beraber olmazsa; göz, göz olmaz.”[93]

Aksi takdirde kör olur.

            “Herşeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir, göz ise maneviyatta kördür.”[94]

            Göz penceresinin maddi olarak gördüğünü,akıl manevi olarak değerlendirir.

            “Cennetteki âlemleri seyretmede gözler.”[95]

            Bu göz,bu dünya hayatı için yaratılmış değildir.Onun asıl göreceği cennettir ve  cennettedir ve cennettekilerdir.

“Bir gözün yoksa, iki gözü de olmayan a'malara bak! Allah'a şükret. Evet nimette kendinden yukarıya bakıp şekva etmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Ve musibette herkesin hakkı, kendinden musibet noktasında daha yukarı olanlara bakmaktır ki şükretsin.”[96]

Ayakkabısı olmayan,ayağı olmayanı düşünmeli ve şükretmelidir.

            “Umumun yüzlerinde göz, kulak, ağız gibi noktalarda ittifak cihetinde müşahede edilen sikke-i fıtratta birlik.. ve herbir nev'in efradı sîmalarında görülen sikke-i hikmette ittihad..”[97]

            Her şeyde bakılıp okunduğunda görülebileceği gibi,-Made in Allah- yazmaktadır.Herşeyde görülen birlik,bir elden çıktığını göstermektedir.

            “Hem ehl-i imanın göz hastalığı perdesi altında -yani kör olmasında- pek mühim bir nur ve manevî büyük bir göz olup, birkaç sene dünyanın hazinane fâni bir güzelliğini fâni bir surette da var; o nümuneler ile onlara işaret eder. Çünki meselâ, gözü veren zât, hem gözü görür, hem ince bir mana olan gözün gördüğünü görür, sonra verir. Evet senin gözüne bir gözlük yapan gözlükçü usta, göze gözlüğün yakıştığını görür, sonra yapar. Hem kulağı veren zât, elbette o kulağın işittiklerini işitir, sonra yapar, verir. Sair sıfatlar buna kıyas edilsin.”[98]

            Haksızlık bir haktan ileri gelir.Kulun alacağı yok ki ona bir haksızlık edilmiş olsun.Gözün verilmesi bir imtihan sebebi olduğu gibi,alınması da bir imtihan sebebidir.

            Allah gözü verdiği gibi,göze lazım olanları da vermekte ve de görmektedir.Herşeyde tam bir tenasüb eseri görülmektedir.

“Göz ile hissedilen bir güzellik, kulak ile hissedilen bir hüsün bir olmaması ve akıl ile fehmedilen bir hüsn-ü aklî, ağız ile zevkedilen bir hüsn-ü taam bir olmadığı gibi.. kalb, ruh vesair zahirî ve bâtınî duyguların istihsan ettikleri ve güzel hissettikleri güzellikler, onların ihtilafı gibi muhteliftir.”[99]

Allah her duyguya kendisine aid bir sofra sermiş ve onları ayrı ayrı kendilerine münasib bir şekilde memnun etmektedir.

“İnsan, en ziyade ünsiyet ettiği ve dünyada nümunesini tatmış olduğu cismanî lezzetleri Cennet'e lâyık bir tarzda görecek, tadacak. Ve lisan, göz ve kulak gibi a'zaların ettikleri hâlis şükürler ve hususî ibadetlerin mükâfatları, o uzuvlara mahsus cismanî lezzetler ile verilecektir.”[100]

Cennet cismani ve ruhani kuvvelerin tam tatmin yeridir.Organlar dünyadaki inkişafları nisbetinde orada lezzetlerini tam olarak alacaklardır.Bu o duyguların ibadetlerine mükâfeten verilecek ve arttırılacaktır.

            “Rivayetlerde "Deccal'ın bir gözü kördür" diye nazar-ı dikkati gözüne çevirerek Büyük Deccal'ın bir gözü kör ve ötekinin bir gözü öteki göze nisbeten kör hükmünde olduğunu hadîste kaydetmekle, onlar kâfir-i mutlak bulunduğundan yalnız münhasıran bu dünyayı görecek birtek gözü var ve akibeti ve âhireti görebilecek gözleri olmamasına işaret eder.”[101]

            Manevi körlük maddi körlükten geri değildir.Gerçek körlük ahretteki körlüktür.Kâfirler kabirlerinden kör olarak kalkarlar.İmansızlık en büyük körlüktür.Dünyevi göz,daha büyük ve fazlasıyla dört ayaklı varlıklarda da mevcuttur.

“Göz ve beyindeki acib vazifeleri gören bir zerre, bir yıldızdan ve bir cüz', küll mecmuundan.. meselâ; dimağ ve göz, insanın tamamından ve cüz'î bir ferd, hüsn-ü san'atça ve garabet-i hilkatça umum bir neviden ve bir insan, acib cihazlarıyla küllî cins hayvandan ve bir fihriste ve proğram ve kuvve-i hâfıza hükmünde olan bir çekirdek, mükemmel masnuiyeti ve mahzeniyetçe koca ağacından ve bir küçük kâinat olan bir insan, kemal-i hilkati ve cem'iyetli hârika cihazlarının binler acib vazifeleri görecek bir tarzda mahlukiyeti kâinattan aşağı değiller.”[102]

İnsanın bir cüz-ü olan göz,kâinatın bir cüz-ü olan bir yıldızdan sanatça,değer ve kıymetçe geri değildir.

            “Göz, kalbin âyinesidir.”[103]

            Kalb ruhun,göz de kalbin aynasıdır.Alemde arş,insanda kalb,kalpte de gözdür.Göz bir arş olup,ruh bu alemi oradan seyreder.

            “Kezalik mülk ile melekût, dünya ile âhiret arasında ehl-i kalb için şeffaf, ehl-i heva için kesif ince bir perde vardır. Kezalik gece ile gündüz arasında latif bir perde var ki, gözün kapanmasıyla gece olup, açılmasıyla gündüz olduğu gibi; nefsin âlem-i maneviyata gözü kapanırsa ebedî bir gece içinde kalır; gözü maneviyata açılırsa neharı inkişaf eder.”[104]

            Maneviyat nefsin gözüdür.Maneviyat ehlinin her organı gözdür.Rasulullah Efendimiz önünü gördüğü gibi,arkasını da görürdü.

            Maneviyata kapalı olana her şey kapalıdır..önünü de göremez.

 

 

K  A  L  B

 

“Ya şimdi baksana o kimseye ki ilâhını hevası ittihaz etmiş, Allah da onu bir ilm üzerine şaşırtmış, kulağını ve kalbini mühürleyip gözüne de bir perde çekmiştir, artık onu Allahdan sonra kim yola getirir? Hâlâ da düşünmezmisiniz?”[105]

İçine virüs giren bir bilgisayar veya proğramı bozulmuş bir robot şaşkın ve perişandır.Mühürlenen ve şaşkın bir kalbte perişandır.Dağılır,dağıtır…

“Allah, kalplerini ve kulaklarını mühürlemiş; gözlerine de bir perde inmiştir. Bunların hakkı pek büyük bir azaptır.”[106]

Âkibet aslı olan maddeye,sperm ve meniye,bir bilgisayar gibi tekrar bir tenekeye dönüştür.Onunda asılları olan toprağa inkilab etmektir.

“Kalplerinde bir hastalık vardır. Allah hastalıklarını artırmıştır ve yalancılık ettikleri için bunlara pek acı bir azap vardır.”[107]

En büyük hastalık gaflet ve dalalettir.Bu da tüm vücudu etkilemekte ve sarsmaktadır.

“Sonra bunun arkasından kalpleriniz katılaştı. Şimdi onlar taşlar gibi, hatta daha duygusuz; çünkü taşların öylesi var ki içinden nehirler kaynıyor, öylesi var ki çatlıyor da bağrından sular fışkırıyor ve öylesi de var ki Allah korkusundan yerlerde yuvarlanıyor. Sizlerin neler yaptığından Allah gafil değildir.”[108]

Hayatın hayatı kalptir..kalbini kaybeden hayatını da kaybetmiştir..taş gibi hiçbir şey anlamaz,kaskatı kesilmiştir.

“ (Yahudiler, peygamberimize karşı alaylı bir ifade ile): «Bizim kalblerimiz kılıflıdır.» dediler. Bilakis Allah, onları kâfirlikleri yüzünden lanetledi. Bundan dolayı çok az imana gelirler.”[109]

Kalbin kılıfı iman ve namazdır..marifet ve iz’andır..şuur ve irfandır.

“Bir vakit: «Size verdiğimiz Kitab'a sımsıkı sarılın ve O'nu dinleyin» diye Tur'u tepenize kaldırıp sizden söz aldık. «Duyduk, isyan ettik.» dediler ve inkarları yüzünden dana sevgisi iliklerine kadar işledi. De ki: «Eğer sizler inanmış kimseler iseniz inancınız size ne kötü şeyler emrediyor!”[110]

Kalb ilahi makamdır,başkalarını kabul etmez.Bir sultan koltuğuna iki sultan oturmaz ve oturtulmaz,birisi gelirse öbürü kalkar.Kalb,mahalli iman ve makam-ı ilahidir.Başkalarını kabul etmez.

“Ey Rabbimiz! Bize ihsan ettiğin hidayetten sonra kalblerimizi haktan saptırma, bize kendi katından rahmet ihsan eyle! Şüphesiz ki, Sen bol ihsan sahibisin.”[111]

Kalbin sapması ve saptırması,yoldan sapmayı netice verir.İstikamet en büyük ihsan-ı ilahidir.

“Allah'ın üzerinizdeki nimetini ve «İşittik ve itaat ettik.» dediğiniz zaman sizden aldığı sözü unutmayın, Allah'tan korkun; çünkü Allah, bütün sinelerin özünü bilir.”[112]

Organlar kalb merkez ve santralından idare edilirler.kalbdeki sapma,organlarda sapma olarak tezahür eder.

“Sonra bu sözleşmelerini bozmaları yüzünden, Biz onları lanetledik ve kalplerini kaskatı ettik. Onlar, kelimeleri yerlerinden oynatarak değiştirirler, uyarıldıkları gerçeklerden paylarını almayı unuttular. İçlerinden pek azı dışında, onlardan sürekli bir hainlik görürsün, yine de sen, onları affet ve aldırma! Çünkü Allah, iyilik yapanları sever.”[113]

Hıyanet,kalbin vazifesinden tardedilmesidir.

“İçlerinden bazıları da seni Kur'an okurken dinlerler, fakat Biz, kalplerine onu zevkiyle anlamalarına engel kabuklar geçirmişizdir. Kulaklarında da bir ağırlık vardır. Bütün mucizeleri görseler de iman etmezler. Hatta sana geldiklerinde, seninle tartışmaya kalkışarak, o hak tanımaz kafirler: «Bu, eskilerin masallarından başka birşey değildir.» derler.”[114]

Kalbdeki hıyanet,kalbin anlayış ve zevkini de önler.Dış aleme karşı tecrid edilmiştir..tıpkı Baz İstasyonuyla irtibatı kesilen telefon gibi..

“De ki: «Söyleyin bakayım, eğer Allah, kulaklarınızı ve gözlerinizi alır, kalplerinizi mühürleyiverirse, Allah'tan başka hangi tanrı onu size iade edecek?» Bak Biz delillerimizi nasıl evirip çevirip türlü türlü açıklıyoruz! Sonra da onlar nasıl (yüz çevirip) geçiveriyorlar!”[115]

Mührü,mühürleyen açar.Mühürleme yetkisi olanın,mührü açma yetkisi de vardır ve ona hastır.

“Biz onların kalplerini ve gözlerini ters çeviririz. Önceden buna iman etmedikleri gibi bırakıveririz, kendilerini azgınlıkları içinde körü körüne bocalar giderler.”[116]

Kalbin tersine dönmesi,yaratılışının gayesi dışında çalışmasıdır.

“Bir de ahirete inanmayanların gönülleri o yaldızlı söze meyletsin, ondan hoşlansınlar ve onların işlediği günahları işlesinler diye yaldızlı söz fısıldarlar.”[117]

Kalb,etrafındaki lümme-i şeytaniye karakoluna kulak vererek,yaldızlı sözler ve işlerle kendisini aldatır ve avutur..günaha sevkeder.

Melek ilhamına kulak vermeyip,kendisini besleyen kanalını kapatır.

“Eski sahiplerinden sonra bu toprağa varis olanlara hala şu gerçek belli olmadı mı ki: Eğer dilemiş olsaydık onların da günahlarını başlarına çarpardık! Kalplerinin üzerini mühürleriz de onlar gerçeği işitmezler.”[118]

Kalbin mühürlenmesi,kalbin tüm alışverişlerini kapatır..buda onun iflası demektir.

“İşte o ülkeler -ki, sana bunların başlarına gelenlerden bazılarını naklediyoruz- andolsun ki, onlara peygamberleri açık deliller ile geldiler. Daha önce inkar etmeyi adet edindikleri için, iman etmek istemediler. Allah kafirlerin kalplerini işte böyle mühürler!”[119]

Kalbin anahtarı,peygamberlerin elindedir..onların dilinde saklıdır.

“Andolsun ki, cin ve insanlardan bir çoğunu cehennem için yarattık. Onların kalpleri vardır, onunla gerçeği anlamazlar, gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır ama onlarla işitmezler. İşte bunlar hayvan gibidirler, hatta daha şaşkındırlar. İşte o gafiller ancak bunlardır.”[120]

Donanımlı yaratılan insan,kısır döngülerle hayatını kısırlaştırmaktadır.Hayatı sadece zevk penceresinden seyreder..değerlendirir.Kalbini sadece mide pirizine bağlamakla meşgul olmakta,diğer duyguları köreltmektedir.

“Gerçek mü'minler ancak o mü'minlerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir; karşılarında ayetleri okunduğu zaman, imanlarını artırır ve Rablerine tevekkül ederler.”[121]

Allahı anmak,kalbin enerjisidir..onunla hayat bulur..onunla hayatlanır..hayata kavuşur.

Barajın suya kavuşması gibi…

“Ey iman edenler, sizi kendinize hayat verecek şeylere davet ettiği zaman Peygamberi ile Allah'a icabet edin! Ve bilin ki, Allah gerçekten kişi ile onun kalbi arasını gerer ve siz, kesinlikle O'nun huzurunda toplanacaksınız!”[122]

Tıpkı peygamberimizin çocuklukta Cebrail tarafından geçirdiği maddi-manevi kalb ameliyatı gibi,peygamberler kalbin ilahi naklinde manevi kalb doktorlarıdırlar.

“O sırada münafıklar ve kalplerinde bir hastalık bulunanlar: «Şunları dinleri aldattı.» diyorlardı. Oysa, her kim Allah'a dayanırsa, bilsin ki, Allah, üstündür, hikmet sahibidir.”[123]

Nifak,bir kalb hastalığıdır..kalbi gerer,yere serer.Müzmin,sari bir hastalıktır. Niyet ve inayetle tedavi edilebilir.

“Ve onların gönüllerini uzlaştıran da. Yoksa yeryüzünde ne varsa hepsini harcasaydın yine de onların kalplerini birleştiremezdin. Ancak Allah, onların arasında birleşmeyi sağladı; çünkü O, güçlüdür, hikmet sahibidir.”[124]

Tıpkı bilgisayarlar arasındaki ağ bağlanısı gibi.Bu sebeble iletişim sağlanmaktadır. 

“Ey peygamber, elinizdeki esirlere de ki: «Eğer Allah, sizin kalplerinizde bir hayır olduğunu bilirse, size, sizden alınandan daha hayırlısını verir ve günahlarınızı bağışlar. Allah, bağışlayan ve merhamet edendir.”[125]

Allah kalblere nazar eder..Allah,kalblerdekini bilir..icraata çıkmasa dahi,kalblerdeki iyilikleri mükâfatlandırır..ona göre muamele eder.

“Münafıklar, kalplerinde olanı bütünüyle kendilerine haber verecek bir surenin tepelerine indirilmesinden çekinirler. De ki: «Alay edin bakalım; çünkü Allah, o çekindiklerinizi meydana çıkaracaktır!»[126]

Münafık iki yüzlülükle de yetinmeyib,ikiyüz yüzlülüğüyle samimiyetsizliğini sergilemektedir.

“Onların kurmuş oldukları yapıları, kalpleri parçalanıncaya kadar, kalplerinde bir nifak düğümü olup kalacaktır. Allah, bilendir, hikmet sahibidir.”[127]

Nifak kalbin bağı ve düğümüdür..kalbi boğar..sıkar..parçalar.

“Andolsun ki, Allah yine peygambere ve o güçlük anında ona uyan muhacirlerle Ensara; içlerinden bir kısmının kalpleri az kalsın eğilecek gibi olmuşken sonra kendilerine tevbelerinin kabulüyle iltifat buyurdu. Gerçekten O, onlara karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.”[128]

Tevbe kalbin trafik polidir..ona yol gösterir..yolu gösterir..saptığı yoldan tekrar yol almasını sağlar.Tevbe O’na dönüş,O’nun gayrından dönüştür..O’nun yoluna giriştir.

“Kalplerinde bir hastalık olanlara gelince, onların da küfürlerine küfür katmıştır ve kafir olarak ölüp gitmişlerdir.”[129]

Şirk,nifak,gaflet,günah kalbi adım adım ölüme götüren hastalıklardır.

“Sonra onun arkasından birçok peygamberleri kavimlerine gönderdik; onlara açık mucizelerle vardılar, fakat önce yalan dediklerine yine de bir türlü inanmak istemediler. İşte Biz sürekli haddi aşanların kalplerini böyle mühürleriz.”[130]

Allah ihmal eder,ihmal etmez..Allah inanmayanlara bir ömür boyu mühlet verir ancak yaptıkları yanlışları ihmal etmez..bir kaç kere ikaz edip uyarır,devamında işi kalbden bağlar.

“Onlar, iman edip kalpleri Allah'ın zikriyle yatışan kimselerdir; evet Allah'ın zikri ile kalpler yatışır!»[131]

Kalb sürekli kalbolmakta..dönmekte..deniz gibi dalgalar üzerine dalgalarda bocalamaktadır.Allahın zikri ise onu teskin edip yatıştırmakta,dönüşünü bir noktaya çevirmektedir.

“Allah, sizi annelerinizin karınlarından hiçbir şey bilmediğiniz bir halde çıkardı. Öyle iken size, işitme, gözler ve kalpler verdi ki, şükredesiniz.”[132]

Kalb külli şükrün anahtarıdır..şükrü netice verir.

“Onlar öyle kimselerdir ki, Allah kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlemiştir ve işte onlar, gafillerin ta kendileridir.”[133]

Gaflet,dışarıdan kalbi besleyen nurun perdelenmesidir.Kalbin zayıf düşmesini netice verir.

“Bir de hiç bilmediğin bir şeyin ardınca gitme; çünkü kulak, göz, gönül; bunların her biri ondan sorumludur.”[134]

Göz gördüğünden,kulak işittiğinden,kalb de bu duyguların kendisine naklettiklerinin sentez ve analizini yapıp neticeye bağlamaktan sorumlu tutulmaktadır.

“Ve kalblerinin üzerine, Kur'ân'ı anlamalarına engel perdeler geçiririz ve kulaklarına bir ağırlık veririz. Rabbini Kur'ân'da bir tek olarak andığın zaman da ürkerek arkalarına döner kaçarlar.”[135]

Duygu uyuşmazlığı,aradaki bilgi alışverişini kesmektedir.Kulak kendi frekansının üzerindeki ve altındakileri duymadığı gibi,hasta bir kalbde duyulan hakikatları duymaz,görmez,anlamaz olur.

“Ya o yerde niye bir dolaşmadılar ki, kendileri için akıllanmalarına sebep olacak kalpleri ve işitmelerine sebep olacak kulakları olsun;çünkü gerçek şudur ki, gözler körelmez, ancak sinelerdeki kalpler körelir.”[136]

Hadisde:”İnne ayni tenamu vela yenamu kalbi.”’Muhakkak ki göz uyur ve kalb uyumaz.’ Bazılarında da geçmişten ibret almayarak adeta kör olup,göz görürken,kalb kör olup,anlamaz.

“Halbuki, sizin için o kulağı, o gözleri ve o gönülleri yaratan O'dur. Siz, pek az şükrediyorsunuz.”[137]

Oysa nimetin artışı,duyguların kıymet ve değeri şükrün artmasıyladır.Şükür bu duyguların kapasitesini arttırır.

“Birtakım insanlar (Allahı tesbih ederler) ki, ne ticaret ne de alış veriş onları Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekat vermekten alıkoymaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar.”[138]

O’nu bulan neyi kaybeder ve O’nu kaybeden neyi kazanır.

O’nu bulan bir kalb,her şeyi bulmuş ve kazanmıştır.

Onlar hep kalbin takviyesine çalışırlar.

“Ancak Allah'a kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur).”[139]

Allah ve cennet kirleri ve bulanık kalbleri kabul etmez.

“Rabbin elbette onların sinelerinin gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir.”[140]

Sineyi yaratan,sinenin sesini işitmez mi?

“Sonra onu düzenli bir şekle sokup, içine kendi ruhundan üfledi ve sizin için işitmeyi, o görmeleri ve gönülleri yaptı. Siz çok az şükrediyorsunuz!”[141]

Kalb,Allahın ihtimam gösterdiği,kudret eliyle yarattığı harika bir sanattır.

“Allah bir adamın içinde iki kalp yapmamıştır. Kendilerinden zihar yaptığınız eşlerinizi anneleriniz yerine koymamıştır. Evlatlıklarınızı da oğullarınız yerine koymamıştır. Bunlar sizin ağzınızda lafınızdır. Allah ise gerçeği söylüyor ve doğru yolu gösteriyor.”[142]

İnsan bir kalb kumandanıyla yönlendirilmektedir.

-Ya mukallibel kulub,sebbit alâ dinike-‘Ey kalbleri çeviren Allahım!Kalbimi dinin üzere sabit kıl,saptırma.’Âmin.

 

 

KALB

 

           

            “Kur'an-ı Hakîm,… Hilkat-ı semavat ve arzdan bahsi içinde hilkat-i insandan ve insanın sesinden ve sîmasındaki dekaik-ı nimet ve hikmetten bahis açar; tâ ki, fikir dağılmasın, kalb boğulmasın, ruh mabudunu doğrudan doğruya bulsun.”[143]

            Kesret kalbi boğar,vahdet kalbe sükun verir.

            “Vahdet arkasında ehadiyet sikkesi bulunmak lâzımdır. Tâ ki, kesreti hatıra getirmesin. Doğrudan doğruya Zât-ı Akdes'e karşı kalbe yol açsın. Hem sikke-i ehadiyete nazarları çevirmek ve kalbleri celbetmek için o sikke-i ehadiyet üstünde gayet cazibedar bir nakış ve gayet parlak bir nur ve gayet şirin bir halâvet ve gayet sevimli bir cemal ve gayet kuvvetli bir hakikat olan rahmet sikkesini ve rahîmiyet hâtemini koymuştur.”[144]

            Çok yol kalbi yoldan çıkarır.Sahili selamete bir yoldan varır.

“Evet tam münevver-ül kalb bir âbidi, küre-i arz bomba olup patlasa, ihtimaldir ki, onu korkutmaz. Belki hârika bir kudret-i Samedaniyeyi, lezzetli bir hayret ile seyredecek. Fakat meşhur bir münevver-ül akıl denilen kalbsiz bir fâsık feylesof ise; gökte bir kuyruklu yıldızı görse, yerde titrer. "Acaba bu serseri yıldız Arzımıza çarpmasın mı?" der; evhama düşer. (Bir vakit böyle bir yıldızdan Amerika titredi. Çokları gece vakti hanelerini terkettiler.)”[145]

Kalbin nuru,kalbin sahibindedir.O’nunla nurlanır,nurunu bulur.. aydınlanır.. aydınlatır.

            “Halbuki namazda ruhun ve kalbin ve aklın büyük bir rahatı vardır. Hem cisme de o kadar ağır bir iş değildir.”[146]

            Kalbin istirahatı,namazdadır..namazladır.

            “Beşinci Hasaret: Hayat-ı ebediye esasatını ve saadet-i uhreviye levazımatını tedarik etmek için verilen akıl, kalb, göz ve dil gibi güzel hediye-i Rahmaniyeyi, Cehennem kapılarını sana açacak çirkin bir surete çevirmektir.”[147]

            Kalb cihazı bir anahtar gibi sahibine cennet kapılarını açtığı gibi,cehennem kapılarını da açar.

“Kalbin telefonuyla vasıtasız münacat eden bir veli der:Yani: "Kalbim benim Rabbimden haber veriyor." Demiyor: "Rabb-ül Âlemîn'den haber veriyor." Hem der: "Kalbim, Rabbimin âyinesidir, arşıdır." Demiyor: "Rabb-ül Âlemîn'in arşıdır." Çünki kabiliyeti miktarınca ve yetmiş bine yakın hicabların nisbet-i ref'i derecesinde mazhar-ı hitab olabilir.”[148]

Allahın iki arşı vardır;Alemdeki arş ve insandaki arş.Hadis-i kudside:”Ben yere göğe sığmam,mü’min kulumun kalbine sığarım.”

Kalb,misafiri rabbani yeridir.

İnsanı insandan idare edip yönetmektedir.

“Birisi birinin kardeşini veya bir akrabasını öldürmüş. Bir dakika intikam lezzetiyle bir katl, milyonlar dakika hem kalbî sıkıntı, hem hapis azabını çektirir ve maktulün akrabası dahi intikam endişesiyle ve karşısında düşmanını düşünmesiyle, hayatının lezzetini ve ömrünün zevkini kaçırır. Hem korku, hem hiddet azabını çekiyor. Bunun tek bir çaresi var. O da Kur'anın emrettiği ve hak ve hakikat ve maslahat ve insaniyet ve İslâmiyet iktiza ve teşvik ettikleri olan barışmak ve musalaha etmektir.”[149]

Günahlar kalbe yüktür.

“Kalb etrafındaki ilhamat ve vesveselerin mübarezelerinden tut, tâ sema âfâkında melaike ve şeytanların mübarezesine kadar o kanunun şümulünü iktiza eder.”[150]

Kalbin uyanık kalması ve tetikte bulunması ve de emniyeti için,etrafına şeytan ve melek karakolları konulmuştur.

            “Mütekellim nefsim değil, tilmiz-i Kur'an namına kalbimdir.”[151]

            Kalbden konuşan zat,kalbini konuşturan zattır.

            Kalbden konuşan,kalbden dinlenir..kalbi dinlenir..kalbde dinlendirilir.

“Kalb ve ruhun daire-i hayatı geniştir.”[152]

Kalbin hayatı,cesed gibi dar bir alana sahib değildir.Ebede uzanmıştır.

            “Güzel değil batmakla gaib olan bir mahbub. Çünki zevale mahkûm, hakikî güzel olamaz. Aşk-ı ebedî için yaratılan ve âyine-i Samed olan kalb ile sevilmez ve sevilmemeli.”[153]

            Ebede namzed olan kalbi ancak ebedi bir zat tatmin edebilir.Başkasına razı olmaz,tatmin olup doymaz.

            “Ey Benî-İsrail ve ey Benî-Âdem! Sizlere ne olmuş ki: Kalbleriniz taştan daha camid ve daha ziyade katılaşmıştır. Zira görmüyor musunuz ki, o pek sert ve pek camid ve toprak altında bir tabaka-i azîme teşkil eden o koca taşlar, o kadar evamir-i İlahiyeye karşı muti' ve müsahhar ve icraat-ı Rabbaniye altında o kadar yumuşak ve emirberdir ki, havada ağaçların teşkilinde tasarrufat-ı İlahiye ne derece sühuletle cereyan ediyor. “[154]

            Kalbsiz Yahudiler,kalbini susturan Yahudilerdir.Kalb ve vicdanının sesini dinlemedikleri gibi,susmaya mahkum edenlerdir.

            “Ey Benî-İsrail ve ey Benî-Âdem! Za'f ve acziniz içinde nasıl bir kalb taşıyorsunuz ki, öyle bir zâtın evamirine karşı o kalb kasavetle mukavemet ediyor. Halbuki o koca sert taşların tabaka-i muazzaması, o zâtın evamiri önünde kemal-i inkıyadla karanlıkta nazik vazifelerini mükemmel îfa ediyorlar. İtaatsizlik göstermiyorlar.”[155]

            Taşların bile tahammül edemediği bir hakikata karşı direnç gösteren bir kalb,cümudiyyet kesbetmiş,taşlıktada kendisini gizleyen bir taştır.

“Ölmüş kalbler nur-u hidayetle diriliyor.”[156]

Kalbin hayatı iman ve hidayetledir.Bedenin hayatı ruh iledir..ruhun hayatı hidayet iledir.

“Eğer sen istirahat ve teneffüs vaktini, ruhun rahatına, kalbin teneffüsüne medar olan namaza sarfetsen; o vakit, bereketli nafaka-i dünyeviye ile beraber, senin nafaka-i uhreviyene ve zâd-ı âhiretine ehemmiyetli bir menba olan, iki maden-i manevî bulursun…”[157]

Ruh namaz penceresiyle nefes alır.Beden hapishanesinden kurtuluşu,görüş ve görüşmesi namaz ile olur.Gerçek dost ve dostlara o yolla kavuşur ve ulaşır.

“Herkesin, her günde, şu âlemden bir mahsus âlemi var. Hem o âlemin keyfiyeti, o adamın kalbine ve ameline tabidir. Nasılki âyinende görünen muhteşem bir saray, âyinenin rengine bakar. Siyah ise, siyah görünür. Kırmızı ise, kırmızı görünür. Hem onun keyfiyetine bakar. O âyine şişesi düzgün ise, sarayı güzel gösterir. Düzgün değil ise, çirkin gösterir. En nazik şeyleri kaba gösterdiği misillü; sen kalbinle, aklınla, amelinle, gönlünle, kendi âleminin şeklini değiştirirsin. Ya aleyhinde, ya lehinde şehadet ettirebilirsin. Eğer namazı kılsan, o namazın ile o âlemin Sâni'-i Zülcelal'ine müteveccih olsan; birden, sana bakan âlemin tenevvür eder. Âdeta namazın bir elektrik lâmbası ve namaza niyetin, onun düğmesine dokunması gibi, o âlemin zulümatını dağıtır ve o herc ü merc-i dünyeviyedeki karmakarışık perişaniyet içindeki tebeddülat ve harekât, hikmetli bir intizam ve manidar bir kitabet-i kudret olduğunu gösterir.”[158]

Allah alem ve insan için her gün bir alem götürür,bir alem getirir.O alemin şekli ve görüntüsü adeta cennet ve cehennem halini alması kalb iledir.

Âhretteki yeri kalb tayin eder.

“Şeytan evvelâ şübheyi kalbe atar. Eğer kalb kabul etmezse, şübheden şetme döner. Hayale karşı şetme benzer bazı pis hatıraları ve münafî-i edeb çirkin halleri tasvir eder. Kalbe "Eyvah" dedirtir. Ye'se düşürtür. Vesveseli adam zanneder ki kalbi, Rabbine karşı sû'-i edebde bulunuyor. Müdhiş bir halecan ve heyecan hisseder. Bundan kurtulmak için huzurdan kaçar, gaflete dalmak ister.”[159]

Okyanusda yüzen kalb,her an şeytan oltaları ve tehlikeleriyle karşı karşıyadır.Aldanmak avlanmaya sebebtir.Gaflet en büyük gaftır.Ân husran olabilir.

“Manalar kalbden çıktıkları vakit, suretlerden çıplak olarak hayale girerler; oradan suretleri giyerler. Hayal ise, her vakit bir sebeb tahtında bir nevi suretleri nesceder. Ehemmiyet verdiği şeyin suretlerini yol üstünde bırakır. Hangi mana geçse ya ona giydirir, ya takar, ya bulaştırır, ya perde eder. Eğer manalar münezzeh ve temiz iseler, suretler mülevves ve rezil ise giymek yoktur, fakat temas var. Vesveseli adam, teması telebbüsle iltibas eder. "Eyvah!" der. "Kalbim ne kadar bozulmuş. Bu sefillik, bu hısset-i nefs, beni matrud eder." Şeytan onun şu damarından çok istifade eder.”[160]

Eşyaya hakikat ve kıymet veren mânadır.Mânanın yeri ise kalbdir.Diğer âzalar ona münasib ve de mütenasib bir elbise giydirirler.

            “Evet hakikî terakki ise; insana verilen kalb, sır, ruh, akıl hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, herbiri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubudiyet ile meşgul olmaktadır. Yoksa ehl-i dalaletin terakki zannettikleri, hayat-ı dünyeviyenin bütün inceliklerine girmek ve zevklerinin her çeşitlerini, hattâ en süflisini tatmak için bütün letaifini ve kalb ve aklını nefs-i emmareye müsahhar edip yardımcı verse; o terakki değil, sukuttur.”[161]

            Yükselişin de alçalmanın da zenbereği kalbdedir ve kalb iledir.

“Kur'an-ı Hakîm; semavata nisbeten büyük bir ağacın küçük bir meyvesi hükmünde olan Arzı, bütün semavata karşı küçücük kalbi, büyük kalıba mukabil tutmak gibi denk tutuyor. Onu bir kefede, bütün semavatı bir kefede koyuyor…”[162]

Alemde dünya ne ise,insanda da kalb odur.Alemin kalbi olan dünyanın durması,insan kalbinin durması gibidir.

“Samed âyinesi olan bâtın-ı kalb ile sanem-misal dünyevî mahbublara perestiş etmek, o mahbubların nazarında sakildir ve istiskal eder, reddeder. Zira fıtrat, fıtrî ve lâyık olmayan şeyi reddeder, atar. (Şehvanî sevmekler, bahsimizden hariçtir.)”[163]

Allahın Allah isminden sonra en âzam ve âzami ismi Samed ismindedir.İhlas suresinin Kur’anın üçde birine muadil gelmesinin sırrıda bu Samed isminde saklıdır.İşte insan kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayıp belki herkesin ve her şeyin nihayet derecede kendisine muhtaç olduğu Samed ismine ayine kalbdir.

"Zemin ve göklerin haşmet-i hilkatinde, kalbin dahi hatıratını bilir, idare eder."[164]

Allah alemden ziyade kalblere nazar eder ve onunla meşgul olur.

“Eğer insan yalnız bir kalbden ibaret olsaydı; bütün masivayı terk, hattâ esma ve sıfâtı dahi bırakmak, yalnız Cenab-ı Hakk'ın zâtına rabt-ı kalb etmek lâzım gelirdi. Fakat insanın akıl, ruh, sır, nefis gibi pek çok vazifedar letaifi ve hassaları vardır. İnsan-ı kâmil odur ki: Bütün o letaifi; kendilerine mahsus ayrı ayrı tarîk-ı ubudiyette, hakikat canibine sevketmek ile sahabe gibi geniş bir dairede, zengin bir surette, kalb bir kumandan gibi, letaif askerleriyle kahramanane maksada yürüsün. Yoksa kalb, yalnız kendini kurtarmak için askerini bırakıp tek başıyla gitmek, medar-ı iftihar değil, belki netice-i ızdırardır.”[165]

Kalb motor ve kumandani,diğer alet ve askerleriyle beraber bir bütündür.Onlardan ayrı düşünülemez.

“Âyine-i kalbe uzanan bir nisbet-i Rabbaniye ile bir tezahürdür ki; herkes istidadına ve tayy-ı meratibde seyr ü sülûküne, esma ve sıfâtın tecelliyatına nisbeten cüz'î ve küllî o Şems-i Ezelî'nin nuruna ve sohbetine ve münacatına mazhariyeti var. Galib-i esma ve sıfâtın zılalinde giden velayetlerin derecatı bu kısımdan ileri gelir.”[166]

Kalbden Allaha uzanan yolda,insanlar derecelerine ve de ücretlerine göre farklı derecelerde yolculuk ederler..ettirilirler.

“Her kalb, kendine ihsan edeni sever ve hakikî kemale muhabbet eder ve ulvî cemale meftun olur. Kendiyle beraber sevdiği ve şefkat ettiği zâtlara dahi ihsan edeni daha pek çok sever.”[167]

360 derece dönüş özelliği olan kalb,kendine ihsan edene döner ve ona perestiş eder.Hadisde:”İnsan ihsanın kuludur.”bu hakikate binaen denilmiştir.

“Nur-u Akıl, Kalbden Gelir”[168]

Aklı besleyen kalbdir..diğer duygular gibi…

            “Zulmetli münevverler bu sözü bilmeliler: Ziya-yı kalbsiz olmaz nur-u fikir münevver.”[169]

            Kalbden beslenmeyen akıl,nursuzdur..şarteli kapanmıştır.

            “Ger fikret-i beyzada süveyda-i kalb olmazsa, halita-i dimağî ilim ve basiret olmaz. Kalbsiz akıl olamaz.”[170]

            Fikrin parlaklığı,kalbin siyahlığının karışımı iledir.

            “Dalalet-i fikrîdir, zulümat-ı kalbîdir, israf-ı cesedîdir.”[171]

            Sapıklık fikirde başlar..karanlık kalbde..bozulma cesede…

“İmanın yeri kalbdir; dimağ ise oluyor ma'kes-i nur-u iman.”[172]

Kalbdeki iman kendini fikirle aksettirmektedir.

            “Kalb ile vicdan, mahall-i iman. Hads ile ilham, delil-i iman.”[173]

            İmanda yerleşen kalb ile vicdan,anlayış ve ilham ile buna delil olur.

            “Nur-u fikir, ziya-yı kalb ile ışıklanıp mezcolmazsa, zulmettir, zulüm fışkırır. Gözün muzlim nehar-ı ebyazı, muzii leyle-i süveyda ile mezcolmazsa basarsız olduğu gibi, fikret-i beyzada süveyda-i kalb bulunmazsa, basiretsizdir.”[174]

            Aklı aydınlatan fen ilimleri,kalbi aydınlatan din ilimleriyle mezcolmazsa,hakikat gizli kalır.

            “İlimde iz'an-ı kalb olmazsa, cehildir. İltizam başka, itikad başkadır.”[175]

            Kalbin onayından çıkmayan bir dilekçenin,geçerliliği yoktur.

“Hâlık-ı Rahîm'in rahmeti yâr ise, herkes yârdır, her yer yarar; eğer yâr değilse, herşey kalbe bârdır, herkes de düşmandır. Felillahilhamd rahmet-i İlahiye yâr olduğu için; ehl-i dünyanın bana ettikleri enva'-ı zulmü, o rahmet-i İlahiye enva'-ı rahmete çevirmiştir.”[176]

Kalbin rahatı,Allahın dostluğu ve O’nun rahmetiyledir.   

“Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâm'ın zahirî yara hastalıklarının mukabili bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır. İç dışa, dış içe bir çevrilsek, Hazret-i Eyyüb'den daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz. Çünki işlediğimiz herbir günah, kafamıza giren herbir şübhe, kalb ve ruhumuza yaralar açar. Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâm'ın yaraları, kısacık hayat-ı dünyeviyesini tehdid ediyordu. Bizim manevî yaralarımız, pek uzun olan hayat-ı ebediyemizi tehdid ediyor. O münacat-ı Eyyübiyeye, o Hazretten bin defa daha ziyade muhtacız. Bahusus nasılki o Hazretin yaralarından neş'et eden kurtlar, kalb ve lisanına ilişmişler; öyle de; bizleri, günahlardan gelen yaralar ve yaralardan hasıl olan vesveseler, şübheler (neûzü billah) mahall-i iman olan bâtın-ı kalbe ilişip imanı zedeler ve imanın tercümanı olan lisanın zevk-i ruhanîsine ilişip zikirden nefretkârane uzaklaştırarak susturuyorlar. Evet günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra tâ nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Herbir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah istiğfar ile çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir manevî yılan olarak kalbi ısırıyor.”[177]

Bedeni hastalık geçicidir,kalbi hastalık ise kalıcıdır.

“İnsandaki cisim, nefis, kalb, ruh daireleri öyle mütefavittir. Meselâ: Cismin bekası, hayatı, vücudu; bulunduğu bir gün, belki bir saat olduğu ve mazi ve müstakbeli madum ve meyyit bulunduğu halde, kalbin hazır günden çok gün evvel, çok gün sonraki zamana kadar daire-i vücudu ve hayatı geniştir. Ruhun hazır günden seneler evvel ve seneler sonraki bir daire-i azîme, daire-i hayatına ve vücuduna dâhildir.”[178]

Ebede namzed kalb için,zaman bağları söz konusu değildir.Onu başlamaz.

“Hem bu küçük insanın küçücük kalbinde, kâinat kadar bir aşk yerleşir. Evet kalbin mercimek kadar bir sandukçası olan kuvve-i hâfıza, bir kütübhane hükmünde binler kitab kadar yazı, içinde yazılması gösteriyor ki: Kalb-i insan, kâinatı içine alabilir ve o kadar muhabbet taşıyabilir.”[179]

İlim ilerledikçe bu daha da anlaşılır olmaktadır.Küçük bir bilgisayar çipi,kütüphaneleri içine almaktadır.Kalpte alemi içine alan,ilâhi bir çiptir.

“Küre-i Arz her ne kadar semavata nisbeten çok küçüktür, fakat hadsiz masnuat-ı İlahiyenin meşheri, mazharı, mahşeri, merkezi hükmünde olduğundan; kalb, cesede mukabil geldiği gibi, Küre-i Arz dahi, koca hadsiz semavata karşı bir kalb ve manevî bir merkez hükmünde olarak mukabil gelir.”[180]

Kâinat Allahın belirli isimlerinin sergi yeri,kalb ise bütün isimlerinin sergi ve temaşa yeridir.

            “Şeytanın gayet zaîf desiselerine kapılıp Allah'a isyan ediyor. Hattâ benim arkadaşlarımdan bazıları, yüz hakikat dersini kalben tasdik ile beraber benden işittiği ve bana karşı da fazla hüsn-ü zannı ve irtibatı varken, kalbsiz ve bozuk bir adamın ehemmiyetsiz ve riyakârane iltifatına kapıldı, onun lehinde benim aleyhimde bir vaziyete geldi. Fesübhanallah”[181]

            Arsız at sahibini dinlemediği gibi,kalbde sahibine kulak vermemektedir..öbür atların atlığına aldanarak ve kapılarak…

            “Şeytanın en tehlikeli bir desisesi şudur ki: Bazı hassas ve safi-kalb insanlara tahayyül-ü küfrîyi tasdik-i küfürle iltibas ettiriyor. Tasavvur-u dalaleti, dalaletin tasdiki suretinde gösteriyor. Ve mukaddes zâtlar ve münezzeh şeyler hakkında gayet çirkin hatıraları hayaline gösteriyor. Ve imkân-ı zâtîyi, imkân-ı aklî şeklinde gösterip imandaki yakînine münafî bir şekk tarzını veriyor. Ve o vakit o bîçare hassas adam, kendini dalalet ve küfür içine düştüğünü tevehhüm edip imandaki yakîninin zâil olduğunu zanneder, ye'se düşer, o ye'sle şeytana maskara olur. Şeytan hem ye'sini, hem o zaîf damarını, hem o iltibasını çok işlettirir, ya divane olur yahud "herçi bad âbad" der, dalalete gider.”[182]

            Saflık akıl istikameti,vicdan selameti,şuur süzgecinden geçmez ve geçirilmezse,çabuk bulanabilir.Şeytanda bundan istifade eder.

            “Hem bazan şeytan, kalb üstündeki lümmesi cihetinde Cenab-ı Hak hakkında fena sözler söyler. O adam zanneder ki; onun kalbi bozulmuş ki, böyle söylüyor. Titriyor. Halbuki onun titremesi ve korkması ve adem-i rızası delildir ki: O sözler, kalbinden gelmiyor, belki lümme-i şeytaniyeden geliyor veya şeytan tarafından ihtar ve tahayyül ediliyor.”[183]

            Şeytanın hileleri bir değil,binlerdir.Her zaman kişinin sol tarafından gelmez,bütün yönleriyle ve yönlerinden hücum eder.

“Tevehhüm ve heves ve hiss, ileriyi görmüyor belki inkâr ediyorlar. Nefs dahi yardım etse, mahall-i iman olan kalb ve akıl susarlar, mağlub oluyorlar.”[184]

            “Şu halde kebairi işlemek, imansızlıktan gelmiyor, belki hiss ve hevesin ve vehmin galebesiyle akıl ve kalbin mağlubiyetinden ileri gelir.”[185]

            Şeytan hissi galib,hissine mağlub olan gençleri bu yolla avlamakta,kendine bağlamaktadır.Saman alevi çabuk tutuşur,yayılır..çabukta söner.

            “ İnsanda kalbin bir köşesinde lümme-i şeytaniye denilen bir âlet-i vesvese ve kuvve-i vâhimenin telkinatıyla konuşan bir şeytanî lisan ve ifsad edilen kuvve-i vâhime, küçük bir şeytan hükmüne geçtiğini ve sahiblerinin ihtiyarına zıd ve arzusuna muhalif hareket ettiklerini hissen ve hadsen herkes nefsinde görmesi, âlemde büyük şeytanların vücuduna kat'î bir delildir.”[186]

            En çok mücadelenin olduğu yer,kalptir.Tüm savaşlar,yenilgiler,galibiyetler,ölüm veya şehidlikler hep önce kalbin etrafında ve kalpte başlar ve oraya göre netice alır.

            Bazen şeytan kendisini reddettirmekle de,fikirlerini kabul ettirir.Kendini unutturarak,isteklerini hatırlattırır.

            “Şeytanın en büyük bir desisesi: Hakaik-i imaniyenin azameti cihetinde dar kalbli ve kısa akıllı ve kasır fikirli insanları aldatır, der ki: "Bir tek zât, umum zerrat ve seyyarat ve nücumu ve sair mevcudatı bütün ahvaliyle tedbir-i rububiyetinde çeviriyor, idare ediyor deniliyor. Böyle hadsiz acib büyük mes'eleye nasıl inanılabilir? Nasıl kalbe yerleşir? Nasıl fikir kabul edebilir?" der. Acz-i insanî noktasında bir hiss-i inkârî uyandırıyor.”[187]

            İnsana dar delikten baktırarak,dar alanları göstermektedir.Meydana çıkmasına müsaade etmemektedir.

            “İşte ey şeytanın desiselerine mübtela olan bîçare insan! Hayat-ı diniye, hayat-ı şahsiye ve hayat-ı içtimaiyenin selâmetini dilersen ve sıhhat-ı fikir ve istikamet-i nazar ve selâmet-i kalb istersen; muhkemat-ı Kur'aniyenin mizanlarıyla ve Sünnet-i Seniyenin terazileriyle a'mal ve hatıratını tart ve Kur'anı ve Sünnet-i Seniyeyi daima rehber yap ve "Eûzü billâhi mine'ş-şeytâni'r-racîm" de, Cenab-ı Hakk'a ilticada bulun.”[188]

            Şeytanın aldatmacalarına mübtela olan kişiye bunlar kamçı olup,O’na kaçmalı,O’ndan kaçmamalıdır.

            "Ey insan!" dediğim vakit, nefsimi murad ediyorum. Bu ders kendi nefsime has iken, ruhen benimle münasebetdar ve nefsi nefsimden daha hüşyar zâtlara belki medar-ı istifade olur niyetiyle, "Ondördüncü Lem'anın İkinci Makamı" olarak müdakkik kardeşlerimin tasviblerine havale ediyorum. Bu ders akıldan ziyade kalbe bakar, delilden ziyade zevke nâzırdır.”[189]

            Risale-i nurun birinci muhatabı kalbtir..kalbe hitab edip,aklı susturur,teslime mecbur eder.

            “Vâhidiyet içinde ukûlü boğmamak ve kalbler Zât-ı Akdes'i unutmamak için, daima vâhidiyetteki sikke-i ehadiyeti nazara veriyor ki, o sikkenin üç mühim ukdesini irae eden "Bismillahirrahmanirrahîm"dir.”[190]

            Kur’anın çoklukla birinci muhatabı avamdır.Aklı ve kalbi karıştırmadan, hakikatı toplu ve öz olarak sunar.

            “Evet hadsiz mahlukatta ve nihayetsiz bir kesrette vahdet sikkeleri, mütedâhil daireler gibi en büyüğünden, en küçük sikkeye kadar enva'ı ve mertebeleri vardır. Fakat o vahdet ne kadar olsa yine kesret içinde bir vahdettir. Hakikî hitabı tam temin edemiyor. Onun için, vahdet arkasında ehadiyet sikkesi bulunmak lâzımdır. Tâ ki, kesreti hatıra getirmesin. Doğrudan doğruya Zât-ı Akdes'e karşı kalbe yol açsın. Hem sikke-i ehadiyete nazarları çevirmek ve kalbleri celbetmek için o sikke-i ehadiyet üstünde gayet cazibedar bir nakış ve gayet parlak bir nur ve gayet şirin bir halâvet ve gayet sevimli bir cemal ve gayet kuvvetli bir hakikat olan rahmet sikkesini ve rahîmiyet hâtemini koymuştur. “[191]

            Kur’an bir fizik ve kimyanın bahsettiği gibi bahsetseydi,istifade cüz_i olurdu.Külli ondan yararlanamazdı.

            “ Bu zamanda ehl-i İslâmın en mühim tehlikesi, fen ve felsefeden gelen bir dalaletle kalblerin bozulması ve imanın zedelenmesidir. Bunun çare-i yegânesi: Nurdur, nur göstermektir ki, kalbler ıslah olsun, imanlar kurtulsun. Eğer siyaset topuzuyla hareket edilse, galebe çalınsa, o kâfirler münafık derecesine iner. Münafık, kâfirden daha fenadır. Demek, topuz böyle bir zamanda kalbi ıslah etmez. O vakit küfür kalbe girer, saklanır; nifaka inkılab eder. Hem nur, hem topuz.. ikisini, bu zamanda benim gibi bir âciz yapamaz. Onun için bütün kuvvetimle nura sarılmağa mecbur olduğumdan, siyaset topuzu ne şekilde olursa olsun bakmamak lâzım geliyor. Amma maddî cihadın muktezası ise; o vazife şimdilik bizde değildir. Evet ehline göre kâfirin veya mürtedin tecavüzatına sed çekmek için topuz lâzımdır. Fakat iki elimiz var. Eğer yüz elimiz de olsa, ancak nura kâfi gelir. Topuzu tutacak elimiz yok!..”[192]

            Bu zamanda en büyük hücum kalbedir.Kalbler ifsad edilmektedir.O halde hücum nereye ise,müdafaada orada ve oradan olmalıdır.

“Baştakilerin başlarına akıl ve kalblerine iman versin, yeter. O vakit kendi kendine iş düzelir.”[193]

Kalbdeki iman hayatın sigortasıdır.

            “Oniki sene evvel inayet-i Rabbaniye ile, marifet-i İlahiyede bir hareket-i fikriye ve bir seyahat-ı kalbiye ve bir inkişafat-ı ruhiyede tezahür eden bazı lemaat-ı tevhidiyeyi Arabî olarak Notalar suretinde Zühre, Şu'le, Habbe, Şemme, Zerre, Katre gibi risalelerde kaydetmiştim. “[194]

            Kalbin seyahati,marifet pencerelerinin açılmasına sebebtir..ancak akıl bineğine binerek.

            “Kendi nefsime hitaben demiştim: Ey gafil Said! Bil ki: Şu âlemin fenasından sonra sana refakat etmeyen ve dünyanın harabıyla senden müfarakat eden bir şeye kalbini bağlamak sana lâyık değildir. Hususan senin asrının inkırazıyla seni terkedip arka çeviren ve bahusus berzah seferinde arkadaşlık etmeyen ve hususan seni kabir

kapısına kadar teşyi' etmeyen, hususan bir iki sene zarfında ebedî bir firak ile senden ayrılıp günahını senin boynuna takan, hususan senin rağmına olarak husulü anında seni terkeden fâni şeylerle kalbini bağlamak, kâr-ı akıl değildir. Eğer aklın varsa; uhrevî inkılabatında, berzahî etvarında ve dünyevî inkılabatının müsadematı altında ezilen, bozulan ve ebedî seferde sana arkadaşlığa muktedir olmayan işleri bırak, ehemmiyet verme, onların zevalinden kederlenme. Sen kendi mahiyetine bak ki: Senin latifelerin içinde öyle bir latife var ki, ebedden ve ebedî zâttan başkasına razı olamaz. Ondan başkasına teveccüh edemiyor, masivasına tenezzül etmez. Bütün dünyayı ona versen, o fıtrî ihtiyacı tatmin edemez. O şey ise, senin duygularının ve latifelerinin sultanıdır. Fâtır-ı Hakîm'in emrine muti' olan o sultanına itaat et, kurtul!..”[195]

            Kalbin geçici şeylerle meşguliyeti ve ona bağlanması,kalbin iflasıdır.

            “ Şu notada Avrupa fünunu ve medeniyeti, Eski Said'in fikrinde bir derece yerleştiği için, Yeni Said harekât-ı fikriyede seyrettiği zaman, Avrupa'nın fünun ve medeniyeti, o seyahat-ı kalbiyede emraz-ı kalbiyeye inkılab ederek ziyade müşkilâta medar olduğundan, bilmecburiye Yeni Said zihnini silkeleyip, müzahref felsefeyi ve sefih medeniyeti atmak isterken, kendi ruhunda Avrupa'nın lehinde şehadet eden hissiyat-ı nefsaniyeyi susturmak için, Avrupa'nın şahs-ı manevîsi ile bir cihette gayet kısa, bir cihette uzun, gelecek muhavereye mecbur olmuştur.”[196]

            Avrupa,mücerred kalbsiz bir akıldır..uğursuzlukları buradandır.

“..Senin şeametinle, kalbinin en derin köşelerinde ve ruhunun tâ esasında dalalet darbesini yiyen ve o dalalet cihetiyle bütün emelleri inkıtaa uğrayan ve bütün elemleri ondan neş'et eden bir bîçare insana hangi saadeti temin ediyorsun? Acaba zâil, yalancı bir cennette cismi bulunan ve kalbi, ruhu cehennemde azab çeken bir insana mes'ud denilebilir mi? İşte sen bîçare beşeri böyle baştan çıkardın, yalancı bir cennet içinde cehennemî bir azab çektiriyorsun.”[197]

Ondandır ki,daha cehenneme gitmeden,cehennem azabını çekmekte ve çektirmektedir.Kalbini aklına yedirmektedir.

            “Vicdan bu derece teellüme tahammül edemediğinden; o yolda giden, iki şeyden birisine mecbur olur. Ya insaniyetten tecerrüd edip ve nihayetsiz vahşeti iltizam ederek öyle bir kalbi taşıyacak ki, kendi selâmetiyle beraber umumun helâketi onu müteessir etmesin veyahud kalb ve aklın muktezasını ibtal etsin.”[198]

            Avrupa bugün kalbini geçici olarak iptal etmiş,çalıştırılması gerek.

            “Mehasin-i ubudiyetin binlerinden yalnız buna bak ki: Nebi Aleyhisselâm, ubudiyet cihetiyle muvahhidînin kalblerini îd ve cuma ve cemaat namazlarında ittihad ettiriyor ve dillerini bir kelimede cem' ediyor. Öyle bir surette ki: Şu insan, Mabud-u Ezelî'nin azamet-i hitabına, hadsiz kalblerden ve dillerden çıkan sesler, dualar, zikirler ile mukabele ediyor.”[199]

            İmandaki birlik,kalblerdeki birliği de netice vermektedir.

            “ Bil ey gafil, müşevveş Said! Cenab-ı Hakk'ın nur-u marifetine yetişmek ve bakmak ve âyât ve şahidlerin âyinelerinde cilvelerini görmek ve berahin ve deliller mesamatıyla temaşa etmek iktiza ediyor ki; senin üstünden geçen, kalbine gelen ve aklına görünen herbir nuru tenkid parmaklarıyla yoklama ve tereddüd eliyle tenkid etme! Sana ışıklanan bir nuru tutmak için elini uzatma; belki gaflet esbabından tecerrüd et, onlara müteveccih ol, dur.”[200]

            Kalb,kendisine gelenleri süzmeli..onlardaki niyeti sezmelidir.

            “Üçüncü kısım ise: Nur gibidir; görünür, fakat ne hissedilir, ne de tutulur. Öyle ise kalbinin gözüyle, ruhunun nazarıyla kendini ona mukabil tut ve gözünü ona tevcih et, bekle; belki kendi kendine gelir. Çünki nur; el ile tutulmaz, parmaklar ile avlanmaz, belki o nur ancak basiret nuruyla avlanır. Eğer harîs ve maddî elini uzatsan ve maddî mizanlarla tartsan, sönmese de gizlenir. Çünki öyle nur, maddîde hapse razı olmadığı gibi, kayda da giremez, kesifi kendine mâlik ve seyyid kabul etmez.”[201]

            Kalb bir aynadır.Nura makes olmalıdır.En büyük körlük,kalbdeki körlüktür.Kalb nura âşinadır.İmanın nuru,Kur’anın nuru,kalbin gözünün nurudur..onunla görür..onu görür.

            “Ey Rabb-i Rahîmim ve ey Hâlık-ı Kerimim! Benim sû'-i ihtiyarımla ömrüm ve gençliğim zayi' olup gitti. Ve o ömür ve gençliğin meyvelerinden elimde kalan, elem verici günahlar, zillet verici elemler, dalalet verici vesveseler kalmıştır. Ve bu ağır yük ve hastalıklı kalb ve hacaletli yüzümle kabre yakınlaşıyorum. “[202]

            İradenin yanlış kullanılması,insanı yolda bırakan kalbi hastalıktır.

            “ Esma-i İlahiyenin herbirisinin bir güneş gibi kalbden Arş'a kadar cilveleri var. Kalb de bir Arş'tır, fakat "Ben de Arş gibiyim" diyemez. İşte ubudiyetin esası olan, acz ve fakr ve kusur ve naksını bilmek ve niyaz ile dergâh-ı uluhiyete karşı secde etmeye bedel, naz ve fahr suretinde gidenler; zerrecik kalbini Arş'a müsavi tutar. Katre gibi makamını, deniz gibi evliyanın makamatıyla iltibas eder. Kendini o büyük makamata yakıştırmak ve o makamda kendini muhafaza etmek için tasannuata, tekellüfata, manasız hodfüruşluğa ve birçok müşkilâta düşer.”[203]

            Kalb bizzat bir arş gibi olmayıp,arşın yansımasıdır.Oradan arşı yansıtır..oradan arş yansır.

“Mürşidin ruhu ve kalbi bir âyinedir. Cenab-ı Hak'tan gelen feyze ma'kes olur, müridine aksedilmesine de vesile olur. Vesilelikten fazla feyiz noktasında makam verilmemek lâzımdır. “[204]

Kendisinden bir şey katmayıp ve kendisinden de bir şey bilmeyen mürşidler,ilahi feyizleri başkalarına yansıtmada da bir ayine görevi yaparlar.Her ne vakit kendinden bilse o nur gizlenir.

            “Ey insan! Senin kalbin ve hüviyet ve mahiyetin, bir âyinedir. Senin fıtratında ve kalbinde bulunan şedid bir muhabbet-i beka, o âyine için değil ve o kalbin ve mahiyetin için değil.. belki o âyinede istidada göre cilvesi bulunan Bâki-i Zülcelal'in cilvesine karşı muhabbetindir ki, belâhet yüzünden o muhabbetin yüzü başka yere dönmüş. Madem öyledir. "Ya Bâki Ente-l Bâki" de. Yani madem sen varsın ve bâkisin; fena ve adem ne isterse bize yapsın, ehemmiyeti yok!..”[205]

            Kalbin sahibi Allah olduğu gibi,onun mahsulünün sahibi de O’dur.Başkasına mal etmez.İnsanın deliliğindendir,onu sahibine vermemek..O’nun yolunda kullanmamak.

            “Ey insan! Fâtır-ı Hakîm'in senin mahiyetine koyduğu en garib bir halet şudur ki: Bazan dünyaya yerleşemiyorsun. Zindanda boğazı sıkılmış adam gibi "of, of" deyip dünyadan daha geniş bir yer istediğin halde, bir zerrecik bir iş, bir hatıra, bir dakika içine girip yerleşiyorsun. Koca dünyaya yerleşemeyen kalb ve fikrin, o zerrecikte yerleşir. En şiddetli hissiyatınla o dakikacık, o hatıracıkta dolaşıyorsun.”[206]

            Okyanuslarda yüzmek kendisine dar gelen insan,bazen bir nefescik gibi bir damlada boğulur.Küçük şeyler küçük görülmemeli zira büyük şeyler küçük şeylerden oluşur.

            “Madem dünya hayatı ve cismanî yaşayış ve hayvanî hayat böyledir; hayvaniyetten çık, cismaniyeti bırak, kalb ve ruhun derece-i hayatına gir. Tevehhüm ettiğin geniş dünyadan daha geniş bir daire-i hayat, bir âlem-i nur bulursun. İşte o âlemin anahtarı, marifetullah ve vahdaniyet sırlarını ifade eden "Lâ İlahe İllallah" kelime-i kudsiyesiyle kalbi söylettirmek, ruhu işlettirmektir.”[207]

            Bu dünyaya talim için gelip,buranın malı olmayan insan ve insan kalbi,çocuk gibi oyuncaklarla meşgul olup,hayatını bitirir.

            “Sâbık ikinci nüktede, kuvve-i zaika kapıcıdır dedik. Evet ehl-i gaflet ve ruhen terakki etmeyen ve şükür mesleğinde ileri gitmeyen insanlar için bir kapıcı hükmündedir. Onun telezzüzü hatırı için israfata ve bir dereceden on derece fiata çıkmamak gerektir. Fakat, hakikî ehl-i şükrün ve ehl-i hakikatın ve ehl-i kalbin kuvve-i zaikası -Altıncı Söz'deki müvazenede beyan edildiği gibi, kuvve-i zaikası- rahmet-i İlahiyenin matbahlarına bir nâzır ve bir müfettiş hükmündedir. Ve o kuvve-i zaikada taamlar adedince mizancıklarla nimet-i İlahiyenin enva'ını tartmak ve tanımak; bir şükr-ü manevî suretinde cesede, mideye haber vermektir. İşte bu surette kuvve-i zaika, yalnız maddî cesede bakmıyor. Belki kalbe, ruha, akla dahi baktığı cihetle midenin fevkınde hükmü var, makamı var.”[208]

            Lezzetin lafız midenin,mânası kalbindir.Nimetin maddesiyle beden beslenirken,şükrüyle ruh beslenir.

            “Bir zaman Hazret-i Gavs-ı A'zam Şeyh Geylanî'nin (K.S.) terbiyesinde, nazdar ve ihtiyare bir hanımın bir tek evlâdı bulunuyormuş. O muhterem ihtiyare, gitmiş oğlunun hücresine; bakıyor ki, oğlu bir parça kuru ve siyah ekmek yiyor. O riyazattan za'fiyetiyle vâlidesinin şefkatini celbetmiş. Ona acımış. Sonra Hazret-i Gavs'ın yanına şekva için gitmiş. Bakmış ki, Hazret-i Gavs kızartılmış bir tavuk yiyor. Nazdarlığından demiş: "Ya Üstad! Benim oğlum açlıktan ölüyor. Sen tavuk yersin!" Hazret-i Gavs tavuğa demiş: "Kum biiznillah!" O pişmiş tavuğun kemikleri toplanıp, tavuk olarak yemek kabından dışarı atıldığını, mutemed ve mevsuk çok zâtlardan Hazret-i Gavs gibi keramat-ı hârikaya mazhariyeti dünyaca meşhur bir zâtın bir kerameti olarak manevî tevatürle nakledilmiş. Hazret-i Gavs demiş: "Ne vakit senin oğlun da bu dereceye gelirse, o zaman o da tavuk yesin." İşte Hazret-i Gavs'ın bu emrinin manası şudur ki: Ne vakit senin oğlun da ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklı midesine hâkim olsa ve lezzeti şükür için istese, o vakit leziz şeyleri yiyebilir...”[209]

            Gerçek mâna,kalb ve hakikat kahramanları işte o mâyı yer ve o mânaya talibdirler.

            “İnsanın bir eli diğer eline rekabet etmez, bir gözü bir gözünü tenkid etmez, dili kulağına itiraz etmez, kalb ruhun ayıbını görmez.. belki birbirinin noksanını ikmal eder, kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder, vazifesine muavenet eder; yoksa o vücud-u insanın hayatı söner, ruhu kaçar, cismi de dağılır.”[210]

            Tüm cihazlar kalbi,kalbde ruhu tekmil eder.

“Evet Risale-i Nur şakirdlerinin kalbi, aklı, ruhu; böyle aşağı, zararlı, süflî şeylere tenezzül etmez. Fakat herkeste nefs-i emmare bulunur. Bazı da hissiyat-ı nefsiye damarlara ilişir. Bir derece hükmünü; kalb, akıl ve ruhun rağmına olarak icra eder. Sizlerin kalb ve ruh ve aklınızı ittiham etmem. Risale-i Nur'un verdiği tesire binaen itimad ediyorum. Fakat nefs ve heva ve hiss ve vehim bazan aldatıyorlar. Onun için, bazan şiddetli ikaz olunuyorsunuz. Bu şiddet, nefs ve heva ve hiss ve vehme bakıyor; ihtiyatlı davranınız. “[211]

İmtihan son nefese kadar sürmektedir.Nefis öldürülse de,vazifesini damarlara devreder,o görevi devam ettirir.

            “İşte nev-i insanın tenevvüünün en mühim mayesi ve zenbereği; müsabaka ile, hakikî imanlı fazilettir. Fazileti kaldırmak, mahiyet-i beşeriyenin tebdiliyle, aklın söndürülmesiyle, kalbin öldürülmesiyle, ruhun mahvedilmesiyle olabilir.”[212]

            Fazilet kalbe aid bir haslettir..kalbin süsüdür.

            “Çalış kalbi kaldır, muktedirsen âdemiyetten.”[213]

            Kalbin görevi geçici olarak iptal edilse bile,kaldırılması mümkün değildir.Onun anahtarı Allahın elinde,onun sahibi O’dur.

            “Madem insan yalnız cesedden ibaret değil. Cesedi beslemek için; kalb, dil, akıl, dimağ koparılıp o cesede yedirilmez, onlar imha edilmez. Onlar da idare ister.”[214]

            Efendi hizmetçisine harcattırılmaz..zulüm olur.Kalb efendi,diğer organlar onun birer hizmetçisidir.

            “Fakat madem dünya bir gün bize haydi dışarı diyecek, feryadımızdan kulağını kapayacak, o bizi dışarı koğmadan biz bu hastalıklar ikazatıyla şimdiden onun aşkından vazgeçmeliyiz. O bizi terketmeden, kalben onu terke çalışmalıyız.”[215]

            Kalbin yerinde kullanılması,fani şeylere bağlanmaması iledir.Dünyayı kalbe değil,kasaya koymaktır.Orası ezeli ve bedi olan Allahın makamıdır.

            “Günahlar, hayat-ı ebediyede daimî hastalıklardır. Bu hayat-ı dünyevîde dahi kalb, vicdan, ruh için manevî hastalıklardır. Sen eğer sabredip şekva etmezsen, şu muvakkat bir hastalık ile daimî pek çok hastalıklardan kurtuluyorsun. Eğer günahları düşünmüyorsan, yahud âhireti bilmiyorsan veya Allah'ı tanımıyorsan, sende öyle dehşetli bir hastalık var ki; milyon defa sendeki bu küçük hastalıktan daha büyüktür. Ondan feryad et. Çünki bütün dünyanın mevcudatıyla kalbin, ruhun ve nefsin alâkadardır. Mütemadiyen firak ve zeval ile o alâkalar kesilip, sende hadsiz yaralar açılır.”[216]

            En tedavisi mümkün olmayan hastalık imansızlık hastalığıdır.İman olmadıkça sahibini kanser gibi müzmin olarak öldürür.

            “Hem iman, geçmiş ve gelecek zamana nüfuz edemeyen o cüz'-i ihtiyarînin dizginini cismin elinden alıp, kalbe ve ruha teslim eder. Ruh ve kalbin daire-i hayatı ise, cisim gibi hazır zamana münhasır olmadığından, pek çok seneler maziden, pek çok seneler istikbalden daire-i hayatına dâhil olduğundan; o cüz'-i ihtiyarî, cüz'iyetten çıkıp külliyet kesbeder. Zaman-ı mazinin en derin derelerine kuvvet-i iman ile girebildiği ve hüzünlerin zulmetlerini def'edebildiği gibi; nur-u iman ile istikbalin en uzak dağlarına kadar çıkar, korkuları izale eder.”[217]

            İman,dar alemden ve dar boyutlardan ebede aleme geçişe sebeptir.Dizgini kusurlu ve kısır bedene değil,geniş boyutlu ruh ve kalbe teslim etmektedir.

“Gençlik, eğer ehl-i kalb, ehl-i huzur ve aklı başında ve kalbi yerinde bulunan mü'minlerde olsa, ibadete ve hayrata ve ticaret-i uhreviyeye sarfedilse; en kuvvetli bir vesile-i ticaret ve güzel ve şirin bir vasıta-i hayrattır.”[218]

Azgın atı gelde çocuğa teslim et!Gençliğin seyisi kalbdir..kalbdedir.

“Nefs ve şeytan, ehl-i dalalet ve ehl-i felsefeden aldıkları derse istinad ederek, akıl ve kalbe hücum ettiler. Bu hücumdaki münazarat-ı nefsiye lillahilhamd kalbin muzafferiyetiyle neticelendi. Çok risalelerde kısmen o münazaralar yazılmış. Onlara iktifa edip, burada yalnız binde bir muzafferiyet-i kalbiyeyi göstermek için, binler bürhandan birtek bürhan beyan edeceğim. Tâ ki, gençliğinde hikmet-i ecnebiye veya fünun-u medeniye namı altındaki kısmen dalalet, kısmen malayaniyat mes'eleleriyle ruhunu kirletmiş, kalbini hasta etmiş, nefsini şımartmış bir kısım ihtiyarların ruhunda temizlik yapsın. Tevhid hakkında şeytan ve nefsin şerrinden kurtulsun. “[219]

Kalbi mani derslerle takviye edip beslenir ve desteklenirse,şeytan ve nefis hileleriyle bir halt edemez.Tarih buna şahit örnekleriyle doludur.

“Evet bana öyle bir Hâlık ve Rab lâzım ki, en küçük hatırat-ı kalbimi ve en hafî niyazımı bilecek ve en gizli ihtiyac-ı ruhumu yerine getirdiği gibi, bana saadet-i ebediyeyi vermek için, koca dünyayı âhirete tebdil edecek ve bu dünyayı kaldırıp âhireti yerine kuracak, hem sineği halkettiği gibi semavatı da icad edecek, hem Güneş'i semanın yüzüne bir göz olarak çaktığı gibi bir zerreyi de gözbebeğimde yerleştirecek bir kudrete mâlik olsun. Yoksa sineği halkedemeyen, hatırat-ı kalbime müdahale edemez, niyaz-ı ruhumu işitemez.. semavatı halketmeyen, saadet-i ebediyeyi bana veremez. Öyle ise benim Rabbim odur ki; hem hatırat-ı kalbimi ıslah eder, hem cevv-i havayı bulutlarla bir saatte doldurup boşalttığı gibi, dünyayı âhirete tebdil edip, Cennet'i yapıp, kapısını bana açar; "Haydi gir" der.”[220]

Allah insanın kalbine doğanı bildiği gibi,kâinatın kalbine doğanı da bilmektedir.

“Arz memleketinde insanların kalblerine uzanmış manevî telefonları olduğu gibi, semavat âlemi, yalnız âlem-i cismanîye bakmıyor; belki âlem-i ervahı ve âlem-i melekûtu tazammun ettiğinden, bir cihette perde altında âlem-i şehadeti ihata etmiştir. Hem âlem-i bâkiden ve dâr-ı bekada kalb-i Muhammedîye (A.S.M.) gelen vahy ve huzur-u Muhammediyeye (A.S.M.) gelen Cebrail ve nazar-ı Muhammedîye (A.S.M.) görünen hakaik-i gaybiye, sağlam ve müstakimdir, hiçbir cihetle şübhe girmez diye Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan mu'cizane haber veriyor.”[221]

Kalb çalıştırılır ve terakki ettirilirse,bütün alemle ve alemin ötesiyle bağlantı kurar,iletişimini sürdürür.

            “Bu âlem-i fâni ve âlem-i şehadet ise âlem-i gayba ve dâr-ı bekaya bir perdedir. Cennet'in merkez-i kübrası uzakta olmakla beraber, âlem-i misal âyinesi vasıtasıyla her tarafta görünmesi mümkün olduğu gibi, hakkalyakîn derecesindeki imanlar vasıtasıyla, Cennet'in bu âlem-i fânide -temsilde hata olmasın- bir nevi müstemlekeleri ve daireleri bulunabilir ve kalb telefonuyla yüksek ruhlar ile muhabereleri olabilir, hediyeleri gelebilir.”[222]

            Kişi gideceği yerle gitmeden önce haberleşip bağlantı kurabilir.

“Evet kalblerde, perde-i gaybda ihtar edici bir zâta bakan hiçbir hatırat-ı gaybiye; ve ilham edici bir zâta baktıran hiçbir ilhamat-ı sadıka; ve hakkalyakîn suretinde sıfât-ı kudsiye ve esma-i hüsnanı keşfeden hiçbir itikad-ı yakîne; ve enbiya ve evliyada bir Vâcib-ül Vücud'un envârını aynelyakîn ile müşahede eden hiçbir nuranî kalb; ve asfiya ve sıddıkînde, bir Hâlık-ı Külli Şey'in âyât-ı vücubunu ve berahin-i vahdetini ilmelyakîn ile tasdik eden, isbat eden hiçbir münevver akıl yoktur ki, senin vücub-u vücuduna ve sıfât-ı kudsiyene ve senin vahdetine ve ehadiyetine ve esma-i hüsnana şehadet etmesin, delaleti bulunmasın ve işareti olmasın. Ve bilhassa bütün enbiya ve evliya ve asfiya ve sıddıkînin imamı ve reisi ve hülâsası olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın ihbarını tasdik eden hiçbir mu'cizat-ı bahiresi ve hakkaniyetini gösteren hiçbir hakikat-ı âliyesi ve bütün mukaddes ve hakikatlı kitabların hülâsat-ül hülâsası olan Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın hiçbir âyet-i tevhidiye-i katıası ve mesail-i imaniyeden hiçbir mes'ele-i kudsiyesi yoktur ki; senin vücub-u vücuduna ve kudsî sıfatlarına ve senin vahdetine ve ehadiyetine ve esma ve sıfâtına şehadet etmesin ve delaleti olmasın ve işareti bulunmasın!..”[223]

Kalb sürekli O’ndan haber vermekte..O’nu haber vermektedir.

“Herşeye muhit olan Arş-ı A'zam'ın külliyat-ı umûrunu idareden, tâ kalbin gayet gizli ve cüz'î hatıratını ve arzularını ve dualarını bilmek ve işitmek ve idare etmeye kadar cereyan eden rububiyetinin derece-i haşmetini.. ve gözümüz önünde hadsiz muhtelif eşyayı birden icad eden hiçbir fiil, bir fiile; bir iş, bir işe mani olmadan, en büyük bir şeyi, en küçük bir sinek gibi kolayca yapan kudretinin derece-i azametini icma' ile, ittifak ile ilân ve ihbar ve isbat ediyorlar. Hem nasılki bu kâinatı, zîruha hususan insana mükemmel bir saray hükmüne getiren ve Cennet'i ve saadet-i ebediyeyi cinn ve inse ihzar eden ve en küçük bir zîhayatı unutmayan ve en âciz bir kalbin tatminine ve taltifine çalışan rahmetinin hadsiz genişliğini ve zerrattan tâ seyyarata kadar bütün enva'-ı mahlukatı emirlerine itaat ettiren ve teshir ve tavzif eden hâkimiyetinin nihayetsiz vüs'atini haber vererek, mu'cizat ve hüccetleriyle isbat ederler…”[224]

Allah tüm isim ve sıfatlarıyla zatı gibi ezeli ve ebedidir.O her şey kuşatmış,eşya ise O’nu kuşatamamıştır.

            “Yâ Rabbî ve yâ Rabb-es Semavati Ve-l Aradîn! Yâ Hâlıkî ve yâ Hâlık-ı Külli Şey! Gökleri yıldızlarıyla, zemini müştemilatıyla ve bütün mahlukatı bütün keyfiyatıyla teshir eden kudretinin ve iradetinin ve hikmetinin ve hâkimiyetinin ve rahmetinin hakkı için, nefsimi bana müsahhar eyle! Ve matlubumu bana müsahhar kıl! Kur'ana ve imana hizmet için, insanların kalblerini Risale-i Nur'a müsahhar yap! Ve bana ve ihvanıma iman-ı kâmil ve hüsn-ü hâtime ver. Hazret-i Musa Aleyhisselâm'a denizi ve Hazret-i İbrahim Aleyhisselâm'a ateşi ve Hazret-i Davud Aleyhisselâm'a dağı, demiri ve Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm'a cinni ve insi ve Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'a Şems ve Kamer'i teshir ettiğin gibi, Risale-i Nur'a kalbleri ve akılları müsahhar kıl!.. Ve beni ve Risale-i Nur talebelerini, nefis ve şeytanın şerrinden ve kabir azabından ve Cehennem ateşinden muhafaza eyle ve Cennet-ül Firdevs'te mes'ud kıl! Âmîn, Âmîn, Âmîn.”[225]

            Köklü bağlılık,kalbi ve kalben yapılan bağlılıktır..çözülmez.

“Asıl ehemmiyetli musibet, kalbe ve ruha gelen dalalet musibetleri olduğu…”[226]

Dünyada belaların en ağırı,kalbe musallat olan küfür ve dalalet belasıdır.

            “Tevhidde cemal ve kemal-i İlahînin kalben görünmesi ve ruhen hissedilmesi içindir ki; bütün evliya ve asfiya, en tatlı zevklerini ve en şirin manevî rızıklarını kelime-i tevhid olan "Lâ ilahe illallah" zikrinde ve tekrarında buluyorlar.”[227]

            Kalbiyle zevk alıp coşanları,aklıyla bakıp değerlendirenler anlıyamaz ve o zevki alamaz.

            “Hem beşerde, kalbinin selâmetine ve istirahatine ait öyle incecik ve gizli ve cüz'î matlabları ve ruhunun bekasına ve saadetine medar öyle büyük ve muhit ve küllî maksadları var ki, onları öyle bir zât verebilir ki, kalbin en ince ve görünmez perdelerini görür, lâkayd kalmaz. Hem en gizli ve işitilmez gayet mahfî sesleri işitir, cevabsız bırakmaz.”[228]

            Kalb kumandanı;bir erinden bir ordusuna kadar hiç birini unutmaz.

            “İnsanın en lezzetli ve tatlı ve kıymetli hissi olan muhabbet, eğer sırr-ı tevhid yardım etse, bu küçücük insanı, kâinat kadar büyüttürür ve genişlik verir ve mahlukata nazenin bir sultan yapar. Eğer şirk ve küfre düşse el'iyazü billah öyle bir musibet olur ki, mütemadiyen zeval ve fenada mahvolan hadsiz mahbublarının ebedî firakları ile bîçare kalb-i insanîyi her dakika parça parça eder. Fakat gaflet veren lehviyatlar, muvakkaten ibtal-i his nev'inden zahiren hissettirmiyor.”[229]

            Demiri muhabbet ateşi eritir ve şekillendirir.Allah namına seven bir kalb de,alemi kucaklar..bir anne gibi…

            “Bir meyvedar ağacın sahibi, o ağaçtan en ziyade ehemmiyet verdiği ve alâkadarlık gösterdiği cihet ve madde, o ağacın meyveleri ve dallarının uçlarındaki semereleri ve tohumluk için o meyvelerin kalblerinde ve bizzât kalbleri olan çekirdekleridir. Ve onun mâliki, aklı varsa, o dallardaki meyveleri başkalara daimî temlik edip, boşboşuna mâlikiyetini bozmaz. Aynen öyle de; şu kâinat denilen ağacın dalları olan unsurlar ve unsurların uçlarında bulunan ve çiçekleri ve yaprakları hükmünde olan nebatat ve hayvanat ve o yaprakların ve çiçeklerin en yukarısındaki meyveler olan insanlar ve o meyvelerin en mühim meyveleri ve semereleri ve netice-i hilkatları olan ubudiyetlerini ve şükürlerini ve bilhassa o meyvelerin cem'iyetli çekirdekleri olan kalblerini ve zahr-ı kalb denilen kuvve-i hâfızalarını başka kuvvetlere hiçbir cihetle kaptırmaz ve kaptırmakla saltanat-ı rububiyetini kırmaz ve kırmakla mabudiyetini bozmaz.”[230]

            Çiftiçinin tohum ve çekirdeğine sahib çıkması gibi;Allah da kâinatın çekirdeği olan insana,insanın çekirdeği olan kalbe,kalbin çekirdeği olan hafız duygusuna elbette sahib olcak,onu başka ellere bırakmayacak,vermeyecektir.

            “O cüz'î meyvenin kalbi, hem hadîsçe zahr-ı kalb denilen insanın hâfızası, ekser enva'ın bir çeşit muhtasar fihristesi ve bir küçük nümune haritası ve şecere-i kâinatın bir manevî çekirdeği ve ekser esma-i İlahiyenin incecik bir âyinesi olduğu; hem o kalbin ve hâfızanın emsalleri ve sikkeleri bir tarzda bulunan bütün kalblerin ve hâfızaların kâinat yüzünde müstevliyane intişarları, elbette bütün kâinatı kabza-i tasarrufunda tutan bir zâta bakar ve yalnız onun eseriyim ve onun san'atıyım derler.”[231]

            Kâinatın ve esma-i ilahiyyenin tezahürü,kalb haritasında mevcuttur. Kalb, alemlerin haritasıdır.

            “Hayvanat içinde beni dahi menşeim olan bir katre sudan yaratan yaratmış, mu'cizane yapmış, kulağımı açıp gözümü takmış, kafama öyle bir dimağ, sineme öyle bir kalb, ağzıma öyle bir dil koymuş ki, o dimağ ve kalb ve dilde rahmetin umum hazinelerinde iddihar edilen bütün rahmanî hediyeleri, atiyyeleri tartacak, bilecek yüzer mizancıkları, ölçücükleri ve esma-i hüsnanın nihayetsiz cilvelerinin definelerini açacak, anlayacak binler âletleri yaratmış, yapmış, yazmış; kokuların, tatların, renklerin adedince tarifeleri o âletlere yardımcı vermiş.”[232]

            18 bin alemin haritası olan kalb,onların mizanlarına da sahibtir.Alemleri tartan ve tanıyan ilahi bir terazi..hassas…

            ”Ben değil sizi, belki dünyanızı sevseydim, dünyadan çekilmezdim. Ne sizi ve ne de dünyanızı beğenmiyorum. Fakat karışmıyorum. Çünki ben başka maksaddayım; başka noktalar benim kalbimi doldurmuş, başka şeyleri düşünmeye kalbimde yer bırakmamış. Sizin vazifeniz ele bakmaktır, kalbe bakmak değil! Çünki idarenizi, asayişinizi istiyorsunuz. El karışmadığı vakit, ne hakkınız var ki, hiç lâyık olmadığınız halde "Kalb de bizi sevsin" demeye? Kalbe karışsanız...”[233]

            Kalbine ulvilikleri doldurup onlarla meşgul olan,süfli şeylerle meşgul olmaz..tenezzül etmez.

            “Sayın Hâkimler! Teessür ve ızdırab karşısında kalbden bir parça kopsa idi, bir genç dinsiz olmuş haberi karşısında o kalbin atom zerratı adedince paramparça olması lâzım gelir.”[234]

            Kalbe atılan imansızlık bombası,hiroşimaya atılan bombadan daha tahrib edicidir.Birinin neticesi zulmen ölme,diğerinin mazlumen ölmedir.

“Ve bolşeviklik dahi çok mukaddesat-ı ahlâkiye ve kalbiye ve insaniyeyi bozduğundan, elbette ektikleri tohumlar hiç bir kayıd ve hürmet tanımayan anarşistlik mahsulünü verecek. Çünki kalb-i insanîden hürmet ve merhamet çıksa; akıl ve zekâvet, o insanları gayet dehşetli ve gaddar canavarlar hükmüne geçirir, daha siyasetle idare edilmez.”[235]

Kalb,ahlak-ı ilahiyyenin nüzul yer..menba-ı..kasası..mahfazası…

“Merhametsiz siyah bir kalb; kâinatı ağlar, çirkin, zulüm ve zulümat suretinde görür. Fakat iman gözüyle baksa; yetmiş güzel hulleleri giymiş bir cennet hurisi gibi, rahmetler ve hayırlar ve hikmetlerden dikilmiş yetmiş binler güzel libasları birbiri üstüne giymiş, daima güler, rahmetle tebessüm eder bir insan-ı ekber ve ondaki insan nev'ini bir kâinat-ı suğra ve herbir insanı bir âlem-i asgar müşahede eder.”[236]

Kalıblar kalbe göre şekillenir..oluşur..görür ve görünürler…

“Kezalik kalb ve ruhların gıdası olan ahkâm-ı diniyenin füruatı da, ömr-ü beşerin devreleri itibariyle tebeddüle uğrar.”[237]

Kalb,kudret-i ilahiyyenin sebebsiz yapımı olup,gıdası da yine O’na vâbeste..O’na bakmakta..O’nunla ve O’ndan beslenmektedir.

“Kalb, takva ile seyyiattan temizlenir temizlenmez hemen onun ardında iman ile tezyin edilmiş ve süslendirilmiştir.”[238]

Kalbin zırh ve kalkanı takvadır.

            “Hasenat da, ya kalb ile olur veya kalıb ve beden ile olur veyahut mal ile olur. A'mal-i kalbînin şemsi, imandır. A'mal-i bedeniyenin fihristesi, namazdır. A'mal-i maliyenin kutbu, zekattır.”[239]

            Bütün amellerin kaynağını oluşturan iman,kalbin güneşi..kalbi güneş gibi aydınlatmakta..kalbe kalb olmaktadır.

            “İman, Sa'd-ı Taftazanî'nin tefsirine göre: "Cenab-ı Hakk'ın istediği kulunun kalbine, cüz'-i ihtiyarının sarfından sonra ilka ettiği bir nurdur." denilmiştir. Öyle ise iman, Şems-i Ezelî'den vicdan-ı beşere ihsan edilen bir nur ve bir şuadır ki, vicdanın iç yüzünü tamamıyla ışıklandırır. Ve bu sayede bütün kâinat ile bir ünsiyet, bir emniyet peyda olur. Ve herşeyle kesb-i muarefe eder. Ve insanın kalbinde öyle bir kuvve-i maneviye husule gelir ki, insan o kuvvet ile her musibete, her hâdiseye karşı mukavemet edebilir. Ve öyle bir vüs'at ve genişlik verir ki, insan o vüs'atle geçmiş ve gelecek zamanları yutabilir.”[240]

            Her şeyin arşı,bütün nurların şarteli olan imanın düğmesi kalbde,oda insanın elindedir.Bir düğmeye basarak hayatını ve her şeyi aydınlatabilir de,karartabilir de…

            “Namaz, kalblerde azamet-i İlahiyeyi tesbit ve idame ve akılları ona tevcih ettirmekle adalet-i İlahiyenin kanununa itaat ve nizam-ı Rabbanîye imtisal ettirmek için yegâne İlahî bir vesiledir.”[241]

            Namaz,kalbde dağınık bulunan hakikatlerin yerleştirilip ekilmesine..gelişip büyümesine vesiledir.

            “Sual: Şeytanın kalbinde marifet var mıdır?

            Cevab: Yoktur. Çünki san'at-ı fıtriyesi iktizasınca, kalbi daima idlâl ile telkin için, fikri daima küfrü tasavvur etmekle meşgul olduğundan, kalbinde veya fikrinde boş bir yer marifet için kalmıyor.”[242]

            Şeytan hayra kabiliyet hakkını kaybetmiştir.Tek cihete ve tek hatta çalışmaktadır.Bu da sürekli tedenniyi ve alçalmayı netice vermektedir.Bütün duyguları şerri netice vermekte,sadece şer üretmektedir.

            “S- Küfür, kalbe ait bir sıfattır. Kalbde o sıfat bulunmadığı takdirde, zünnar bağlanmasından veya ona kıyas edilen şapkanın giyilmesinden ne için küfür hasıl olsun?

            C-Gizli olan umûra, şeriat emarelere göre hükmeder. Hattâ illet olmayan esbab-ı zahirîyi, illet yerine kabul eder. Binaenaleyh itmam-ı rükûa mani olan bir kısım zünnarların bağlanması ve secdenin ikmaline mani olan bazı şapkaların giyilmesi, ubudiyetten istiğna ve küfre teşebbüh etmeye emarelerdir. Gizli olan o sıfat-ı küfriyenin yok olduğuna kat'iyyetle hükmedilemediğinden, bu gibi emarelere göre hükmedilir.”[243]

            Kömür tartısında birkaç kilo önemsenmeyebilir ancak altın ve elmasın tartılmasında az bir hata büyük zararları netice verir.

            Kalbinde az bir sapması ve bunu oluşturacak sebebler küçük ve önemsiz değillerdir.Zira kalbdeki az bir açı,diğer organları büyük açı olarak yansır.Gözün üzerine düşen bir kıl,koca alemi perdeler,kapatır.Kalpteki bir leke,insan alemini lekedâr eder,örter.

            “Kalb gözü, sanki cevahire bir hazine olmak üzere Cenab-ı Hak tarafından yapılan bir binadır. Vakta ki sû'-i ihtiyarlarıyla ifsada uğradı ve cevherlere yapılan yerler, yılanlar ve akreplerle doldu; kapısı hatmedildi ki, o sâri hastalıktan başkaları mutazarrır olmasın.”[244]

            İnsan nasıl bir alem,kalb dahi öyle bir alem..ilahi cevherlerle donatılmıştır..

            Kalbde meydana gelecek bozukluğun diğer organlara sirayet etmemesi,şeytan gibi tamamen hayra kapalı olunmaması için kalb mühürlenir.Bundandır ki,kâfirin her sıfatı kâfir olmak gerekmez.

            Eğer o kalb mühürlenip kapatılmasaydı,dünya bizzat cinni şeytan gibi insi şeytanlarla da dolacaktı.

            Kalb evinin kanalizasyon kapağı ve vanası kapatılmış oldu.

            “S- Bu âyette kalbin sem' ve basara takdimindeki hikmet nedir?

            C- Kalb imanın mahalli olduğu gibi, en evvel Sâni'i arayan ve isteyen ve Sâni'in vücudunu delailiyle ilân eden, kalb ile vicdandır. Zira kalb, hayat malzemesini düşünürken, en büyük bir acze maruz kaldığını hisseder etmez, derhal bir nokta-i istinadı; kezalik emellerinin tenmiyesi (nemalandırmak) için bir çare ararken, derhal bir nokta-i istimdadı aramaya başlar. Bu noktalar ise, iman ile elde edilebilir. Demek, kalbin sem' ve basara hakk-ı takaddümü vardır.”[245]

            Organların araştırma emri kalbden çıkar..onay oraya aiddir..ondan dolayı da öncelik kalbindir.Organları besleyen kalbdir.

            “Kalbden maksad; sanevberî (çam kozalağı) gibi bir et parçası değildir. Ancak bir latife-i Rabbaniyedir ki, mazhar-ı hissiyatı, vicdan; ma'kes-i efkârı, dimağdır. Binaenaleyh o latife-i Rabbaniyeyi tazammun eden o et parçasına kalb tabirinden şöyle bir letafet çıkıyor ki; o latife-i Rabbaniyenin insanın maneviyatına yaptığı hizmet, cism-i sanevberînin cesede yaptığı hizmet gibidir. Evet nasılki bütün aktar-ı bedene mâ-ül hayatı neşreden o cism-i sanevberî bir makine-i hayattır ve maneviyatın heyet-i mecmuasını hakikî bir nur-u hayat ile canlandırır, ışıklandırır; nur-u imanın sönmesiyle mahiyeti, meyyit-i gayr-ı müteharrik gibi bir heykelden ibaret kalır.”[246]

            Bedeni,hayat makinasını çalıştıran,vücuda kanı pompalayan çam kozalağı şeklindeki kalbdir.Ancak kalbin kalbi,latifeyi rabbaniye olan manevi kalbdir ki,manevi duygulara hayat bu kalbin çekirdeğinden pompalanmaktadır.O durduğu an,hayat devam etse de insanlık durur.

“Evet kalbin hatmi, delail-i kalbiye ve vicdaniyeye aittir. Sem'in hatmi, delail-i nakliye ve hariciyeye aittir. Ve keza her iki hatmin bir cinsten olmadığına bir remizdir.”[247]

Kalb gözü kör olursa hakikatı görmez..hakikatlar gizlenir..vicdan söner.

            “S- Kalb ile basarın cem' sîgasıyla, sem'in müfred suretinde zikirlerinde ne gibi bir hikmet vardır?

            C- Kalb ile basarın taalluk ettikleri şeyler mütehalif, yolları mütebayin, delilleri mütefavit, talim ve telkin edicileri mütenevvidir. Sem' ise, kalb ve basarın hilafına, masdardır. İşittiren ferddir. Cemaatin işittikleri, ferddir. İşiten ferd, ferd olur. Bunun için müfred olarak iki cem'in arasına düşmüştür.”[248]

            Kulak bir cihetten ve bir ferdi işitir.Kalb ve gözün anlama ve işitme alanı altı cihet hatta cihetsiz her taraftan gelen mesajları alır.Bundan dolayı çoğul olarak zikredilmiştir.

            Kalb bir anda tüm organlar ve alemlerle bağlantı halindedir.

            “S- Kalbden sonra tercihan sem'in zikredilmesi neye binaendir?

            C- Melekât ve malûmat-ı kalbiye, alelekser kulak penceresinden kalbe girerler. Bu itibarla sem', kalbe yakındır. Ve aynı zamanda, cihat-ı sitteden malûmat aldığı cihetle kalbe benziyor. Zira göz yalnız ön ciheti görür. Bunlar ise her tarafı görürler.

 Gözlerinin üzerinde de, hakkı görmelerine mâni bir perde vardır.”[249]de, üslûbun tağyiriyle, cümle-i fiiliyeye tercihan cümle-i ismiyenin ihtiyar edilmesi, basar ile görünen delillerin sabit olduklarına; kalb veya sem' ile alınan deliller ise, müteceddid ve gayr-ı sabit olduklarına işarettir.”[250]

            Fiziken de kalb ile kulak birbirine komşudurlar.Kalbe gelen hakikatler ve mesajlar kulak penceresinden aktarılırlar.

            İşitilen akılda hıfzedilir,kalbde nakşedilir,gözde kaydedilir,ruh ve vixdan etkilenir.

“Göz, kalbin âyinesidir.”[251]

Kalb;esma-i ilahiyyenin aynası,göz ise kalbin aynasıdır.

“Küfür üzerine ölen bir kâfir, ebedî bir ömür ile yaşayacak olursa, o gayr-ı mütenahî ömrünü behemehal küfür ile geçireceği şübhesizdir. Çünki kâfirin cevher-i ruhu bozulmuştur. Bu itibarla o bozulmuş olan kalbin gayr-ı mütenahî bir cinayete istidadı vardır. Binaenaleyh ebedî cezası, adalete muhalif değildir.”[252]

Değerli bir şeyin bozulması,değesiz bir şeyin bozulması gibi değildir.Ayran bozulursa içilir,tereyağı bozulursa zehir olur..atılır.

Kalb bozulursa,yılan gibi zehirlemekten zevk alır.

            “Kalblerden bütün vahşet âdetlerini, çirkin ahlâkları kaldırarak, pek yüksek âdât ve güzel ahlâkı tesis etti. Vahşetin çöllerinde sönmüş olan kalblerdeki kasaveti, ince hissiyatla tebdil ettirdi ve cevher-i insaniyeti izhar etti.”[253]

            Rasulullah Efendimiz en büyük inkilabı kalblerde yapmıştır.O’nun büyüklüğü ve 15 asırdır kalblerin sultanı olmasının sırrı buradadır.

            Kalıblarda yerleşenler söküp atılırken,kalblerde yerleşenler sonsuza dek yaşarlar..yaşatırlar.

            O zat kalblerin ve gönüllerin sevgilisi olmuştur.

            “Evet tehzib-ür ruh, riyazet-ül kalb, terbiyet-ül vicdan, tedbir-ül cesed, tedvir-ül menzil, siyaset-ül medeniye, nizamat-ül âlem, hukuk, muamelât, âdâb-ı içtimaiye vesaire vesaire gibi ulûm ve fünunun ihtiva ettikleri esasatın fihristesi, şeriat-ı İslâmiyedir.”[254]

            Kalbin idmanı,faniden bakiye yüzünü çevirmesi,ibadete yönelmesi,islamın kanunları iledir.

“Kalblerin en latifi, en şefiki; kısm-ı sânî ile tabir edilen kadın kalbidir. Fakat kadın ile ruhî imtizacı (geçimi) ikmal eden, kalbî ünsiyet ve ülfeti itmam eden, surî ve zahirî olan arkadaşlığı samimîleştiren; kadının iffetiyle, ahlâk-ı seyyieden temiz ve pâk bulunması ve çirkin ârızalardan hâlî olmasıdır.”[255]

Haya güzeldir..ancak kadında olursa daha güzeldir.Kadın kalbi,latif ve zarif yaratılmıştır.Tabiri caizse,erkek kalbinin ince tarafından..tıpkı insanın en hassas ve ince yeri olan eğe kemiğinden maddesinin yaratılışı gibi…

“Küfür ise ruhu, kalbi söndürür, zulmetler içinde bırakır.”[256]

Küfür,örtmek anlamınadır.Çiftçi içinde bu kullanılır..çünki oda buğdayı toprağın altına ve karanlıklara gömmektedir.Onun gömülmesi hayat iken,kalbin gömülmesi,kalbin ölümü ve sönmesidir.

            “Arkadaş! Kalb ile ruhun hastalığı nisbetinde felsefe ilimlerine meyil ve muhabbet ziyade olur. O hastalık marazı da, ulûm-u akliyeye tevaggul etmek nisbetindedir.”[257]

            Felsefe;karanlıkta bir şey arama sanatıdır.Karanlığa düşen bir kalbin,felsefeyle meşguliyeti artar.

“O şeriatın hikmetleri kalb, his, istidada bakar.”[258]

İlahi hükümler,direkmen kalb bağlantılıdır.

“Takib ettiğim yol, akıl ile kalb arasında yeni açılan berzahî bir yoldur. Akıldan kalbe, kalbden akıla inip çıkmaktan bîzar olmuştum. Bunun için, bir nur bulduğum zaman, hemen üstüne bir kelime bırakıyordum. Fakat o nurların üstüne bıraktığım kelime taşları, delalet için değildi. Ancak kaybolmamak için birer nişan ve birer alâmet olarak bırakırdım. Sonra baktım ki, o zulmetler içinde bana yardım eden o nurlar, Kur'an güneşinden ilham edilen misbah ve kandillerdi.”[259]

Kalbin kemali,akıl iledir.

“Şöhret ayn-ı riyadır ve kalbi öldüren zehirli bir baldır.”[260]

Şöhret,kalbi yükseltip,başı döndürerek,baş aşağı atar.Şöhret,yüksekten düşme sanatıdır.

            “Sonra, o şecerenin semeresi olan insandan bir tanesini şecere-i İslâmiyete çekirdek ittihaz etmiştir. Demek o çekirdek, âlem-i İslâmiyetin hem bânisidir, hem esasıdır, hem güneşidir. Fakat o çekirdeğin çekirdeği kalbdir. Kalbin ihtiyacat saikasıyla âlemin enva'ıyla, eczasıyla pek çok alâkaları vardır. Esma-i hüsnanın bütün nurlarına ihtiyaçları vardır. Dünyayı dolduracak kadar o kalbin hem emelleri, hem de düşmanları vardır. Ancak, Ganiyy-i Mutlak ve Hâfız-ı Hakikî ile itminan edebilir.”[261]

            İnsan kâinatın misal-i musağğarı yani küçültülmüş bir örneği..kalbde insanın..onu ancak sonsuz bir zatın nuru tatmin eder.O’nun ğayrı,insanın dişinin kovuğunu doldurmaz..nerede kaldı ki doyursun!

            “Ve keza o kalbin öyle bir kabiliyeti vardır ki, bir harita veya bir fihriste gibi bütün âlemi temsil eder. Ve Vâhid-i Ehad'den başka merkezinde bir şeyi kabul etmiyor. Ebedî, sermedî bir bekadan maada bir şeye razı olmuyor.”[262]

            Büyük zatlar,insanın kalıbına değil,kalbine nazar ederler.Önünde dünya haritası bulunan,dünya ve dünya devletleri arasında çok rahat gezinti yapar.İnsanın haritası ise,onun kalbidir.

            İnsanın İçindekiler kısmı,onun kalbidir..kalbindedir.

            “İnsanın çekirdeği olan kalb, ubudiyet ve ihlas altında İslâmiyet ile iska edilmekle imanla intibaha gelirse, nuranî, misalî âlem-i emirden gelen emr ile öyle bir şecere-i nuranî olarak yeşillenir ki; onun cismanî âlemine ruh olur. Eğer o kalb çekirdeği böyle bir terbiye görmezse, kuru bir çekirdek kalarak nura inkılab edinceye kadar ateş ile yanması lâzımdır.”[263]

            Kalb çekirdeği,İslamiyet suyu ile gelişir..büyür..parlar.Aksi takdirde islamiyetten bağlantısı kesilen kimse,sobada yanmak üzere bir odun ve kütük mesabesinde kalır.

            “Ve keza o habbe-i kalb için, pek çok hizmetçi vardır ki, o hâdimler kalbin hayatıyla hayat bulup inbisat ederlerse, kocaman kâinat onlara tenezzüh ve seyrangâh olur. Hattâ kalbin hâdimlerinden bulunan hayal -meselâ- en zaîf, en kıymetsiz iken, hapiste ve zindanda kayıdlı olan sahibini bütün dünyada gezdirir, ferahlandırır. Ve şarkta namaz kılanın başını Hacer-ül Esved'in altına koydurur. Ve şehadetlerini Hacer-ül Esved'e muhafaza için tevdi ettirir.”[264]

            Kalb,beden şehrinin başkentinde,yüzlerce hizmetçisi bulunan bir cumhurbaşkanı mesabesindedir.Hepsi ona çalışır,o da beden memleketini idare eder..kararlar oradan çıkar.

            “Binaenaleyh cisminin küçüklüğüne bakıp da günahlarını küçük zannetme. Çünki kalbin kasavetinden bir zerre, senin şahsî âleminin bütün yıldızlarını küsufa tutturur.”[265]

            Büyüklerin küçük hatası,küçüklerin büyük hatasından daha büyüktür.Ferdin hatası kendisini bağlarken,bir cumhurbaşkanının hatası tüm herkesi bağlar.

“Kalb hangi bir şeye el atarsa, bütün kuvvetiyle, şiddetiyle o şeye bağlanır. Büyük bir ihtimam ile eline alır, kucaklar. Ve ebedî bir devamla onun ile beraber kalmak istiyor. Ve onun hakkında tam manasıyla fena olur. Ve en büyük ve en devamlı şeylerin peşindedir, talebindedir. Halbuki umûr-u dünyeviyeden herhangi bir emir olursa, kalbin istek ve âmâline nazaran bir kıl kadardır. Demek kalb, ebed-ül âbâda müteveccih açılmış bir penceredir. Bu fâni dünyaya razı değildir.”[266]

Kalb,samimiyet,saflık,fedakârlıkla yoğrulmuştur.Her gülene güler..gönül bağlar.

            “Şayet yevm-i hesabı nefyeden edna bir vehmi bulursa, o vehmi kocaman bir bürhan addeder. En nihayet nedamet edip terketmeyenlerin kalbi küsufa tutulur, mahvolur gider. -El'iyazü billah-“[267]

            Şüpheler,hayatın gizli buzudurlar..her an kayar..kaydırır.

            “Kur'an kalblere kuvvet ve gıdadır. Ruhlara şifadır. Gıdanın tekrarı kuvveti artırır. Tekrar etmekle daha me'luf ve me'nus olduğundan lezzeti artar.”[268]

            Cehalet asrının insanlarının kalbi,pörsümüş,gıdasızlıktan tükenmiş iken,Kur’an onlara gıda oldu..hayatlandı..canlandı.

            “Esma-i İlahiyenin cilvesinin tenevvüüne göre, makamat-ı evliyada öyle meratib var. Esma-i İlahiyenin herbirisinin bir güneş gibi kalbden Arş'a kadar cilveleri var. Kalb de bir Arş'tır, fakat "Ben de Arş gibiyim" diyemez. İşte ubudiyetin esası olan, acz ve fakr, kusur ve naksını bilmek ve niyaz ile dergâh-ı uluhiyete karşı secde etmeye bedel, naz ve fahr suretinde gidenler; zerrecik kalbini Arş'a müsavi tutar. Katre gibi makamını, deniz gibi evliyanın makamatıyla iltibas eder. Kendini o büyük makamata yakıştırmak ve o makamda kendini muhafaza etmek için tasannuata, tekellüfata, manasız hodfüruşluğa ve birçok müşkilâta düşer.”[269]

            Toprak bir çok isimlere mazhar olduğunun,insan ve bir çok sebze ve meyvelere arş görevini yapmıştır.Tevazu gösterdi,yükseldi.Taş ve kaya ben dedi kibirlendi,taş olarak kaldı.

            Tevazu insanı yükseltir,kibir alçaltır.Ters orantılı olarak,Allaha karşı zillet izzeti netice verirke,Allaha karşı izzet ve gurur zilleti netice vermektedir.

“Zikrin tekrarı kalbi tenvir eder.”[270]

O her şeye bedeldir.O’nu hatırlamak dahi kalbi nurlandırır.Dostu yâdetmek,tebessüm ve sevince sebeb olduğu gibi,kalbin dostunu hatırlaması,yüzünün parlamasına sebebtir.

“Necmeddin-i Kübrâ ve Muhyiddin-i Arab gibi çok ehl-i velâyet, mânâ-yı zâhirîden başka, bâtınî ve işârî mânalar ile ekser âyâtı tefsir etmişler, hattâ tefsirlerinde Mûsa (A.S.) ve Fir'avndan murad, kalb ve nefisdir dedikleri halde, ümmet onlara ilişmemiş, büyük ulemadan çokları onları tasdik etmişler…”[271]

            Tüm peygamberler ve evliyalar tezgahlarını kalbe kurarlarken,fir’avun ve şeyna gibiler tezgahlarını nefse kurarlar.

            Peygamber karargâhı ne güzel karargâh,fir’avun karargâhı ne çirkin karargâh.

            “Evet, bu zamandaki siyaset, kalbleri ifsad edip asabî ruhları azab içinde bırakır. Selâmet-i kalb ve istirahat-ı ruh istiyen adam, siyaseti bırakmalı. Evet, şimdi küre-i arzda herkes ya kalben, ya ruhen, ya aklen, ya bedenen gelen musibetten hissedarlıktan azab çekiyor, perişandır.”[272]

            Samimiyet üzerine kurulan kalb,samimiyetsizlikle perişan olup,ızdırap çeker.

 

KALBLE İLGİLİ HADİSLER

 

“Ebu Sa'îd İbnu Mâlik İbni Sinân el-Hudrî (radıyallahu anh) hazretleri demiştir ki: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: "Kalbinde zerre miktarı iman bulunan kimse ateşten çıkacaktır."Ebu Sa'îd der ki: "Kim (bu ihbarın ifade ettiği hakikatten) şüpheye düşerse şu ayeti okusun: "Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz..."[273]

Dünyada olduğu gibi,ahretteki hükümde aklbe göredir.Allah kalblere nazar edip,oranın mamur veya harabiyetine göre hükmedecektir.Kalb mahalli iman.Ebedi cennet veya cehennem kalbe göre belirlenecektir.

 

“Üç şey vardır, bir mü'minin kalbi onlara karşı ebediyen ihânet etmez; ameli sırf Allah için yapmak, idareyi elinde tutana karşı hayırhah olmak, Müslümanların cemaatine katılmak, çünkü onların duaları cemaate dahil olanların hepsini içine alır." İbnu'l-Esîr: "Bu ziyâdeyi ana kitaplarda (Kütüb-i Sitte) görmedim" der.Bu ziyadenin mânası şudur: Bu üç şeyde kalbler huzura kavuşur. Kim bunlara yapışır, riayet ederse, kalbi hıyânet, hile ve şer gibi mânevî kirlerden temiz kalır.

Hiç köle efendisine hıyanet eder mi?Köpek bile etmezken…

 

“İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Şeytan da, melek de insanoğluna sokularak onun kalbine birtakım şeyler atarlar. Şeytanın işi kötülüğe çağırmak, sonu fena ve zararlı olan şeylere teşvik etmek ve hakkı yalanlamak, haktan uzaklaştırmaktır. Meleğin işi hak ve hayra, iyiliğe çağırmak ve kötülükten uzaklaştırmaktır. Kim içinde hakka, hayıra, iyiliğe çağıran bir ses duyarsa bilsin ki bu Allah'tandır ve hemen Allahu Teala'ya hamdetsin. Kim de içinde şerr ve inkâra çağıran bir fısıltı duyarsa ondan uzaklaşsın ve hemen şeytandan Allah'a sığınsın." Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu sözlerine şu meâldeki âyeti ekledi: "Şeytan sizi fakir olacaksınız diye korkutur, size cimriliği emreder.."[274]

Bütün hücumlar,ana kumanda merkezine…Kimi diken atar,kimi gül..kimi olta..kimi can simidi.

 

“Sahip olunan şeylerin en efdali: Zikreden bir dil, şükreden bir kalb, kocasının imanına yardımcı olan sâliha bir zevcedir."[275]

Efendiler efendisinin diliyle;Ya Âişe şükreden bir kul olmayayım mı?

Yaratılış gayesi,kalbde cereyan etmektedir..kalbde bulunmaktadır.

 

“İbnu Abbas (radıyallahu anhûmâ): "Allah bir adamın içinde iki kalp yaratmadı..." (Ahzâb, 4) meâlindeki âyet hakkında şunu söylerdi: "Bir gün, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) namaz kılmak için kalkmıştı, namazda bir hata yaptı. Cemaatte onunla namaz kılan münafıklar derhal: "Bakın, bunun iki kalbi var, bunlardan biri sizinle, biri onlarla (Ashabıyla)" dediler. İşte onların bu sözü üzerine bu âyet nazil oldu."[276]

Müfsid ifsad eder.Mürşid islah eder.Kişi kişinin aynasıdır.Münafıklar nediler nebisinin aynasında,kendilerini görürler.O ayna –haşa-yalan söylemez.

 

“Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: "Her şeyin bir kalbi vardır. Kur'ân'ın kalbi de Yâ-Sîn'dir. Kim bu sureyi okursa, Cenab-ı Hakk, bu okuması sebebiyle kendisine, Kur'ân-ı Kerim'i -Yâ-Sîn hariç- on kere okumuş sevabını verir. "[277]

Yâsin,direk insana hitab etmektedir.Yâ Sin yani Ey İnsan!Kur’anın kalbi, kâinatın kalbi olan insanla direkmen konuşmaktadır.

 

“İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ), "Yeryüzünü, öldükten sonra Allah'ın tekrar dirilttiğini bilin, akledersiniz diye size delillerimizi açıkladık"(Hadid, 17) meâlindeki âyetle ilgili olarak şöyle buyurdu: "Allah kalbleri kasavet ve katılıktan sonra yumuşatır, (tevhid hususunda) mutmain ve (Rabbine) yönelmiş kılar. Ölmüş kalpleri ilimle, hikmetle diriltir (Ayet bu mânayı ders vermektedir). Arzın yağmurla diriltilmesi zaten gözle görülen bir durumdur."[278]

Allah ihmal eder,ihmal etmez.Böyle hayati bir meselede son nefese kadar kalbe süre tanımaktadır.

 

“Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: "Kul bir hata yaptığı zaman kalbinde siyah bir iz meydana gelir. Eğer kişi, o hatadan nefsini uzaklaştırır, af taleb eder ve tevbede bulunursa kalbi cilalanarak (leke silinir). Bilâkis, aynı günahı işlemeye devam ederse, kalpteki leke artırılır. Hatta bir zaman gelir, kalbî tamamen kaplar. İşte bu durum Cenab-ı Hakk'ın: "Bilakis, onların irtikab edegeldikleri, kalplerini paslandırmıştır" (Mutaffifın 14) meâlindeki âyette zikrettiği pasdır."[279]

Tıpkı güneşin yüzündeki büyümeye yüz tutan leke gibi..”Güneş durulup ışığı kalmadığı zaman”[280] O leke kıyamete yakın tamamen güneşin yüzünü sarıp,ışığını kapatacaktır.Günah ve de küfrün aklbin güneşi olan imanı perdelediği gibi.

 

“İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Şeytan insanoğlunun kalbinin üzerinde tünemiş vaziyette bekler. Allah'ı zikredince siner, çekilir, gaflet etse vesvese verir."[281]

Ne de azimli hain! Ne de büyük hıyanet..cinayet!Cehennem bile azdır ona..

 

“Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ölmek üzere olan bir gencin yanına girmişti. Hemen sordu:"Kendini nasıl buluyorsun?""Ey Allah'ın Resûlü, Allah'tan ümidim var, ancak günahlarımdan korkuyorum" diye cevap verdi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da şu açıklamayı yaptı: "Bu durumda olan bir kulun kalbinde (ümit ve korku) birleşti mi Allah o kulun ümid ettiği şeyi mutlak verir ve korktuğu şeyden de onu emin kılar."[282]

Kalbin gerçek hali;Havf ve Recadır..korku ile ümid arası..cehenneme girenlerin ilki olarak kendisini düşünmekle korkarken,cennete gireceklerin ilki olma ümidiylede yaşayacak…O’ndan yine O’na koşacak…

 

“Abdullah İbnu Amr İbni'l-As (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) şu duayı okurlardı: "AIlah'ım, huşü duymaz bir kalbten sana sığınırım, dinlenmeyen bir duadan sana sığınırım, doymak bilmeyen bir nefisten, faydası olmayan bir ilimden, bu dört şeyden sana sığınırım."[283]

Onu anmanın verdiği sevinçle saçlar diken diken olduğu gibi,kalbde yerinde duramaksızın O’nunla coşar..O’nunla huşu ve huzura erer.

 

“el-Eğarru'l-Müzeni (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Şurası muhakkak ki, bazan kalbime gaflet çöker. Ancak ben Allah'a günde yüz sefer istiğfar eder (affımı dilerim)."[284]

Gerçek terakki..dünkü günü ile bugünkü günü arasında olan yetmiş derecelik kat..yetmiş fersah..yüz kat yükseliş..iki günü eşit olan zarardadır,diyen nebi,tevbe asansörüyle her gün yüz ışık yılı yol katetmektedir.

Hava her gün açık olmuyor..bazen bulutlar güneşin önüne geçiyor..marifet ve ibadet rüzgarıyla onu sürmeli.

 

“Ebü Hüreyre ve İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Ahir zamanda, dinle dünyayı taleb eden insanlar zuhur edecek. Bunlar, insanlar(a iyi görünüp, onları aldatmak) için öyle bir yumuşaklığa bürünürler ki koyun postu yanlarında kaba kalır. Diller de baldan daha tatlıdır. Ancak kalbleri kurtlarınkinden vahşidir. Cenâb-ı Hakk (bunlar için) şöyle diyecektir: "Beni aldatmaya mı çalışıyorsunuz, yoksa bana karşı cürete mi yelteniyorsunuz? Zât-ı Akdesime yemin olsun, bunlar üzerine, kendilerinden çıkacak öyle bir fitne göndereceğim ki, içlerinde halim olanlar bile şaşkına dönecekler."[285]

Hırs zarara sebebtir.Hırsa bürünen bir kalb de kurtlaşır..parçalamakla iş görür..menfaat kıble olur.

 

“Âsım İbnu Küleyb el-şermî an ebihi an ceddihî -ki ismi de Şihâb İbnu'l-Mecnün'dur- der ki: "Resülullah (aleyhissalatu vesseIam)'ın huzuruna girdim, namaz kılıyordu. Sol elini sol uyluğunun üzerine koymuş, sağ elini de sağ uyluğunun üzerine koymuş idi. (Sağ elin) parmakları hep yumuk, sadece işaret parmağı açıktı. Şöyle duâ ediyordu:"Ey kalbleri döndüren Allah'ım, kaIbimi dînin üzerine sabit kıl."[286]

Binlerce defa Âmin demeli…

 

“Ebu Mes 'ûd el-Bedrî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) namazda omuzlarımıza eliyle dokunur ve:"Düzgün olun, karışık durmayın, sonra kalblerinize de karışıklık ve ihtilaf girer. Hemen arkama, sizden akıl ve dirayet sahibi olanlar dursun. Sonra tedricen bunları takibedenler, sonra da onları takibedenler dursun" derdi. ''Ebu Mes 'ud ilave eder: "Bugün sizler ihtilafta çok ilerisiniz.''[287]

Bugün İslam aleminin safı bozulmuş..saflığı da kalmamış..kalbler müşevveş.. dağınık..kalblerdeki dağınıklık,hayata yansımış..bozukluk bozulduğu yer ve noktadan düzeltilmeli..

 

“Ebu'l-Ca'd ed-Damrî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki :" Kim önemsemiyerek üç cumayı terkedecek olursa, Allah onun kalbini mühürler."[288]

İslama olan samimiyetini,bağlılığını,sevgisini giderir.

 

“Ata el-Horasani anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Musafaha edin ki, kalblerdeki kin gitsin, hediyeleşin ki birbirinize sevgi doğsun ve aradaki düşmanlık bitsin."[289]

Kalbe giden yollar açık tutulmalı..iletişim sağlanmalı..

 

“Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm şu duayı çok yapardı: "Ey kalbleri çeviren Allahım! Kalbimi dinin üzerine sâbit kıl!" Ben (bir gün kendisine): "Ey Allah'ın resûlü! Biz sana ve senin getirdiklerine inandık. Sen bizim hakkımızda korkuyor musun?" dedim. Bana şöyle cevap verdi: "Evet! Kalpler, Rahmân'ın iki parmağı arasındadır. Onları istediği gibi çevirir."[290]

İlim maluma tabidir.Kalb sürekli değişen ve değişkendir..her yöne döner.Allahın veli kulları hep son nefesi gözlemişler..son nefes..son raund.

 

“Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki: "İman, kalben bil(ip tasdik et)me, dil ile söyle(yip ikrar et)me, beden uzuvlarıyla da amel etmektir."

Dil dilekçesinin yazdığını kalb imza ve mühürüyle onaylamadıkça bir mana ifade etmez.İman kalbin onayından geçmeli.

 

“Ebu Hüreyre'den Rasulullah şöyle buyurdu: “Kul bir hata yaptığı zaman kalbinin üzerine siyah bir nokta konur. Eğer kul bu hatayı bırakır ve Rabbine dönüp tevbe istiğfar ederse kalbi tekrar cilalanıp parlar. Eğer devam ederse o siyah nokta gittikçe fazlalaşır. Öyle ki, bütün kalbini kaplar. İşte Allah'ın bahsettiği (Ran-Pas) budur.”[291]

“Yâ mukallibel kulub,sebbit alâ dinik-Ey Allahım, kalbimi Dinin üzerine sabit kıl (sağlamlaştır).[292]

-Yâ Müfettihal ebvâb,iftah kulubena ya hayrel bab-Ey kapıları açan Allahım!Kalbimiz için hayırlı bir kapı aç,hayırlı kapıları açan Allahım!

-Yâ Muhavvilel havli vel ahval,havvil hâlena ilâ ahsenil hâl- Ey havl ve ahvali,güçleri ve halleri açan Allahım!Halimizi en güzel hale tahvil eyle.

 

Özetle insan;Şeyh Galib'in deyişiyle:

Hoşça bak zatına kim zübdei alemsin sen

Merdumi didei ekvan olan ademsin sen.

 

Mehmet   ÖZÇELİK

19-10-2005


 

[1] Rahman.29.

[2] İsra.36.

[3] Casiye.23.

[4] Ahkaf.26.

[5] Bakara.19.

[6] Tevbe.6.

[7] Yunus.31.

[8] Hicr.18.

[9] Kehf.11.

[10] Şuara.223.

[11] Lokman.7.

[12] Fussilet.5.

[13] Fussilet.44.

[14] Ahkaf.29.

[15] Kaf.37.

[16] Mülk.23.

[17] Sözler.68.

[18] Age.76.

[19] Age.77,126.

[20] Age.162.

[21] Age.189.

[22] Age.334.

[23] Age.360.

[24] Age.388.

[25] Age.390.

[26] Age.416.

[27] Age.472.

[28] Age.608.

[29] Age.646.

[30] Age.755.

[31] Mektubat.45.

[32] Age.181.

[33] Lem’alar.152.

[34] Age.161.

[35] Age.283.

[36] Age.319.

[37] Şular.77.

[38] Age.174.

[39] Age.229.

[40] Age.321.

[41] İşarat-ül İ’caz.70.

[42] Age.78.

[43] Mesnevi-i Nuriye.28.

[44] Age.44.

[45] Age.95.

[46] Bakara.20.

[47] Maide.83.

[48] En’am.103.

[49] A’raf.116.

[50] Enfal.44.

[51] Hud.28.

[52] Yusuf.93.

[53] Yusuf.96.

[54] İbrahim.42.

[55] Hicr.15.

[56] Kehf.101.

[57] Enbiya.97.

[58] Nur.30.

[59] Nur.31.

[60] Neml.13.

[61] Yasin.66.

[62] Mümin.19.

[63] Zuhruf.71.

[64] Kamer.7-8.

[65] Kamer.37.

[66] Mülk.3.

[67] Mülk.4.

[68] Kalem.51.

[69] Sözler.27,Lem’alar.358.

[70] Age.28.

[71] Age.29.

[72] Age.101.

[73] Age.229.

[74] Age.238.

[75] Age.250.

[76] Age.251.

[77] Age.328.

[78] Age.360.

[79] Age.416.

[80] Age.472.

[81] Age.583.

[82] Age.597.

[83] Age.646.

[84] Age.705.

[85] Age.736.

[86] Age.762.

[87] Mektubat.138.

[88] Age.139.

[89] Age.139.

[90] Age.403.

[91] Age.468.

[92] Age.471.

[93] Age.471.Haşiye.1.

[94] Age.473.

[95] Age.481.

[96] Lem’alar.215.

[97] Age.368.

[98] Şualar.10.

[99] Şualar.77.

[100] Age.229.

[101] Age.595.

[102] Age.664.

[103] İşarat-ül İ’caz.79.

[104] Mesnevi-i Nuriye.199.

[105] Casiye.23.

[106] Bakara.7.

[107] Bakara.10.

[108] Bakara.74.

[109] Bakara.88.

[110] Bakara.93.

[111] Âl-i İmran.8.

[112] Mâide.7.

[113] Mâide.13.

[114] En’am.25.

[115] En’am.46.

[116] En’am.110.

[117] En’am.113.

[118] A’raf.100.

[119] A’raf.101.

[120] A’raf.179.

[121] Enfal.2.

[122] Enfal.24.

[123] Enfal.49.

[124] Enfal.63.

[125] Enfal.70.

[126] Tevbe.64.

[127] Tevbe.110.

[128] Tevbe.117.

[129] Tevbe.125.

[130] Yunus.74.

[131] Ra’d.28.

[132] Nahl.78.

[133] Nahl.108.

[134] İsra.36.

[135] İsra.46.

[136] Hac.46.

[137] Müminun.78.

[138] Nur.37.

[139] Şuara.89.

[140] Neml.74,Kasas.69,Ankebut.10,Lokman.23.

[141] Secde.9.

[142] Ahzab.4.

[143] Sözler.12.

[144] Age.13.

[145] Age.19.

[146] Age.21.

[147] Age.29.

[148] Age.134.

[149] Age.152.

[150] Age.179.

[151] Age.206.

[152] Age.210.

[153] Age.214.

[154] Age.248.

[155] Age.248.

[156] Age.255.

[157] Age.272.

[158] Age.273.

[159] Age.274.

[160] Age.275.

[161] Age.322.

[162] Age.351.

[163] Age.358.

[164] Age.456.

[165] Age.495.

[166] Age.562.

[167] Age.705.

[168] Age.705.

[169] Age.705.

[170] Age.706.

[171] Age.726.

[172] Age.732.

[173] Age.732.

[174] Mektubat.471.

[175] Age.471.

[176] Age.489.

[177] Lem’alar.8-9.

[178] Age.16.

[179] Age.57.

[180] Age.65.

[181] Age.73.

[182] Age.74.

[183] Age.75.

[184] Age.77.

[185] Age.77.

[186] Age.83.

[187] Age.87.

[188] Age.89.

[189] Age.96.

[190] Age.97.

[191] Age.100.

[192] Age.104.

[193] Age.105.

[194] Age.113.

[195] Age.113-114.

[196] Age.115.

[197] Age.116.

[198] Age.116.

[199] Age.127.

[200] Age.128.

[201] Age.128.

[202] Age.129.

[203] Age.132.

[204] Age.135.

[205] Age.136.

[206] Age.136.

[207] Age.137.

[208] Age.140.

[209] Age.141.

[210] Age.160.

[211] Age.166.

[212] Age.171.

[213] Age.171.

[214] Age.173.

[215] Age.208.

[216] Age.209.

[217] Age.230.

[218] Age.232.

[219] Age.239.

[220] Age.242.

[221] Age.282.

[222] Age.282.

[223] Age.371.

[224] Age.371.

[225] Age.373-4.

[226] Age.376.

[227] Şualar.9.

[228] Age.16.

[229] Age.16.

[230] Age.21

[231] Age.22.                                             

[232] Age.67.

[233] Age.469.

[234] Age.550-1.

[235] Age.588.

[236] Age.612.

[237] İşarat-ül İ’caz.26.

[238] Age.40.

[239] Age.40-41.

[240] Age.42.

[241] Age.43.

[242] Age.67.

[243] Age.67-68.

[244] Age.77.

[245] Age.77.

[246] Age.77-78.

[247] Age.78.

[248] Age.78.

[249] Bakara.7.

[250] İşarat-ül İ’caz.Age.78.

[251] Age.79.

[252] Age.80.

[253] Age.111.

[254] Age.112.

[255] Age.145.

[256] Mesnevi-i Nuriye.69.

[257] Age.69.

[258] Age.74.

[259] Age.75.

[260] Age.83.

[261] Age.117.

[262] Age.117.

[263] Age.117.

[264] Age.117.

[265] Age.118.

[266] Age.120.

[267] Age.126.

[268] Age.127.

[269] Age.172.

[270] Age.231.

[271] Sikke-i Tasdik-i Gaybi.60.

[272] Age.193.

[273] Nisa, 40).Tirmizî Sıfatu Cehennem 10, (2601).Tirmizî hadis için "sahihtir" demiştir.

[274] Bakara 268).Tirmizî, Tefsir, (2991).”

[275] Tirmizi, Tefsir, Berâe (3093).”

[276] Tirmizî, Tefsir, Ahzâb, (3197).”

[277] Tirmizî, Sevâbu'l-Kur'ân 7, (2889).”

[278] Rezîn'in ilâvesidir. ed-Dürrü'l-Mensûr İbnu'1-Mübârek'in rivayeti olarak kaydetmektedir (6,175).”

[279] Tirmizî, Tefsir, Mutaffıfın (3331); İbnu Mace, Zühd 29, (4244).”

[280] Tekvir.1.

[281] Buhârî, Tefsir, Kul eûzu bi-rabbi'n-nâs 1.”

[282] Tirmizî, Cenâiz 11, (983); İbnu Mâce, Zühd 31, (4261).”

[283] Tirmizi, Daavât 69, (3478); Nesâi, İstiâze 2, (8, 255).”

[284] Müslim, Zikr 41, (2702); Ebü Dâvud, Salât 361, (1515).”

[285] Tirmizi, Zühd 60, (2406, 2407).”

[286] Tirmizi, Da'avât 135, (3581).”

[287] Müslim, Salât 122, (432) ; N esâî, İmâmet 26, (2, . 90) ; Ebu Dâvud, Salât 96, (674).”

[288] Ebu Dâvud, Salât 210, (1052); Tirmizî, Salât 359, (500) ; Nesâî, Cum'a 2, (3,88).”

[289] Muvatta, Hüsnü'l-Hulk 16, (2, 908).”

[290] Tirmizi, Kader 7, (2141).

[291] Ahmet 2/297, Tirmizi tefsir bölümü 3331 nolu hadis. Ve hadis  Hasen Sahihtir der. İbni Mace 4244 nolu hadis, Hakim Müstedrek 2/517 Hadis Sahihtir der ve Hafız Zehebi bunda ona muvafakat eder.Bak.Mutaffifin.14.

[292] Tirmizí, Kader/7, Hadis no: 2341, 4/448. İbni Mace, Dua/3, Hadis no: 3834, 2/1260.