LANETLENDİK  !!!

 

“Kim bu vakfiyenin bir şartını değiştirir, fasit bir te’ville, dalavereyle vakıf hükmünü yürürlükten kasteder ve aslını değiştirir, füruuna itiraz eder veya bunları yapana yol gösterir ve yardım eder veya kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkar veya sahte evrak düzenleyerek mütevellilik hakkı gibi şeyler ister, yahut onu kendi hesabına geçirirse haram işlemiş olur, günah kazanır. Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların ebediyen la’neti onun üzerine olsun. Azapları hafiflemesin. Kıyamet gününde yüzlerine bakılmasın.                                                                                                                                               

Kim bunu işittikten sonra değiştirirse, günahı değiştirenlerindir. Allah işitendir, bilendir. Bu vakfı değiştirmeye, bozmaya girişen kişi ölümü, sekeratı, kıyamet sahnelerini ve karanlığını, kabri ve yalnızlığı, münkeri ve heybetini, nekiri ve soracaklarını, Âlemlerin Rabbi huzurunda duracakları günü hatırlasın. O gün hiçbir kimse hiçbir şeye sahip değildir. O gün bütün işler Allah’a aittir.”

Ayasofya resmi olarakta camidir.İmam kadrosu bile var.Mahmut Toptaş hoca,bu kadrodan emekli oldu.

            Bu da geniş ana mekandan çıkartılarak,bu kadrolu imamlar,binanın ön kıble tarafındaki yarı müstakil Hünkâr mahfili kısmında namazları kıldırmaktadırlar.

            Lanetlendik mi?Lanetli miyiz?Bütün sıkıntılarımız bundan mı?

            Fatih Vakfiyesinde:”Ayasofya kıyamete kadar cami olarak kalmalı;kim bunu değiştirmeye kalkarsa,Allahın,peygamberlerin,meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olmalı”olsun.

            Basiretiyle ileride Ayasofyanın başına geleceği hissetmiş!

            Buranın kapalı tutulması hukuki değil,tamamen siyasidir.1934-deki şifahi alınan bakanlar kurulu kararı şaibelidir.Meclis tarafından alınmış bir karar değildir.

Ayasoyfa’nın “statü”süne bakalım. Yeni Dünya Dergisi’nin Mayıs 2000 tarihli 79’uncu sayısında Prof. Ahmet Akgündüz’ün bu konuda açıklamaları şöyle:

“İslam Devletler Hukuku’nun hükümlerine göre, sulh yoluyla fethedilen ülkelerde mevcut olan ehl-i Kitaba ait mabetlere asla dokunulmaz, ancak yenilerinin inşasına da müsaade edilmez. Eskiden beri var olanlar tamir edilebilir. Savaş yoluyla fethedilen topraklarda ise durum tam tersidir. İslam hükümdarı isterse başka dinlere ait bütün mabetleri yok eder ve gayr-i Müslimleri de sürgün edebilir. İşte İstanbul tamamen savaş yoluyla fetholunmuştur. (Fatih, 23 Mayısta İsfendiyar oğlu Damad Kasım Bey’i elçi olarak Bizans’a göndermiş ve sulh yoluyla teslim olmalarını yoksa tam bir asker olan İmparatorun da kabul edeceği gibi şehrin yakında düşeceğini bildirmiştir.)”

“Ayasofya ve benzeri bazı kiliselerin camie çevrilişinin meşruiyet sebebi bu hükümdür. Bu hüküm İstanbul çapında tatbik edilseydi İstanbul’daki bütün kilise ve havraların yakılması gerekirdi.”[1]

            25-07-2005 Pazartesi günü Ayasofyaya gittim,mahzundu.Birde haftanın o günü meğer sürekli kapalı tutuluyormuş.Kendisi gibi bana da iki hüznü birden yaşadı ve yaşattı.Belkide Sultan Ahmet camiinin desteğiyle ayakta duruyordu.O ise yerliden ziyade yabancılarla uğraşmaktan başını kaldırıpta,ona bakamıyordu.

            "Ürperdi hayâlim, bu nasıl korkulu rü'yâ!

            Şaştım neyi temsil ediyorsun, Ayasofya?"(A.U.Kurucu.)

            İstanbula,memleketime gam ve kuşatılmışlık,kasvet,kâbus,hüzün çökmüştü.

            Tıpkı 35 yıl öncesinde kaldığım Balat ve civarı olan haliç ve çevresi gibi.İstanbula gitmeden önce arkadaşım oranın Rum ve Ermenilerce satın alınıp,bir yerleşim mahalli haline getirilmekte olduğunu söylediğinde,birden dikkatimi çekmiş,gittiğimde göreceğim demiştim.

            Gittim..sordum ve gördüm..öyle olduğu gibi,cazib para veriyor olsa gerekki,bazı binaların üzerinde –Satlıktır-yazıyordu.Çünki bu durum Avrupa tarafından desteklenmekteydi.

            Ayasofyanın kenarında bir güzel Türkçe yazı yazan bir Hattat,çinilere yazmış olduğu yazılarla,adeta ayıbımızı örtmeye çalışıyordu.Ne mümkün!

            Artık bir zamanlar dünyaya hükmeden,yanında nöbettar gibi bulunan beş Padişahta artık onu koruyamaz olmuşlardı.

            Ayasofyanın bitişiğinde bulunan II.Selim,III.Murat,III.Mehmet,I.Mustafa ve Sultan İbrahim elleri gibi dilerlide bağlı orada yatıyorlardı.

            Diriler bir şey yapamazken,ölüler ne yapabilirlerdi.Zamanlarında diri iken diriltmiş,biz diriler ise öldürmüştük.

            Önceden de Ayasofyayı yazmış ve Hüzünlenmiştim.Ancak bu sefer karşılıklı oturup,karşı karşıya dertleşmiştik.

            Hala nefesi güçlüydü Ayasofyanın.Kendi nefes oluyor ve bizede nefes verebiliyordu.Nefes borusu satılmamıştı demekki?Oraya gelinmemişti!

            İnsanlar koşturmadan düşünmeye vakit bulamıyorlardı.Ben ise Ayasofyanın kapısının yanında,yol üstünde sandalyeye oturarak,daha sonra çayhanede devam ettirerek elimle yapamadığımı dilimle ve kalemimle yapmaya çalışıyordum.

            Kim bilir gelip geçenler ne diyorlardı?Bunun hiç mi işi gücü yok,herhalde işsiz ve de gamsız diyorlardır.

            Oysa gamımdan demimi bulmuştum.Kendi dünyamda demlenmeye çalışıyordum.Gemimi azığa atmış,demirliyordum..ve de 25 sene sonra…

            Eski Edirnekapı semt ve civarlarındaki mahallemiz ve onun hatıraları.

            İstanbul maddesiyle boğuyordu.

            Bugün koca bir tarih İstanbulda yatıyordu.Ancak ayakta değildi.Ya tarih yazmalı veya tarihi ayağa kaldırmalı veyahutta her ikisi…

            Kimsenin pek dünyasına ve gündemine girmemişti Ayasofya.Belkide Ayasofyayı en fazla bitiren,rengini soldurup,suvalarını döktüren işte bu ilgisizlikti.

            Kapısına kilit vurulmuştu.Belki kilit vurulan bizim kalbimizdi.Önceden günde beş defa girilen o kutsal mabede,bugün izinle ve de parayla giriliyordu.

            İçeriye girdiğimde adeta beton yığınları ve taşlar arasında üşümüştüm.

            Günde beş defa haykırılan minarelerinden artık ses çıkmıyor,suskundu.

Artık şu ezanlar ki,mabedleri dinin temeli..demiyordu,diyemiyordu.Ağzınada,minarelerine de kilit vurulmuştu.Üç dine mabedlik yapan Ayasofya,şimdi mahzenlik ve sergilik yapıyordu.O kadar kalabalıklığa rağmen,etrafında her şey sessizdi.Arabalar bile,araba gibi ses vermiyordu.Arada bir rüzgarın esintileri yüzleri okşuyordu.Belliki bir milletin hüznü,bizim değil de,onun omuzlarına çökmüştü.

            İlk defa Jüstinyen tarafından farklı yerlerden taşlar getirilerek yapılan Ayasofya,şimdilerde yıkılışa doğru gitmekteki,tamir ediliyordu.Meğer bu tamirde yıllardır devam etmekteymiş.Oysa ecdad olsaydı,yanına sıfırdan birkaç tane daha kurardı.

            İkinci kata çıktım,İmparatoriçenin dini tören ve ayini izlediği yerden,ben de hüznü izledim.

            Asırlardır samimiyeti yaşayan Ayasofya,şimdilerde tam bir resmiyeti yaşıyordu.

            Ayasofyanın giriş kapısının yanında “Re’sül hikmeti,mehafetullah” yazıyordu.Yani-Hikmetin başı,Allah korkusundandır-Bu bile kimseye bir şeyler hatırlatmıyordu.

            Gerçek Ayasofyada namazımı kılamadım ancak Küçük Ayasofya camiinde kılarak teselli bulmaya çalıştım.Belliki o da büyüğünün yıkımına dayanamamış ki,kendiside tamirdeydi.

            Bir akşam vakti,Sultan Ahmette ışık gösterisi yapılıyordu.İşte böyle bir durumda yüzden fazla insan akşamın karanlığında,sesin geldiği yön olan Sultan Ahmede dönmüşlerdi.Ayasofya ise onların arkasında kalmıştı.

            Ben ise hepsinin rağmına sırtımı Sultan Ahmede,yüzümü Ayasofyanın aydınlatılmış yüzüne dönmüş,onu seyrediyordum.

            Onunla dertlenmek istiyordum.O insanlar tarihi piyesi dinlerken,ben ise Ayasofyayı dinliyordum.Onlar Sultan Ahmedin ışıklandırmasına bakıyor,ben ise onun ışıklandıracağı o ışıklı günleri düşünüyordum…

            -"Ayasofya bir hicran yarası olmuş o kalpte/Çan sesinden seni kurtarmış ezanlar nerde?"

             Daha da fecisi;Avrupa parlementosuna verilen kararda,Ayasofyanın kiliseye çevrilmesi teklifi yapıldı.           

            “Allah Konstantiniyye’yi (İstanbul’u) çok sevdiği dostlarının eliyle fethedecek... Onlardan hastalığı ve üzüntüyü kaldıracak.’ (Kıyamet Alametleri, s.181)

            "Beldeler onun emrine girer. Allah-u Teala onun elinde Konstantiniyye’nin fethini müyesser kılar.’ (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-ül Ahir Zaman, s. 56)

            Hz. İbni Amr’dan (r.a.) rivayet edilmiştir: Peygamberimiz (sav) buyurdu ki: Ey Ümmet! Altı şey vardır ki; onlar olmadan kıyamet kopmaz’ (altıncısı) medinenin fethi.

            -Denildi ki : Hangi medine? (Hangi şehir?)

            -Buyurdu ki: Konstantiniyye.

            (*) Bu Konstantiniyye’nin Mehdi tarafından yapılacak fethidir. (Kıyamet Alametleri, 204 Ramuz-el Ehadis, 296)

Mehmet   ÖZÇELİK

03-08-2005

 


 

[1] 18-8-2002,Milli Gazt.Afet Ilgaz.