İLÂHİ     MAZHARİYET

 

            Hayatta bazen bir noktanın bile hayatı güzel noktalaması açısından büyük önemi olmaktadır.

            Şu anda biraz daha salim bir düşünce ile düşündüğümde;ya öyle olmasaydı,durum hangi merkezde olurdu?acaba demeden de edemiyorum...

            Bir yaprak bile kaderin takdiri ile düştüğü içindir ki,bizim mukadderatımız kaderin haricinde elbette düşünülemez.

            Başımdan geçen bu olay herkesinde hayatında buna benzer olayların geçebileceği ve düşündürmesi temennisiyle ibretli bulup,anlatmayı düşündüm.

            İmam-Hatib-i yeni bitirmiştim.Niyetim İlahiyata devam etmekti.Ancak sadece üniversite imtihanı ile iş bitmiyor,ilahiyatlar da kendi bünyelerinde imtihan ediyorlardı.Kazanmak bir problem,okumak başlı başına ayrı bir problem idi.

            O yıl diyanet memleketimize on üç kişilik imamlık kadrosu göndermiş,imtihanla imam alınacaktı.Ben de müracaat ettim.

            Müracaat edenler hem çok,hem de yıllardır hafız olup da müezzinlik yapanlar,sesi güzel olan zaten diyanet mensublarından diğer kadroda bulunanlarda imtihana giriyorlardı.Sayı altmışın üzerinde idi.

            Tevekkeltü alellah deyip,birazda kendime güvenerek imtihana girdim.Kur’an-ı Kerimim iyi idi.Biraz da –tahdisi nimet olarak- sesimde fena değildi.

            Herkes gibi sonuçları bekliyor,müftülüğe giderek devamlı ilanın yapılıp yapılmadığını kontrol ediyorduk.

            Ve nihayet kazananların listesi müftülüğün kapısına asılmıştı.Listedeki kazananlar puan sırasına göre olmayıp,giriş sırasına göre sıralanmışlardı.Yukarıdan aşağıya doğru adeta dağa tırmanır gibi tırmanıyor,bir yandan da belirli belirsiz terliyordum.Ancak dağa vardığımın farkına varmış olacağım ki,birden sevinçle beraber heyecanla kendimi on birinci sırada buldum.Kazanmıştım.O da okulu bitirip ara vermeden hemen görev alarak.

            Durumumuz iyi değildi.Babam yıllardır diz üzerinde çekiç vurarak ayakkabı yapıp satmaya çalışmış,oda yetmemiş büyük denizlere açılan küçük balık misali İstanbul gibi bir yerde bu işini sürdürmeye başlamış,bir yandan da kaderin de takdiriyle uzun süren hastalıktan dolayı işini sürdürememesi tekrar memlekete gelmesine,memlekette de geçici işçi statüsünde yılın yazları belli aylarında köylere giderek şantiyelerde işçi olarak çalışmaya başlamış.Çok şükürler olsun,düşe kalka bu vaziyet içerisinde bir geçim ile hayatımızı sürdürmeye çalışmışız.

            Benim memuriyeti kazanmış olmam,önemli bir boşluğu doldurmama sebeb olacaktı.Böyle bir müjde bir an evvel haber verilmeliydi.Öyle de yaptım.Ailemde benimle beraber böyle bir sevinci kutladılar,hepsi memnundu.

            Ancak memnuniyetimiz çok sürmedi,bir gün sürmüştü.Kulaktan duyduğum haberi doğrulamak üzere ertesi günü tekrar müftülüğün kapısına gittim.Şimdi ise bir önceki günün sevinci yok olmuş,yerini hüzün almıştı.Yerime birinci yedekte bulunan kişi gelmiş,ben de onun yerine geçmiştim.Aslın yerini yedek almıştı.

            Bunda ise mutlaka bir iş vardı.Bu sefer eve hüzünlü haberi ulaştırmıştım.Bir günlük sevincin yerini,hepsinin üzerinde bir hüzün almıştı.Büyüyen bu hüzün dışarıya taştı.

            Ben ise çaresiz birazda utangaç bir halden dolayı bu durumu ne müftüye,ne müftülükteki memura,nede müftünün kayınbabası olan sevdiğim büyüğüme bir türlü sorup öğrenemiyordum.

            Eli öpülesi büyüğüm,babamında çok sevdiği yakınıydı.Babam hürmetle ona durumu arzetmiş,oda bize bir cümle ile öğrenip cevab vermişti;

            Mehmet,Kur’an-ı okurken çok güzel okumuş,fakat bir yerde biraz boğazından ses gıcıklı!? çıkmış..

            Bu cevab tatmin edici değildi.Kırmak da olmazdı ama genede bir şeyler söylemeyi hissetti babam;

            -Niye,Mehmet kendisine kaset mi dolduracak yoksa?İmamlıkta aranan doğru ve düzgün olarak Kur’an-ın okunması değimli?

            Bir sessizlik ve ayrılış...

            Biraz yapımız,biraz karekterimiz olsa gerekki,kolay kolay Talib olmadık,Matlub olmadıkça...Ancak böyle bir haksızlığa da göz yummak olamazdı.Su-i istimalin olduğuna simim gibi inanıyor,bunun sebebinin müftülükte bulunan birinci derecede bir memurun,ikinci derecede de müftüden kaynaklandığına inanıyordum.

            Simalarda üzüntü,içimizde bir ah vardı.Bu ahımızı sadece ilahi dergaha sunmuştuk.

            Birkaç gün sonra,babam arkadaşları ile oturmuş çay içerlerken,içlerinden birisi babama;

            -Yahu Celâl!Senin bir problemin var herhalde?Bir kaç gündür üzüntülüsün.Nedir derdin,deyip sorunca,babamda durumu kendilerine anlatıyor.Ankara’da bir tanıdığın yok mu?diyor.Babamda var diyor.Arkadaşı ısrarını sürdürerek sen niye duruyorsun,onun yanına gidipde durumu onlara da anlatsana...

            (Neyle gidilecek,nasıl gidilecek?)

            Eğer paran yoksa al bu parayı sonra bana ödersin diyerek yol parasını da veriyor.

            Ve biz babamla beraber Arkadaşının yanına gittik.O Adıyaman milletvekili,o Bakanla ve Diyanet İşleri Başkanı ile irtibat kurup randevu alındı.

            Diyanet İşleri Başkanı Tayyar Altıkulaç’ın huzuruna vardık.Hürmet ve saygıyla karşıladı.Olayı anlattık ve inceleteceğini söyledi.

            Babam karne ve diplomamı Başkana uzattığında başkanın dikkatini çekmişti.Ya hu bunun Kur’an dersini müftü girmiş ve de dokuz vermiş,eğer bu çocuk iyi değilse neden dokuz vermiş?

            Düşündürücü idi...

            Babam son söz olarak,belki de sözün başı ve özünü oluşturan şu sözü söyledi:

            -Sayın Başkanım!Biz buraya kadro almaya gelmedik.İnceletin eğer kazanmış,hak etmiş ise hakkı verilsin yoksa kazanmamışsa hak edene kadar çalışsın.

            Başkan şaşırmıştı.Allah Allah,dedi.Yahu şu insanın dediğine bakın,hergün buraya yüzlerce insan kadro almak için el etek öpüyor,aracılar koyuyor,bu ise kadro istemediğini,kadro almak için gelmeyip,hak etmişse verilsin diyor.Bu insanın işiyle ilgilenilmez mi?

            Sağ olsun ilgilendi de.

            Biz memlekete gelmiş,birkaç gün sonra Diyanetten müfettişlerde gelmişlerdi.Amcam gilin dükkanında oturup kendileriyle konuşulmuştu.Çaylarını içtiler,öğle saati olduğu için yemeğe kalmaları teklif edildiğinde;Aslında bizim bu çayı içmemiz bile uygun değil di,ancak sizleri kırmamak için içtik diyerek yemek yememişlerdi.İşi adaletli yürütmek istiyorlardı,her şüpheden uzak olarak...

            Şunu söylemişlerdi.Biz Mehmet’in birinci imtihan kağıdını bulduk,onda kazanmış görünüyor,ancak herkesin olduğu halde Mehmet’in ikinci imtihan kağıdını bulamadık,yoktu.

            Okulada gitmişler,notlarımı incelemişlerdi.Kur’an-ı Kerim ve Arapça derslerine müftünün girip dokuz,on  puan verdiklerini tesbit etmişlerdi.

            Bütün incelemeler ve mevcut durum neticesinde ortaya çıkan durum şu idi ki;ben imtihanda ikinci olmuşum.Fakat ikinci kağıt ortada bulunmadığından imtihan iptal edilmişti.Birinci ise,Ya Ulu caminin hafız,müezzini idi,ya da kıraat ve sesi güzel olan Ali hoca idi.

            Benim ise tayinim direk Ankara’dan memleketimizin camisi olmayan,kadrosu bulunan bir köyüne yapılmıştı.Caminin temelinin atılmasına vesile olmuştuk,bir seneye yakın orada tek başıma imamlık görevini yürütmüş,daha sonra merkezin muhtelif yerlerinde toplam yirmi beş ay bu kutsal ve şerefli görevi yapmıştım.

            İmtihan altı ay sonra bir daha açılmıştı.

            Müftü ise sürgün edilmişti,oda bir daha memleketinde görev yapamaz ibaresiyle.Oysa bir partiden aday olup milletvekili olma durumu söz konusu idi.Ancak kendisinden sonra gelen kişi hem vaizlik yapmış,hemde milletvekili olmuştu.

            Söylenenler arasında şuda vardı;Efendim o yedekdeki kişi müftünün evine bir teneke tereyağı götürmüş.

            Veya o kişi bizim siyasi partimizden olup,bu ise tamamen bizim siyasi partimizin dışında bir kişi olduğundan kaynaklanmış gibi söylentiler söylenmekte idi.

            Anlatmak istediğim olay başdaki idi.Belkide bu imtihan hayatımda bir nokta gibi yer işgal etmekte idi.Ancak hayatımın istediğim şekilde noktalanmasında önemli rol oynamıştır.Bu sayede iki yıl içerisinde maddi manevi toparlanmama sebeb oldu.

            Beklide bu temel ve aşama ile üç yüz altmış kişinin içerisinde alınacak olan altmış kişinin arasına girmiştim.

            Hayat ve hayatın işleri önemsenmeli,küçük ve önemsiz görülmemelidir.Azim ve gayret ile zorluklar aşılmaya çalışılmalıdır.

            Gayret bizden,muvaffakiyet Allahdandır.

 

                                                                                                          Mehmet   ÖZÇELİK

                                                                                                                      19-08-2003