HAYATIN    İÇİNDEN

 

*    Nuh peygamber.Kendisine ikinci Âdem’de denilmektedir.İnsanlık onun Ham-Sam ve Yafes adlı üç oğlundan devam ede gelmiştir.950 yıl yaşamıştır.

            Allahın emriyle bir gemi yapmaya başlayan Nuh Peygamberle alay ederek;Ya Nuh,hayrola,marangozluğa,gemiciliğe mi başladın,demektedirler.

            Bununla yetinmeyip gemiye büyük abdestlerini yaparak pislemeye başlamaktadırlar.Öyle ki pislikten ayak atacak yer bile kalmamaktadır.

            Bunun üzerine Allah,o kavme bir hastalık vererek herkesde bir uyuz,kaşıntı hastalığı yaygınlaşmaya başlar.Bir türlü tedavisini yapamazlar.

            Bir gün onlardan birisi yine gemiye gelerek pislemeye başlar.Ancak her taraf pislikle dolmuş olmasından,ayağı pisliğe değerek kayar.Düşmesiyle birlikte pisliğe gelen taraftaki kaşıntının kesilip iyileştiğini görür.Pisliği alarak başka taraflarına da sürerek iyileştiğini görünce tutar her tarafına bu pislikten sürmeye başlar ve kaşıntısı geçer.

            Bu haber kısa zamanda her tarafa yayılır.Herkes gelerek o pisliği başından ayaklarına kadar sürerler.Artık sürecek bir şey bulamaz hale geldiğinden tahtaların aralarını adeta kazırcasına temizleyerek,tıpkı gemiyi cilalı bir hale getirirler.

            Böylece Allah,onlara tükürdüklerini misliyle temizletir…

 

* ** * *

            Kamyoncu kamyonun arkasına ve önüne insanları doldurmuş köyden şehre doğru gitmektedir.

            Ancak 500 metre kadar uzaktan adamın birisi sürekli bağırmaktadır.

            Ne olduğunu bilemeyen şöför mecburen koşa koşa gelmekte olan adamı beklemeye başlar.

            Kan ter içerisinde kalarak gelen adam kamyonun içindekilere ve şöföre bakarak;

            -Selamun aleyküm-Hepinize hayırlı yolculuklar.Uğurlar olsun.

            Bunu söyledikten sonra,köylü vatandaş çeker gider.

            Bu duruma şaşıran şöför bir şey anlamayarak,kafasını sallayıp yoluna devam eder.

 

* ** * *

            Osman efendi sevilen birisidir.Güler yüzlüdür.Gazi Antebe hanımıyla birlikte kızını ziyarete gider.Yemeklerini yerler ve baba hemen gitmek istediğini söyler.

            Çay yaptıklarını,çayı da içerek sonra gitmesini ısrarla ne kadar söylerlerse de Osman efendi gitmek istediğini belirtir.

            Memlekete emekli olmasına rağmen özel işini takib etmek üzere acele gitmek ister.

            Gerek yoların iyi olması gerekse de bindiği arabanın hızlı olmasıyla biraz da hız yapar.

            Yol düzdür.Ancak çıkışta yandan çıkan bir tırla çarpışır.Kaza şiddetli olmuştur.Hemen hastaneye acile bu durum bildirilir.

            O gün acilde görevli olan doktor,yüzü gazete ile örtülmüş olan kazazedenin yüzünü açıp,öldüğünü rapor tutmak üzere incelemek ister.

            Birden şok olur.

            Çünki ölüp yatan kişi kendisinin kayınpederidir.

            Kayınpederinin ölüm raporunu tutar.

 

* ** * *

            Doğunun morali…

            20 yıl süren PKK belası…

            Öğretmen er olarak doğuya askerliğini yapmak üzere gitmiş,askerliğini yaparak tekrar öğretmenliğine geri dönmüştü.

            Beraber kaldığımız iki senelik süre içerisinde bir türlü yüzü gülmüyordu.Hatta 5 sene kadar sonra karşılaştığımızda o durgunluk devam etmekte idi.

            Adeta ruhen çökmüş bir durumda idi.Birde bunun her günkü evdeki halini,sınıftaki durumunu düşündüğümüz zaman ölmeden ölmüştü.

            Bizler bile onu gördükçe moralmen farklı bir aleme giriyorduk.

            Çünki bu insan PKK ile giriştiği mücadelede yanındaki arkadaşını kaybetmiş,vızır vızır etrafından geçen kurşunlara hedef hale gelmişti.

            Kimisi evine dönmeden şehid olmuş,kimi de yaşayarak onu tatmıştı…

 

* ** * *

            Az kalsın evde kalacaktım.

Bu zamanda akıllılara eş vermiyorlar.

            Bir tavsiye üzerine şimdiki eşimi istemeye gitmiştim.Evde birde babaanneleri bulunmaktaydı.Sürekli yatmakta idi.Ancak sağolsun her şeye de karışırdı.

            Allahın emri,Peygamberin kavli üzere istedim,aile evet diyeceklerdi.

            Ancak babaannenin onayı ve rolü yabana atılacak gibi değildi.

            Zamansız bir durum.Ölümün aş erimesi olsa gerek ki,babaanne nar isterim dedi.

            Evde herkes şaşkın.Bir an bana baktılar,sen bulursun diye.Ben de elimde olmadan,hayır da diyemeden boynumu bükerek ayrıldım.

            Pansiyonlu bir okulda görev yapmaktaydım.

            Bir gün öğrencilere,bu nar konusunu açtım.Öğrencilerden birisi;

            -Hocam bende nar var,kışlık annem gil hazırladıkları nardan bana verdiler,dedi.

            Çok sevinmiştim.İlk işim o narları eşim olacak hanımın babaannesine ulaştırmak oldu.Çok da makbule geçti.Evde hep benim sözüm olur,aman ha o çocuğa bu kızı verin,dermiş.

            Onlarda da bu istek yüzlerinden okunmaktaydı.

            Narları yiyen babaanne çok sürmeden vefat etti.Fakat gözü açık gitmemişti.

            Allah rahmet eylesin.Benim bu işi yapıp,öyle gitmiş oldu.Yoksa ben ne yapardım?…

 

* ** * *

            Bir gün arkadaşlarda beraber Yozgat ilindeki arkadaşları ziyarete gittik.Öğleye doğru oraya varmıştık.Yemek hazırlamışlar,bizleride yemeğe davet ettiler.

            O gün ben oruçlu olduğumu söyleyerek katılmadım,arkadaşlar yemeğe oturdular.

            Epey kalabalık arttı,sohbetler koyulaştı.Çay devresi başladı.Sırayla dağıtırken bana da uzattılar.

            Ben de yanımdakiyle sohbete dalmış olduğumdan,gayrı ihtiyari elim çaya uzandı,ben de almış oldum.

            Bir bardak içtim.Yalnız ikrar etmeliyim ki,hayatımda öyle tatlı bir çay içmemiştim.Çok lezzetli idi.Hala tadı damağımdadır.

            Bir daha doldurdular,onu da içtim.Bu arada o evde kalmakta olan birisi bana doğru bakarak gülmeye başladı.Bende selam veriyor düşüncesiyle mukabelede bulundum.

            Sonradan kendi kendime yaptığım tahminde;yemeğe davet ettiler oruçluyum deyim gitmedim,çay getirdiler onu ise içtim,ondan gülmüştür diye geçte olsa farkına varmıştım.

            Akşama yaklaşmaktaydı.Arabaya yetişmek üzere 5 arkadaş münibüse yetişmek üzere koştuk ve yetiştik.İlk üç kişi binmişti.Ben binecektim.Elimi kapıya uzattım ve birden yerimde kaldım.

            Arkadaşım Mustafaya dönerek;

            -Mustafa,ben oruçlu değimliydim? O da-Evet-dedi.

            Ağzımı dilimle yalayarak yine tam kanaat getirememenin telaşıyla;

            -Ya hu,ben üç bardak çay içtim,dedim.

            Hadisde;Unutarak yeyip içmekte olan birisine hatırlatılmaması zira onu Allahın yedirip içirmekte olduğu haber verilir.

            O gün ben yememiş,Allah içirmişti.

 

* ** * *

            Bir arkadaşın akrabası vefat etmişti.Okuldaki öğretmenlerle beraber taziyeye gitmek üzere yola çıktık.

            Şöförümüz biraz hızlıydı.Hız limitini aşmıştı.

            Önümüzde bulunan altı arabayla beraber bizde radara yakalanmış,cezalar da kesilmekteydi.Biz ise en son sıradaydık.

            Amir gayet sinirli ve günün yorgunluğuyla beraber tamamen tükenmiş durumdaydı.

            Yanına yaklaştım ve;

            Amirim,biz öğretmenler ziyaret amacıyla bir taziyeye gidiyoruz.Bizler öğretmeniz,eğer her öğrencinin yapacağı bir yaramazlığa ceza kesecek olsak,bugün bizlerin milyarları olması gerekir.Bizler daha çok kazlar ve hız limitini aşmış insanlarla uğraşıyoruz.

            Amirin yüzü gevşemiş,biraz rahatlamıştı.

            Haydi gidin,diyerek bizi cezasız gönderdi.

 

* ** * *

            Birde hocalar çok yer derler.

            Adı çıkmış ona,inmez dokuza.

            Adı çıkacağına,canı çıksın.

            Bekardım,merkeze yakın bir yerde imamlık yapmaktaydım.Uzaktan bir akraba da o köyün muhtarıydı.

            Bazen annemgil münibüse yemek verip göndermekte,bazen be gitmekteyim,bazen de ben kendim yapmaya çalışmaktaydım.

            Muhtar birkaç kere ısrar ederek evine yemeğe davet etti.

            Ben hocalar yer-yanlış düşüncesini kırmak için gitmedim ve de gitmemekte ısrar gösterdim,ihtiyacım olsa bile.

            Ancak kendilerine çay yapmaları halinde geleceğimi ve sohbet deceğimi de söylerdim.

            Çaya geleceğimi,yemeğe gelmeyeceğimi bildirdim.

            Sonuçta beni babama şikayet etmişler;

            -Oğlunu yemeğe çağırıyoruz da,gelmiyor.

            Bu seferde bunun adı tenezzül etmiyor,konuldu.

            İsterseniz bu pirincin taşını siz ayıklayın,ben ayıklıyamadım da…

 

* ** * *

            Hüseyin bey emekli olmuş,ağır işte çalışmasına rağmen pek bir rahatsızlık hissetmiyordu.

            Ancak ailelerinin ısrarı üzerine bir doktora görünmek mecburiyetinde bırakıldı.

            Adıyamandan kalkıp Gaziantebe özel doktora muayene için gitti.

            Filimleri çekilmiş,birkaç hasta ile beraber odada sedyede beklemekte idiler.

            Birden aceleyle gelen iki görevli bunu tuttukları gibi götürmeye başladılar.Bu yahu beni nereye götürüyorsunuz,durun hele diyene kadar epey götürmüş,ameliyat odasının kapısına varmışlardı.

            Bu ise ısrarla,yav durun ben ameliyatlık değilim,yanlışınız var,ne yapıyorsunuz,diye sürekli savunmada.

            Görevlinin biri;ya hu senin hemen ameliyata alınman gerekiyor,ölümcül durumdaymışsın.

            Yanlış olmasın,isim yanlışlığı olmasın deyince,insafa gelen memur;

            Sen şu kişi değimlisin?deyince,isim karışıklığı olduğu anlaşılmıştı.

            Son anda direkten döndü,son anda ameliyathanenin kapısında ameliyat olmaktan kurtulmuştu.

            Fakat vesvese daha da büyüdü.Kendisinden şüphe eder oldu.Kalkıp Ankaraya ve orada da iki doktora görünerek,sağlıklı olduğunu öğrenebildi.

 

* ** * *

            Bizim torun imam-hatibi yeni bitirmiş,bir köye imam olmuştu.

            Ancak gittiği köyde cami yoktu.Meğer köylüler önceden kadroyu almış,imam gelirse yaparız demişler.

            Caminin temelini atmakta bizim toruna nasib olmuştu.

            Olumsuzluklar sadece bundan ibaret değildi;Köyün erkekleri kaçakçılıkla uğraştıklarından pek köyde durmazlar,sadece 80 yaşındaki kulağı duymayan Ramazan dayı bulunmaktadır.

            Köylü Türkçe bilmemekte,bizim torunda Kürtçe bilmemekte.

            Vazife uğruna,anasından emdiği burnundan gelmişti.

 

* ** * *

            Hasan dağda hayvanlarını otlatmakla meşgul.Onun dünyasında tatil,gezi yok.Onun dünyası koyun ve kendisi,birde dağlar idi.

Turistler ise gezerken yolları Hasan’a da uğrar.

Fakat Hasan onlarla zaten dillerini bilmediğinden anlaşamadığı için,birde hava durumundan sürülerini toplayarak dağdan aşağı hızla inmeye başlar.

Turistler hazırlıklı gelmişlerdir.Yağmur mu yağacak düşüncesine kapılırlar.Hemen ellerinde bulunan meteoroloji aletine bakarak,havanın yağmurlu olmayacağı kanaatına varırlar.Ve çobanın da işinin olduğundan böyle yaptığını düşünürler.

Aradan bir saat kadar bir zaman geçer.Bu arada hem hava bulutlanmış,hem de turistlerin aletleri havanın yağmurlu olduğunu göstermektedir.

Fakat bu kısa zaman zarfında turistlerin yapacakları,sığınacakları bir durumları da yoktur.

Peki çoban biz bilmezken,havanın yağmurlu olacağını nasıl bildi?

Islanmış olma düşüncesinden çok,çobanı bulma gayreti içerisine girdiler ve çobanı bulup sebebini sordular.Çoban ise tecrübesini onlara şöyle anlattı:

Siz geldiğinizde baktım keçiler kuyruklarını bacaklarının altına alıyorlar.Ondan havanın yağmurlu olduğunu anladım.

Bunun üzerine turistler;Bizim bu aletin,bir keçi kuyruğu kadar bile değeri yokmuş diyerek,yere atar kırarlar.

 

* ** * *

Hapishaneye ders vermeye gidiyor,oralardakileri de aydınlatıyordum.

Bir gün yine gittiğimde dört genç hırsızlıktan gelmişlerdi.

Onlara nasihat edip,bu işlerden vaz geçmelerini söyledim.

İçlerinden birisi,Demirel gibi yedi sefer girip sekizincisinde yine içeriye direrek hemde diğerlerini de girdiren 26 yaşlarındaki genci göstererek;

-Hocam işte bunun yüzünden buraya düştük,dedi.

Oda bunlara sahiblenmemiş ve;

-Gelmeseydiniz,ben mi size gelin dedim,diyerek kendisini savunmaya geçmişti.

Bana yapmayacaklarına dair söz verdiler.Veya bana öyle geldi.

Bir hafta sonra tekrar gittiğimde gardiyan;

-Hoca,bunlar niyeti bozmuşlar,galiba yine hırsızlık yapacaklar…

İçeriye girerek hiç duymamış gibi,havadan konuştuktan sonra;

-Bir şey duyduğumu,çıktıktan sonra yine devam edeceklerinin doğru olup olmadığını sordum.

Artık bir aile gibi samimi olmuştuk.

            Onlardan birisi;Doğru hocam,bir yer daha var,kafamıza koymuşuz,söz orasınıda yapalım,ondan sonra bir daha yapmayacağız…

            Bir marketi soyma planını yapmışlardı.

            Bende kendilerine bu sözlerinde samimi olmadıklarını zira bir hafta önce yapmamak üzere söz vermişken,bir hafta içinde cayan bir insana güvenilemiyeceğini söyleyerek biraz ağır konuşmuştum.

            Yine onlardan birisi;Hocam,bir kere bu lekeyi alnımıza yemişiz,biz yapmasakta o ilde hırsız olarak bizi gösterecekler.

            Bende kendilerine;dünyanın eşittir o ilden ibaret olmadığını,helalinden kazanmak istedikten sonra 12 milyonluk İstanbula giderek çaycılık dahi olsa hayatını helalinden sürdürebileceğini,kimseninde kendisini hırsızlıkla itham etmeyeceğini uzun uzadıya söylemiştim.

            Başını eğmiş,dinlemişti.

            Ama niyeti ve ameli ne idi,değişmiş miydi?

 

* ** * *

            Adamın durumu pek iyi değilken kısa zamanda zengin olmuştu.İhaleye girerek çimentonun torbasını 10 milyona alıyor,resmi dairelere 9 milyona satıyordu.

            Tıpkı Nasreddin Hocanın 9 yumurtayı bin liraya alıp,10 yumurtayı bin liraya satması gibi.Niye.Dostlar alış-verişte görsün diye…

            Meğer resmi dairelere bin torba yerine 850 torba gönderirmiş…

            Haramın binası olmazmış…

            Marmara depreminde yıkılan müteahhid Veli Göçer’in göçen evleri gibi…

 

* ** * *

            Artık dede olmuştu.Bu olaya oğlunun olduğunu haber verdiklerindeki sevinçden daha fazla bir sevinç içerisine girmişti.

            Bu sevinç aynı zamanda çifte sevinçti.Çünki hem kızının,hem de oğlunun çocukları olmuştu.

            Artık kendi soyadını devam ettirecek bir torunu olmuş,dünyadan gitmeden kızını da baş göz ederek gözü arkada kalmamıştı.

            Bazen oğluna kızıyordu,neden sık sık torununa getirmiyor diye.Sırf bu özleminden dolayı havanın soğukluk sıcaklığına,zamanlı veya zamansızlığına bakmaksızın torununu ziyarete gidiyordu.

            Bu durum kendisini çok rahatlatıyordu.Ölse gam yemeyecekti.Şefkatini gösteriyor,torunundan da aynı oranda karşılık görüyordu.

            Neden bu derece aşırı bir sevgi besliyordu.

            Çünki oğluna ve kızına göstermediği şefkati,onlara göstererek teselli buluyordu.Onun acısını ve eksikliğini torunlarından gideriyor ve onlarla teselli buluyordu.

            Çocuklarına göstermediği sevgi ve şefkatin boşluğunu torunuyla kapatmaya çalışsa da kapatamıyordu.

            Zamanında sevememiş,koklayamamış,kucağına alıp öpememişti.Oysa onlar birinci elden çocuklarıydı.İkinci el çocukları sevmeye adeta mahkum olmuştu…

 

* ** * *

            Radyo yeni çıkmıştı.İlk defa çarşıda kutu gibi bir şeyin içerisinde birileri konuşuyordu.Bunu duyanlar radyonun sağına soluna,önüne arkasına bakıyor,bir mana veremiyorlardı.Adına radyo diyorlardı.

            Herkes şaşkınlıkla bunu izliyor,acaba kutunun içine şeytan mı girmiş,diyorlardı.

            Böyle bir haberi akşam eve gelen babasına da anlatarak;

            Baba,çarşıda bugün bir kutu gördüm,içinde bazı adamlar konuşuyorlardı.

            Baba bunu ilk defa duymuş,bir anlam veremediği için çocuğunu iyi bir haşlamış,kızıp azarlamıştı.

            Hiç kutunun içinde adam olup da konuşur muymuş?

            Birkaç gün sonra kendiside bunu görmüş,oğluna karşı mahcub olmuştu…

 

* ** * *

            Eskiden ilk okul mezunlarını bile öğretmen yaparlardı.Artık şimdi üniversiteyi bitirenlerin bile eline öğretmenlik imkanı kolay kolay geçmiyor.

            İlçenin birinden kalkıp askere gider.Pek okumayı da bilmemektedir.Ancak çat pat üç beş kelime bilmektedir.

            Bir gün komutanın odasında gördüğü bir dosyanın üzerinde –Türkiye Cumhuriyeti-yazmaktadır.Kendisi de onu seslice okur.

            Bunu duyan komutan şaşırır ve askere dönerek;

            -Sen Türkçe okumayı biliyor musun,diye sorar.

            Biraz bile bildiğini söyleyince,komutandan büyük bir aferin ve takdir alır.

            Sadece Türkiye Cumhuriyeti sözcüğünü okudu diye.

            Köylerinde de ne okul ne de cami bulunmamaktadır.Böyle bir ortamda yetişmişlerdir.Bu insanlar bunun eksikliğini ve acısını tattıkları için,kendilerini okutmayanlara karşı,bunlar her şeye rağmen çocuklarını okutmaktadırlar.

            Kendilerine büyüklük yapılmadı..kendileri büyüklük yaptılar..

            Şimdi büyükler ne yapıyor?

 

* ** * *

            50 yıl kadar önce,bir iş için Adıyamandan kalkar Malatyaya gider.

            Şaşkınlık içerisinde kalacağı bir durumla karşılaşır.İlk defa görmektedir.

            Bir bayan kot pantolon giymiştir.

            Dünyası kararır.O değerli insan bu hale düşmüştür.

            Yıllar sonra kalkmış,büyük memleket diye şehre gelmiş..insanların evde bile giyemeyeceği giysilerle dolaşması onun alemini allak bullak etmişti.

            Dönüş yok gibiydi.Eğer rızkım burada devam edecekse,ruhumu al Allahım,diyordu.

            İçten söylenen bu söz geri çevrilmemişti.

            Rızkı orada devam edecekti.

            Mezarıda orada oldu…

            Çok sürmemişti…

 

* ** * *

Bazen insanları yağlıyorum ki gıcırdamasınlar.

İnsanlarla konuşurken onları övmek gerek..dövmek dövülmeyi de kabul etmektir.

İnsan ihsanın kuludur.Ona ihsan et..onu öv..onu yücelt..

Varsa eğer paslanmalar,yağlanmak ister..ta ki gıcırdamasın..ses çıkarmasın..kabul etsin..

Dinlemeli..hazmetmeli..hazmettirmeli..

Hazmetmezsen,hazmedilmezsin…

Sen büyüksün..sen değerlisin…

 

* ** * *

12 Eylül 1980 ihtilali olmuştu.

Merkeze bağlı ilçede Cuma namazını kıldırmış,her şeyden habersiz eve gelmekteydi..

Birileri birilerini devirmişti.milleti ise dermişti..dürmüştü..

Evler aranmakta idi..birşeyler bulmak ümidiyle..

Acaba ne arıyorlardı..suç aletleri nelerdi..

Evet,bir evde bir valiz suç unsuru bulunmuştu.

Subay askeri,sert bir ifadeyle;

-Amca bu kırmızı kitaplar kimin?

Baba baba şefkatiyle;

-Benim,evladım,demişti.

Bir kitaplara,bir de amcaya bakarak kafasını sallayarak gitmişti.

O da haklıydı…

Çünki amca bu kitapları hiç okumamış,okuyamamıştı…

            Ama hayatı okumuş,okumuşlrdan daha çok okumuştu.

            O satırları değil,sadırları okuyordu…

 

* ** * *

İzmirden Menemene gitmekteydi.

Yaşlı ve de tek başına..

Hastalıklarda pek peşini bırakmıyor ya..

Hayatını şimdilik ilaçlarla sürdürüyordu.

İhtiyaten ilaçlarını da yanına almıştı.

İlaç saatlerine aynen namaz saatleri gibi dikkat eder,geçirmemeye çalışırdı.

Yolun düzgünlüğünden olsa gerek,şöför kaptırmış son sürat gidiyordu.

Arabasına aldığı emanetleri yerlerine yetiştirmek için yolla kendisi vardı.

Birden bir bağırtı ile yolla arasına yaşlı kadın girdi.

Dursana oğlum,dur diye bağırıyordu.

Acaba bir tehlike mi vardı?

Şöför acı acı frene basarak durdu.

Evladım hap atma saatim geldi..durda habımı atayım

Habını atmış,herkese de acı haptan attırmıştı…

 

* ** * *