MASONLAR PERDEDE

ŞİMDİ NEY DEVREDE ?

 

Hasan Karakaya

İlginç zamanlama... Masonlar "kapı"ları niye açtı?


Kapılar, "önce kime" açıldı... Sabah'tan Balçiçek Pamir'e mi, yoksa; başlarında Kanal D'nin Mali İşlerden Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Yalçın Erceber'in bulunduğu "Hürriyet yöneticileri"ne mi?.. Sahi; Masonların büyük üstadı olan ve 1977'de ölen Prof. Dr. Hayrullah Örs'ün oğlu Ahmet Örs'ün ne işi var o fotoğrafta?.. Öyle ya; Ahmet Örs, Sabah gazetesinde "yemek yazıları" yazıyor!.. Ama, Hürriyet ve Kanal D'cilerle aynı fotoğraf karesinde!..
Anlaşılır gibi değil... Sabah'ın anonsunda Balçiçek Pamir'in adı ve fotoğrafı var, ama Sabah'ın "yemek" yazarı Ahmet Örs, Kanal D ve Hürriyet yöneticileriyle?!?..
Siz olsanız sormaz mısınız;
Masonlar, Hürriyet'e mi açtı kapılarını, Sabah'a mı?.. Yoksa, "hepsine birden" mi?..
Ya da, daha önemli bir soru;
Ortalıkta fol yok, yumurta yokken, bu "kapı"lar niye açıldı?.. Onlar mı açtı, gazeteciler mi açtırdı?..
Sabah, önceki gün başladı "Mason tefrikası"na!.. Hürriyet, "Sabah'tan geri kalmamak" için olsa gerek, önceki gün "anons"unu verdi, dün de "tefrika"ya başladı!.. Yazdıkları, bilinmeyen şeyler değil!..
İyi de; kapılar, neden açıldı?.. "En gizli törenler"in yapıldığı "Sır Oda"yı niye gösterme gereği duydular?..
"Masonların gocunduğu" bir olay mı yaşandı son günlerde?.. "Kendilerini temize çıkarmak" gibi bir telâşın içine mi düştüler de açtılar "kapı"ları?..
Şöyle bir düşündüm... Hayır, böyle bir olay yok!..
Sonra, "acaba" dedim kendi kendime; kapıların açılışında, "Kurtlar Vadisi" adlı dizinin bir rolü var mı acaba?..
Malûm; geçtiğimiz Perşembe akşamı, "yeni bölüm"ü yayınlanmadı Kurtlar Vadisi'nin... Ama önceki hafta ve ondan önceki haftada, "Baron" koltuğundaki Mehmet Karahanlı'nın "öldürülüşü" üzerinden "müthiş mesajlar" verildi!..
"Baron Karahanlı"nın; bir "mason" simgesi olan "7 Kollu Şamdan" figürünü çağrıştıran "7 Başlı Ejderha" amblemini taşıyan "örgüt" tarafından "infaz" edilmesi esnasında "müthiş göndermeler" yapıldı!..
Herkes, bu infazın "Tapınak Şovalyeleri"nin işi olduğunda görüş birliğine vardı!..
Önceki hafta ise;
"Baronluk için kulisler" yapıldığı esnada, Konsey üyesi Samuel'in "İplikçi Nedim"e söylediği söz, hayli enteresandı:
"Bugüne kadar çok padişahlar, çok başbakanlar oturttuk koltuğa!.. Çoğunu da indirdik!.. Ama, artık yeter!.. Bundan sonra, yönetimin başına biz geçecek ve biz yöneteceğiz!"
Bu sözler, nihayetinde bir "senaryo" ürünü de olsa, beni bir hayli düşündürmüştü!..
Acaba; Tapınak Şovalyeleri, "perde gerisi"nde kalmaktan vazgeçip, doğrudan "sahne"ye çıkmaya hazırlanıyordu da, dizi, bunun "işaret"ini mi veriyordu?..
DOLARLAR... YULARLAR!
Derken, Kırgızistan'dan "ayaklanma" haberleri gelmeye başladı... Güya, "seçimde hile" yapılmıştı ve halk, Asker Akayev'e karşı ayaklanmıştı!..
Adına, "Pembe Devrim" diyorlardı!.. Gürcistan'dakinin adı da, "Turuncu Devrim"di!.. Ukrayna'dakinin rengi neydi, şu an hatırlayamadım!..
Yalnız, her ne hikmetse, "halk devrimleri"nin arkasında, yine "o isim" vardı;
George Soros!..
Gürcistan'daki devrim için, "6 milyon Dolar" harcadığı yazılmıştı!.. Sonuçta, Gürcistan'ın başına, "karısı Musevi" olan bir adam, evet Saakaşvili oturtuldu!.. Karısı Sandra Roelofs, bir "Hollanda Yahudisi"dir!.. Aynı George Soros'un, Kırgızistan'daki "Pembe Devrim"(!) için de, "medya" ve "STK"lar kullansın diye "4 milyon dolarlık bir bütçe" ayırdığı ortaya çıktı!..
Sonuçta, Asker Akayev, ülke dışına kaçtı!..
"Katıksız bir Siyonist" olduğu bilinen George Soros, bir kere daha başarmıştı!..
"Dolar"ları dağıtıp, "yular"ları ele geçirmişti!..
Ardından, "gövde gösterisi"ne dönüşen "DEHAP mitingleri" ve "Türk bayrağını yakma" girişimi!.. Kınamalar, protesto yürüyüşleri, "bayrak asma" yarışları!..
Derken, Washington'dan bir haber:
"Washington ile gerilen ilişkileri düzeltmeye çalışan hükümet, ABD'nin İncirlik'i 'lojistik merkez' olarak kullanma talebine 'yeşil ışık' yakmaya hazırlanıyor. ABD'ye giden AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Mercan, kararın yakında verileceğini açıkladı. ABD'ye hükümetin aylar sonra yanıt vermesi, Ermeni lobilerinin 24 Nisan'da soykırım iddialarını tanıtma kampanyalarının önüne geçmek, Suriye ve İran konularında gerilen ilişkileri yumuşatmak amaçlı görülüyor. ABD ve İsrail'e de ziyaret planlayan Erdoğan'ın Bush'tan randevu talebinde bulunduğu öğrenildi."
Tayyip Bey, Mayıs'ta İsrail'e gidecek mi?..
"Özür" anlamına gelecek bu ziyaret, "kuvvetle muhtemel" görünüyor!.. Zira; bu ziyaretin "asıl" amacının, "Beyaz Saray'ın kapılarını açmak" olduğu ileri sürülüyor!..
İLK MASON PADİŞAH!
İşte bu "kapı açmak" meselesi, hayli düşündürdü beni!..
Tayyip Bey'in "Beyaz Saray kapılarını açmaya zorlandığı" şu günlerde; Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Locası'nın "Sabah ve Hürriyet'e kapılarını açması" ilginç bir tevafuk gibi geldi bana!..
Bu "kapı açma" olaylarının, "Kurtlar Vadisi"nden sonra gerçekleşmesi de, ister istemez düşündürüyor insanı!..
Masonlar, bir "alınganlık" mı gösterdi acaba?.. Dizide verilen mesajlardan sonra, bir "aklanma telâşı"na mı düştüler?..
Yoksa; yine "zılgıt" mı yediler?..
"Zılgıt" meselesine geçmeden önce, Kurtlar Vadisi'nin son bölümündeki "diyaloğu" tekrar hatırlayalım!..
"Konsey yönetimi"nde yer alan Samuel, Konsey Başkanlığı'na aday olduğunu açıklıyor ve dindaşı "İplikçi Nedim"den şöyle "destek" istiyor:
"Bugüne kadar çok padişahlar, çok başbakanlar oturttuk koltuğa!.. Çoğunu da indirdik!.. Ama, artık yeter!.. Bundan sonra; yönetimin başına biz geçecek ve biz yöneteceğiz!"
Bunlar, "bir senaryonun basit cümleleri" değil!.. Bu sözler, "tarihî gerçekler"le de örtüşüyor!..
Masonlar, gerçekten de, tarih boyunca kimini tahta çıkardı, kimini de indirdi!..
Meselâ; 1875 yılında, Osmanlı büyük "ekonomik ve siyasal bunalımlar" yaşıyordu!.. İç ve dış borçlar "ödenemez" duruma gelmişti!.. Dahası; Bosna-Hersek'te köylüler ayaklanmış, Zagor'da Bulgarlar isyan etmiş, Rusya ile yaşanan sınır sorunları, Sultan Abdülaziz'i iyice bunaltmıştı!..
Mayıs 1876'da Süleyman Paşa komutasındaki Harbiye öğrencileri, Sultan Abdülaziz'i tahttan indirip, yerine 5. Murat'ın oturtulmasını sağlamıştı!..
Darbeye, "medreseli öğrenciler" de katıldığı için, bu darbenin adına "Softalar Darbesi" denilmişti!..
Oysa, darbeyi yapanlar "softalar"(!) değil, "mason"lardı!..
Tahta 5. Murad'ın oturmasında büyük rol oynayan Mithat Paşa, bir "mason"du!.. Şu işe bakın ki, tahta oturtulan 5. Murad da, tahta çıkmazdan birkaç ay önce Prodos Locası'na kaydolmuş ve o da "Mason" olmuştu!..
İLK MASON BAŞBAKAN!
"İndirme"ye gelince...
Sultan 5. Murad'dan sonra tahta geçen Sultan Abdülhamid Han; kendisine "Filistin'de toprak karşılığında Osmanlı'ya para yardımında bulunmayı" teklif eden Thodor Herzl'in teklifini reddedince, masonların egemen olduğu "İttihat ve Terakki"ciler tarafından tahttan indirildi ve Yunanistan'a sürgüne gönderildi!..
Tarihimizde; bunun gibi, nice "çıkarma-indirme" örnekleri vardır!.. Mesela; 5 Eylül 1947-14 Ocak 1949 tarihleri arasında, "Türkiye'de bir ilk" olarak "Başbakanlık" yapan Hasan Saka, bir "Mason Üstad-ı Azamı"dır!.. Kabinesinde de "11 mason bakan" vardı!..
Her neyse... Konuyu dağıtmayayım, yine başa dönelim ve soralım:
Masonlar, Sabah ve Hürriyet'e niye kapılarını açtı?.. Ve "neden" bugünlerde?..
Yine, bir "zılgıt" mı yediler?..
KANAL 7'DEKİ GÖRÜNTÜLER!
Hele hatırlayın... Kurtlar Vadisi'ndeki "görüntü"lerin bir kısmı, "gerçek" olarak 1997 yılı Ocak ayında Kanal 7'de yayınlanmış ve Türkiye masonları, "büyük bir zılgıt" yemişlerdi!..
Ne dersiniz, "Refahyol İktidarı'nın yıkılışı" ile sonuçlanan o günleri yeniden hatırlayalım mı?..
Hafızalarımızı şöyle bir tazelesek, hiç fena olmaz herhalde!..
Efendim;
"1997 yılı ocak ayında İstanbul'da iki büyük Mason locasında çekilen gizli kamera görüntüleri, Türkiye Masonları üzerinde şok etkisi yapmıştır. Kanal 7 ekranlarında yayınlanan bu gizli kamera görüntülerinin birincisi İstanbul'da bir locada gerçekleştirilir.
Görüntülerde birkaç işadamının Masonluğa giriş merasimi, Masonik bir nikah töreni ve genel kurul toplantısının görüntüleri yeralmaktadır. Masonluğa yeni giren bir kişilerin göğsüne kılıç dayanarak ölüm iması yapılması, ellerini boğazında tutan salon görevlilerinin bu imayı tekrarlaması Masonluğa yabancı olan Türk halkının oldukça ilgisini çekmiştir.
Bu görüntüler yayınlandıktan birkaç gün sonra, İstanbul'da adresi bilinmeyen bir Mason locasında yalnızca 33. dereceden masonların katılabildiği "şeytana tapma ayini"nin görüntüleri ekranlara yansır. Görüntüler Kanal 7 ekranlarında dakikalarca yayınlanır. Ayini yöneten büyük üstad, locanın ortasında kesilen bir keçinin kanını içmekte ve İbranice bazı dualar okuyarak şeytana tapma ayinini sonuçlandırmaktadır.
Gizli kamera görüntülerinin yayınlanması ile birlikte masonluk, ciddi bir tartışma konusu haline gelir. Ancak masonların kontrolündeki bazı medya kuruluşları bu konuyu hasıraltı edebilmek için olağanüstü bir çaba harcar. Bu medya kuruluşları, Mason localarındaki gizli kamera görüntülerini gündemlerine dahi almazlar.
Aynı günlerde ortaya çıkan Aczimendi Şeyhi Müslüm Gündüz ve Fadime Şahin konusu ise bu gazete ve televizyonlarda günlerce birinci haber olarak yer alır.
9 MADDELİK TALİMAT!
Ardından; İsrail Masonluk Yüce Konseyi'nden Türkiye Masonları Büyük Üstadı Necip Arıduru'ya sert bir uyarı gelir. Masonluktan ayrılan bazı kişiler tarafından basına sızdırılan 27 Mart 1997 tarihli uyarı metni, Türkiye'de yeni bir dönemin başlangıcı anlamını taşımaktadır...
Bu uyarıda, özetle denilir ki:
1-Türk basınındaki ve ilgili kuruluşlardaki biraderleri örgütleyin ve Refah Partisi'ni iktidarı bırakmaya mecbur etmek için gerekli diğer bütün tedbirleri alınız.
2-RP'nin itibarının tamamen yok olması ve seçmenlerinin ümidini kaybetmesi ile neticelenen siyasi bir konjonktür oluşturun.
3-Her çeşit belgeyi, tutanağı, sirküleri ve riskli mektupları büyük sekreterlikten uzak tutun.
4-Locaların toplantılarını belli bir zamana kadar, alışılmış merkezlerde gerçekleştirmekten kaçının.
5-Size ikinci bir talimat ulaştırılıncaya kadar müracaat edenler konusunda son derece dikkatli işlemler yapın; aynı yanlışlıklara düşmeyin.
6-Mason olmayanların ve mason cemiyetinden çıkarılmış eski masonların tapınaklara girişine kesin bir şekilde mani olun.
7-Masonluğa ihanet etme suçunu işlemiş masonlara karşı tahkikatlara devam edin. Dönekleri, İskoç Riti'nin prensiplerine, âdetlerine ve geleneklerine uygun bir şekilde cezalandırın.
8-Masonluk aleyhindeki radyo, gazete, televizyon, kitap, dergi gibi yayınları izleyip bunlara mani olun. Refah Partisi'ne mensup İslâmcı basını ekonomik, siyasi ve adli baskı yoluyla görevini yapamaz hale getirin.
9-Bağımsız Büyük Komitemizi, bu skandala yol açan belirsizlikle ilgili ayrıntılı bir tutanak fezlekesi hazırlamakla görevlendirin ve neticeleri Fransa Yüce Konseyi'ne bildirin.
14 Şubat 1997 Yüksek Konsey/Paul Veysett
NİYE BUGÜNLERDE?
"İsrail Yüce Konseyi" tarafından alınan bu kararların, "birer birer hayata geçirildiğini" ve "28 Şubat Süreci"yle birlikte Türkiye'nin nasıl bir "badire"ye sürüklendiğini hatırlatmaya, herhalde hiç gerek yok!..
Tüm bunları, elbette sizler de biliyorsunuz...
Yalnız, benim bilemediğim ve cevabını hâlâ merak ettiğim soru şu:
Aynı zamanda "emekli büyükelçi" olan Mason Locası'nın büyük üstadı Kaya Paşakay, Kurtlar Vadisi'ndeki "infaz sahneleri"nden sonra; bir yerlerden bir "uyarı" alıp da "kendilerini aklama çabası"na mı girişti, yoksa "artık sahneye çıkma zamanı geldi" diye düşünüp, "propaganda taarruzu"na mı başladı?..
Doğrusu, "zamanlama" hayli ilginç geldi bana!.. Hem de, "Kurtlar Vadisi!.. Kırgızistan'da devrim!.. İncirlik'te taviz talebi!.. İsrail'e ziyaret!.. Ve hükümetin bunaltıldığı.." şu günlerde!..
Acaba altından ne çıkacak?..
Filmin sonunu merakla bekliyorum!..

Hasan Karakaya

 

MUSTAFA ÜNAL

27.03.2005  PAZAR


Mason olmanın dayanılmaz ağırlığı

Dikkatinizi çekmiştir, bugünlerde bazı gazetelerde masonlarla ilgili ayrıntılı haberler yayınlanıyor. Mason locasının içinden çeşitli figürler, gizli törenlerin yapıldığı mekandan boy boy fotoğraflar… Acaba nereden çıktı?

 

Masonlar zaman zaman kapılarını aralar, üzerlerindeki kimi soru işaretlerini bertaraf etmek için masum birtakım bilgileri kamuoyuyla paylaşırlar. Bunlardan birinde aktrist Zeki Alasya’nın nasıl ve neden mason olduğu faziletleriyle birlikte anlatılmıştı.

Son yayınların perde arkasında ne var bilmiyorum. Televizyonların en çok izlenen dizisi Kurtlar Vadisi’nde, Baron’un öldürülme sahnesinde gizemli mekanın yanı sıra bazı dikkat çekici ritüeller kullanılmıştı. Bunların bir bölümü masonlukla, Tapınak Şövalyeleri ile ilişkilendirilmişti.

Yeni bilgiler öğreniyoruz; mesela Türkiye’de loca sayısı 197, kayıtlı mason sayısı 13 bin 500’müş. Dünyada mason locaları üye yitirirken bizde artış varmış, oran; yüzde 6,5, ilgililer daha çok gençlermiş. 11 Eylül’den sonra ABD’de 1,1 milyon, İngiltere’de 200 bin kişi locayla ilişkilerini kesmiş.

Burada Atatürk’ün yasakladığı, İsmet Paşa’nın serbest bıraktığı masonluğun ne menem şey olduğunu irdelemek değil amacım. Bir masona ait olduğunu bildiğim ‘Biz toplumun görülmeyen liderleriyiz.’ sözünün ne anlama geldiğini de değerlendirmek istemiyorum. Son yayınlar bana siyasi alanda yaşanan bazı masonluk tartışmalarını hatırlattı. Bütün imaj çalışmalarına rağmen Türkiye’de masonlukla suçlanmanın bedeli ağırdır. Özellikle siyasette mason damgası yediniz mi işiniz biter. Hâlâ da bu böyledir.

1964’te olağanüstü toplanan Adalet Partisi Kongresi’ne masonluk tartışması damgasını vurdu. Rakipleri, en güçlü genel başkan adayı Süleyman Demirel’in mason olduğunu gösteren belgenin yer aldığı broşürü partililere dağıttı. İddiaların sonucu etkileyeceğini fark eden Süleyman Demirel, locadan Mason olmadığına ilişkin tekzip belgesi aldı.

Demirel’in belgesi Türk masonları arasında ağır bunalıma yol açtı. Bu yüzden yönetim ikiye bölündü. Demirel, kongrenin sonunda genel başkan seçilmeyi başardı, ilk seçimde başbakan koltuğuna oturdu, ancak arkasında büyük bir tartışma bıraktı. Dünyada sadece Türkiye’de masonlar kendi içinde bölünme yaşadı. Bunun nedeni de Süleyman Demirel’e verilen ‘mason değildir’ belgesidir.

1995 Aralık seçimlerinde bir gazete, fotoğrafıyla birlikte Mesut Yılmaz’ın mason olduğunu gösteren haber yayınladı. Yılmaz, bu haberi dönemin Refah Partisi ile ilişkili bazı siyasilerden bildi. Ardından fotoğrafın fotomontaj olduğunu söyleyerek iddiaları reddetti.

Yılmaz, RP ile seçim sonrası koalisyon müzakerelerine başlarken masonluk suçlamalarını gündeme getirdi, kendisinden özür dilenmesini istedi. ANAP yönetimi haberi yayınlayan, bugün de masonlukla ilgili yayın yapan o gazetenin parti teşkilatlarına alınmasını bir genelgeyle yasaklattı.

AK Parti’nin kuruluşu sırasında da ilginç bir mason tartışması yaşandı. Refahyol Hükümeti’nde Kültür Bakanlığı yapan İsmail Kahraman, yenilikçi kanadın önemli isimlerindendi. AK Parti’nin kurucusu Erdoğan’ın itibar ettiği, ağabey olarak gördüğü biriydi.

Amblem ve parti isminin belirlendiği en son toplantı milletvekili lojmanlarındaki Kahraman’ın evinde yapılmıştı. Başlangıçta çalışmalara heyecanla iştirak eden Kahraman aniden siyasete veda ediverdi. Milletvekilliğine aday olmadı. Siyasete neden nokta koyduğu o günlerde konuşulmuştu. Kulağıma çarptığı kadarıyla nedeni ilginçti: Kahraman, AK Parti’nin, masonları da içine alacak şekilde açılım politikasına karşı çıkıyordu. Kahraman, partinin kurucuları arasında bulunduğu iddia edilen mason bir isme itiraz etti. Oysa, parti yönetimindeki genel görüş, toplumun bütün unsurlarını kapsayacak şekilde yelpazeyi geniş tutmaktı. O yüzden Kahraman’ın itirazları taraftar bulmadı.

Gerçekler, mason localarının kapıyı biraz aralamasıyla değil ancak ardına kadar açmalarıyla ortaya çıkabilir.

 

27.03.2005

Gülay Göktürk

ggokturk@tercumangazete.com

 
 
MASONLUK / 28.03.2005
 

Basının bazı konuları vardır; hiç eskimez, her zaman ilgi çeker ve "iyi iş" yapar.

 Masonluk bunlardan biri.

 Kafatasları, semboller, parolalar, karanlık dehlizler, garip kılıklar, esrarengiz yemin törenleri gibi merak gıcıklayıcı gizli ritüelleri yüzünden tirajı "garantili" konular arasında olduğu için mi  mutlaka arada bir, bir "Mason Dosyası" patlatılır; yoksa başka siyasi sebeplerle mi aynı konu, neredeyse aynı bilgilerle ısıtılıp ısıtılıp piyasaya sürülür, bilemeyeceğim.

 Ama sürülür işte... 

     Bundan yirmi yıl kadar önce Nokta'da çalışırken bana da böyle bir "Mason Dosyası" hazırlama işi düştüydü. Gittim görüştüm, oturdum okudum. Hani şu bütün mason dosyalarının değişmez kaynağı olan İlhami Soysal'ın kitabı dahil birçok kaynağı karıştırdım.

    Ve sonunda gördüm ki, masonların böyle Leninistler gibi gibi hücreler halinde örgütlenmeleri, bütün o ritüelleri, gizlilik tutkuları, tamamen "anokronik" bir korkudan kaynaklanıyor.

Düşünsenize; dünyada Fransız Devrimi'nden, Türkiye'de İttihat Terakki'den beri iktidardalar ama hala kendilerini "muhalefette" sanıyor, daha doğrusu iktidarda olduklarını daha yeni anlıyorlar!

"İktidarda" derken, tek tek masonları kastetmiyorum elbette. Masonluğun temsil ettiği değerlerin iktidarından söz ediyorum. Yani, feodal devlete karşı ulus devletin, feodalizme karşı kapitalizmin, kilise dogmatizmine karşı laikliğin ve pozitivizmin, toprağa bağlı köylünün yerine "kendi kendini inşa etmiş hür insan"ın iktidarından...

  Özetin özeti bir şekilde, hatta biraz kabasaba bir şekilde söylemeye çalışayım; benim araştırmamdan çıkardığım sonuç şuydu: Dünyanın ilk Aydınlanmacıları bunlar!  Aynı zamanda ilk "burjuvaları", ilk "laik"leri... "Kendi kendini inşa etmiş hür insan" sloganına bakarsanız, hatta ilk "birey"leri! 

İlk mensuplarının duvar işçileri olması da gayet mantıklı, çünkü o çağda Avrupa'nın o kapalı toplulukların dışına çıkabilen, kent kent dolaşabilen, yeni fikirlerle karşılaşma ve bunları gittikleri yeni yerlere taşıma imkânına sahip az sayıda meslek erbabından biri de taş ustaları, ya da şimdinin deyimi ile inşaat ustaları...

   1999 yılında Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası, 90 yıllık tarihinde ilk kez kapılarını basına açmaya karar verdiğinde de yazmıştım:

      Masonluk üzerine kısacık bir araştırma bile hemen gösteriyor ki, bu gizemli örgütün loca tipi örgütlenmesi; bütün o gizli parolaları, esrarengiz ritüelleri; feodalizme ve kilise despotizmine karşı muhalefette olan yeni bir sınıfın, yani ihtilalci burjuvazinin başvurduğu illegalite tedbirlerinden başka bir şey değil.

Nitekim, daha sonra burjuvaziyi tahtından indirmek için siyaset sahnesine çıkan işçi sınıfı da, "hasım" olduğu sınıfın tarihi tecrübesinden yararlanıyor ve masonik loca tipi örgütlenmenin bir versiyonu olan Leninist hücre tipi örgütlenme modelini kullanıyor... 

Bütün bunlar anlaşılabilir şeyler.

Garip olan, burjuvazinin "devlet" oluşundan yüzyıllar sonra bile, masonların muhalefetteymişçesine yarı "illegal" kalması.

Kim bilir, belki de burjuvazinin Türkiye'de iktidar olduğuna bir türlü inanamamışlardır; ki bunu "liberal burjuvazi" olarak okursak, haksız da sayılmazlar. 

                      X                 x                 x

Dünyada üç yüz yıllık yazılı tarihi olan, bizdeki geçmişi 1860'lara kadar uzanan bu örgüt, benim bilebildiğim, on yıllardır kendi içinde "glasnost" tartışması yapıp duruyor.

  Anlaşılan sonunda reformcu kanat ağır bastı ve mabetler halka açıldı.

 İyi güzel de, bunun hayli riskli bir karar olduğunun farkındadırlar umarım. 

Nokta'nın sözünü ettiğim kapak yazısını hazırlarken, konuştuğum üstatlardan biri, Masonluğa atfedilen o "hükümetler yıkan büyük güç" efsanesini hatırlattığımda, çok samimi bir şekilde, hatta biraz da mahcubiyet ve yakınmayla şöyle söylemişti: "Ahh, nerede! İnanır mısınız, biz işsiz arkadaşlarımıza iş bile bulamıyoruz artık. Masonluk artık tamamen bir ortadirek örgütü haline geldi."

 Dediğim risk de bu işte...

 Legale çıkmasıyla birlikte  masonluk, bütün o karalamalardan kurtuluyor belki ama aynı zamanda mistik çekiciliği de yok oluyor.

Geriye sıradan, mütevazı bir hayır örgütü kalıyor sadece.                

Bir de artık sadece müze değeri taşıyan o mabetler...

Kim bilir, bakarsınız yakında kapısında bilet kesip yerli yabancı turistlere gezdirmeye başlarlar.

Başörtüsü ve masonlar

İki çok satan gazetede birden ‘masonluk’ dizisi başlamasını nasıl yorumlayacağız? Herkesin yorumu, “Biri başlayıp okur kazanınca diğeri de kendini tutamadı” gerekçesi... Bir yorum da, ‘Kurtlar Vadisi’ dizisinin gündeme taşıdığı her şeye burnunu sokan örgüt görüntüsünü masonların kendi üzerlerine alması...

Arşivimi karıştırdığımda 1972 yılından buyana ‘Büyük Üstad’ sıfatlı kişilerin gazetelerde göründüğünü fark ettim. 28 Ağustos 1972 tarihinde, Abdi İpekçi, Milliyet’te ‘Haftanın Konuşması’ röportajını ‘Büyük Üstad’ Hayrullah Örs ile yapmış... Sonra bayağı uzun bir sessizlik ve 1990’larda neredeyse her ‘Büyük Üstad’ birer ikişer yıl arayla Hürriyet ve Sabah sayfalarında arz-ı endam eylemişler... Arada bir de, 16 Ocak 1996 tarihli Milliyet’te yayımlanan ‘Büyük Üstad Mesajı’ var... 2000 yılında, “Locaları basına açıyoruz” kampanyasıyla beni de çağırdıkları bir kamuoyu kazanma hamlesi yaptı masonlar...

İlgimi çeken bazı ayrıntıları paylaşalım:

Önce masonların sayısı... Şu günlerde yayımlanan dizilerde, ‘Büyük Üstad’ Kaya Paşakay bir sayı veriyor: 13 bin 500... Orhan Alsaç zamanında bu rakamın yarısından da azmış mason sayısı: 6 bin... Can Arpaç 1993 mülâkatında, “Sayımız sekizbin” demişti. Kendisinden ‘üst düzey bir mason’ diye söz edilen Yusuf Estroti, Üzeyir Garih suikastı sonrası (2001) kendisiyle konuşan Milliyet’e, “İki ayrı örgütlenmede 14 bin” bilgisini sunmuştu: Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Locası üyeleri 11, Özgür Masonlar Derneği üyeleri 3, toplam 14 bin...

Kaya Paşakay’ın 13 bin 500 rakamı yalnız Hür ve Kabul Edilmişler mi, yoksa Özgürler ile birlikte toplamı mı esas alıyor? Bu önemli. Özgürler “Biz de varız” çıkışını yaparken ‘toplam’ rakam verebilir de, Hürler diğerlerini ‘meşru’ kabul etmedikleri için görmezden gelme eğilimindeler; yoksa Kaya Paşakay öyle görmüyor mu?

Son hamlede Tamer Karadağlı’nın adı dikkat çekti. Kendisi aday gösterilmiş, “Skandala bulaşmış birini içimize alalım mı?” diye düşünmektelermiş... İlginç. Herhalde tartışma “Almayalım” kararıyla sonuçlanmış olmalı; çünkü mason yapacakları kişileri afişe etmeleri çalışma tarzlarına uymuyor... Bir mason, kendisi ortaya atılıp “Evet öyleyim, ne olacak?” rahatlığını sergilemezse, kimse ondan “Kardeşimiz” veya “Birader” diye söz edemiyor. Yasak. Tek istisna ölmüş kişiler...

Masonlar kendilerini hep ‘iyi ahlak’ derneği biçiminde tanımlıyorlar. Hatta, sorulunca “Masonum” denilememesini bile, “Masonluk en ideal insan demek, henüz ideale ulaşamamış birinin böyle bir iddiada bulunması beklenmemeli” diye açıklıyorlar. Ancak, bugüne kadar yetkili ağızların verdiği mülâkatlarda rastladığım bazı çelişkiler dikkat çekici.

“Masonların birbirlerini tanımak için özel işaretleri var mı?” sorusu önemli. Hürriyet, “Masonlar el sıkışırken bir parmağıyla birbirine dokunurlarmış; bu doğru mu? Her el sıkışınızda bunu yapar mısınız?” diye sormuş. Yetkilinin cevabı şu: “Doğru tabii. Birbirlerine haber verirler ve eşit seviyede olduklarını belirtirler.”

Oysa, 1993’te yapılan mülâkatta, Can Arpaç bunu inkâr etmekteydi. Sorular ve cevapları okuyalım:

SORU- Mason selamı nedir? Ne anlam taşır? Eşcinsellerin selamına benzediği öne sürülüyor, karışmıyor mu?

ARPAÇ- Eşcinsellerin nasıl bir selamı olduğunu bilmiyorum. Mason selamı diye günlük hayatımızda yaygın ve kesin bir uygulama yok. Lokallerimizin içerisinde sağ elimizi kalbimizin üzerine götürmek bir çeşit selam sayılabilir. Bu, sevgi, sadakat, bağlılık anlamındadır.

SORU- Yani tokalaşırken baş parmakla karşınızdakinin başparmağının üzerine üç kez dokunmak gibi özel temaslarınız yok mu?

ARPAÇ- Tarihe mal olmuş konularda öyle şeyler söyleniyor ki, söylenenleri bugün uygulamaya kalksak, gülersiniz.

Görüyorsunuz, şimdi “Doğru tabii” diye kabullenilen ‘işaret’ konusu, bundan 12 yıl önce verilen mülâkatta inkâr ediliyordu.

Neyse.

Sabah’ta Balçiçek Pamir’in mülâkatında spot olarak kullanılan bir bilgi var: “Eşinin başı kapalı olan mason yok...” İlginç, değil mi? İlginçlik şurada: Toplumun her kesimini temsil iddiasında bir örgüt masonluk; ama her üç kadından ikisinin başını örttüğü gerçeği kamuoyu yoklamalarında ortaya çıkan bir ülkede, o üçte ikiyi temsil eden ailelerden tek bir kişiyi üye kabul etmiyor... Yoksa tersi mi doğru? Yani, eşinin başı örtülü insanlar arasından masonluğa ilgi duyan tek bir kişi çıkmadı mı bugüne kadar? Her iki ihtimal de can sıkıcı olmalı...

Henüz mülâkatlar bitmediğine göre, Kaya Paşakay ile görüşen gazeteciler, yukarıdaki paragrafta yer alan ikilemi “Hangisi doğru?” diye soru olarak yöneltebilirler kendisine. Merakımı giderecek olana şükran borçlu olacağım...

Şundan dolayı: Türkiye’de uygulanan başörtüsü yasağı ile masonluk arasında doğrudan bir ilişki bulunduğunu düşünen bir dostum var. Israrla, “Yasağı sürdürten mason locaları” deyip duruyor. Üstelik, yasağın Fransa ve Almanya’ya taşınmasını da Kemal Gürüz ve Erdoğan Teziç’in ilişkilerine bağlıyor... “Öyle olsaydı, bizdeki locaların da bağlı olduğu İngiltere’de de yasaklanırdı başörtüsü?” soruma da bir cevabı var... İşin içinden ben çıkamadım, belki hazır açıklamalara başlamışken Kaya Paşakay yardımcı olur...

Cevap vermek isterse aracılık ederim... Yeni Şafak.28-3-2005

 

Türkiye'de Masonluk

Masonlarla ilgili aklınızda tek bir soru işareti kalmayacak. SABAH sır dolu bir dünyanın kapılarını araladı.

'Dünyanın en çok tartışılan konularının başında geliyor Masonluk. Bunda, Biraderlerin kurumsal disiplin çerçevesindeki ketumluğu etkili oluyor. Karşıtları da bu davranıştan doğan esrarengizlik havasından yararlanarak, her türlü yakıştırmayı, araştırmadan gündeme getiriyorlar. Bu yüzden, Emre Kongar'ın icadı "kafakarıştıroloji" deyimi, en çok bu alandaki tartışmalara uygun düşüyor. Ben Masonlar'a özgü deyimle bir "Harici" olarak, konuyu toplumsal işlevi üzerinde yoğunlaşıp inceledim. Böylece, objektif bir değerlendirmeye yöneldim.' Gazeteci Tarihçi Dr. Orhan Koloğlu

DERLENEN HABERLER

 

 

Solun Masonluk değerlendirmesi

 

Solun Masonluk değerlendirmesi
İlhami Soysal'ın Mason araştırması tarafsız olmakla beraber solun bakış açısını yansıtması açısından önemliydi.... Masonluk, Batı'nın tarihinde, Rönesans yapılaşması ve arkasından...devamı

Büyük bölünme

 

Büyük bölünme
Demirel olayı Masonlar'ın iç çekişmelerini tetikledi. Sorumluların ihraç edilmesini isteyen Yüksek Şura ile, karşı saldırıya geçen Büyük Loca'nın inatlaşması bölünmeyle...devamı

Türk Masonları'nın en büyük bunalımı

 

Türk Masonları'nın en büyük bunalımı
Parti içi çekişmelerle gündeme getirilen Demirel'in Masonluğu konusu, basında yoğun kampanyaya neden oldu. Mason olmadığına dair belge gösteren Demirel için sorun kapandı, fakat kurumun...devamı

Demokrasiyle uyanış

 

Demokrasiyle uyanış
Tek parti dönemine özgü yasaların ve cemiyetler yasasının değişmesi, Masonlar'a "uykudan uyanmak" için güçlü bir fırsat doğurdu DP'li vekilin, kurumun kapatılması için verdiği önerge yine...devamı

'Uykuya yatma' devri

 

'Uykuya yatma' devri
Türk Ocakları'nın kapatılmasına kızan Mahmut Esat'ın başlattığı anti-Mason kampanyayla yaratılan gerginlik, dört yıl içinde sonuç verdi Yapılacak bir şey olmadığını fark eden Masonlar,...devamı

Osmanlı'da Masonluk

 

Osmanlı'da Masonluk
Masonluk Katolik ve Ortodoks kiliselerince tepkiyle karşılanırken Osmanlı ülkesi kuruma hoşgörülü yaklaştı. V. Murad'ın Mason olması buna örnektir.İttihat ve Terakki Cemiyeti faaliyetlerini...devamı

İşgal altında değişim

 

İşgal altında değişim
1918 sonunda İttihatçılar'a yöneltilen en büyük suçlama devleti savaşa sokmuş ve yenilgiye uğratmış olmaktı. Doğal olarak Masonluğun da İttihatçılık'tan arındırılması operasyonu...devamı

Siyonizm damgası

 

Siyonizm damgası
İttihatçı olan ama yönetici kademede yer alamayanlar kızgınlıklarını siyonizm suçlamasıyla tatmine çalıştılar... Mısırlılar'ın Osmanlı büyük locasına ilgi göstermesinden rahatsız olan...devamı

Locaların şemsiyesi altında devrim

 

Locaların şemsiyesi altında devrim
İttihat ve Terakki Mason localarını "şemsiye" olarak kullandı. İttihatçılar'ın Selanik'teki locada yaptıkları toplantılarda Kur'an, tabanca gibi kuruma yabancı simgeler öne çıkıyor,...devamı

Anayasada Mason Rolü

Yunanlılar uzun süre I. Meşrutiyet'in anayasasının Masonlar tarafından hazırlandığını öne sürüp bu iddiayı yaydılar.
BU söylentinin kaynağı V. Murad'ın bir Rum locası olan Proodos'ta tekris edilmesiydi ama, iddia doğru değildi.

Locaların şemsiyesi altında devrim

İttihat ve Terakki Mason localarını "şemsiye" olarak kullandı. İttihatçılar'ın Selanik'teki locada yaptıkları toplantılarda Kur'an, tabanca gibi kuruma yabancı simgeler öne çıkıyor, vatansever yeminler ediliyordu.

Abdülhamid iktidara geldikten sonra politikalarından endişe duyduğu Yeni Osmanlıları, tasfiye etmekte zorluk çekmedi. Bir belgesi olmadığı halde Mason denilen Mithat Paşa'yı anayasal şekilde uzaklaştırdı. Buna Masonlar'dan da bir itiraz yükselmedi. Buna karşılık Proodos locasının Üstadı Muhteremi Skaliyeri şahsen sorunlar yarattı. V. Murad'ın bir Rum Locası olan Proodos'ta tekris edilmiş olması sebebiyle Rum/Yunan kaynakları anayasanın -gerçeğe tamamen aykırı olarak- başta Skaliyeri ve İngiliz elçisiyle Mason İran elçisi olmak üzere Masonlarca hazırlandığını yayıyorlardı. V. Murad'ı kuruma kazandırma başarısı yüzünden şımarmış olduğu anlaşılan Skaliyeri, Osmanlı hanedanını Masonluğun altında düşünecek bir aşırılığa da varmıştı. Abdülhamid'in küçük kardeşi Mehmet Reşad (1909'da padişah olan) onun Masonluk teklifini reddettiğinde, herkesin içinde daha küçük kardeş Kemalettin'i gösterip "Senden küçük lakin mevkii senden büyük" demesi bunun bir örneğidir.

İTTİHATÇILAR'IN PEK AZI MASON'DU
Abülhamid'in Masonluğa karşı davranışı locaları yok etmeye yönelik değildi, zaten buna gücü de yetmezdi. Amacı ülkeyi dışarıdan yönetme eğilimlerini frenlemek ve de yerlilerin fazlaca ilgilenmesini önlemekti. Her türlü toplantıyı hafiyeleriyle sıkı izlemeye aldıran ve jurnallerini Yıldız'da toplatan sultan, hedefine barışçı yoldan ulaştı. Localar daha çok yabancıların kendi aralarında bir araya geldikleri yerler oldu, Türk ve Müslümanlar'ın hatta gayrimüslim vatandaşların ilgisi de azaldı. Buna dil farklılıkları ve ulusçu biraradalıklar da eklenince ortaya bir bütün güç değil, birbirleriyle etkileşmeyen localar çıktı. Toplumumuza anayasa ve parlamenter hayatı kazandıran Yeni Osmanlı Kuşağı'nı (1860-1890) izleyen Jöntürk Kuşağı (1890-1920), Abdülhamid sansürü ve jurnalciliğinin yoğun işlediği dönemde, serbestçe buluşup konuşabilecekleri, siyasal eylem hazırlayabilecekleri ortam bulma sıkıntısını yaşadılar. Bunlar ancak, kapitülasyonlar sebebiyle ne polisin ne de hafiyelerin girebildikleri yabancılara ait binalar olabilirdi. En başta da Mason locaları geliyordu. Rejim tarafından şüpheli yerler sayılmıyor ve rahat bırakılıyorlardı. İttihatçılar-Masonluk ilişkisinin ayrıntılarına girmeden önce, bütün İttihatçılar'ın Mason oldukları yolundaki önyargıya açıklık getirmek gerekiyor. Örgütlü direnci, önce Avrupa'da sürgünde bulunan Jöntürkler başlattı. Çok değişik cemaat ve dinlere, dillere bağlı olduklarından tam bir birlik kuramamış ve kendi içlerinde dağılmışlardır. Esasen pek azı Mason'du, üstelik aralarında ihtilalciler bulunabileceği için Avrupalı Masonlar bunlara iltifat etmiyorlardı. Ciddiliği sebebiyle
İNSANLIK MABEDİ: Masonlar, barış ve huzurun egemen olduğu bir insanlık mabedi yapmayı hedeflerler. Ancak tarihte zaman zaman yüce ideallerin yerini gündelik siyasete bıraktığı görülüyor.büyük saygı duyulan Ahmet Rıza'ya 1892'de Fransız Masonlar'ı üyelik önermişler, ancak ondan ret cevabı almışlardı. 1903'te de görüşünü tekrar dergisinde tekrarlamıştır. Balkanlar'daki örgütlenmeye gelince, bunun Selanik'te gelişmesinin sebepleri üzerinde durmak gerekiyor. 1878 Berlin Anlaşması'ndan sonra Balkanlar'daki reformlar için merkez kabul edilen kentlerin başında Selanik vardı ve ordu merkeziydi. Dolayısıyla çok sayıda genç "mektepli" subay buraya gönderiliyordu. Ayrıca bölgenin en önemli ticaret merkeziydi ve çeşitli Avrupa uluslarına ait cemaatler ve örgütler vardı. Çok sayıda yabancı işadamının bulunduğu kentlerde Mason locasının olması doğaldı. İttihatçılara, Büyük Üstat Emmanoel Karasso'nun deyimiyle "şemsiyelik" yapacak İtalyan Macedonia Rizorta Locası 1880'lerin başlarında burada kurulmuş ancak başarısız kalmıştı. 1900'de İtalyan Büyük Doğusu yeni bir girişim yaptı ve locayı uyandırdı. 1902'de Büyük Üstatlığına Selanik Hukuk Okulu'nda hocalık yapan, avukat Musevi Karasso getirildi. Ülke içindeki Jöntürkler'in Masonluk'- la ilişkiye girmeleri, ona güvenlerinin sonucudur.

LOCADA İTTİHATÇI YEMİNİ
1903-1908 arasında Macedonia locasına 154 kişinin alındığı biliniyor; bunların 42'si Türk'tür. İlk kaydolanlar arasında İttihat ve Terakki yönetiminde ön planda rol oynayan gazeteci Fazlı Necip'i, Talat Bey (Paşa), Midhat Şükrü'yü görüyoruz. Manyasizade Refik ve İsmail Canpolat gibi önemli rol oynayacak kişilerin ancak 1906 ve 1907'de locada tekris olmaları, sorunun Masonluk'la ilgisi olmadığını kanıtlıyor. Başka localarda üye olanların diğerlerinin toplantılarına katılması adet olmadığı halde, Cavit Bey'in Macedonia'ya muntazam devam etmesi, bambaşka bir çalışmanın varlığını kanıtlıyor. Burada Mason yemini ya da tekris töreni ile, İttihatçı yemini arasındaki farka da dikkati çekmek gerekiyor. Birinciler klasik Mason yöntemine uyarken, İttihatçılar Kur'an ve tabanca gibi kurumun yabancısı olduğu simgeleri kullanıyorlardı. Yemin de vatanın kurtulmasıyla ilgiliydi. Ayrıca İttihatçılar içeride faaliyete geçince, Macedonia locasından büyük bir grubun ayrılıp Veritas locasını kurmaları da bize, Karasso'nun bir taktiği gibi geliyor. Böylece tamamen ihtilalci konuları konuşan grup, normal Masonlar'ı rahatsız etmeden toplantılar yapabileceklerdi. Açıkçası locada buluşanların hepsi Mason değildi. Nitekim 1870'lerden itibaren 42 yıl boyunca İstanbul'da yaşayan İngiliz gazeteci ve işadamı E. Pears anılarında açıklamıştır: "İttihat ve Terakki'nin pek azı Mason'dur ve sadece Masonlar'a dayansaydı asla başarılı olamazdı."

 

 

Masonluk'tan çıkılabilir mi?

Masonluk'tan ayrılmak isteyen kişi kalmaya zorlanmaz. Bu söylenti propaganda malzemesidir.

En sonda verilecek yanıtı baştan verelim: Tabii ki çıkılabilir. Çünkü Masonluk'ta kişisel özgürlükler ön plana çıkar... Dolayısıyla Masonluk'tan ayrılmak isteyen birinin özgürce ayrılma hakkını kullanmasından daha doğal bir şey olamaz. Kaldı ki, Mason dernekleri, devletin dernekler yasasına göre kurulmuş ve çalışmaktadırlar. Öteki dernekler gibi resmi denetimlere açıktırlar. Herhangi bir dernekten istifa edilebildiği gibi, Masonluk'tan ayrılmak isteyen üye de, istifa ederek kurumla ilişkisini kesebilir. Bir başka ayrılma yolu da derneğin tüzüksel şartlarına uymamak nedeniyle Masonluk'la ilişkisinin kesilmesidir. Aidat ödememek, toplantılara uzun süre mazeretsiz devam etmemek gibi nedenler, üyeliği düşürebilir. Yüz kızartıcı bir suç işleyen ya da derneğin disiplin kurullarınca çıkarılma cezasına çarptırılan üye de yönetim kurullarının onayıyla Masonluk'tan atılır. Ancak bir ayrıntıyı göz önünde tutmakta yarar var: Tekris denen kabul töreninden geçen kişiye "Mason" sıfatı verilir. İstifa ya da borçlu olma gibi idari gerekçelerle Masonluk ile ilişkisi kopmuş kişiler de, Mason olmuş, bu sıfatı edinmişlerdir. Eğer geri dönmek isterlerse, gerekli formaliteleri tamamladıktan sonra camiaya yeniden katılabilirler. Kuşkusuz suç işleme gerekçesiyle dernekten atılma halinde geri dönüş söz konusu olamaz. Buna karşılık, bir Mason'un ayrılmak isteğine rağmen diğer üyeler tarafından örgüt içinde kalmaya zorlanması, Masonluk aleyhtarlarının propagandasından ibarettir.

 

E. Karasso'nun sadakati

Macedonia Rizorta locası Emmanoel Karasso'nun büyük özverisi sayesinde Abdülhamit hafiyelerinin haber alamadıkları çalışmaları yürütebilmeyi başarmıştır. Bunun en belirgin kanıtı, bir İtalyan locası olduğu ve Karasso'nun ailece İtalyanlar'la ilişkisi bulunduğu halde, ne İtalyan diplomatlarının, ne de Selanik'te bulunan İtalyan yüksek subaylarının bundan haberleri olmamasıdır. Hükümetlerine gönderdikleri raporlarda İttihat ve Terakki'nin işleyiş tarzına dair verdikleri haberlerde Mason bağından hiç bahsedilmez. Selanik İtalyan konsolosu, Meşrutiyet'in ilanından hemen sonra Selanik'teki İttihat ve Terakki yönetimi hakkında verdiği bilgide 12 kişinin ismini kaydeder ancak sadece Karasso'nun Mason olduğunu yazar. Oysa bu kadronun neredeyse hepsi (Enver hariç) mutlaka oranın üyesi olmasalar da Macedonia Rizorta toplantılarına katılıyorlardı. Bu gizliliği sağlamakta en büyük payın Büyük Üstat Emmanoel Karasso'ya ait olduğunu kabul etmek gerekir. İttihatçılar'a ihanet etmediğinin en büyük kanıtı olarak 1908 başında Talat Bey'le birlikte İstanbul'a temaslarda bulunmak için geldiklerindeki sorgulanmasındaki ketumluğunu gösterebiliriz. Her ne kadar kendisi hiçbir açıklamada bulunmadığını söylüyorsa da kanımız, sorgulayıcı Kabasakal Paşa'ya başka yönde bilgiler verip dikkatleri locadan uzaklaştırdığı yolundadır. Bir avukatın bu başarılı taktiği sonunda ikisi de tutuklanmaktan kurtulmuşlardır.

 

 

Solun Masonluk değerlendirmesi

İlhami Soysal'ın Mason araştırması tarafsız olmakla beraber solun bakış açısını yansıtması açısından önemliydi....

Masonluk, Batı'nın tarihinde, Rönesans yapılaşması ve arkasından dünyaya egemen olma sürecinde işlev üstlendiği için özel bir gelişme gösterir. Bizde ise çöküş ile çağdaşlaşma sürecinde belirir. Dolayısıyla toplumu yönlendiren fikir ve siyaset akımlarının etkisinden bütünüyle sıyrılamaz. 1908'de İttihatçı girişiminde, 1935'te Kemalist devrimlerinde, 1950'de demokratikleşme dönemlerinde olduğu gibi. 1960 sonrasında da solculuğun hüküm sürdüğü aşamada yeni değerlendirmelerle de karşılaşmıştır. İlhami Soysal, 1964'te başladığı Mason araştırmalarını 1977'de Vatan'da "Türkiye'de Masonlar ve Masonluk" dizisine ulaştırmış, sonra bunu daha da genişleterek 1978'de "Dünya'da ve Türkiye'de Masonluk ve Masonlar" isimli ekleriyle birlikte 532 sayfalık kitap halinde yayınlamıştır. Bu eseri, yaklaşımları dolayısıyla objektif sayamayacağımız Mason ve anti-Mason kitapların dışında, Haydar Rıfat'ın 1934'deki kitabından sonra ilk tarafsız yayın olarak kabul ediyoruz. Bu yargımız Soysal'ın Masonluğu kendi siyasi görüşüyle değerlendirmekten kaçındığı şeklinde alınmamalıdır. Ancak karşılıklı tezleri objektiflikle yansıttığı için, eser döneminde de gayet etkili olmuş, 1980'li yılların sonlarına kadar Hariciler için de başvuru kitabı niteliği taşımıştır. Yaklaşımını şöyle aktarıyor:

YAN KURULUŞLAR
Dünyanın hemen her ülkesinde olduğu gibi günümüz Türkiyesi'nde de Masonlar -dünlerde olduğu gibi-, inanılmaz ölçüde etkin olmasını, köşe başlarını tutmasını biliyorlar. Ülke kaderinin çizilmesinde başkaca hiçbir baskı grubunun sağlayamadığı ve sağlayamayacağı etkinlikleri Masonlar sağlayacak durumdadır. Masonluğun bir tür yan kuruluşları sayılabilecek Propeller, Lions ve Rotary kulüpler de bu etkinlikte önemli katkıda bulunuyorlar. Masonlar ve yan kuruluşlarında yer alanlar, Türkiye'nin kamu kesimi kadar, özel sektör kesiminde de kilit noktaları tutmakta umulmaz bir uyanıklık göstermektedirler. Ticaret ve Sanayi Odalarında, Borsalar'da, özel ve resmi bankalarda, sigorta şirketlerinde, vakıflarda, holdinglerde, tekelci sermayenin Türkiye'deki uzantısı şirketlerde, çokuluslu şirketlerin temsilciliklerinde, Devlet Planlama Örgütü'nden Dışişleri Bakanlığı'na kadar pek çok yere el atmış Masonlar, üniversiteler, yüksek okullar, sağlık kuruluşları, KİT'ler, Kızılay, Çocuk Esirgeme Kurumu gibi yerlerde de önemli rol oynamaktadırlar. Basın, radyo, televizyon, reklam şirketleri gibi kamuoyu oluşturmasındaki etkili alanlarda da Mason denetimi ve etkinliği yaygındır.

Orhan KOLOĞLU

Türk Masonları'nın en büyük bunalımı

Parti içi çekişmelerle gündeme getirilen Demirel'in Masonluğu konusu, basında yoğun kampanyaya neden oldu. Mason olmadığına dair belge gösteren Demirel için sorun kapandı, fakat kurumun bunalımlı günleri bu olayla başladı.

27 Mayıs 1960 Askeri Müdahalesi, kurumun DP'nin güdümüne girmesinden rahatsız olmuş ama engelleyememiş olan üyelerin harekete geçmesine ortam hazırladı. Mason olan İçişleri Bakanı Namık Gedik, tutuklu bulunduğu yerde intihar etmişti. Büyük Üstat Ahmet Salih Korur da hakimlerin karşısındaydı. Gerçi 27 Mayıs siyaset etkisinden kurtulmaları için yararlı oluyordu ama, bu müdahale lehinde bir girişimde bulunuyormuş gibi davranmak da Masonluğun siyasetle bütünleştiği şeklinde yorumlanabilirdi. Üstelik Milli Birlik Komitesi'nin içinde de üç Mason'un bulunduğu belirtiliyordu. Çözüm Korur'un, bilgisi dışında ve kurallara aykırı olarak istifa etmiş sayılmasına bağlandı. Yüce Adalet Divanı'nın onu mahkum etmesi bu kararın kurallara aykırılığını örttü. Ancak 1973'te Masonluğa tekrar kabul edilerek ve arkasından 33. dereceye terfi ettirilerek kuraldışılık tamamen kapatıldı. 27 Mayıs sırasında 50'ye yakın DP'linin (ki 9'u milletvekiliydi) Masonluk'tan kayıtları silinmiştir. Asıl çaba, bir ölçüde temel kurallardan ayrılmış olan yapıyı geleneksel yerine oturtmaya yöneltildi. Özellikle bir türlü tam yoluna oturtulamamış olan uluslararası tanınma girişimleri hızlandırıldı. 1963'te İskoçya Büyük Locası'nın Türkiye Büyük Locası'nı tanıması ve onların uyarısı ile Gayri Muntazam sayılan Fransa Grand Orient'ı ve Grand Loge de France ile ilişkilerin kesilmesi suretiyle önemliDemirel konusu, kurumu zor durumda bıraktı.bir adım atıldı. Tam bu yönde çaba sarfedilirken, sonradan "Münkir Mason olayı" olarak adlandırılacak Süleyman Demirel konusunun gündeme gelmesi, kurumu daha da büyük bir sorunla karşı karşıya getirdi. Ahmet Salih Korur'un teşvikiyle tekris ettirilmişler arasında bulunan Demirel, 1962'de Adalet Partisi'ne girmiş ve partinin başkanlığına aday olmuştu. Parti içi çekişmeler sırasında Milliyetçilerin adayı Sadettin Bilgiç grubu tarafından Masonluğu gündeme getirildi. Konu basında yoğun bir kampanyaya sebep oldu. Üyeliğini belirten resmi içeren bir kitap herkese dağıtıldı. Yasal bir kurumun üyesi olmak tabii ki suç değildi, ancak bunun siyaset alanında açıklanması ortalığı karıştırdı. 29 Kasım 1964 günü kürsüye çıkıp Mason yetkililerinden Necdet Egeran'ın hazırladığı bir belgeyi göstererek Demirel Mason olmadığını ilan etmekle, delegelerin güvenini kazandı ve başkan seçildi.

'O HESAPLAR ÇOKTAN KAPANDI'
Sorun Demirel için kapanmış gibi görünüyordu ama Kurum için en büyük bunalımlardan biri bu olayla başladı. Belgenin nasıl sağlanmış olduğunun perde gerisi basında açıklandı. Bir yandan kurum içinde gizli bir soruşturma yürütülürken, diğer taraftan konu tamamen bir siyasi tartışmaya dönüştürüldü. Ve kaçınılmaz olarak onun kişiliğinin yanı sıra ilke olarak siyaset dışılığı savunan kuruma eleştiriler
yöneltilmeye başlandı. Buna rağmen 1965 seçimlerinde partisine oyların yüzde 53'ünü kazandırmak ve "O hesaplar çoktan kapandı" söylemiyle kendisini tartışmaların ötesine taşımayı başardı. Buna karşılık bu ilişkisini hedef alarak onu yıpratmak isteyenler daha çok Masonluğun tutarsızlıkları ve kötülükleri tezini ön plana çıkararak kampanya sürdürdüler. Başta CHP'liler, her kaybettikleri seçimde Mason parmağı arar oldular. Liberal ekonominin yerleşme döneminde, ihalelerin dağıtımındaki her yolsuzluk Mason Biraderler'e malediliyordu. 1968'de Ulus'ta çıkan "Mason Birader" başlıklı yazı bu kampanyanın ilginç örneklerindendir: "Mason Birader ne kadar aslan postuna bürünürse bürünsün, ne kadar dil dökerse döksün, seçmen yurttaş onun sırtındaki boyayı suratına bir kova su çalarak akıtacak ve asıl çehresini apaçık ortaya koyacaktır. Çünkü halk bir ikinci Mason Birader'i denemeyecek kadar aklı selim sahibidir."

'İMAM DEĞİL LİDER SEÇİYORUZ'
CHP muhalefetine ek olarak, kısmen AP'den ayrılanların da katılmasıyla kurulan milliyetçi bir parti yanlıları da aynı nitelikte, hatta daha da sert bir kampanya yürüttüler. "Bir Adam ki" başlıklı bir yazıda Demirel hedef alınırken şöyle saldırılıyordu: "Bir adam ki Mason olduğu halde, halkı aldatmak için birkaç defa camiye gelir; namaz kılanların arasına karışır, iftar zamanı
oruç tutanlarla bir olur, sair zaman odasında purosunu tüttürür. O adamdan hayır gelmez!" Bu yazıyı kaleme alan O.Y. Serdengeçti'ye, böylesine suçladığı birinin lider olduğu partide neden milletvekilliği yaptığı sorulduğunda verdiği yanıt, iyice emin olmak için beklediği ve ondan sonra partiyi kurtarmak için kampanya başlattığı yolundadır. Demirel'i hedef aldığı savunulan kampanyanın onu yıprattığını söylemek güçtür. Bir CHP'linin bir AP'liye yönelttiği "Bir Mason'u nasıl lider kabul edebilirsiniz?" sorusuna aldığı yanıt partidekilerin onun başarısından memnun olduklarını kanıtlıyordu: "Biz imam değil, partiye lider seçiyoruz." En sonunda dinci kesim, Erbakan'ın başkanı olduğu Milli Nizam Partisi çerçevesinde Demirel üzerinden Masonluğu en katı yeren bir kampanya başlattı. İşin ilginci, uzun süredir unutulmuş olan Masonluk/ Siyonizm özdeşleştirmesi onlar tarafından yeniden gündeme getirildi. Komplo teorileri Menderes'i yok etmek için ABD ile Masonluğun işbirliği yaptığı noktasına getirildi. Hatta 27 Mayıs'ı yapan Milli Birlik Komitesi de aynı şekilde suçlandı. Oysa Komite'nin üniversiteden 147 bilim adamını uzaklaştırma kararında bunların "Komünist, Mason, cinsi sapık, vb..." oldukları hakkında bir iddia yer alıyordu. 1980'lerden beri, Adnan Hocacılar denilen grupla Akit/Vakit gazetesi, Masonluk aleyhtarı kampanyayı, Siyonizmle de birleştirerek sürdürmektedirler.

Orhan KOLOĞLU

Erbakancılar'ın Mason karşıtlığı

Demirel ve Masonluk aleyhinde en yoğun kampanyayı yürüten Erbakan'ın karşıtlığının kökeninde, 1969'da Türkiye Odalar Birliği Genel Başkanlığı'na Demirel'e rağmen seçilmesi bulunuyor. AP'li ticaret bakanının emriyle polis gücüyle makamından uzaklaştırılmıştır. Bu seçimde Erbakan'ın rakibi Sırrı Enver Batur'un Mason olması Erbakan'ı daha da kızdırmıştır. O yılki milletvekili seçimlerinde Konya'dan adaylığı yine Demirel'in girişimiyle engellenince ilişkileri tamamen koptu ve Erbakan Milli Nizam Partisi'ni kurup AP'yi hedef aldı. Her ne kadar tüzüğünde anti-Mason bir ilke kaydı yok idiyse de, parti marşında yer alan "Masonlar'ın locasına Milli Nizam yazacağız" ifadesi aksini söylüyordu.

 

Büyük bölünme

Demirel olayı Masonlar'ın iç çekişmelerini tetikledi. Sorumluların ihraç edilmesini isteyen Yüksek Şura ile, karşı saldırıya geçen Büyük Loca'nın inatlaşması bölünmeyle sonuçlandı.

Partilerin kendi başarısızlıklarını ya da yetersizliklerini bir kenara itip Demirel üzerinden Masonluğu sürekli yermeleri ister istemez kurumu da etkiledi. Masonluğa saldıranların aynı zamanda Demirel'le koalisyon ortaklığı yaptıklarını kimse anımsamak istemiyordu. Üstelik onun başbakanlığı altında iktidara geliyorlardı. Herşeyden evvel Büyük Loca, Demirel tarafından partisine ve kamuoyuna sunulan belgenin gerçekliğini sorgulamaya yöneldi. Kurumun bilgisi dahilinde belge verilmediği ya da yetki dışında verildiği kabul ediliyordu. Büyük Daimi Heyet, 14 Mart 1965 tarihli raporunda şu sonuca varmıştı: "Araştırmamız neticesinde, ortada bilerek, isteyerek işlenmiş bir suç unsuru olmadığı gibi, yapılan jestlerin camiamızın siyasete karışmasından çok uzak, tamamen insani hislerin tesiri altında karşılıklı yardım gayesine matuf olduğu merkezindedir."

DUL KADININ ÇOCUĞUNA YARDIM
Bu yorumun daha iyi anlaşılmasını sağlamak için "Dul kadının çocuğuna yardım" tezi gündeme getirildi. Masonlar'ın her biri dul kadının çocuğu sayılırlar. Dul kadın Masonluğun kurucusu Üstat Hiram'ın anasıdır. Masonlar yardım arayan bir biraderleri için, "dul kadının çocuğuna yardım" çağrısını kullanırlar. Bu çağrıya her Mason uymak zorundadır. Demirel'i temize çıkaran belgeyi imzalayan Büyük Üstat Necdet Egeran'ın bu düşünceyle davrandığı kabul edildi. Konu Masonluğun içindeki çekişmeleri yepyeni bir yöne kaydırdı. Yüksek Şura, işlenen suçun bütün Masonluğu töhmet altında bıraktığı düşüncesiyle, Haysiyet Divanı aracılığıyla bir Yüksek Mahkeme oluşturdu ve ilgilileri Masonluk'tan ihraç kararı aldı. Oysa aynı sırada Büyük Loca Egeran'ı Büyük Üstat seçmekteydi. Egeran, asıl kendisini siyaset yapmakla suçlayanların siyaset yapmakta olduklarını ileri sürerek karşı saldırıya geçti. Bu inatlaşma Yüksek Şura ile Büyük Loca ilişkilerinin tamamen kopmasına yol açtı. Aralarındaki konkordato feshedildi. İstanbul'dan 5, İzmir'den 2 locanın katılmasıyla Türkiye Büyük Mason Mahfili 4 Haziran 1966'da kuruldu. Büyük Mason Mahfili İstanbul Tepebaşı'nda Meşrutiyet Caddesi 111 numaralı binayı merkez tuttu. Gerektiğinde 111 numara diye anılmaktadır. Türkiye Hür ve Kabul edilmiş Masonlar Büyük Locası ise Nuru Ziya Sokak 25 numarada bulunduğundan kısaca 25 numara diye anılır. Ortak bir girişimleri olduğunda 136 diye anıldığına da rastlanır. Aralarındaki en büyük fark, 25'in bir dine inancı temel kabul etmesine karşılık 111'in iman konusunu gündeme getirmemesi, laik olmasıdır. Bugün kısaca Mason diye adlandırdığımız kimselere daha eskiden Farmason denilirdi. Bu, İngilizce'deki Freemason deyiminin Türkçeleştirilmiş şekliydi. Önce onun anlamını açıklamak gerekiyor.

TAŞ İŞÇİLİĞİNDEKİ USTALIK
Mason (Fransızcası da Maçon), eski çağlardan beri inşaatlarda çalışan balta, çekiç ve keski kullanan duvarcı, taşçı anlamına gelir. "Free" deyiminin buna katkısı, taş işleyiciliğindeki ustalıkla ilgilidir. Sert taşı ya da mermeri işleyenin yanında, daha kolay yontulan bazen de Malta taşı denilenleri işleyenler vardır ki bunlara Freemason dendiği ileri sürülüyor. Yani mesleğin içinde bir uzmanlaşma grubunu belirtiyor. Aynı işte çalışanların, özellikle mesleki kuralları korumak amacıyla örgütlendikleri ve işleri usta-çırak ilişkisi çerçevesinde yürüttükleri eski çağlardan beri bilinir. Loca adı verilen toplantı yerlerinde, yabancıların karışmaması için de, özel işaretler ve parolalar kullanılırdı. Bugün Mason locaları olarak andığımız kurumun, modelini Freeamason'ların localarından almasının sebebi, yapıların özelliğidir. Duvarcı ustaları sabit bir dükkana bağlı çalışmıyor, devamlı yer değiştiriyor ve basit ev inşaatlarında değil kutsal yapılarda çalışıyorlardı. Çalışma süreleri de işverence değil, kendilerince belirleniyor, sohbetlerini toplantılarını da yine kendileri saptıyorlardı.

SİSTEMLİ ÖRGÜTLENME DÖNEMİ
Rönesans ve Reform ile Avrupa'nın toplumsal yapısının kökten değiştirilmesi sürecinde, dönemin gerektirdiği gizliliği sağlayacak buluşma yeri aradıklarında, bu denenmiş locaları yeğledikleri anlaşılıyor. Buralarda sadece duvarcı ustalarının egemen olduğu dönemin 17. yüzyılın başından itibaren kapanmaya başladığı ve 18. yüzyılda tamamen yok oldukları kabul ediliyor. Ancak meslekten duvarcıların hiç bulunmamasına rağmen bunlara Mason locası denmesine devam edildi. 1717'de üç Londra locasının bir Büyük Loca çerçevesinde birleşmeleri ve 1723'te Büyük Loca'nın, James Anderson adlı bir rahibe "Book of Constitution," yani nizamnameyi yazdırıp yayınlamasından sonra, kurum tam bir sistemli örgütlenme dönemine girdi. İnsanlar arasında yakınlaşma ve özgürleşme alanında rolünü oynadıktan sonra 19. yüzyılın ortalarından itibaren gizliliğe ihtiyaç hissedilmemeye başlanınca, Masonluğun Avrupa'daki rolü de değişti. Osmanlı ve peşinden İslam toplumlarının Batı'ya açılışı tam anlamıyla 19. yüzyılda başlamıştır. O güne kadar dışlanmış kural ve kurumların benimsenmesinde -tıpkı demokrasi işinde olduğu gibi- bunalımlı bir alışma sürecinin yaşanması kaçınılmazdı. Kurumun, Batı dünyasında ve bizdeki bugünkü durumunu belirtmek yararlı olacaktır.

Hazırlayan: Orhan KOLOĞLU

En yetkili karar mercii

Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar'ın yıllık Konvan'ı ... Konvan, Masonların yıllık genel kuruluna verilen ad. Tüm locaların başkan ve delegelerinin biraraya gelmesiyle oluşuyor ve en üst karar mercii olarak görülüyor. Büyük Görevliler Kurulu olarak adlandırılan yönetim kurulunu ve yetkileri neredeyse sınırsız Büyük Üstadı bu kurul seçiyor, kararları onaylıyor. Demirel'in Mason olmadığına ilişkin belge daha sonra Büyük Üstat seçilecek olan Necdet Egeran tarafından verilmişti .

 

 

Masonluk din mi?

Masonluk, din değildir. Din yerine geçebilecek bir doktrin de değildir. Masonluk tüm inançlarca kabul edilebilecek bir davranış ve yaşam tarzını aşılamaya çalışır, ancak bunu yaparken dogma ve teoloji alanlarına müdahale etmekten özenle kaçınır. Fakat Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası'na girmek için kişinin Allah'a inanması şarttır. Zira "muntazam" Masonluk ilkeleri, bu camiaya girecek kişilerin bir Tanrı'ya inanmalarını şart koşar. Yine de Masonluk, insanların dini inançlarına, kanaat ve fikirlerine saygı gösterdiği gibi, çatısı altında dini tartışmaya da müsaade etmez. Masonluk Siyonist bir kuruluş da değildir. Siyonizm, Masonluğun kuruluşundan çok sonra ortaya çıkmış bir olgudur. Hz Süleyman'ın inşa ettiği mabede ilişkin efsanelere dayanan Masonik semboller ve alegoriler Masonluğa bir Yahudi kuruluşu izlenimi verse de, bunun gerçekle ilgisi yoktur.

 

 

Demokrasiyle uyanış

Tek parti dönemine özgü yasaların ve cemiyetler yasasının değişmesi, Masonlar'a "uykudan uyanmak" için güçlü bir fırsat doğurdu DP'li vekilin, kurumun kapatılması için verdiği önerge yine DP'lilerin oylarıyla reddedildi, Mason locaları tekrar mallarına kavuştu. İktidarın verdiği güvence ile Mason Cemiyeti kendi gelişmesiyle uğraşmaya yöneldi. Böylece yeni binaya taşınıldı.

Atatürk'ün bir anti-Mason olmadığı kesindir, ancak kapatılmanın onun onayı olmadan imkansızlığını kabul etmek gerekir. Amacının, içine kapalı sadece bazı seçilmişlere hitap eden bir kurum yerine, halka inen -Halkevleri gibi- yapıları ön plana çıkarmak olduğu bellidir. Büyük bir olasılıkla, devlet gücüyle kapatarak sosyalist ya da faşist rejimlerini izini takip ediyormuş izlenimini vermemek için, kendi kendilerine kapanma kararı almalarını öneren o olmuştur. Bunun Masonlar'ın da işlerine geldiği, kurumun geleneğinde bulunan "uykuya yatma" yöntemini tercih etmeleriyle ortaya çıkıyor. Böylece, uygun zaman gelince uyanmaları mümkün olabilecekti. Kapanış bildirisindeki "Türkiye Cumhuriyeti'nde hakim olan demokratik prensiplere uyma" ibaresi, tek partili bir rejim hakkında abartmalı görülebilir. Ancak devrimin çerçevesindeki değişimin hedefini göstermesi açısından ilginçtir. Bilindiği gibi, 1930'da çok partili rejim denemesi yapılmış ancak toplumun henüz hazırlıksız olması karşısında vazgeçilmişti. O dönemde Avrupa'daki siyaset yorumcularının da faşist İtalya, Nazi Almanya, sosyalist Rusya'daki diktatörlüklere kıyasla Türkiye'deki rejimi "demokratik diktatörlük" gibi hiç alışılmamış bir deyimle niteledikleri bilinir. Devrimlerin özümsenmesi için gereken süreyi hesaplayarak ve hedefin demokrasi olacağı inancıyla Masonlar'ın bu deyimi kullandıkları anlaşılıyor. Demokrasiye geçiş ve tek parti dönemine özgü yasaların, bu arada cemiyetler yasasının değişmesi, "uykudan uyanmak için" Masonlar'ın aradıkları fırsatı doğurdu. 5 Şubat 1948'de, 'Türkiye Mason Derneği' ismiyle bir dernek kurmak üzere 7 kişinin imzaladığı bir dilekçe İstanbul vilayetine sunuldu. Aralarında iki profesör (Hazım Atıf Kuyucak ve Mustafa Hakkı Nalçacı) ve üç emekli memur vardı. Hiçbiri siyaset dünyasında rol oynamış kişiler değildi. Çok ihtiyatlı bir başlangıcı planlamış oldukları hissediliyordu. Haklı oldukları, basında ilk haberler belirir belirmez, Şükrü Kaya, Tevfik Rüştü Aras ve Kazım Özalp'in girişime katılacakları hatta liderlik yapacakları hakkında haberlerin görülmesiyle ortaya çıktı. Üçü de Atatürk'ten sonra İnönü'nün dışladığı kimselerdi. Onları öne sürmekle Masonluğun yeni girişimine siyasi bir nitelik verilmek isteniyordu. Eski dönemin en ünlü Büyük Üstadı Mim Kemal bile -ister samimiyetle, ister maksatlı olarak- girişimden haberi olmadığını ama candan destekleyeceğini belirtmekle bu tutumu onaylamış olduğunu açıklamıştı. Başlangıç olarak dönemin çok saygın tiyatro artistlerinden Behzat Budak'a kurum hakkındaki düşüncelerinin açıklattırılması da şimşekleri çekmemenin hedeflendiğini gösteriyordu.

ULUSLARARASI BAĞLANTI İHTİYACI
Bu taktik aşırı milliyetçi ve dinci kesimin tepkilerini tabii ki engellemedi. Cevat Rifat Atilhan, Raif Ogan, Yılanlıoğlu İsmail Hakkı, Gazi Yiğitbaş gibi karşıtlar içlerini dökmeye giriştiler. Kazım Karabekir'in, Masonlar'ı İngiliz ve Fransızlar'a hizmet veren, aralarındaki Museviler'le etkinliklerini artıran kimseler olarak tanıtan yazısı bile hemen yayınlandı. Kabul etmek gerekir ki, 1948'in yoğun partiler arası siyasi polemikleri ve de komünizm avcılığı kampanyaları ortasında, anti-Mason kampanya kamuoyunu büyük oranda etkilemedi. Örneğin faşist eğilimli Atilhan'ın Mason törenlerini madde madde eleştiren ve Mim Kemal'in kurumun ilkeleri hakkındaki ifadelerini satır satır didikleyen yazısına cevap veren çıkmadı. Polemiklerden kaçınıyor, onun yerine kongrelerini yaptıklarında genel bildiriler yayınlayarak kamuoyunu tatmini yeğliyorlardı. Açıkçası 1931-32'deki polemik üslubunu terk etmişlerdi. Türkiye'nin içe kapanıklıktan çıkıp dünyaya açılma dönemine girdiği dönemde Masonlar da uluslararası bağlantı ihtiyacını hissettiler. Yüksek Şura'ya bağlı yeni localar kuruluyordu. Ama uluslararası kabul için ondan ayrı özgün bir Büyük Loca (Mahfil) gerekliydi. Yüksek Şura bunun için girişimde bulunup Büyük Loca'nın Muvazzaflarını seçmek üzere toplantı düzenledi. Ancak orada, Masonluk aleyhinde basında çıkan haberler üzerinde tartışılıp bunlar yine basına yansıyınca, anti-Masonlar'a gün doğmuş oldu. Demokrat Parti milletvekili Ahmet Gürkan Meclis'e Masonluğun kapatılması için kanun teklifinde bulundu. CHP'nin sözcüsü
MÜSTEŞAR BÜYÜK ÜSTAT: Başbakan Menderes müsteşarı Ahmet Salih Korurun ilişkileri sayesinde işleri daha kolay yürüteceğine inanıyordu. Korurun 1956 yılında Büyük Üstat seçilmesiyle Masonlar hükümetin desteğini elde etti.Ulus'ta yayınlanan ve birçok milletvekilinin Mason olmak için başvurduğu haberinin yalanlanmamış olması sebebiyle konunun açıklanması da istendi. Mim Kemal Öke, geçmişte de CHP tarafından aynı yönde bir teklifin yapıldığını, ancak İçişleri Bakanlığı'nın tahkikatı sonucu milliyetçi bir kurum olması ve kökünün dışarıda bulunmadığının saptanmasıyla faaliyetine devamına izin verildiğini anımsattı.

'MASON OLACAĞIM GELİYOR'
Gürkan ve arkadaşlarının önergesinde geçmiş dönemlere nazaran farklı olan artık Siyonist suçlamasının bulunmamasıydı. Ağırlık din karşıtlığına ve komünizme destek verici bir örgütlenme oluşuna verilmişti. "Tekkeleri kapattığımız halde bir tarikat olan Masonluk neden ayakta duruyor?" diye soruluyordu. DP'den de gelen cemiyeti savunanlar işi sert polemiğe dönüştürmemek için öyle yumuşak yanıtlar hazırlamışlardı ki Gürkan'ın kendisi "Teklifimiz aleyhinde rapor düzenleyenler arkadaşlar Masonluğu o kadar methettiler ki benim de Mason olacağım geliyor" demekten kendini alamadı. İçişleri Bakanı Özyörük, Atatürk zamanındaki kapatmanın bir kanun kararına bağlı olmadığını anımsattı. Kapatmayı gerektirecek bir suç kanıtlanmadıkça yapılacak bir şey bulunmadığını belirtti. Açık oylamada önerge 52'ye karşı 126 oyla reddedildi. Salonda yeterli çoğunluk bulunmadığı anlaşılınca tekrar oylama yapıldı ve bu sefer 58'e karşı 169 oyla reddedildi. Dikkati çeken, CHP'nin anti-Mason davranışına uyan DP'li milletvekillerinin de belirmesiydi. Aslında iktidardaki DP'nin yöneticileri, CHP'yi bütün mallarından arındırmayı tasarlarken, zamanında Halkevleri'ne devredilmiş Mason mallarını da bahane etmek istediklerinden, kendi milletvekillerinin önergesini engellemişlerdi. Hatta bu yüzden Meclis reis vekillerinden birinin önerge sahibine şiddetle çattığı ve aralarında büyük bir tartışma çıktığı basına bile yansımıştır.

YENİ BİR DÖNEMİN BAŞLANGICI
DP iktidarının desteğini sağlamanın verdiği güvence ile Mason Cemiyeti kendi gelişmesi ile uğraşmaya yöneldi. Halkevleri'nin kapatılması ve mallarının iadesi kararı Meclisçe Ağustos 1951'de onaylanınca uygun bir bina arayışı başlatıldı. Böylece Beyoğlu Nuru Ziya Sokak 21 numaradaki binaya yerleşildi. Temmuz 1955'te Ankara Bölgesi Büyük Locası'nın kurulması ve Üstatlığına Kemalettin Apak'ın yardımcılığına ise, Başbakan Menderes'in müsteşarı Ahmet Salih Korur'un seçilmesi yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Hem bağımsızlığı korumak, hem de dünyada en çok Mason'a sahip olan Amerika Masonluğu'nca tanınmak gerektiğinde birleşildi. İstanbul üstünlüğünü kaybetmek istemiyor, DP ise Ankara'nın bağımsızlığıyla bu kurumu güdümünde tutmak istiyordu. Sonuçta Ankara Merkezli Türkiye Büyük Locası kuruldu ve başkanlığına da Ahmet Salih Korur getirildi. Bu kararla Yüksek Şura etkisizleştirilmiş oluyordu. İstanbul da tutumundan vazgeçmeyince birbirine muhalif iki başlı bir yapı ortaya çıktı. İkilik ancak, Aralık 1956'da düzenlenen Konvan'da tek bir Türkiye Locası oluşturulması konusunda anlaşmaya varılması ve Korur'un Büyük Üstatlığı kabul edilmesiyle aşılabildi. Korur'un gündeme getirilmesinde Menderes'in Masonluğun etkisinden yararlanmaya yönelik bir politikası bulunduğunu DP milletvekillerinden gazeteci Mithat Perin bana şöyle anlatmıştır: "Menderes, Ahmet Salih Korur'un Mason ilişkileri sayesinde işleri daha kolay yürüttüğüne inanmıştı. Bu sebeple bürokrasi ve iş aleminde DP eğilimi taşıyanların Masonluğa alınmasını teşvik etmesini müsteşarından istedi. Bu çerçevede biraderler arasına karışanlardan biri de Devlet Su İşleri Genel Müdürü Süleyman Demirel olmuştur. Korur'un asıl büyük rolü 17 Şubat 1959'da Menderes'in Londra'da uçak kazası geçirip İngiltere'de hastaneye yatırıldığında görüldü. Doktorları başbakanın bir yıl dinlenmesini ve görev almaması gerektiğini bildirmişlerdi. Menderes ise ne olursa olsun iktidarı bırakmak niyetinde değildi. Böyle bir rapor kamuoyuna açıklanırsa, yaklaşmakta olan seçimlerde kaybedebileceği endişesindeydi. Korur'dan Mason ilişkilerini kullanarak raporu ortadan kaldırmasını istedi. 26 Şubat'ta Türkiye'ye döndüğünde, rapor yok edilmişti ve Menderes hiçbir engeli bulunmayan bir siyasi olarak toplumun karşısına çıktı."

Orhan KOLOĞLU

 

'Masonluk'ta sır yoktur siyasetle uğraşılmaz'

Uzun zamandır gündemden çıkmış Masonluğun yanlış anlaşılmaması için resmi denebilecek ilk açıklamayı, 1931'de kurumun resmi yayını Büyük Şark dergisinin sorumlu müdürlüğünü yapmış olan yazar Kazım Nami Duru kaleme aldı. Özetle şunları belirtiyordu: "Masonluk'ta esrar yoktur. Günlük siyasetle uğraşılmaz. Masonlar içinde başka başka siyasi partilere mensup olanlar vardır. Allah'a inanmak, her türlü dini akideye hürmet etmek, milliyetçi olmamak lazımdır, fakat her memleketin Masonluğu milli bir mahiyet arz eder. 18 milyon nüfuslu bir memlekette 2-3 bin Mason devede kulak kalır. Fakat mademki demokrasiyi kabullendik, varsın onlar da localarını açıp çalışsınlar. Türk vatandaşları arasında kardeşlik kurulsun." 30 Ocak 1950'de Türkiye Masonlar Cemiyeti'nin yıllık kongresinden sonra yayınlanan bildiride şu hususlar belirtiliyor: "Derneğimiz, bir taraftan milliyetçilikle, diğer yandan hümanizmle ulaşılabilecek asil bir ideal gütmektedir. Hümanizm bireyi insanlığa kavuşturan bir merhaledir. İnsan tekamülü ideali ile milliyetçiliğin bugünkü telakki ve kayıtları içinde meczedilmiştir. Türk Mason Derneği üyelerinin yurt sevgisini kalplerinde sönmez bir aşk olarak yaşattığına herkesin emin olmasını isteriz."

 

'Uykuya yatma' devri

Türk Ocakları'nın kapatılmasına kızan Mahmut Esat'ın başlattığı anti-Mason kampanyayla yaratılan gerginlik, dört yıl içinde sonuç verdi Yapılacak bir şey olmadığını fark eden Masonlar, kapatılmayı beklemek yerine kendi deyimleriyle "uykuya yatmayı" yeğlediler.

İttihatçı Masonluğunun tasfiyesini gerektiren davranışlardan biri de, onların zamanında locaların -sınırlı da olsa- bir düşünce forumu haline gelmiş olmasıydı. Örneğin, Bolşevik İhtilali'yle Rusya'da sosyalizm uygulaması başladığı sırada, 1918'in ilk yarısında İstanbul'daki bir Mason locasında, bu akımın Mason ilkeleriyle koşut sayılabilecek noktaları konusunda bir konferans verilmişti. Konuşmacının akıma eleştirel bakmaması, hele Şeyh Bedreddin olayıyla -Yani bir Müslüman girişimiyle- benzerlikleri bulunduğunu ileri sürmesi, İttihatçı Masonluğun İngiliz çizgisinden ne derece farklı olduğunu ortaya koyuyordu. Büyük Üstad'ın gündeme getirmediği konuları tartışmayı reddeden bir anlayışın, İngiliz dünya siyaseti açısından en karşıtı olan sosyalizm gibi bir akımı konuşulur sayması, tabii ki onları rahatsız ediyordu. 1918 sonu ve 1919'da Rusya'daki anti-Bolşevik eylemleri askerle desteklemeye çalışan İngiltere'nin böyle bir akımın açık görülmesine izin vermesi mümkün değildi.

İNGİLTERE'NİN TAVRI
Savaş döneminde locaların haber toplama merkezi gibi çalışmalarını engelleme gayreti haklı görülebilir, ancak İngiliz tepkisi sadece buna bağlı değildi. Milli Masonluğun kontrolden çıkmasını hazmedemiyordu. Nitekim Türkiye Büyük Doğusu Mali İşler Sorumlusu Jessua 1922'de yazdığı kitabında bu konuya açıklık getiriyor: "Şu anda Türkiye Büyük Doğusu (ya da Büyük Şurası) her biri bir samimiyet, dürüstlük ve verimli çalışma garantisi olan kişilerden oluşuyor. Büyük Üstad Profesör Ömer Besim Paşa'nın en belli başlı özelliklerinden biri, büyük güçlerle, yabancı Masonlar'la ve özellikle İngiliz saygıdeğer localarıyla devamlı ve dostane ilişkiler kurmasıdır. Bugün Türkiye Büyük Doğusu, bütün Avrupa ve Amerika Büyük Doğuları ve şuralarıyla resmi ilişki içindedir. Bazı düzgün Mason güçleriyle dostluk belgeleri teati edildi, böylece gayri muntazam Masonlar'la bütün ilişkilerden kaçınıldı. Türkiye Yüksek Şurası gibi Büyük Doğusu da daima hararetle ve içtenlikle, İngiliz Ulusal locasıyla dostane ilişkiler kurmayı arzulamışlardı. Ancak İngiliz Masonluğu ile yakınlaşma konusunda zaman zaman sarfettikleri çabaların bunların nezdinde sempatik bir yankı bulduğunu söylemek mümkün değil. Bu saptamayı daha da üzücü bir duruma getiren, Yüksek Şura ve Büyük Doğu'nun, iki kardeş Masonluk arasında dostça ve kardeşçe işbirliğini engelleyen yanlış anlamalar ve ihtilaflar yüzünden bunları ortadan kaldırmak için istenen bütün izahat ve bu aşırı ihtiyatın sebeplerini bilmemeleridir. Kadrosundan bütün istenmeyen elemanları ya da herhangi bir sıfatla bulaşmışları tasfiye etmiş olan Türkiye büyük Doğusu, kendi açısından iki sembolik gücümüz arasında bir uzlaşmanın temellerini atmak için İngiliz Masonluğunun ileri süreceği her türlü uyarı ve görüşü en büyük bir uzlaşma ruhu içinde tetkik etmeye hazır bulunmaktadır."

SİYASET VE DİN YASAK
Yeni yapılanmanın 1922'de eriştiği durumu da aynı rapor şöyle özetliyor: Şu anda Türkiye Doğusu'nun İstanbul'da Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Rit'i üzerinden I. Ve III. Derecelerde çalışan on locası vardır. Ülkenin yerli ya da misafir bütün etnik elemanlarından (Türk, Yunan, Ermeni, Yahudi, Arap, Kürt, Arnavut, Fransız, İngiliz, İtalyan, Slav, Avusturyalı, Slovak, Macar) oluşan bu localar, Eski ve Kabul Edilmiş Evrensel İskoç Rit'inin düzenleyicisi olan Belçika Masonluğu'nun uyguladığı nizamlar modelini benimsemişlerdir. Bu mahfiller, Fransızca çalışan Etoile d'Orient dışında, Türk dilinde çalışmaktadırlar. Bugün İstanbul'da mevcut biraderlerin sayısı tahminen 500 kadardır. Birkaç günden beri, 1 Mayıs 1922'de, yeni binasına yerleşen Büyük Doğu, İstanbul'da ve taşrada uykuya yatmış Masonlar'ı canlandırmaya çalışacaktır. Bunların sayısı birkaç yüzdür. Ancak şüpheli ya da herhangi bir sebeple bulaşmış kimseleri hiç acımadan dışlamakta kesin kararlıdır. Türkiye Büyük Doğusu mabetlerinde her türlü siyasi ve dini tartışmaları yasaklamaktadır. Bunlara sadece muntazam Masonlar katılabilir." 1908'de İkinci Meşrutiyet'in ilanıyla büyük bir dinamizm içine giren Türk toplumu 1923'e kadar o çalkantıları hep yaşamış ve Cumhuriyet'le tam bir sükunete erişeceği sanılmıştı. Oysa Cumhuriyet'in ilanıyla başlayan devrimci kararlar en az bir on beş yıl daha toplumu silkelemeye devam etmiştir. 1908-1918 arasında tasfiyeci akımları yaşayan
Masonluğun bu yeni dönemin çalkalanmalarından da etkilenmesi kaçınılmaz oluyordu. Özellikle yeni rejimin getirdiği hukuki kurallara uyması gerekliydi. En ünlü Mason tarihçisi olarak tanınan K. Apak bu yeni dönemle ilgili olarak şu bilgileri veriyor: "İlk Türkiye Büyük Locası (Maşrık-ı Azam'ı) Cemiyetler Kanunu'na uygun olarak ilk defa resmi kaydını 'Yetimlere Yardım Cemiyeti' ünvanıyla 25 Şubat 1926'da İzmir vilayetinde, daha sonra 30 Haziran 1927'de ve 200 numaralı ilmühaberle İstanbul vilayetinde "Tekamülü Fikri Cemiyeti' adı altında genel bir kayıt yaptırmıştır. 16 Mayıs 1929'da isim değiştirilerek 'Türk Yükseltme Cemiyeti' ünvanıyla kayıt tekrarlandı." İstanbul işgal altında bulunduğu yıllarda sadece iki yılda ikişer loca berat almıştır. 1921'de Murat ve Etoile d'Orient, 1923'te Aydın ve Tuluu Hakikat, 1924'ten Masonluğun yasaklandığı 1935'e kadarki sürede 24 locanın berat aldığı görülüyor. Bunların illere dağılımı da şöyledir: İstanbul 12, İzmir 4, Bursa 2, Ankara 1, Gaziantep 1, Samsun 1, İzmit 1, Manisa 1, Adana 1.

MİLLİYETÇİLERİN SALDIRISI
Bu yeniden yapılanma döneminde Masonlar'ın bir tutukluk içinde bulundukları anlaşılıyor. 1919'a kadar İttihatçı liderlere bakılıyordu, 1924'e kadar işgalcilere bakılmıştı. Cumhuriyet ise bütün kurumları yeniden kuruyordu. Masonluk en son düşünülecek olandı. Bu ortamda Masonlar'ın çok büyük bir ihtiyatla yaşam sürdürmeleri gerekiyordu. Savaş sonrası canlandırılan uluslararası ilişkiler açısından bu önemliydi. 1921'de merkezi Cenevre'de olmak üzere kurulan Uluslararası Mason Birliği'ne katılmak suretiyle bu ilişkiler başlatılmıştı. 1923 ile 1931 arasında iki yıl hariç (1928, 1929) her yıl uluslararası toplantılara heyet gönderilmiştir. Bunların kamuoyuna yansıtılmamasına özen gösteriliyordu. Bu arada bireysel anti-Mason olaylar da eksik olmuyordu. Daha sonrasını etkilemek açısından, CHP'nin çok önemli iki üyesinin Adliye Bakanlığı yapan Mahmut Esat ve Parti Genel Sekreterliği yapan Recep Peker'in üyelik başvurularının reddedildiği hakkındaki iddialar önem taşıyor. Üstelik Mahmut Esat'ın bu karara kızarak İzmir'de Karşıyaka'daki Zuhal Locası'nın binasına tabanca ile ateş ettiği ileri sürülüyor. Ateş ettiğini yalanlayan bir demecine rastlanmamışsa da, Mahmut Esat Mason olmak için başvurmadığını açıklamıştır. Gerçek ne olursa olsun, daha sonra başlattığı yoğun anti-Mason kampanyanın büyük etki yarattığı yadsınamaz. Ancak kampanyanın Türk Ocakları'nın kapatılmasından sonraki döneme rastlaması da dikkat çekicidir. Türk Ocakları, İttihatçı milliyetçiliğini sürdüren ve Turancılığı hedefleyen bir Türkçülük peşindeydi. Atatürk ise, Türkiye Cumhuriyeti sınırlarını aşmayan bir ulusçuluğu hedefliyordu. Bu amaçla Halkevleri'nin kurulması planlanırken verdiği demeçte Türk Ocakları'nı övüyordu ama aynı zamanda kapatıyor ve kendi kurumunu ortaya çıkarıyordu. İki hafta sonra 10 Nisan 1931'de düzenlenen olağanüstü kongrede Kurultay'da Türk Ocakları kapatılmayı ve bütün varlığı ile CHP'ye katılmayı kabul etti. Mahmut Esat bundan mutlaka rahatsız oldu. Kampanya başlatmasından önce basında Masonluğu yeren yazılar belirmişti. Amerika'da tahsil görmüş gazeteci Zekeriya Sertel Tarikatları, Misyonerleri ve Masonlar'ı yererken, Yavuz/Havuz olayında Maşrıkı Azam Fikret Bey'in yolsuzluğa karıştığını ileri sürmüştü.

TARTIŞMADA SON NOKTA
Böyle bir ortamda, Mahmut Esat Mason aleyhtarı kampanyasını başlattı. 8 Ekim'den 25 Ekim 1931'e kadar 17 gün süren kampanya birçok gazetenin katılmasıyla bütün basında yankı buldu. Önce İzmir'in Anadolu gazetesi Masonluğu milliyet düşmanı olarak niteledi. Hizmet gazetesi kurumun insanlığa hizmet verdiğini belirten bir yazıyla cevap verdi. Mahmut Esat, Masonluğun milliyetçi düşmanı ve beynelmilelci olduğunu ekleyip, "insanlık, ırk, dil, din gözetmeksizin kardeşlik" gibi ifadelerin aldatmaca olduğunu vurguladı. Buna Büyük Üstat Mim Kemal'in Hizmet ve Son Posta'da çıkan savunma yazısı yer aldı. Hizmet gazetesindeki bir yazıda "Masonluk için önce CHP'nin dibini kazımak gerektiği" öne sürüldü. Tartışma Mahmut Esat'ın "köpekleri uluyor" deyimlerine kadar vardı. CHP Genel Sekreteri Recep Peker'in kurumu emperyalizm ajanı ilan eden konferansı kamuoyuna yansıdı. Masonlar'dan, "kendisi Adliye Bakanı iken neden önlem almadı" sorusu geldi ve tartışma bitti. Hükümet bundan hoşlanmamıştı.

 

İstanbul'da Uluslararası Konvan

Cevat Rifat Atilhan gibi faşist eğilimli bir yazarın kurumu yeren kitabı Mason üstatlarını bazı önlemler almaya yöneltti. Eski üstat Server Yesari'nin hazırladığı savunma içeren "Franmasonluk'ta Milliyet ve Beynelmileliyet" konulu konferansı basılıp bütün üyelere dağıtıldı. Kurumun adındaki Yükseltme sözcüğünün bir saklama içerdiği düşüncesinden hareketle 1922'de ismi "Türkiye Yüksek Masonluk Cemiyeti" olarak yenilendi. Büyük Doğu da ismini Türk Yükseltme Cemiyeti-Türkiye Büyük Maşrıkı" olarak değiştirdi. Bu hazırlıkların, kurumun uluslararası ilişkilerini gizlilikten çıkarmak amacı güttüğü, üye oldukları Uluslararası Mason Birliği'nin Sekizinci Konvan'ını 5-13 Eylül 1932'de İstanbul'da düzenlemeye girişmelerinden anlaşılıyor. 24 ülkeden temsilcilerin katıldığı Konvan'ın kurumun meşruiyeti ve uluslararası saygınlığı açısından önem taşıdığı anlaşılmaktadır. Atatürk'e gönderilen bağlılık telgrafı ve onun teşekkür cevabı da cesaretlerini artırdı. Bazı Masonlar basında Mahmut Esat'a "Şimdi ne yapacaksın" sorusunu yönelttiler. O da tekrar saldırılarına başladı. Dinsiz, ahlaksız suçlamaları tekrarlanarak ve buna yanıtlar şiddetlenerek 1932'de polemik devam etti. 1934 sonunda Masonlar Ankara'da Karpiç salonlarında merasim elbiseleri ve önlüklerini de takarak büyük bir balo verdiler. Aralarında Dahiliye Vekili Şükrü Kaya, Hariciye Vekili Tevfik Rüştü Aras, Maliye Vekili Hasan Saka, Meclis Reisi Kazım Özalp, Ankara Valisi N. Tandoğan da vardı. Ancak 1935 Nisan'ından itibaren kurumun kapatılacağı hakkında haberler ortalıkta dolaşmaya başladı. 1935 Mayıs'ındaki CHP kurultayında parti programının 69. maddesine "Beynelmilel maksatlarla cemiyet kurulamayacağı, böyle amaçlıların Bakanlar Kurulu'ndan izin alması gerektiği" şeklinde bir kaydın konması işin sonuna gelindiğini kanıtlıyordu. Üstatlar Ankara'ya heyetler yolladılar. Dahiliye Vekili, Mason Şükrü Kaya ile temas ettiler. Yapılacak hiçbir şey yoktu. Kapatılmak yerine bütün mallarını Halkevleri'ne teberru ederek kendileri kapanmayı, "uykuya yatmayı" yeğlediler. Karar 9 Ekim 1935'de açıklandı.

 

Atatürk Mason muydu?

Aralarında Falih Rıfkı Atay'ın da bulunduğu bazı kimselerle Uluslararası Mason albümleri, Atatürk'ü Mason ilan ederler, ama bunun hiçbir belgesi ortaya konamamıştır. Bizim düşüncemiz şöyledir: 1900'lü yılların başında Selanik'te bulunduğu dönemde o da İttihat ve Terakki'ye üye olmuştur. Bu sıfatla katıldığı toplantıların zaman zaman localarda yapıldığı biliniyor. Buraya gidenlerin Mason olması da şart değildi. Atatürk'ün o çağda efsanevi bir nitelik taşıyan Masonluğun niteliğini merak etmemiş olması düşünülemez. Ayrıca arkadaşları arasında tekris'i yaşamış olanlar vardı. İttihat ve Terakki yönetimi ile arası bozulduğu dönemde, 1913'ün sonlarında, yanına askeri ataşe olarak gönderildiği elçi Fethi (Okyar) Bey de Mason'du. Dolayısıyla Masonluğa karşı olduğunu söylemek mümkün değildir. 1932'de 25 ülke Mason örgütlerinin Türkiye'de toplanmasına karşı çıkmaması da bu anlayışını yansıtır.

 

 

Dış etkiye bağlı olmayan karar

1875'de Almanya'da doğmuş, 1911'de Osmanlı uyruğuna girmiş, gazetecilik yapmış, Almanya'da Nazilerce takibata uğrayınca Türkiye'ye dönüp yerleşmiş olan Alfred Rudolf Glauer 1924'de yazdığı 'Eski Türk Masonluğunun Uygulanışı' adlı kitabında Birinci Dünya Savaşı'nı izleyen dönemdeki Masonluk hakkında şu değerlendirmede bulunuyor: "Almanya imzaladığı barışın altında eziliyor. Türkler bu bunalımlı dönemi aşabildilerse, bu her Müslüman'ın küçük yaşından itibaren aldığı dini eğitim sayesindedir. Böylece biz, materyalizmi ilahlaştıranlardan medet umar ve Alman halkının büyük kısmı kendisini Bolşevikler'in kollarına atma gibi bir aşağılayıcı çareye başvururken, Türkiye'nin, bu zayıflamış küçük milletin, Bolşevizm'in kollarına atılmadığını, topraklarına yerleşmesine izin vermediğini görüyoruz. İslam, Hıristiyanlık'tan daha canlı ve yaşıyor. Müslüman Masonluğu çözüm getiriyor." Bu tanıklık, bazı Mason çevrelerinin 1935 kararında komünizmin ve Nazizm'in etkisini görme tutkusunun geçersizliğini ortaya çıkarmaya yarıyor.

 

 

Türkiye'de Masonluk

Yoğun istek üzerine, daha önce yayınlanmış altı bölümün gün gün geniş özeti.

Osmanlı'da Masonluk

Masonluk Katolik ve Ortodoks kiliselerince tepkiyle karşılanırken Osmanlı ülkesi kuruma hoşgörülü yaklaştı. V. Murad'ın Mason olması buna örnektir.İttihat ve Terakki Cemiyeti faaliyetlerini sürdürmek için Mason localarını ‘şemsiye’ olarak kullandı. Ancak bu davranış cemiyetin ‘siyonist’ damgası yemesine yol açtı.

'Harici' gözüyle Masonluk
Dünyanın en çok tartışılan konularının başında geliyor Masonluk. Bunda, Biraderlerin kurumsal disiplin çerçevesindeki ketumluğu etkili oluyor. Karşıtları da bu davranıştan doğan esrarengizlik havasından yararlanarak, her türlü yakıştırmayı, araştırmadan gündeme getiriyorlar. Ben Masonlar'a özgü deyimle bir "Harici" olarak, konuyu toplumsal işlevi üzerinde yoğunlaşıp inceledim. Böylece, objektif bir değerlendirmeye yöneldim.

1. gün
Masonluk ve Din
Müslüman'ın Mason olması kabul edilebilir mi? İslam bir arada yaşamayı, koruyuculuk üstlenmeyi görev kabul etmiştir. Yandaşları, zamanla, bütün insanları ırk ve din farkı gözetmeden eşit sayan bir anlayışı benimsemeye yönelmişlerdir. Bu çabayı insanlığa aktaran kurum ve akımlardan biri de Masonluktur. Gizliliği ilke edinerek çalışmayı tercih etmesi ise, tartışılır hale gelmesinin başlıca sebebidir. 18. yüzyılın başında kuralları kesinleşen Masonluk, Müslümanlar'ı hiç ilgilendirmemesine karşılık, Protestan kökenli olmasının etkisiyle, Katolik ve Ortodoks Kiliseleri gibi Museviler'den de tepki gördü. Bu ortamda İslam'ın girişime küçümseyerek bakması doğaldı, zira Hıristiyanlar arası çekişmelerde Osmanlı Devleti'nin hakemlik rolü üstlendiği bilinir. Papalığın çıkardığı Masonları Aforoz emrini 18. yüzyılın ortalarında Osmanlı'daki Rum ve Ermeni kiliseleri kendi dillerine çevirip örgütlerine dağıtmışlardı. Buna karşılık o dönemlerde Bektaşi hatta Mevlevi tekkelerinde Masonlar'la sohbetler düzenlendiği hakkında bilgiler var. 18. yüzyılın sonunda Osmanlı, geri kalmışlığını aşmak için batı modelinden yararlanmaya başlayınca durum değişti. Gavur damgalamalarının yanı sıra Masonluk özentisi iddiaları da gündeme getirilmeye başlandı. Tabii olumsuz anlamda. 1860'lara gelindiğinde İslam dünyasının yönetici ve düşünürleri arasında kuruma katılanlara rastlanıyordu. Tanzimat'ın iki ünlü devlet adamı Mustafa Reşit ve Fuat Paşalarla Mısır Hıdivliği'nde iddialı Prens Halim Paşa Masondular. Hatta son ikisi Büyük Üstatlığa bile getirilmişlerdi. Cezayir'de bağımsızlık mücadelesi veren Emir Abdülkadir'in de Mason olduğu biliniyor. Pan İslamcı akımın baş savunucusu Afgani başvurusunda "Kutsal Mason derneği üyelerinden, derneğe katılmama izin vermelerini ve şerefli kürsüye dahil olmamı onaylamalarını rica ederim" diye yazmıştı.

2. gün
Osmanlı'da ilk Localar

Sultan Abdülaziz'i etkileyip kendi oğlunu Mısır Hidivliği'nde ön sıraya sokan İsmail Paşa'ya kızan Mısırlı Prens Halim Paşa, siyasette etkinliğini artırmak için Masonluğu kullanmayı denedi. Hem Fransız hem de İngiliz üstatlarıyla işbirliği yaparak Mısır Büyük Locası'nın büyük üstatlığına getirilmeyi sağladı. Yerli halktan da buna yeni üyeler katılmasını gerçekleştirdi. Böylece, Osmanlı devlet politikasını etkilemek için Masonluk'tan doğrudan yararlanma girişimleri çağı başlamış oldu. Halim Paşa, Yeni Osmanlılar (Namık Kemal ve arkadaşları) ile işbirliği yaparak Avrupa'ya çekilmiş olan Mustafa Fazıl Paşa ile de ilişki kurdu. Bu girişimlerin projelerini aksatabileceğini hesaplayan Hidiv İsmail Paşa da Masonluğu kullanarak karşı atağa geçti. 1860 ve 70'li yıllarda, Avrupa'da siyasi açıdan Masonluk işlevini tamamlamış görünüyordu. Buna karşılık Osmanlı toplumu ilk kez açık açık Masonluk'la, daha doğrusu onun özel "koloniyalist" şekliyle karşılaşmaktaydı. 1 Temmuz 1872'de Hasköy'de, Osmanlı ülkesindeki ilk Mason mabedinin temelinin atılması, artık ortada Osmanlı yönetiminden çekinecek bir şey kalmadığını kanıtlıyordu. Ancak Sultan Aziz'in keyfiliklerini frenleyen Ali Paşa'nın 1871 Eylül'ünde ölümü ve yerine yumuşak başlı Mahmut Nedim
Paşa'nın sadrazamlığa gelmesi Masonlar'da endişe yarattı. 20 Ekim 1872'de Osmanlı saltanat ve hilafetinin veliahtı Şehzade Murad Proodos (Terakki) locasında tekris edilerek Mason oldu. Abdülhamit'e de Mehmet Reşat'a da, hem de aynı zamanda, Mason olma önerisi yapıldığı hakkında bir iddia vardır. İkisinin de red ettikleri söyleniyor.

3. gün
Abdülhamid'in ılımlı tavrı
Abdülaziz' in tahttan indirilmesi ve Murad'ın padişah halifeliğini ilanı, Mason çevrelerinde İslam ülkelerine yönelik büyük başarı sağlandığı kanısını doğurdu. Yeni hükümdarın istendiği yönde etkilenebileceğine inanılıyordu. Ancak Murad'ın üç ay içinde ruhi bir buhran geçirmesi ve yerini Abdülhamid'e bırakması, hesapları boşa çıkardı. Abdülhamid'in daha tahta çıkışının ilk günlerinden itibaren şöyle bir politika izlediği görülüyor: İslam'la Masonluk bir arada olur mu, olmaz mı tartışmasına girişmemiş, emrivakiyi benimsemiş ama kamuoyunda işlenmesini engellemiştir. Farklı ırk ve dindeki cemaatleri kaynaştırdığı tezini daha ciddiye almış fakat asıl önemi bütün Avrupa hükümdarlarının Masonluğun koruyuculuğunu üstlenmiş olmaları hususu üzerine yönelmiştir. Bu davranış şeklini tahta çıkışıyla birlikte başlattığına inanıyoruz. Avrupa'nın desteği olmadan, mali iflasını ilan etmiş "Hasta Adam"ın ayakta kalamayacağını biliyordu. Ahmet Midhat'ın matbaasında basılan "Esrarı Farmason" isimli kitap, kuruma bir hayır cemiyeti niteliğine dönmeyi önermekle, kanımızca Abdülhamid'in fikrini yansıtıyordu. Abdülhamid'in geçmişte yanlış olarak Masonlar'ı çuvallara koydurup Marmara denizine attırdığı dedikoduları ortalıkta dolaşmıştır. Oysa biz yaptığımız araştırmada mabeyincilerini ve yaverlerini Mason balolarına gönderdiğini, 100- 150 altın bağışta bulunduğunu saptadık. Karşılığında törenler "Padişahım çok yaşa" bağırtılarıyla başlıyordu. Açıkça karşıt düşüncelerin "Barış içinde birarada yaşaması" ilkesini başarıyla uygulamıştır. Bunun bir diğer iğrenç örneği, donanmasının başına İngiliz ve Mason Hobart ve Woods Paşaları getirmesidir. Özetle, siyasete bulaşmamaları koşuluyla Masonlara tam bir serbesti tanıyordu.

4. gün
İttihat ve Terakki'nin 'şemsiyesi'

Abdülhamid iktidara geldikten sonra Yeni Osmanlılar'ı tasfiye etmekte zorluk çekmedi. Bir belgesi olmadığı halde Mason denilen Mithat Paşa'yı anayasal şekilde uzaklaştırdı. Abülhamid'in davranışı locaları yok etmeye yönelik değildi. Amacı ülkeyi dışardan yönetme eğilimlerini frenlemek ve de yerlilerin fazlaca ilgilenmesini önlemekti. Localar daha çok yabancıların kendi aralarında biraraya geldikleri yerler oldu, Türk ve Müslümanlar'ın hatta gayri-Müslim vatandaşların ilgisi de azaldı. Ülke içinde özellikle Balkanlar'daki örgütlenmeye gelince, 1878 Berlin Anlaşması'ndan sonra Balkanlar'daki reformlar için merkez kabul edilen kentlerin başında Selanik vardı ve ordu merkeziydi. Çeşitli Avrupa uluslarına ait cemaatler de vardı. Tabii örgütleri de. Yabancı işadamlarının çok sayıda bulunduğu kentlerde Mason locasının var olması doğaldı. İttihatçılara, "şemsiyelik" yapacak İtalyan Macedonia Rizorta Locası Üstadı Muhteremliğine Selanik Hukuk Okulu'nda hocalık yapan, avukat Musevi Karasso getirildi. Ülke içindeki Jöntürkler'in Masonluk'la ilişkiye girmeleri, ona güvenlerinin sonucudur. 1903-1908 arasında Macedonia locasına 154 kişinin alındığı biliniyor; bunların 42'si Türk'tür. İlk kaydolanlar arasında İttihat ve Terakki yönetiminde ön planda rol oynayan gazeteci Fazlı Necip'i, Talat Bey (Paşa), Midhat Şükrü'yü görüyoruz. Başka localarda üye olanların diğerlerinin toplantılarına katılması adet olmadığı halde, Cavit Bey'in (Sonrasının Maliye Nazırı) Macedonia'ya muntazam devam etmesi, bambaşka bir çalışmanın varlığını
kanıtlıyor. Ancak locada buluşanların hepsi Mason değildi.

5. gün
Siyonizm damgası
İttihatçılar'ın Mason bağı ilk kez 25 Temmuz 1908 günü Selanik'te anayasanın ilanı şerefine yapılan sokak gösterilerine Mason locaları temsilcilerinin de katılmasıyla ortaya çıktı. Localar eski ihtiyatlılıklarını bırakıp daha kolay üye almaya, tekris yapmaya yöneldiler. Bu ilgi, İttihatçı liderleri Bağımsız Osmanlı Masonluğu kurma düşüncesine yöneltti. Avrupalılar'ın buna izin vermeyi pek arzulamadıkları kısa zamanda farkedildi. İngiliz ve Fransızlar'a karşılık İtalyanlar bir süre direndikten sonra onay verdiler. Büyük Doğu'nun üstatlığına Talat Bey getirildi. Aynı sırada iki girişim Osmanlı-İngiliz ilişkilerini etkiledi. Osmanlı Masonluğu ile bütünleşmeyi arzulayan Mısırlı milliyetçilerin İttihat ve Terakki ile ilişki kurmaları İngiltere'yi çok rahatsız etti. Aynı anda 1909'un ekiminde de İttihat ve Terakki'nin ikinci kongresinde anti-Masonluk gündeme geldi. Mustafa Kemal'in teklifi, cemiyetin açık bir siyasi parti haline gelmesinin yanı sıra askerlerin siyasetten çekilmesi ve Masonluk'la ilişkinin kesilmesiydi. Bu önerisi sebebiyle "mürteci" diye damgalanmış ve İttihat ve Terakki'nin yönetimiyle ilişkisi tamamen kesilmiştir. Asıl olay yaratan, cemiyetin yönetimine muhalif olan Miralay Sadık'ın "Siyonistlik/Farmasonluk aleyhindeki layihası" idi. Talat, Cavit, Hüseyin Cahit ve Ahmet Rıza'nın cemiyetten atılmalarını istiyordu.. Gerek Masonluk ve Siyonizm iddiası gerekse Talat ve arkadaşlarının dışlanması önerisi reddedilmekle birlikte, bu tartışma İttihat ve Terakki'ye karşı bir suçlamanın kendi içinden başlatılması açısından önemliydi. Bütün politikalarında Siyonizmi destekleyen ve Masonluğu kendi malı sayan İngilizlerin propaganda için, İttihatçıların Masonluğu ve Siyonistliği üzerinde yayın yapmaları gerçekten ilginçtir.

6. gün
İşgal altında değişim

Libya ve Balkan Savaşları ile 1913 yılı ortasına kadar süren bunalımlar toplum için hiçbir anlam taşımayan Mason tartışmalarını doğal olarak geri plana itti. Mason olmayan ve bu kuruma fazla sempatiyle bakmayan Enver Paşa'nın Harbiye Nazırı olup İttihat ve Terakki'yi yönetir duruma gelmesiyle, esasen durgunlaşmış olan Cemiyet-Mason ilişkisi daha da canlılığını kaybetti. 1914'de Savaş ilan edilince Enver Paşa locaların faaliyetlerini durdurmalarını emretti. Ancak Talat Paşa'nın müdahalesiyle localar tekrar aktif oldular. Dünya Savaşı'nı kaybedip 1918'in Kasım'ından itibaren her bölgesinin işgal altına girmesiyle, Osmanlı toplumu beş yıllık bir esirlik süreci yaşadı. Galipler her alanda istediklerini benimsettiriyor ve bunları itiraz etmeden uygulayan destekçiler de buluyorlardı. En yoğun kampanya, özellikle İngilizler'in yönlendirişi altında İttihatçılık'tan arındırma idi. 1918 sonunda İttihatçılar'a yöneltilen en büyük suçlama devleti savaşa sokmuş ve yenilgiye uğratmış olmaktı. Savaş kararını kendi başına alan Enver Paşa idi ve hükümetin Mason üyeleri -Sadrazam Said Halim Paşa, Dahiliye Nazırı Talat Paşa, Maliye Nazırı Cavit Bey, Bahriye Nazırı Cemal Paşa buna karşıydılar ama, hepsini suçlamak İttihatçı karşıtlarının işine geliyordu. Localar içinde fiili temizlemeyi yapan, sabık İttihatçı Rıza Tevfik'tir. Kendisi de Mason olan bu kişi, hayatı boyunca aşırılığını frenleyemediği söylemler arasında zikzak çizmiş biriydi. Osmanlı Büyük Maşrık'ının başına getirildi ve temizliğe girişti. Rıza Tevfik İttihat ve Terakki'ye mensup Masonlar'ın listesini basına ve polise verdi, birçok Mason İttihatçılık suçlaması ile sürgün edildi.

 

 

İşgal altında değişim

1918 sonunda İttihatçılar'a yöneltilen en büyük suçlama devleti savaşa sokmuş ve yenilgiye uğratmış olmaktı. Doğal olarak Masonluğun da İttihatçılık'tan arındırılması operasyonu başlatıldı.

Libya ve Balkan savaşları ile 1913 ortasına kadar süren bunalımlar toplum için hiçbir anlam taşımayan Mason tartışmalarını doğal olarak geri plana itti. Mason olmayan ve bu kuruma fazla sempatiyle bakmayan Enver Paşa'nın Harbiye Nazırı olup İttihat ve Terakki'yi yönetir duruma gelmesiyle, esasen durgunlaşmış olan Cemiyet-Mason ilişkisi daha da canlılığını kaybetti. 1913 sonbaharında yazdığı bir yazıda Karasso "Büyük gelişme göstermesi beklenirken Masonluğun gerilemesi, bazen kanlı bazen trajik siyasi olayların yoğunlaşmasının locaların sistemli çalışmasını engellemesinin sonucudur" diye yazıyordu. 1914'te savaş ilan edilince Enver Paşa locaların faaliyetlerini tamamen durdurmalarını emretti. Ancak Talat Paşa'nın müdahalesiyle zaten az sayıdaki localar tekrar aktif oldular. Bu dönemin tek başarısı, Necat Mahfili'nin girişimiyle 1917'de Himaye-i Etfal Cemiyeti'nin (Çocuk Esirgeme Kurumu) kurulmuş olmasıdır.

ARINDIRMA DÖNEMİ
Dünya Savaşı'nı kaybedip Kasım 1918'den itibaren her bölgesinin işgal altına girmesiyle, Osmanlı toplumu beş yıllık bir esirlik süreci yaşadı. Tabii artık "Osmanlı" deyimini kullanmamak "Türkler" demek gerekiyordu, zira diğer cemaatlere tanınan haklar onlara tanınmıyordu. Galipler her alanda istediklerini benimsettiriyor ve bunları itiraz etmeden uygulayan destekçiler de buluyorlardı. En yoğun kampanya, özellikle İngilizler'in yönlendirişi altında İttihatçılık'tan arındırma idi. Hoş bunun gönüllüleri kendi düşünür ve politikacılarımız içinden çıkıyordu. Her alanda İttihatçılık bulaşmış kişiler görevden uzaklaştırılıyor ya da geçmişin hesabını vermeleri için mahkemelere sevk ediliyorlardı. Bu eğilim sadece İstanbul'da işgalcilerin kontrolü altındakiler için
geçerli değildi. 1919 Eylül'ünde Sivas'ta toplanan Müdafa- yı Hukukçular'ın kongresine katılanlardan da "İttihatçılık yapmayacakları" yemini alınmıştı.

FİİLİ TEMİZLİK
1918 sonunda İttihatçılar'a yöneltilen en büyük suçlama devleti savaşa sokmuş ve yenilgiye uğratmış olmaktı. Gerçi savaş kararını arkadaşlarından ayrı kendi başına alan, Mason olmayan Enver Paşa idi ve de hükümetin Mason üyeleri -Sadrazam Said Halim Paşa, Dahiliye Nazırı Talat Paşa, Maliye Nazırı Cavit Bey, Bahriye Nazırı Cemal Paşa, vb...- buna karşıydılar ama, hepsini bir arada suçlamak İttihatçı karşıtlarının işine geliyordu. Doğal olarak Masonluğun da İttihatçılık'tan arındırılması operasyonu başlatıldı. Bu dönemde İttihatçı karşıtı kampanyayı Masonluk konusunda da yürütenlerden birisi Miralay Sadık'tı. 1910'da fırkanın üst yönetim kademesinde görev verilmediği için Masonluğu Siyonizm'le özdeşleştirerek kampanyayı İttihat ve Terakki'nin içinde başlatan Sadık, 1913'ten itibaren yurtdışında sürgünde geçirdiği yılların öcünü almak tutkusu içindeydi. Ancak bu süre boyunca İngilizler'le işbirliği yapmış olduğu için artık Masonluğu Siyonizm'le özdeşleştirmeyi terk etmişti. Zira Filistin'e Siyonistler'le birlikte İngilizler'in de yerleştiğinin o bile farkındaydı. Kurduğu yeni parti ile İngiliz desteğini sağlayarak sadrazamlığa gelme hayali artık sadece Masonluğun İttihatçılar'dan arındırılması ile yetinmesine yeterli değildi. Mason locaları içinde fiili temizlemeyi yapan ise, yine sabık bir İttihatçı Rıza Tevfik olmuştur. Kendisi de Mason olan bu kişi, hayatı boyunca aşırılığını frenleyemediği söylemler arasında zikzaklar çizmiş biriydi. Okuyan ve dinleyenler için çekiciliği inkâr
Rıza Tevfik farklı aşırı görüşler arasında zikzak çizen ateşli bir hatipti.edilemeyecek üslubuyla, 1908-1909'larda Abdülhamit'i en şiddetli eleştiren, 1918'de ise hakkında en övgü dolu mersiye yazan oydu. Şeyhülislam Musa Kazım'ın Masonluğu mecliste tartışılırken sunulan önergede "sakalından utanmaz Farmason kafiri" deyimini kullanan beş imzacıdan biri de oydu. Mütareke Dönemi'nin gözde isimlerindendi. Maarif Nazırlığı, Şurayı Devlet Reisliği gibi görevlere atanmış, Sevr Antlaşması'nı imzalayan heyette de bulunmuştur. Böylesine güvenildiği için Osmanlı Büyük Maşrık'ının başına getirildi ve İttihatçı temizliğine girişti. Kendinden bekleneni yapmakta gecikmedi. İttihat ve Terakki'ye mensup Masonlar'ın listelerini basına ve polise verdi, ihbarları üzerine birçok locanın arşivlerine el kondu ve birçok Mason İttihatçılık suçlaması ile sürgün edildi. Sadece Beyoğlu Koloğlu Sokağı'ndaki baskın, önceden haber alınabildiği için belgeler saklanarak daha büyük zarar görülmemesi sağlanabildi.

İNGİLİZ ETKİSİ
Masonluğun İttihatçılar'dan temizlenmesine çalışılırken, onların mahkumiyetiyle sonuçlanan davalarda Masonluk konusunun hiç gündeme getirilmemiş olması dikkatlerden kaçmıyor. Örneğin eski Şeyhülislam Musa Kazım, İttihat ve Terakki'nin işlediği cinayetlere fer'an (İkinci derecede) katıldığı için 15 yıl küreğe mahkum edilmiş ama Masonluğu gündeme getirilmemiştir. Oysa 1912'de "Bab-ı Meşihat'ı İttihatçılar'ın yemliği haline getirmek ve Cavit ve Cahit nam Farmasonlar'ı korumak için uğraşmakla" suçlanmıştı. Bir zamanlar sadece Mason ilişkisi yüzünden eleştirilen İttihat ve Terakki'ye artık bu damganın vurulmasından kaçınılmasının kökeninde, İngiliz etkisinin varlığını hissetmemek mümkün değildir. Bir İngiliz ulusal kurumu gibi algılanan kurumun aşağılanmaması işgalciler için birinci koşuldu.

 

 

 

 

Almanlar'ın Mason Ansiklopedisi'nde Yahudiler

Mason kaynakları içinde, kurumun yapısal değişikliğini en iyi yansıtan, 1932'de daha Hitler iktidara gelip kapatmadan önce Almanya'da yayınlanmış olan Mason Ansiklopedisi'dir. Özellikle Yahudiler'in kuruma kabulü konusundaki notlarını özetleyerek aktarıyoruz: "En eski Mason kaynakları kurumun açık şekilde bir Hıristiyan karakteri taşıdığında birleşiyorlar. İlk zamanlardan beri Yahudi üyeler görülmüştür ama her yerde kabul edilmezlerdi. 1788'de "Yahudiler Masonluğa alınabilir mi?" tartışması yapılmıştı. 1857'de İngiliz Yahudi Masonları Prusya locasına kabul edilmiyorlardı. Hıristiyan ilkelerine dönülmesi tartışmasının yapıldığı localar da vardı. Amerika'da sade Yahudi kabul eden localar vardır ama çok azdır. Ama bin üyeli Detroit'teki Palestine locasında tek bir Yahudi yoktur. İngiltere'de bile Yahudiler'e karşı kısıtlamalar bahis konusu iken, Amerika bu açıdan daha liberal davranmıştır. Kendisi de Mason olan ilk Amerikan Başkanı Washington'un yanında yer alan yakın mesai arkadaşlarından 24'ü Mason'du."

 

 

On yılda 38 loca

Osmanlı Maşrıkı Azam'ının (Büyük Doğu'sunun) kuruluşundan 1918 sonuna kadar başvurup berat alan localar 38'dir. Yıllara ayırırsak şöyle bir sonuç çıkıyor: 1909'da 7, 1910'da 15, 1911'de 5, 1912'de 1, 1913'de 2, 1914'de 2, 1916'da 1, 1918'de 3. Görüldüğü gibi Balkan Savaşı ve Dünya Savaşı yıllarında belirgin bir yavaşlama vardır. İşin önemli yanı bunlardan sekizinin Mısır gibi Osmanlı egemenliğinden çıkmış bir yerde kurulmuş olmalarıdır. Ayrıca, Beyrut, Şam, Halep, Kudüs, Homs gibi nüfusu Arap ağırlıklı yerlerde de Osmanlı Maşrıkı Azamı'na bağlılığı yeğleyenler belirmişti. Bazı çevrelerin o dönemdeki herkesi loca mensubu saymak tutkusuna ve sayılarını on binlere çıkarma çabasına karşılık yukarıdaki rakamlar en fazla 1000- 1500 arası kişinin bahis konusu olabileceğini kanıtlamaktadır.

 

Mustafa Kemal karşıydı

İttihat ve Terakki'nin Mason bağlantısı Talat Paşa'nın Osmanlı Büyük Doğu Locası'nın Büyük Üstadı olmasıyla belirginleşti.

Mustafa Kemal'in örgütle ilişkisinin kesilmesi de böyle oldu. Çünkü o asker-siyaset ilişkisine ve Masonluk bağlantısına karşıydı.

Siyonizm damgası

İttihatçı olan ama yönetici kademede yer alamayanlar kızgınlıklarını siyonizm suçlamasıyla tatmine çalıştılar... Mısırlılar'ın Osmanlı büyük locasına ilgi göstermesinden rahatsız olan İngilizler de onlara destek verdi.

İttihatçıların Mason bağı ilk kez 25 Temmuz 1908 günü Selanik'te anayasanın ilanı şerefine yapılan sokak gösterilerine Mason locaları temsilcilerinin de katılmasıyla ortaya çıktı. Bayraklarıyla yürüyüşe katılmış ve vatanın kurtarıcıları arasında alkışlanmışlardır. Ancak bütün ülkede yaşanan ilk coşku içinde Mason öğesine özel bir ilgi gösterildiğini söylemek güçtür. İtalyanlar bile rolleri bulunan oluşumu ancak üç hafta sonra öğrenebildi.

OSMANLI MASONLUĞU
Osmanlı ülkesinde ise hem localar hem de Masonluğa aday olanlar arasında yepyeni bir canlanma belirdi. Localar eski ihtiyatlılıklarını bırakıp daha kolay üye almaya, tekris yapmaya yöneldiler. Eskiden hafiyelerin izlemesi korkusunu taşıyan sade vatandaşlar ise, bu üyeliğin İttihat ve Terakki ile ilişki kurmayı kolaylaştıracağı kanısıyla ilgiyi artırdılar. Ortada bir Türk obediyansı bulunmadığı için yabancı kurumlar, özellikle Fransız, İngiliz, İtalyan locaları daha çok çalışmak ihtiyacını duydular. İttihat ve Terakki'nin Cemiyet gizliliğini 1908 Kasım ayındaki birinci kongresinde de devam ettirmesi ve bir fırka (parti) niteliğine tam bürünememesi bu ilgiyi teşvik ediyordu. Bu ilgi, İttihatçı liderleri Bağımsız Osmanlı Masonluğu kurma düşüncesine yöneltti. Yabancı güdümünde kalmak istemiyorlardı. Öncelikle Eski ve Kabul edilmiş İskoç Riti üzerine bir yüksek şura kurmak gerekiyordu. Bunun için de mevcut ve muntazam bir Yüksek Şura tarafından doğurulmak, sonra da diğer Şura'lardan onay almak şarttı. Avrupalılar'ın böyle bir izni vermeyi pek arzulamadıkları kısa zamanda fark edildi. Türk piyasasını ellerinden kaçırmak istemiyorlardı. Karşı olan İngiliz ve Fransızlar'a karşılık İtalyanlar bir süre direndikten sonra onay verdiler. Macaristan, Belçika ve İsviçre'nin de onayıyla Yüksek Şura kuruldu. 31 Mart ayaklanması hazırlıkları bir süre durdurduktan sonra Haziran 1909'da Osmanlı Büyük Doğusu'nun kurulma hazırlıkları tamamlandı. Buna da Avrupalılar karşıydı. Bunun kendi localarını ellerinden kaçırmak sonucunu vereceğini düşünüyorlardı. Büyük Doğu'nun üstatlığına da Talat Bey getirildi. Yüksek Şura ile Büyük Doğu arasındaki ilişkileri düzenleyen konkordato da 1 Kasım 1909 da düzenlendi.

ATATÜRK'ÜN ÖNERİSİ
Aynı sırada iki girişim uzun süreli olarak Osmanlı-İngiliz ilişkilerini etkiledi. Osmanlı Masonluğu ile bütünleşmeyi arzulayan Mısırlı milliyetçilerin İttihat ve Terakki ile ilişki kurmaları İngiltere'yi çok rahatsız etti. Mısır'daki Mason örgütünde operasyonla kendi yandaşlarını üstatlıklara getirdiler. Diğer yandan da, İttihatçı heyetin Paris'ten sonra Londra'ya giderek uzlaşma yolunda yaptığı önerileri reddettiler. Anglo- Amerikan alemince tanınmamış localardaki dogmaları Masonluk dışı girişim sayıyorlardı. Açıkçası onların onayladıkları bir Masonluğun dışındakileri kabul edemiyorlardı. Aynı anda 1909'un ekiminde de İttihat ve Terakki'nin ikinci kongresinde anti-Masonluk gündeme geldi. Mustafa Kemal'in teklifi, cemiyetin açık bir siyasi parti haline gelmesinin yanı sıra askerlerin siyasetten çekilmesi ve Masonluk'la ilişkinin kesilmesiydi. Bu önerisi sebebiyle "mürteci" diye damgalanmış ve İttihat ve Terakki'nin yönetimiyle ilişkisi tamamen kesilmiştir. Asıl olay yaratan, cemiyetin yönetimine muhalif olan Miralay Sadık'ın "Siyonistlik/ Farmasonluk aleyhindeki layihası" idi. Talat, Cavit, Hüseyin Cahit
ve Ahmet Rıza'yı bu şekilde damgalıyor ve cemiyetten atılmalarını istiyordu.. Gerek Masonluk ve Siyonizm iddiası gerekse Talat ve arkadaşlarının dışlanması önerisi reddedilmekle birlikte, bu tartışma İttihat ve Terakki'ye karşı bir suçlamanın kendi içinden başlatılması açısından önemliydi. Durup dururken bütün 1908 devrimi, Abdülhamit'in Yahudilere vermek istemediği Filistin topraklarını Yahudilere teslim etmek için Mason ve Siyonistler'le anlaşma kalıbına dönüştürülmüştü.

İNGİLİZ PROPAGANDASI
Arkasından Mecliste kurulan muhalefet partisi Ahali Fırkası gündeme ana konu olarak Maliye Nazırı Cavit Bey'i getirdi. "Masonluk" ve "Dönme" başlıca suçlamaydı. Bu sırada 1910 yılı ortalarında Osmanlı Büyük Doğusu ardı ardına İskenderiye'de dört loca açınca Mısır'ın elden gitmekte olduğu korkusu İngilizleri sardı. Bütün politikalarında Siyonizmi destekleyen ve Masonluğu kendi malı sayan İngilizler'in propaganda için, İttihatçıların Masonluğu ve Siyonistliği üzerinde yayın yapmaları gerçekten ilginçtir. Cavit, 1912 başında İngiliz Morning Post gazetesine verdiği demeçte bu iddiayı şöyle yalanlar: "Komitemizin hepsinin ya da bir kısmının Siyonist oldukları ya da etkisinde kaldıkları yanlıştır. Kanımca Siyonist ideal Türkiye'de asla gerçekleşir şey değildir. İtalyan hariciyesinin çok güvendiği Selanik Konsolosu Musevi Primo Levi de verdiği raporda, Osmanlı parlamentosundaki aralarında Karasso da bulunan- dört Musevi milletvekilinin hiçbirinin Siyonist olmadığını belirtmiştir.

DİNMEYEN KAMPANYA
Bu kampanya o güne kadar dinci çevrelerce de yerilmekte olan Abdülhamit'in övülmesi ve İttihatçıların her şeyden suçlu bulunması kampanyasının başlamasına sebep oldu. Özellikle eski sultanın Mason localarını kontrolde tutması onlara eylem alanı bırakmaması vurgulanıyordu. Buna karşılık İttihatçılar'ın lideri Talat Bey'in Büyük Üstat atanması geçerli bir sebep oluyordu. İşin ilginci İngiliz esinli kampanyada Siyonizmin Alman yanlısı bir akım olduğu bile ileri sürülüverdi. İttihat ve Terakki, Siyonizmle ilişkisi olmadığını açıklamakla birlikte kampanyayı durdurmayı beceremiyordu. İşin ilginci, İttihatçı iken muhalefete geçen ve Mason olduğu bilinen Rıza Tevfik bile, yeni yandaşlarının sürdüğü anti-Mason kampanya kadar karşı tarafın da kendilerini mürtecilikle suçlamasından da rahatsızdı: "Bazı kişiler diğerlerini Mason diye itham edip halk nazarında düşürmeye ve sonra tahakküm etmeye çalışıyorlar. Buna uğrayanlar da karşılarındakileri Melamilik ile suçlamak istiyorlar. Halbuki düşünmüyorlar ki asıl irticailiğin kullandığı silah budur... Yeter artık bu günahtır."

'KÖKÜ DIŞARIDA'

Ona yanıt olarak sunulan bir yazıda ise şöyle söyleniyordu: "Konuşmalarında saçmalıyorsun. Farmasonlar'a yöneltilen eleştirilerin sebebi, İttihat ve Terakki'nin cemiyetini bir bölge hükmünde bırakacak yolu tuttuğu, cemiyet içinde cemiyet şekline girmek istidadını gösterdiği ve kökü dışarıda olan siyasi ve dini cemiyetin mukadderatı milliyemize tesirinin kabul edilemeyeceği içindir. Eğer aynı hedefi izleyen cemiyetler varsa, bütün millet onlara da aynı gözle bakacaktır. Lakin 5-10 asude dervişle, beş on milyon efrada malik ve dünyanın en muktedir maliyeci ve siyasileri tarafından idare edilen bir cemiyeti karşı tutmak için tamamiyle cahil olmak lazım gelir."

Hazırlayan:Orhan KOLOĞLU

Şeyhülislam Mason muydu?

Tartışmaları çok kızıştıran, Şeyhülislam Musa Kâzım Efendi'nin Masonluğunun gündeme getirilmesi oldu. Tekrisinin yapıldığı loca konusunda tam bir fikir birliği yoktur, değişik isimler veriliyor. Ayrıca bu konuda araştırma yapan tarihçiler arasında olayın doğru olup olmadığını hiç tartışmayanlara da rastlanıyor. Musa Kâzım, 28 Kasım 1911'de yayınladığı ve Tanin'in yanısıra dinci kesimin sözcüsü Sıratı Müstakim'de de yayınlanan savunmasında iddiayı şöyle reddeder:

TARTIŞMA AŞIRI BÜYÜDÜ
"Dini İslama karşı olup da bana isnat edilen her bir mezhep veya mesleki kemali şiddetle reddeder ve selameti memleket ve dinin korunması adına bu gibi aldatmalara asla önem vermemelerini ve o gibi boş sözleri bütün kalpleriyle, dilleriyle red eylemlerini bütün İslam ahalisine tavsiye ederim (...) Çünkü selameti din ve diyanetin ancak bu noktada bulunduğunu halisane ihtar ederim." Kimse ortaya tam bir belge koyamadı ama "şüyuu vukuundan beterdir" kuralınca, iddianın yayılması tartışmanın olağanüstü bir boyuta varmasına sebep oldu. Musa Kâzım hükümet değişikliği ile görevinden ayrılacak ama Dünya Savaşı sırasında tekrar aynı makama atanacaktır.

 

 

Masonluğun sırları nelerdir?

Masonluğun gizli bir topluluk sanılmasının nedenlerinden biri, üyelerinin çok eski zamanlardan bu yana kullandıkları sembolik işaret ve sözlerdir ve bir Mason camiaya girerken bunları açıklamayacağına dair yemin eder. Eski dönemlerde masonların meslek/ derece ayırımlarını göstermeye yarayan bu gibi işaretler, günümüz Masonluğunda sembolik olarak aynı amaçlar için kullanılmaktadır. Aslında gerek Masonluk'tan ayrılanların, gerekse ketum olmayan üyelerin açıklamalarıyla bütün bu işaretler ve kelimeler değişik zamanlarda kamuoyuna yansımıştır. Ancak bir Mason, kimseye açıklamayacağına dair yemin ettiği şeyleri anlatması yeminini bozmak anlamına geleceği için, bunları kendine saklar. Bu, günümüz Masonlarınca bir öz disiplin, ketumiyet sembolü olarak da değerlendirilir. Öte yandan, Masonluk, üyelerine Mason olduklarını açıklamaları ya da gizlemeleri için baskı yapmaz. Her üyenin kendince gerekli bulduğu hallerde sadece kendisinin Mason olduğunu açıklama hürriyeti ve yetkisi vardır. Ancak bir Mason, başka bir üyenin Mason olduğunu açıklamak yetkisini kendinde göremez.

Hazırlayan:Orhan KOLOĞLU

Abdülhamid'in Mason taktiği

Masonlar'ın V. Murad'ı desteklediğini düşünen II. Abdülhamid saltanatını korumak için örgütle iyi geçinmeye çalıştı.

Bir neden de Avrupa'daki bütün hükümdarların Mason bağlantısı ve Osmanlı'nın o Avrupa'ya mecbur olmasıydı.

Abdülhamid ılımlı politika sürdürdü

V. Murad'ın yerine Abdülhamid'in tahta geçmesi Masonlar'ın hesaplarını boşa çıkardı. Abdülhamid ise siyasete karışmamaları koşuluyla Masonlar'a özgürlük tanıyordu.

Bir tür hapis hayatı yaşayan veliaht Murad kaçamaklarını mensubu olduğu Proodos locasının Büyük Üstadı Skaliyeri vasıtasıyla düzenliyordu. Böylece Beyoğlu'nda eğlencelere katılabiliyor ve para ihtiyacını da borçlanarak karşılayabiliyordu. Osmanlı hanedanı içindeki çekişmeler had safhaya gelmişti. Yeni Osmanlılar Abdülaziz'in, Tanzimat'la kabul edilen "Sultan'ın sorumsuzluğu, Babıali'nin yetkililiği" ilkesini değiştirip kendi diktatörlüğünü ilan etmek peşinde olduğuna inanıyorlardı. Tek çözüm Murad'ın iktidara getirilmesiydi ve bunun için de taht sırasının değişmemesi gerekliydi. Umut da dış güçlerin etkisiydi. Murad'ın tekrisinden hemen önceki günlerde Proodos locasında 12 Türk'ün tekris edilmesi -ki aralarında Murad'ın başmabeyincisi Seyit Bey, memurlarından Mehmet Ragıp ve Namık Kemal de varhazırlanmış bir taktiğin varlığını kanıtlıyor.

GÜPEGÜNDÜZ TAŞKIN GÖSTERİLER
Abdülaziz'in tahttan indirilmesi ve Murad'ın padişahlığını ilanı Mason çevrelerinde Doğu İslam ülkelerine yönelik başarı sağlandığı kanısını doğurdu. Bu başarıyla ilişkisi olup olmadığını bilmediğimiz bir olay, o sıralarda Masonlar'ın halet-i ruhiyesini göstermektedir. İzmir'deki Homer Locası üyeleri, Büyük Üstatları'nın başkanlığında bir gece sabaha kadar içmişler ve ellerinde içkiler, üzerlerinde Mason işareti taşıyan giysilerle sokakta güpegündüz taşkın gösteriler yapmışlardı. İngiltere'deki merkez bu münasebetsizliği, locayı kapatarak örtbas etmiştir. Ancak Murad'ın üç ay içinde ruhi bir buhran geçirmesi ve tahttan indirilip yerini Abdülhamid'e bırakması bu hesapları boşa çıkardı. Yeni hükümdarın Mason olmadığını ve kararlılığın yanında içten pazarlılığını tabii ki Skaliyeri gibiler biliyorlardı. Taht değişikliğinden sadece bir buçuk ay sonra İstanbul'un Fransızca gazetelerinden Stamboul'da yer alan bir yazı, yeni sultanı uyarma ihtiyacının belirdiğini gösteriyor. Cezayirli İslam mücahidi Emir Abdülkadir'in Masonluğu övmesinin örneği verilip İslam'a karşı bir kurum olmadığı belirtildikten sonra şöyle devam ediliyor: "Farmasonluk karşılıklı hoşgörü okulu olduğu için Türkiye'den başka hiç bir yerde bu kadar yararlı sonuçlar veremez. O kadar çok ırk ve değişik inanç arasında uygun ve barışçı bir anlaşmayı, herkesin
V. MURAD’IN BELGELERİ: Sultan Murad’ın Proodos locasında kayıtlı olduğuna dair belge ve törenlerde takması için kendisine verilen “biju.”vicdanına, diğerlerinin vicdanlarına saygıyı vaaz eden bu doktrinin bir benzeri başka nerede bulunabilir? Ne yazık ki, evrensel Tanrı fikriyle yaşayan bir cemiyeti Allah'sızlıkla suçlamakla yetinmediler ona bir de ihtilalci suçlaması yüklüyorlar; oysa ana amacı devrimleri önlemektir. Üyesi olmuş hükümdarların uzun listesi bunun kanıtıdır. Kraliçe Viktorya Büyük Britanya localarının koruyucusudur..."

UZLAŞMACI POLİTİKA
Mason olan ya da koruyuculuğunu yapan bütün hükümdarların adını taşıyan yazıdaki üç uyarı karşısında Abdülhamit'in daha tahta çıkışının ilk günlerinden itibaren şöyle bir politika izlediği görülüyor: İslam'la Masonluk bir arada olur mu, olmaz mı tartışmasına girişmemiş, emrivakiyi benimsemiş ama kamuoyunda işlenmesini engellemiştir. Farklı ırk ve dindeki cemaatleri kaynaştırması tezini ciddiye almış fakat aslında bütün Avrupa hükümdarlarının kurumun koruyuculuğunu üstlenmiş olması hususu üzerinde durmuştur. Abdülhamid'in bu davranış şeklini tahta çıkışıyla birlikte başlattığına inanıyoruz. Avrupa'nın desteği olmadan mali iflasını ilan etmiş 'Hasta Adam'ın ayakta kalamayacağını biliyordu. Dünyada kökleşmiş bir kurumu ülkeden atmaya gücünün yetmeyeceğinin de farkındaydı. Onlarla iyi geçinmenin yollarını arayacaktı. Ahmet Midhat'ın matbaasında basılan "Esrarı Farmason" isimli kitap, kuruma bir hayır cemiyeti niteliğine dönmeyi önermekle, kanımızca Abdülhamid'in fikrini yansıtıyordu.

BARIŞ İÇİNDE BİR ARADA
Masonluğa özel sempatisi bulunduğu söylenemeyecek olan Abdülhamid'in açık bir düşmanlık göstermekten kaçınmakla yetinmediği, aksine dostça bir davranış içinde olduğu anlaşılıyor. Geçmişte yanlış olarak Sultan'ın Masonlar'ı çuvallara koydurup denize attırdığı dedikoduları ortalıkta dolaşmıştır. Oysa biz yaptığımız araştırmada mabeyincilerini ve yaverlerini Mason balolarına gönderdiğini,100- 150 altın bağışta bulunduğunu saptadık. Karşılığında törenler "Padişahım çok yaşa" bağırtılarıyla başlıyordu. Açıkça karşıt düşüncelerin "Barış içinde birarada yaşaması" ilkesini başarıyla uygulamıştır. Donanmasının başına İngiliz ve Mason Hobart ve Woods Paşaları getirmesi de ilginçtir. Böylece hiç sevmediği İngilizler'e, Masonluklarına karşı olmadığı mesajını veriyordu. Açıkçası siyasete bulaşmamaları koşuluyla Masonlar'a tam bir serbesti tanıyordu.

Orhan KOLOĞLU

'Sultan Hamid Murad'ı sever'

Adam tavlamaktaki ustalığı bilinen Abdülhamid, Murad'ı öldürteceği konusunda dedikodular Avrupa'da yaygınlaştığı dönemde, İstanbul'daki 'Büyük Üstat'lardan İtalyan Antuvan Geraci'yi yanına çekip şöyle bir mektup yayınlamasını sağlamayı başarmıştı: "Bence bilinmeyen sebeplerden dolayı, Doktoru Kapoleone'nin Sultan Murad'a gitmesi ve tedavi etmesi yasaklanmıştır. Bu davranış sultanın hayatına kastedileceği şüphesini yarattığından, Masonlar arasındaki en etkili kişiler buna başvurarak, Sultan Murad'ın hayatını korumak için İstanbul'daki Ravs ve Layard adlı elçilerin işe müdahale ettirilmelerinin, Alman İmparatoru Wilhelm ile Prens Dögal'in başkanlığı altındaki Prusya ve İngiltere Büyük Doğularından istirham olunmasını rica ettiler. Ben de insaniyet namına ve Mason esrarı gereğince ricalarını kabul ettim. (...) Araştırmalarım sonucu Sultan Murad'ın hayatına dokunmayı kimsenin düşünmediğini kesin surette beyan ederim. Sultan Hamid'in kardeşini pek sevdiğinden ve padişahlık yapmış hasta bir kimseye layık bir saygıyla tedavi ettirip baktırdığından eminim (...) Benzeri bulunmayan ve ahlakı halideden (övülecek ahlak) olduğu güneş gibi berrak olan -bunu görmeyen kör olmalıdır- Ethem Paşa sadarette bulunduğu sürece başka türlü olamaz idi." Anımsatmakta yarar var, Abdülhamid'in Midhat Paşa'yı Avrupa'ya sürdüğü zaman sadrazamlığa atadığı Ethem Paşa da Mason'du. Abdülhamid'le Geraci'nin dostluğu sultanın son yılına kadar devam etti.

 

V. Murad Niye Mason Oldu

V. Murad şehzadeliğinde İngiliz desteğini sağlayıp veliaht olabilmek için Mason locasına girip tekris edildi.
Aynı yolu oğlunun Mısır Hidivliği için yabancı desteği arayan Prens Halim Paşa da kullandı.

Osmanlı ülkesinde ilk Mason mabedi

Büyük ülkeler Osmanlı politikasını etkilemek için Masonluk'tan destek umuyordu. Şehzade Murat bu amaçla tekris edildi.

Sultan Abdülaziz'i etkileyip kendi oğlunu Mısır Hidivliği'nde ön sıraya sokan İsmail Paşa'ya kızan Mısırlı Prens Halim Paşa, siyasette etkinliğini artırmak için Masonluğu kullanmayı denedi. Hem Fransız hem de İngiliz üstatlarıyla işbirliği yaparak Mısır Büyük Locası'nın büyük üstatlığına getirilmeyi sağladı. Yerli halktan da buna yeni üyeler katılmasını gerçekleştirdi. İkinci aşamada, Osmanlı hükümetini etkilemek için Türkiye Bölge Büyük Locası'nın büyük üstatlığına seçilmek için girişimlerde bulundu. 1869 yılındaki seçimde kazandıysa da anında karar değiştirildi ve "daha sağlam ve uygun" denilerek İstanbul'daki ABD elçilik maslahatgüzarı Brown onun yerine atandı. Böylece, Osmanlı devlet politikasını etkilemek için Masonluk'tan doğrudan yararlanma girişimleri çağı başlamış oldu. Halim Paşa, Yeni Osmanlılar (Namık Kemal ve arkadaşları) ile işbirliği yaparak Avrupa'ya çekilmiş olan Mustafa Fazıl Paşa ile de ilişki kurdu. Bu girişimlerin projelerini aksatabileceğini hesaplayan Hidiv İsmail Paşa da Masonluğu kullanarak karşı atağa geçti.

HEDEF MÜSLÜMAN KESİM
1860 ve 70'li yıllar, Avrupa'da -özellikle kültür açısından Osmanlı aydınlarını en çok etkileyen Fransa'da- Masonluk konusunda yoğun tartışmaların yapıldığı dönemdi. Kilisenin etkisiyle aleyhte kampanya başlatılmıştı. Diğer yandan, ifade özgürlüğünün yaygınlaşmış olması ve parlamenter sistemin bütün Avrupa'da geçerli duruma gelmişliği sebebiyle, kurumun gizlilik tutkusuna karşı da bir alerji belirmişti. Açıkçası, Avrupa'da siyasi açıdan Masonluk işlevini tamamlamış görünüyordu. Buna karşılık Osmanlı toplumu, hiç denemediği bu oluşumların dışından, ilk kez açık açık Masonluk'la, daha doğrusu onun özel "kolonyalist" şekliyle karşılaşmaktaydı. 1 Temmuz 1872'de Hasköy'de, Osmanlı ülkesindeki ilk Mason mabedinin temelinin muhteşem bir törenle atılması, artık ortada Osmanlı yönetiminden çekinilecek bir şey kalmadığını kanıtlıyordu. O günlerde Brown'ın locada yaptığı konuşmadaki sözleri, asıl hedefin Müslüman kesime yöneltilmiş olduğunu kanıtlamaktaydı: "Burada doğudayız ve her birimiz kurumumuzun ilkeleri ve amaçları üzerinde sorguya tabi tutuluruz. Burada Farmasonluk hakkında vahim ve son derece yanlış izlenimler var. Bazı kimseler bizim yeni bir din yerleştirmeye çalıştığımızı zannediyor. Başkaları ise, gizli ve tehlikeli niteliklere sahip bir siyasal cemiyet olduğunuz kanısında. Ve daha başkaları da üzülerek söylemeliyim, hiçbir dini inancı bulunmayan ateistler sayıyorlar. (...) Bize
Osmanlı veliahtı Şehzade Murat, kontrol altında bir yaşam sürüyordu.yanlış olarak atfedilen ve aşağılayıcı ateist ya da yeni bir din sunmak iddialarını yok etmeye çalışalım. Ayrıca bu ülkede Farmason olmanın ayrıcalığını, ona layık olmanın yükümlülükleriyle birleştirelim. Sultan Aziz'in keyfiliklerini frenleyen Paşa'nın 1871 Eylül'ünde ölümü ve yerine yumuşak başlı Mahmut Nedim Paşa'nın sadrazamlığa gelmesinin Masonlar'da bir endişe yarattığı, Üstat Brown'ın on bir gün sonra yaptığı açıklamadan anlaşılıyor: "Altesleri kuşkusuz prensiplerimizi ve bunda kötülük olmadığını bilirler (...) Hükümete ve Sultan'a bağlılık ana ilkemizdir. Bilirsiniz ki günümüzde Avrupa'da hiçbir hükümdar, taht varisi prens ya da ünlü devlet adamı yoktur ki, bizim evrensel kardeşliğimize mensup olmasın ve onun gelişmesine ve başarısına yakın ilgi göstermesin. Hepimizin üzüntüyle matemini tuttuğumuz selefiniz (Paşa) inancına bağlı bir Müslüman iken ve vatanseverliği bütün şüphelerin üstünde olmakla beraber, dostu ve meslektaşı Fuat Paşa'nın aksine Farmasonluğa da girmediği halde, son derece soylu ve yüce gönüllü bir karaktere sahip olduğundan ve adaletin savunucusu niteliğiyle cemiyetimize hep hoşgörü ile bakmıştır." Şunu anımsatmakta yarar var ki, Paşa Mason olmamakla birlikte, mali desteğiyle çıkan ve Osmanlı savunmasını üstlenen La Turquie gazetesinin başına, Mason olan ve bir ara Doğu Birliği Locası'nın büyük üstatlığını yapan Bordeano adında birini getirmişti.

TAHT YARIŞININ ETKİSİYLE
Paşa'nın ölümünden 13.5 ay sonra 20 Ekim 1872'de Osmanlı saltanat ve hilafetinin veliahtı Şehzade Murat'ın Proodos (Terakki) locasında tekris edilerek Mason olduğu görülüyor (Şehzade Murat daha sonra Padişah V. Murat oldu). Bu girişimin Paşa yaşarken yapılmamasında, onun Sultan Aziz'in gelenekler ve kurallara aykırı girişimlerini önleyen bir kişiliği bulunması rol oynuyordu. Murat yıllardan beri süren, veliahtlığa Aziz'in oğlu Yusuf İzzettin'in getirilmek istendiği kampanyadan rahatsızdı. 1872'de Murat 32 yaşındayken ve aralarında iki şehzade daha varken (Abdülhamit ve M. Reşat) 16 yaşındaki Yusuf İzzettin'in ön plana çıkarılmak istenmesinin Mahmut Nedim tarafından gerçekleştirilebileceği endişesi vardı. Hatta 9 Eylül 1872'de Yusuf'a Müşir rütbesi bile verildi ve ordu manevralarını izledi. Murat'la konuşmak isteyen bir yabancı diplomata ise bunun mümkün olamayacağı, kontrol altında yaşadığı bildirilmişti.

Orhan KOLOĞLU

Kadın Mason olabilir mi?

Önce soruya tek kelimeyle cevap verelim: Olamazlar! Şimdi niçin olamadıklarına bakalım... Masonluk tek bir merkezden yönetilmez. Her ülkenin Büyük Locaları belli kurallara uygun biçimde çalıştıklarını kanıtladıkları takdirde, kendileri gibi, o kurallar çerçevesinde kurulup çalışmakta olan Büyük Localar tarafından "tanınırlar". Eğer bir Büyük Loca kuralları çiğnerse, ötekiler onunla ilişkiyi keserler, dolayısıyla o büyük Loca bir anda masonik tabirle "gayrı muntazam" olur. Masonluğun kuralları 1723 yılında bir İngiliz rahibi olan James Anderson'a, dünyanın ilk Büyük Locası olan, 1717'de kurulmuş İngiltere Büyük Locası tarafından yazdırılmıştır. Bugün bütün "muntazam" Büyük Localar bu "Nizamname"ye uyarlar. Anderson Nizamnamesi'nde, intizam koşulları arasında kadınların Mason olamayacakları maddesi de bulunmaktadır. Yalnız Masonluğa değil, çağının hiçbir cemiyetine kadınların alınmadığı bir dönemde bu kural konmuştur. Ancak bu kuralı değiştirmeye de günümüzde hiçbir Büyük Locanın gücü yetmez. Yoksa uluslararası camia tarafından dışlanır. Bu yüzden kadınlar "muntazam" Mason örgütlerine üye olamazlar.

 

 

Padişahlara gelen teklifler

Murat'tan ayrı olarak Şehzade Kemalettin de Mason olmuştur. Doğruluk derecesi kanıtlanmamakla birlikte, Abdülhamit'e de Mehmet Reşat'a da, Mason olma önerisi yapıldığı iddia edilir. İkisinin de reddettikleri söyleniyor. Uçuk bir iddiaya göre de, Sultan Aziz ve Mısır seyahatinde yanında götürdüğü Murat ve Abdülhamit hep birlikte Mısır Büyük Doğu'sunda tekris edilmişlerdir. Osmanlı padişahının bir valisinin emrine girer gibi davrandığını kabul mümkün değildir. Son iddia da Abdülhamit'in doktoru Mavroyeni Paşa aracılığıyla Skaliyeri ile temasa geçtiği şeklindedir. Bu iddiaların hiçbiri hakkında elde yazılı bir belge yoktur, hepsi söylenti ve dedikodudan ibarettir.

 

 

İlk Türk masonluğu 1700'lere dayanıyor

Belgeyle kanıtlanamasa da ilk masonlar arasında Sadrazam Yirmisekizzade Mehmet Çelebi ve Türkçe matbaayı kuran İbrahim Müteferrika'nın adı geçiyor.

18'inci yüzyılın birkaç önemli ismi daha masonlarla anılıyor. Ancak asıl kayıtlar Tanzimat Dönemi'ni gösteriyor.

Dönemin en ünlü masonları devlet adamı Mustafa Reşit ile Mısır Hidivliği'nde iddialı Prens Halim Paşa'ydı.



 

Başlangıçta İslam'ın yaklaşımı ılımlıydı

18'inci yüzyılda Papa masonluğu aforoz etmiş ve bu ferman Ermeni ve Rumlar arasında da yayılmıştı. O sırada tekkelerde masonlarla sohbetler düzenleniyordu.

Ön Söz
Dünyanın en çok tartışılan konularının başında geliyor Masonluk. Bunda, Biraderlerin kurumsal disiplin çerçevesindeki ketumluğu etkili oluyor. Karşıtları da bu davranıştan doğan esrarengizlik havasından yararlanarak, her türlü yakıştırmayı, araştırmadan gündeme getiriyorlar. Bu yüzden, Emre Kongar'ın icadı "kafakarıştıroloji" deyimi, en çok bu alandaki tartışmalara uygun düşüyor. Ben Masonlar'a özgü deyimle bir "Harici" olarak, konuyu toplumsal işlevi üzerinde yoğunlaşıp inceledim. Böylece, objektif bir değerlendirmeye yöneldim.

Çok tartışılan konudur... Müslüman'ın mason olması kabul edilebilir mi?.. İslam'ın, izlediği iki "Kitaplı Din"e üstünlüğü, onları yok saymamasındadır. Bir arada yaşamayı, hatta koruyuculuklarını üstlenmeyi görev kabul etmiştir. Bu ikisinin içe kapanıklılıklarını aşmak için, kendi yandaşları, zamanla, bütün insanları ırk ve din farkı gözetmeden eşit sayan bir anlayışı benimsemeye yönelmişlerdir. Bu çabayı insanlığa aktaran kurum ve akımlardan biri de masonluktur. Çağının koşullarının zorlamasıyla gizliliği ilke edinerek çalışmayı tercih etmesi ise, tartışılır hale gelmesinin başlıca sebebi olmuştur.

KORUYUCU BABIALİ
18'inci yüzyılın başında Anderson Nizamnamesi ile kuralları kesinleşen masonluk, Müslümanlar'ı hiç ilgilendirmemesine karşılık, Protestan kökenli olmasının etkisiyle, Katolik ve
Masonlar teşkilatlarını taş ustalarına dayandırırlar.Ortodoks Kiliseleri gibi Museviler'den de tepki gördü. Bu ortamda İslam'ın girişime küçümseyerek bakması doğaldı, zira Hıristiyanlar arası çekişmelerde Osmanlı Devleti'nin hakemlik rolü üstlendiği bilinir. Rum, Ermeni, Sırp, Bulgar Kiliselerinin, Hahambaşılığın koruyucusu Babıali idi. 1748'de Galata'da, İngiliz tüccar cemaati arasından yerli Hıristiyanlar'a doğru yönelmek eğilimi gösteren Mason girişimine karşı Kaptan Paşa'nın müdahalesinde, Rum Patrikhanesi'nin ve Babıali'nin tercüme hizmetlerini yürüten Fenerli Rum Beylerin etkisi bulunduğu anlaşılıyor. Zira, Papalığın çıkardığı "Masonları Aforoz" emrini hem Rum hem de Ermeni kiliseleri kendi dillerine çevirip örgütlerine dağıtmışlardı. Buna karşılık o dönemlerde Bektaşi, hatta Mevlevi tekkelerinde masonlarla, nadiren de olsa, sohbetler düzenlendiği hakkında bilgiler var. Zaten olayda İngiliz elçiliği başvurunca bir cezalandırma bahis konusu olmamıştır.

İLK TEPKİLER
18'inci yüzyılın sonlarında Osmanlı Devleti geri kalmışlığını aşmak için batı modelinden yararlanmaya başlayınca durum değişti. "Gavur damgalamaları" nın yanı sıra "masonluk özentisi" iddiaları da gündeme getirilmeye başlandı. Tabii olumsuz anlamda. Avrupa örneği yandaşı olarak bilinen Sadrazam Halil Hamit Paşa'nın 1785 yılında idamına, Farmason olan Rum katibine uymasının sebep olduğu ileri
Masonlukta herşey sembollerle açıklanıyor.sürülür. Fransız Devrimi'nin, Osmanlı iç dengesini cemaatleri ulusçuluğa kışkırtarak bozmaya çalışmakla yetinmeyip, Mısır'ı Suriye'yi işgale kalkmasına gösterilen tepkide, Aydınlanma ilkeleriyle masonluğun özdeşleştirilmesi dikkatlerden kaçmaz. Reisülküttab Raşit Efendi, devrimcileri, Volter'i, Russo'yu "fitne ve fesat peşinde zındıklar (Tanrı'ya ve ahrete inanmayanlar) ve dehriler (Ruhun ölümsüzlüğü ve ahrete inanmayanlar)" diye niteliyordu. Aynı dönemde vakanüvis (devlet tarihçisi) Asım Efendi sultanın hizmetine girmiş Hasan Ağa adında birini şöyle niteliyordu: "İslam kurallarına uymayan, imansız ve inançsız bir zındık, Frenkler ülkesinde farmasonlukla kimya büyüsü ve hokkabazlık okumuş kişi." İlk mason olan Türkler hakkındaki iddialar hiçbir belgeye dayanmaz. Hatta bazılarında, 20'nci yüzyıl araştırmacılarının övünme payı çıkarmak için yakıştırmada bulundukları fark ediliyor. Bunlar arasında, 1720'de elçi olan babasıyla birlikte Paris'e giden ve 1755'de sadrazamlık yapan Yirmisekizzade Mehmet Çelebi ile, ilk Türkçe matbaayı kuran İbrahim Müteferrika'yı sayabiliriz... Tophaneli tüccar Yusuf Çelebi ve Paris'te bulunan Cezayirli Muhammet Çelebi'nin isimleri de geçiyor. Fransızlar 1798'de Mısır'ı işgal ettiklerinde orada kurdukları locaya giren Müslümanlar'dan da bahsediliyor. 1797-1800 arasında Londra'da elçilik yapan İsmail Efendi'yleİdareciler özel kolluk ve önlükler kullanıyor.katibi Yusuf'un masonluğunu, siyasi ilişki kurma ihtiyacının sonucu saymak gerekiyor. Türkiye'ye döndüklerindeki faaliyetlerini masonlukla ilgiliymiş gibi gösterenler çıkmışsa da, bunun aslı olmadığına dair daha çok iddia var. Bu tezlerde bizimkilerin övünmek, bazı batılıların ise tarikatçılığı -hele Bektaşiliğimasonlukla özdeşleştirme çabaları bulunduğu fark ediliyor.

ADI BİLE ÜRKÜTÜCÜ
1863'te kaleme aldığı yazıda Rum doktor Schinas, 1842'de İstanbul'da hiçbir loca bulunmadığını belirtip eklemektedir: "Bu memlekette masonluğun yalnız adı bile, dehşet, korku ve nefret uyandırıyordu. Mason sözcüğü, Allah tanımaz, ihtilalci, dinsiz anlamına geliyordu. Masonları cehennemlik diye adlandırıyorlardı. Rumlar, Ermeniler, Katolikler, Museviler ve Türkler bütün masonları dinsiz, imansız, uğursuz kimseler sayıyorlardı. Bugün bile, aşağı tabaka, kötü bir adamı anlatmak için mason olduğunu söyler." Schinas'ın iddiası, yerli loca bulunmaması ve Avrupalı locaların da yerlileri kolay kabul etmemesi sebebiyle "doğrudur." Buna karşılık Tanzimat'ı din karşıtı ve mason ürünü sayma tutkusu içindeki bir Arap yayınında, 1822'de Türk masonlarının sayısının -aralarında vezirler, paşalar da bulunan- on bini aştığı iddiası edilmiştir. Bu da yerici abartmanın en ilginç örneğidir...

Hazırlayan: Orhan KOLOĞLU

Büyük üstat Hazreti Süleyman'ın temsilcisi

Mason olmayanlar Büyük Üstat sözcüğünün ardında, masonların üst düzey bir yöneticisi bulunduğunu düşünürler genellikle. Oysa masonlar için Büyük Üstatları, Hazreti Süleyman'ın günümüzdeki temsilcisidir. Hazreti Süleyman'ın masonlar ile ilişkisini biraz açmak gerekir. Masonlar, Avrupa'da, Ortaçağ taşçı loncalarından doğmuş bir kuruluştur. Taşçı loncaları içinde örgütlenen "masonlar" yani Türkçe karşılığıyla duvarcı ustaları da bütün meslek loncaları gibi kendilerine bir "pir" seçmişlerdi. Onların piri Hazreti Süleyman'dı. Bunun da nedeni, dünyadaki ilk taş yapı olarak sayılan Kudüs'teki bugün izi kalmamış tapınağı yaptıran kişiydi Hazreti Süleyman. Masonlar kendi aralarından seçtikleri kişiyi "Hazreti Süleyman'ın tahtına" oturtur, Büyük Üstat ilan ederler. Ancak bu, çeşitli din ve mezheplerdeki gibi yaşam boyu verilmiş bir ayrıcalık değil, iki, en çok dört yıllık bir dönem içindir. Hazreti Süleyman'ın tahtında oturduğu sürece, Büyük Üstat, tüm masonların kayıtsız şartsız lideridir. Otoritesi neredeyse sınırsızdır. Ancak görev süresi bittiğinde, o da diğer masonlar ile aynı düzeye iner, onlarla eşit olur. Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar'ın şimdiki Büyük Üstadı Kaya Paşakay, Türkiye'deki daha küçük mason örgütü, Özgür Masonlar'ın Büyük Üstadı ise Hüseyin Özgen'dir.

 

Bugünün büyük üstatları

Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar'ın şimdiki Büyük Üstadı Kaya Paşakay, Türkiye'deki daha küçük Mason örgütü olan Özgür Masonlar'ın şimdiki Büyük Üstadı ise Hüseyin Özgen'dir.

 

Tanzimat'ın liderleri masonluğu keşfediyor

1862'de İstanbul'un Musevi cemaati, Masonluğun da bulaştırıldığı iç tartışmaları sonunda, alışılmamış şekilde sokaklara dökülmüştü. Oysa İslam dünyasının üst kesim yönetici ve düşünürleri arasında kuruma katılanlara rastlanıyordu. Tanzimat'ın iki ünlü devlet adamı Mustafa Reşit ve Fuat Paşalarla Mısır Hıdivliğinde iddialı Prens Halim Paşa masondular. Hatta son ikisi Büyük Üstatlığa bile getirilmişlerdi.

'AMACI GERÇEĞİ ARAMAK'
Cezayir'de Fransızlar'a karşı bağımsızlık mücadelesi veren Emir Abdülkadir'in de Fransa'da masonluğa girdiği biliniyor. Bu konuyu değerlendiren İstanbul'un Fransızca gazetesi Stamboul 1876'da şunları yazıyordu: "Tamamen insanseverlik, felsefe ve ilerlemeye yönelik bir kurum olan farmasonluğun amacı gerçeği aramak, evrensel ahlakı, bilimleri ve sanatları araştırmak ve iyilikseverliği uygulamaktır (...) Nitekim Cezayirli Emir
Mustafa Reşit Paşade onu böyle anlamış ve Fransız Büyük Doğu Locası'na kabulünden sonra 'Kanımca farmasonluğa mensup olmayan bir insanın eksikliği vardır' demiştir. Son derece imanı bütün bir Müslüman'ın bu sözleri farmasonluğun Kur'an ile çelişkide olmadığı konusunda pek kesin bir kanıt olmuyor mu?" Pan İslamcı akımın savunucularının başında gelen Afgani'nin masonluğa kabulü için yaptığı başvuruda kullandığı deyimler ilginçtir: "Saflık kardeşleri ve samimiyet dostlarından; yani hiçbir şeyin zarar veremeyeceği kutsal mason derneği üyelerinden, bu saygıdeğer derneğe katılmama izin vermelerini ve şerefli kürsüye dahil olmamı onaylamalarını rica ederim." Anımsamak gerekir ki, Afgani'nin çömezi ve İslamcı/Arapçı akımın savunucusu, İngilizler'in Mısır Şeyhülislamlığına atadıkları Abduh da masondu.

 

 

 

 

Orhan Koloğlu kimdir?

1929 Kadınhan doğumlu. Galatasaray Lisesi, İstanbul Üniversitesi'nde eğitim gördü. Strasbourg Üniversitesi'nde doktora yaptı. 1947'de gazeteciliğe başladı. Muhabir, yazar ve yazı işleri müdürü olarak çalıştı. Basın Yayın Genel Müdürlüğü yaptı. Yurt içi ve dışı üniversitelerde öğretim görevlisi olarak Doçent derecesini aldı. Tarih ve sosyal konularda 51 kitabı var. Bunlardan üçü Masonluk tarihi ile ilgili. İki kez Gazeteciler Cemiyeti, Sedat Simavi, Afet İnan ve Yunus Nadi ödülleri aldı.

Sabah.Mart ayında…

 

25.03.2005

 

İşte Mason locası

 

 

Türk Mason Locası en gizli törenlerin yapıldığı salonun kapılarını Hürriyet’e açtı. Türkiye’de kaç mason, kaç loca var? Eşi türbanlı Türk mason var mı?

1962 yılında Büyük Kulüp’te masonları şok eden hangi skandal yaşandı?

Türk masonları Kuran üzerinde duran kılıcı ne zaman, neden kaldırdı?

Amerika ve İngiltere’de mason sayısı azalırken, Türkiye’de neden artıyor?

Gizli tören salonunda neler var? Kapıdaki önlüklerin anlamı ne?

Türk masonlarının başka ülkelerde bulunmayan ‘Mücadale yemini’ nedir?

En çok hangi takımı tutuyorlar? F.Bahçe mi, G.Saray mı, Beşiktaş mı?

Türk masonlarının Tapınak Şövalyeleri ve İllumunati ile ilişkileri var mı?

Masonluğa giren kimse meslek hayatında daha mı kolay yükselir?

Ramazan günlerinde mason locası yemekhanesinde ner oluyor?


BÜYÜK ÜSTAT VE ÜNLÜ MASONLAR ANLATIYOR

Yarın Hürriyet’te

 

 

Hürriyet…

Masonluk Türkiye’de artıyor

 

 

Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Locası Büyük Üstadı Kaya Paşakay'dan ilginç açıklama: 11 Eylül'den sonra ABD'de 1.1 milyon kişi, İngiltere'de 200 bin kişi masonluktan vazgeçti.

Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası’nın üst düzey yetkilileri, locanın kapılarını Hürriyet’e açtı. Locanın Büyük Üstadı Kaya Paşakay ve arkadaşları, Nuru Ziya Sokak’taki binasında 3 saat boyunca Hürriyet’in sorularını cevaplandırdılar. Son zamanlarda özellikle Dan Brown’ın romanları ile yeniden gündeme gelen masonluk gerçeği nedir? İşte Büyük Üstad ve arkadaşlarının verdikleri cevaplar...

Kayıtlı 13 bin 500 mason bulunuyor

Türkiye’de kaç mason, kaç loca var?

Bugün ülkemizde kayıtlı 13 bin 500 mason var. 197 loca faaliyet gösteriyor. Yakında bu 198 olacak.

Dünyadaki mason sayısı kaçtır?

Dünya üzerinde yanılmıyorsam 9 ila 12 milyon arasında muntazam mason bulunuyor.

Başka Müslüman ülkede loca var mı

Yunanistan’da kaç mason var, bunu bilebiliyor musunuz?

Benim bildiğim kadarıyla 8 bin düzenli mason var orada.

Başka Müslüman ülkelerde mason locaları var mı?

İran’da eskiden vardı, kapatıldı. Gurbetteki İran Büyük Locası devam ediyor. Fas’ta Büyük Loca var.

Yurtdışında Türk locaları var mı?

Almanya Birleşik Büyük Locası’na bağlı 5 mahalli büyük loca vardır ve bunlar içinde Türk kardeşlerimiz mevcuttur. Ama en önemlisi; yine bu büyük locaların birine bağlı olarak çalışan Türk uyruklu kardeşlerimizin çoğunluğu oluşturduğu Türkay locamızdır. Bizim burada kullandığımız Türkçe ritüelle çalışırlar. Dünya üzerinde buna benzer, yine TC uyruklu kardeşlerimizin çoğunluğu teşkil ettiği 6 adet loca vardır. Biri Paris’te ‘Corn d’Or Locası’. İki tane Nur locamız vardır, birisi Tel-Aviv’de diğeri Washington’dadır. Anatolia locası vardır New York’ta. Romanya Bükreş’te Işık locamız var; tamamı Türk kardeşlerimizden müteşekkil ve Türkçe ritüelle çalışan bir locadır.

Masonların sayısı artıyor mu, azalıyor mu?

Dünyada ilginç bir durum var. Amerika’da özellikle 11 Eylül sonrası ailelerin büyük bir çoğunluğu eve kapandılar, yani hafta sonu kilisesine gidiyor ama günün geri kalanını evinde geçiren bir çoğunluk olmaya başlamış. Örneğin, bowling kulüplerine bile giden insan sayısında azalma olmaya başlamış. Tabii ‘home entertainment’ faktörü de burada söz konusu. Son durumlar sebebiyle masonluk da Amerika’da önemli bir üye kaybına uğramış durumda.

ABD’DE 11 EYLÜL’DEN SONRA MASON AZALDI

Ne kadar üye kaybetmişler?

Son 15 yılda Anglosakson masonluğu İngiltere’den başlamak üzere 200 bine yakın üye kaybetti. Amerikan masonluğu ise 1 milyon 150 bin üye kaybına uğradı.

Türkiye’deki durum nedir?

İlginçlik burada. Avrupa ve Türkiye’de mason sayısında bir artış var. Kıta Avrupası masonluğu başta Türkiye Büyük Locası olmak üzere, brüt olarak söylüyorum her yıl yüzde 6.5’luk artış kaydediyor. Yıllık muntazam oranımız bu.

Bu artış daha çok nerelerden geliyor?

Bu artışın büyük kısmını gençler teşkil ediyor. Otuz yaş altı gençler oluşturuyor.

Son yıllardaki masonluğa ilgi neden artmış olabilir peki?

Artık öyle bir zamanda yaşıyoruz ki iletişim sayesinde, bilgi paylaşımı, bilgi transferi son derece hızlı gerçekleşiyor. Bundan dolayı, çocuk dediğimiz bireyler çok erken yaşta genç hüviyetine sahip olabiliyorlar.

Kardeşlerde ağırlıklı olarak desteklenen futbol takımı hangisidir?

Bizim şu ilkemiz vardır: Din, siyaset ve futbol konuşmayız. O yüzden bunu sormayız da. Ama benim locam ağırlıklı olarak, ben ve birkaç kardeşimiz haricinde Galatasaraylı. Bu sene sonunda inşallah bunu daha açıkça da söyleyeceğiz.

Neden?

Çünkü şampiyon olacağız. Şimdilik susuyoruz.

Masonluk pahalı bir şey midir? Girişte ne kadar para verilir?

Geçtiğimiz yılın aidatları 225 YTL’dir. Yıllık olarak bu alınır. İlk giren üyeden giriş bağışı olarak 1500 YTL alınır, mertebe geçişlerinde de 800 YTL alınır. Yaklaşık 13 bin 500 üyeden gelen aidat ve bağışlardır gelirimiz.

Genel kurul yapıyor musunuz?

Her yıl iki tane genel kurul yapılır. Biri bizim masonik genel kurul dediğimiz genel kurul, ikincisi dernek genel kurulu.

Buna hükümet komiseri de geliyor mu?

Dernek genel kuruluna hükümet komiseri de gelir. Biz dernekler yasasına tabiyiz. Adımız, Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Türkiye Büyük Locası Derneği’dir.

Mason olan kişiler hızla yükselir mi

Mason olunca, öyle bir çevreye girersin ki, seni çok çabuk yükseltir derler. Gençlerde ‘Bu çevreye gireyim, iş ve sosyal çevremde gelişme sağlayayım’ düşüncesi hákim olabilir mi?

Girerken bu düşüncede olsalar bile girdikten sonra öyle olmadığını görünce ayrılırlar. Ayrıca ayrılma oranı çok düşük bir miktar olduğu için, bu gayeyle gelen insan sayısı da son derece azdır.

Kardeşlerinizi korumak, kollamak düşüncesi hiç yok mudur? Mesela işe alırken kardeşi tercih etmez misiniz?

Hayır katiyen. Ancak her dernekte veya cemiyette olduğu gibi, örneğin iki seçenekten birisi kardeşinizse ve diğeriyle tamamen aynı nitelikleri barındırıyorsa, hem zaten tanıdığın, bildiğin için hem de doğal bir duygusal düşünce sonrası kardeşini tercih edebilirsin. Ama ne zaman eşitler arasında fark varsa o zaman onlar ortaya çıkacaktır.

Bir işe tayin yapılacağı zaman, iki kişi arasında haksızlıklar yapılıyor mu?

Haksızlık olarak değil. Eşitler arasında tercih yapmada, daha önce başka vasıflarını bildiğin eşiti tercih etmek genel prensiptir. Biz de bundan hareket ederek davranırız. Bazen öyle olabiliyor ki, ikisi de aynı nitelikte ve aynı beklentiler içerisinde olan insanlar. İbre doğal olarak kardeşinize kayıyor. Çünkü onu başka bir boyutta sınamanızdan ve özelliklerini bilmenizden kaynaklanıyor.

Üyelerin meslekleri nelerdir?

Serbest meslek daha ağırlık gösteriyor. Devlet memuru yok. Asker yok. Profesörlerin belirli ayrıcalığı var ama diğerlerinin yok. Ancak hiçbir şekilde bunun tartışması yapılmaz.

MİT mensubu kardeş var mıdır?

Muhakkak vardır ama bilinmez. Doğal olarak olmaması imkánsız. Ama bize o sıfatıyla gelmemiştir, ondan bilemeyiz. Görevli gelmiştir veya görevli değilse bile haberli olarak gelmiştir. MİT’in uyguladığı yöntemler nelerse ona göre gelmiştir. Bizim gizlemeye çalıştığımız faaliyetimiz yok.

Masonik sembol

MASON localarında, üyelerin kıyafet, söz ve davranışlarından locanın dekorlarına kadar birçok ‘sembol’ yer alır. (G) harfi ve ‘Üçgen içinde Göz’ de, farklı derecelerde farklı anlamlar yüklenen masonik sembollerdendir. 

 

 

 

Masonlar'da kafatası sırrı

 


Masonluğa kabul edilmede ilk adım, içinde kafatası bulunan karanlık bir odada ölümü düşünerek atılıyor.

Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar'ın Büyük Üstat'ı Kaya Paşakay'ın "Dehliz gibidir, bazen üyeler bile kayboluyor" dediği 25 numaralı loca binasını gezerken Masonlar'ın önemli sırlarını da öğreniyorum.

TÜRKİYE'DE MASON SAYISI 13 BİN 500
Türkiye'de 13 bin 500 Mason ve 197 Mason locası var. Eşinin başı kapalı olan Mason yok. Yemin törenine alınan kişinin gözü örtülüyor. Üç kez öpüşülüyor. Girişte sabıka kaydı isteniyor.

İLK HESAPLAŞMA DÜŞÜNME ODASINDA
Masonluğa girmek isteyenler, 20 dakika 'düşünme odası' denen karanlık odada kalıyor. Bir kafatasının da bulunduğu odanın girişinde "Pişmansan buradan dönebilirsin" yazıyor.

Karanlık odada yirmi dakika

Masonlar'ın büyük locasını ziyaret etmeden önce etrafımdaki herkese "Masonlar hakkında en çok neyi merak ediyorsunuz?" diye sordum. En çok duyduğum soru düşünce odasıyla ilgili olandı. Düşünce odası diye bir yer var mıdır? O oda neye yarar? Büyük Üstat Kaya Paşakay ile röportaj bittikten sonra beraberce mabedi dolaştık. Dayanamayıp sordum.

* Düşünce odası diye bir şey var mı? -Evet. Üye olmak isteyenler kabul törenine geçmeden önce o odaya alınırlar. Orada 15-20 dakika kadar kalır ve düşünürler.

* Karanlık bir oda değil mi? -Evet karanlık bir odadır. Masonluk yeni bir hayata doğmak olarak da algılanır. Dolayısıyla başka bir hayat, yani dışarıdaki hayattan, Masonik hayata geçiş sırasında bir geçiş alanına ihtiyaç vardır. Bu geçişi düşünme odası dediğimiz oda ve oradaki sembollerle ifade ediyoruz. Önce karanlık, sonra ışığa kavuşma yani Masonluk ortamına geçip olgunlaşma.

* Odaya girip de ben bunu yapamayacağım, Mason olmak istemiyorum diyen oldu mu ? -Yok, herkes katıldı (Gülüyor) Ne ilginç bir soru bu böyle.

* Peki karanlık odada kuru kemiklerin üzerinde oturulduğu, bir kafatası olduğu doğru mu? -Siz de ne çok soru soruyorsunuz böyle (gülüyor). Her şeyi anlatırsak ne gibi bir gizemimiz kalacak ki bizim? Odada bulunan diğer masonlara soru soran gözlerle bakıyorum dayanamayıp anlatıyorlar. Gerçekten de düşünce odası denilen karanlık odada bir kafatası varmış. Kemiklerin üzerine oturulduğu bilgisi ise tamamen yanlış. Kafatası ölümün bir realite olduğunu ve herkesin er geç bununla karşılaşacağını anlatmak için kullanılan bir sembolmüş.

 

 

Sabıkalılar Mason olamaz

 



Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar'ın Büyük Üstadı Kaya Paşakay anlatıyor: "Mason olmak isteyeni araştırırız. Tüccarsa iflas etmiş birini kabul etmeyiz".

Bir kişi kapınızı çalıp "Ben Mason olacağım" diyebilir mi yoksa bir Mason tarafından önerilmesi mi gerekir? - İşlem şöyle gerçekleşir; iki yol vardır. Birincisi, genellikle uygulanan usul, bir Mason'un uygun gördüğü bir kişiye teklif etmesidir. Bunun da belli şartları vardır; o kişiyi çok iyi tanıması uzun yıllara dayanan dostluğu olması gerekir. Çünkü teklifi yapan, bir nevi o kişiye kefil olacaktır. Bu çok ciddi olaydır. Bir bu yol vardır, bir de Masonluk camiasına katılmayı düşünen bir kişi bir dilekçe yazarak derneğimizin sekreteryasına başvurabilir.

* Bu iki uygulamada da bu kişi araştırılıyordur herhalde. - Tabii. Araştırma uzun süreçtir

* Ne kadarlık bir süreç bu? -Aşağı yukarı bir yıl bunun muamelesi devam eder. Şartları vardır.

* Nedir bu şartlar? -Öncelikle sabıka kaydı araştırılır, arkasından kendi çevresinde saygın, aydın bir insan olarak tanınması esası vardır. Gerek işyerinde gerek aile yapısında bu saygınlığını ve iyi bir insan olarak tanınması tespiti esastır. Aile
Masanın üzerinde açık bir şekilde Kuran, Tevrat ve İncil yer alıyor. 1965teki bölünmeden sonra ritüel değişmiş Kuranın üzerindeki kılıç kaldırılmış.yapısına kadar girilir, iş hayatına kadar girilir. İyi bir aile bireyi olması lazım; çünkü ailesine karşı her Mason'un ödevleri vardır. Aydın bir insan olması gerçekten de önemlidir.

* Niye sabıka kaydı arıyorsunuz? Yani hani sevgi barış diyorsunuz, insanlar hata yapabilir ve tövbe edebilir. -Sabıka kaydı şarttır. Dernekler kanununun da gereğidir. O kişi ticaret hayatındaysa, iflas etmiş olmaması gerekir. Hatta sabıkası olmayan biri bile, iyi şöhretli değilse kabul edilmeyebilir.

* Diyelim uygun bulundu, sonra ne yapılır? -Uygun bulunduktan sonra kendi gireceği locada bir oylama olur. Oylamada olumlu netice alınırsa kendisi giriş törenine davet edilir.

* Kaç locanız var? -Türkiye'de 197 locamız var.

* Localar kaçar kişiden oluşur? -Localar asgari otuz kişiyle kurulur ama yüz kişiye kadar ulaşan localarımız var. Yüzü aşan miktarda üyeleri olanlar da kendi aralarında tekrar yeni bir proje oluşumuna girişirler. Çünkü yüz kişiyi aşan localarda verimli çalışma yapılamaz.

BURAYA MABED DİYORUZ

* Bu binada yanılmıyorsam
Localardaki çalışmalar bittikten sonra yemek salonuna geçiliyor. Burada içki içmek serbest. Yemek belli bir düzende gerçekleşiyor, bazen şiirler okunuyor.10 toplantı salonu var değil mi? Siz buraya mabed mi diyorsunuz? -Evet mabedimiz burası. On adet toplantı salonumuz var ama on tane yemek salonumuz yok bazı yemek salonlarımız müşterek olarak kullanılıyor ama yan binada yapacağımız yeni bir inşaatla birkaç ay içinde yeni yemek salonları ve toplantı yerleri daha kazanacağız.

* Niye mabed diyorsunuz? -Toplantı yerimize mabed adını veriyoruz çünkü burada yapılan fikri, yani Masonik çalışmanın insanlık yararına olduğu görüşündeyiz. Biz bunun bir nevi kutsal çalışma olduğu inancındayız.

* Ben onu bir türlü anlayamıyorum yani bu toplantılarda siz ne konuşuyorsunuz? Ne demek Masonik çalışma? Niye bunca sır? -Bunları sır dolu olması şeklinde değerlendirmeyin hatta size biraz sonra bir loca çalışmasının davetiyesini de gösteririz, bunlar genellikle konferans tarzında fikri çalışmalardır. Bir kardeşimiz çıkıp aşağı yukarı yirmi dakika veyahut yarım saatlik bir konuşma yapar bu genellikle Masonluğun tarihi hakkındadır veya ilkelerinin izahı yahut insanlık erdemleri, insan hak ve
Bazı Masonlar önlüklerini Mabeddeki dolaplarda saklıyor, kimi ise bond çantalarında taşıyor. Önlüklerin rengi ve süsü hiyerarşiye göre değişiyor.özgürlükleri üzerine olur. Birkaç kardeşin beraber hazırladıkları çalışmalar, panel ve sempozyumlar şeklinde de olur.

* Herkes çeşitli renklerde önlük giyip beyaz eldiven takıyor değil mi? -Evet. Üyeler çalışmaya girerken kendi derecelerine göre önlük takarlar. Çırak önlükleri. Önlerinde hiçbir işaret olmayan beyaz düz önlüklerdir. Önlükleri üzerinde iki adet gül olan kalfa önlüklerdir. Üstat önlüklerinde ise üç tane gül bulunur.

GÖZÜ KAPALI YEMİN TÖRENİ

* Önlüğün anlamı nedir? -Eski geleneklerden gelen sembolik anlam taşır. Operatif dediğimiz hakiki duvarcı ustalarının döneminden kalmadır. Biz fikri çalışma yapan Masonlar bu önlükleri çalışmaya bir saygı ifadesi olarak kabul ederiz.

* Ya eldiven? -Üyelerimizin ellerinin bembeyaz, yani tertemiz olduğunun sembolik ifadesidir. Hayatlarında hiçbir karanlık işe bulaşmadıklarının ifadesi olarak yorumlanır.

* Yeni üye kabul edileceği zaman nasıl bir tören yaparsınız? Yemin edilir mi örneğin? -Tabii bu törende bir yemin de vardır. Bu törene kişi gözleri kapalı olarak alınır ve bazı aşamalardan geçer.

 

 

 

MAAT NEB MEN AA, MAAT BAA...
26.03.2005

 

ENGİN ARDIÇ / GÜNÜN YAZISI

Engin ArdıçAra sıra, bazı gazetelerimizde masonlukla ve masonlarla ilgili diziler yayınlanır. Bayram değil, seyran değildir. Sanırım masonlar ortamı koklar, 'gidişatta' onları tedirgin edecek birşeyler sezer, kamuoyuna şirin görünmek için 'birşeyler açıklarmış gibi yapmak' ihtiyacını duyarlar.

Gazeteden bir yönetici mason, locanın da onayıyla, mason olmayan birisini görevlendirir: Git konuş, yaz getir!

Dön dolaş hep de aynı şeyler yazılır durur ha... Fakat müşteri sağlar.

İşte şimdilerde de, 'Mein Kampf' denilen dandik ve fakat tehlikeli kitabın satışlarının epey yükseldiği günlerde, bazı yayın organlarımızda masonluk tarihi dizileri, mason röportajları, 'ilk kez bir mason locasına biz girdik' türünden atmalar tutmalar...

'Yarı gizli' bir örgüt olan masonların en büyük özelliklerinden biri, 'birşeyler açıklarmış gibi yapıp aslında dişe dokunur hiçbir şey açıklamamaktır'. Eh, bundan dolayı da onları kimse kınayamaz tabii.

Tıpkı Milli İstihbarat Teşkilatı gibi... Bir broşür yayınlamışlar, 'önde gelen' gazetecilere göndermişlerdi; iki MİT görevlisi tarafından sekretere falan bırakılmadan şahsıma teslim edildi, imza karşılığı, zimmetli gibi aldım.

'Dezenformasyon' da diyemem, bir 'kağıt ziyanlığı' şaheseriydi! Broşürü okuyunca teşkilatın ne kadar vatansever ve görev bilinciyle dolu olduğu dışında en ufak bir bilgi edinmek mümkün değildi.

Fakat, sağolsunlar, bir de armalı kahve fincanı göndermişler, üzerinde manda gözü gibi teşkilat amblemi; onu masamın üzerine koydum ki odaya giren görsün de 'ulan acaba mı' diye korksun, ona göre ayağını denk alsın!

Gene sağolsun, Galatasaray Lisesi'nden sevgili ağabeyim, gerçekten çok sevdiğim ve fakat otuz yedi yıldır da yüzünü görmediğim Hüseyin Özgen, diğer locanın, 'dışarıyla' ilgisi olmayan alternatif 'ikinci örgütün' pek saygıdeğer büyük üstadı, bendenize bir broşür göndermiş... 'İşte biz buyuz Enginciğim' diyor ama okuyunca ne olduklarını anlamak sözkonusu değil...

Refikler rakip ama, siz gene de diğer bazı gazetelerden bu tür dizileri okuyunuz. Bir şey öğrenmeyeceksiniz ama kendinizi öğrenmiş sanıp mutlu olacaksınız.

Bakın muhterem biraderler... Bir 'harici' sıfatıyla size gene iki çift sözüm var.

Evvelce de yazmıştım, bir sır sakladığınızı biliyorsunuz ama sakladığınız sırrın ne olduğunu bilmiyorsunuz! Belki çok üst derecelerde, çok sınırlı sayıda biradere açıklanıyordur, onu da ben bilemiyorum tabii.

'Adalet, müsavat, uhuvvet', liberte, egalite, fraternite, eşitlik, kardeşlik, ilerleme, barış, şu bu, bunlar pek güzel şeyler, kimsenin bir itirazı yok. Ancak, locaya yeni giren çırağın hemencecik herkese 'işiniz düşerse beklerim' diye kart dağıtması da gülünçtür.

Hangi derecenin işareti nedir, 'mantrası' nedir, bir topluluğa girdiğinde kendini nasıl belli eder, yardım nasıl istersin, bazılarını biz de biliyoruz, bazılarını da bilmiyoruz. Merak da etmiyoruz. Öğrenip de ne yapacağız? Mason olmadığımız halde kendimizi mason diye yutturup dolandırıcılık mı edeceğiz? Olmadığımız üç dakikada anlaşılır.

Ancak, saçı sakalı ağarmış, yaşını başını almış kazık kadar adamların birtakım çocukça 'ritüeller' içinde eski Mısır dilinde dualar etmeleri, hele hele akşam vakti yorgun argın işinden çıktıktan sonra iki buçuk saat 'ahlak nedir' türünden vaazlar dinlemeleri ve locada uyuyup kalmaları da gülünçtür, meclis genel kurulunda uyuyan bazı politikacılar gibi...

Üstadlarınıza söyleyin, birşeyler açıklarmış gibi yapıp bizi üzmesinler. Sırrınız, yani binlerce yıldır gözünüz gibi koruduğunuz gizli bilgi, ufak ufak insanlığa açık edilmeye başlandı bile. 'Ezoterizm' perdesi tam açılmadı ama bir ucundan kalktı. Bu bilinçli mi yapılıyor? Gerçek, ufaktan ufaktan mı aktarılıyor? Birşeylerin zamanı mı geliyor, vade mi doluyor?

Bu sır, Mars ile Jupiter arasında bulunan asteroid kuşağının ve Venüs gezegeninin nasıl oluştuğuyla ilgilidir. Osiris'in parçalanması ve İsis'in onu yeniden toplaması efsanesi de bunu anlatır. Duvarcılık masallarını, Hiram Usta'yı falan bırakın bir yana

Bir de, dönem dönem gezegenimizi bekleyen o büyük tehlikeyle ilgilidir tabii...

Günü gelince herşeyi kabak gibi açıklayacak mısınız, yoksa yalnız kendinizi kurtarıp bizi ölüme mi terkedeceksiniz? Sıkıyorsa bunları yazdırın güdümlü gazetecilere, laga luga yapmayın.

AKŞAM / 26 MART 2005

 

http://www.aksam.com.tr

 

 

Türkiye'de 13.500 Mason var...
26.03.2005, 10:57

Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Locası Büyük Üstadı Kaya Paşakay'dan ilginç açıklama: 11 Eylül'den sonra ABD'de 1.1 milyon kişi, İngiltere'de 200 bin kişi masonluktan vazgeçti.

 


 

Hürriyet-Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası’nın üst düzey yetkilileri, locanın kapılarını Hürriyet’e açtı. Locanın Büyük Üstadı Kaya Paşakay ve arkadaşları, Nuru Ziya Sokak’taki binasında 3 saat boyunca Hürriyet’in sorularını cevaplandırdılar. Son zamanlarda özellikle Dan Brown’ın romanları ile yeniden gündeme gelen masonluk gerçeği nedir? İşte Büyük Üstad ve arkadaşlarının verdikleri cevaplar...

Kayıtlı 13 bin 500 mason bulunuyor

Türkiye’de kaç mason, kaç loca var?

Bugün ülkemizde kayıtlı 13 bin 500 mason var. 197 loca faaliyet gösteriyor. Yakında bu 198 olacak.

Dünyadaki mason sayısı kaçtır?

Dünya üzerinde yanılmıyorsam 9 ila 12 milyon arasında muntazam mason bulunuyor.

Başka Müslüman ülkede loca var mı

Yunanistan’da kaç mason var, bunu bilebiliyor musunuz?

Benim bildiğim kadarıyla 8 bin düzenli mason var orada.

Başka Müslüman ülkelerde mason locaları var mı?

İran’da eskiden vardı, kapatıldı. Gurbetteki İran Büyük Locası devam ediyor. Fas’ta Büyük Loca var.

Yurtdışında Türk locaları var mı?

Almanya Birleşik Büyük Locası’na bağlı 5 mahalli büyük loca vardır ve bunlar içinde Türk kardeşlerimiz mevcuttur. Ama en önemlisi; yine bu büyük locaların birine bağlı olarak çalışan Türk uyruklu kardeşlerimizin çoğunluğu oluşturduğu Türkay locamızdır. Bizim burada kullandığımız Türkçe ritüelle çalışırlar. Dünya üzerinde buna benzer, yine TC uyruklu kardeşlerimizin çoğunluğu teşkil ettiği 6 adet loca vardır. Biri Paris’te ‘Corn d’Or Locası’. İki tane Nur locamız vardır, birisi Tel-Aviv’de diğeri Washington’dadır. Anatolia locası vardır New York’ta. Romanya Bükreş’te Işık locamız var; tamamı Türk kardeşlerimizden müteşekkil ve Türkçe ritüelle çalışan bir locadır.

Masonların sayısı artıyor mu, azalıyor mu?

Dünyada ilginç bir durum var. Amerika’da özellikle 11 Eylül sonrası ailelerin büyük bir çoğunluğu eve kapandılar, yani hafta sonu kilisesine gidiyor ama günün geri kalanını evinde geçiren bir çoğunluk olmaya başlamış. Örneğin, bowling kulüplerine bile giden insan sayısında azalma olmaya başlamış. Tabii ‘home entertainment’ faktörü de burada söz konusu. Son durumlar sebebiyle masonluk da Amerika’da önemli bir üye kaybına uğramış durumda.

ABD’DE 11 EYLÜL’DEN SONRA MASON AZALDI

Ne kadar üye kaybetmişler?

Son 15 yılda Anglosakson masonluğu İngiltere’den başlamak üzere 200 bine yakın üye kaybetti. Amerikan masonluğu ise 1 milyon 150 bin üye kaybına uğradı.

Türkiye’deki durum nedir?

İlginçlik burada. Avrupa ve Türkiye’de mason sayısında bir artış var. Kıta Avrupası masonluğu başta Türkiye Büyük Locası olmak üzere, brüt olarak söylüyorum her yıl yüzde 6.5’luk artış kaydediyor. Yıllık muntazam oranımız bu.

Bu artış daha çok nerelerden geliyor?

Bu artışın büyük kısmını gençler teşkil ediyor. Otuz yaş altı gençler oluşturuyor.

Son yıllardaki masonluğa ilgi neden artmış olabilir peki?

Artık öyle bir zamanda yaşıyoruz ki iletişim sayesinde, bilgi paylaşımı, bilgi transferi son derece hızlı gerçekleşiyor. Bundan dolayı, çocuk dediğimiz bireyler çok erken yaşta genç hüviyetine sahip olabiliyorlar.

Kardeşlerde ağırlıklı olarak desteklenen futbol takımı hangisidir?

Bizim şu ilkemiz vardır: Din, siyaset ve futbol konuşmayız. O yüzden bunu sormayız da. Ama benim locam ağırlıklı olarak, ben ve birkaç kardeşimiz haricinde Galatasaraylı. Bu sene sonunda inşallah bunu daha açıkça da söyleyeceğiz.

Neden?

Çünkü şampiyon olacağız. Şimdilik susuyoruz.

Masonluk pahalı bir şey midir? Girişte ne kadar para verilir?

Geçtiğimiz yılın aidatları 225 YTL’dir. Yıllık olarak bu alınır. İlk giren üyeden giriş bağışı olarak 1500 YTL alınır, mertebe geçişlerinde de 800 YTL alınır. Yaklaşık 13 bin 500 üyeden gelen aidat ve bağışlardır gelirimiz.

Genel kurul yapıyor musunuz?

Her yıl iki tane genel kurul yapılır. Biri bizim masonik genel kurul dediğimiz genel kurul, ikincisi dernek genel kurulu.

Buna hükümet komiseri de geliyor mu?

Dernek genel kuruluna hükümet komiseri de gelir. Biz dernekler yasasına tabiyiz. Adımız, Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Türkiye Büyük Locası Derneği’dir.

Mason olan kişiler hızla yükselir mi

Mason olunca, öyle bir çevreye girersin ki, seni çok çabuk yükseltir derler. Gençlerde ‘Bu çevreye gireyim, iş ve sosyal çevremde gelişme sağlayayım’ düşüncesi hákim olabilir mi?

Girerken bu düşüncede olsalar bile girdikten sonra öyle olmadığını görünce ayrılırlar. Ayrıca ayrılma oranı çok düşük bir miktar olduğu için, bu gayeyle gelen insan sayısı da son derece azdır.

Kardeşlerinizi korumak, kollamak düşüncesi hiç yok mudur? Mesela işe alırken kardeşi tercih etmez misiniz?

Hayır katiyen. Ancak her dernekte veya cemiyette olduğu gibi, örneğin iki seçenekten birisi kardeşinizse ve diğeriyle tamamen aynı nitelikleri barındırıyorsa, hem zaten tanıdığın, bildiğin için hem de doğal bir duygusal düşünce sonrası kardeşini tercih edebilirsin. Ama ne zaman eşitler arasında fark varsa o zaman onlar ortaya çıkacaktır.

Bir işe tayin yapılacağı zaman, iki kişi arasında haksızlıklar yapılıyor mu?

Haksızlık olarak değil. Eşitler arasında tercih yapmada, daha önce başka vasıflarını bildiğin eşiti tercih etmek genel prensiptir. Biz de bundan hareket ederek davranırız. Bazen öyle olabiliyor ki, ikisi de aynı nitelikte ve aynı beklentiler içerisinde olan insanlar. İbre doğal olarak kardeşinize kayıyor. Çünkü onu başka bir boyutta sınamanızdan ve özelliklerini bilmenizden kaynaklanıyor.

Üyelerin meslekleri nelerdir?

Serbest meslek daha ağırlık gösteriyor. Devlet memuru yok. Asker yok. Profesörlerin belirli ayrıcalığı var ama diğerlerinin yok. Ancak hiçbir şekilde bunun tartışması yapılmaz.

MİT mensubu kardeş var mıdır?

Muhakkak vardır ama bilinmez. Doğal olarak olmaması imkánsız. Ama bize o sıfatıyla gelmemiştir, ondan bilemeyiz. Görevli gelmiştir veya görevli değilse bile haberli olarak gelmiştir. MİT’in uyguladığı yöntemler nelerse ona göre gelmiştir. Bizim gizlemeye çalıştığımız faaliyetimiz yok.

Masonik sembol

MASON localarında, üyelerin kıyafet, söz ve davranışlarından locanın dekorlarına kadar birçok ‘sembol’ yer alır. (G) harfi ve ‘Üçgen içinde Göz’ de, farklı derecelerde farklı anlamlar yüklenen masonik sembollerdendir.

 

 

 

 

Kadın locaya nasıl girebilir

 


Büyük Üstad'a göre bu, ancak Mason nikâhında mümkün olur. Tabii bunun da kuralları var.

Kadın 'Hemşire' denen rütbeye yükselmeli. Masonlar'a göre bu, nikâh değil kutlama.

Kadınlar zaten doğuştan Mason

Büyük Üstad Kaya Paşakay, aranızda niye kadınlar yok sorusuna cevap veriyor: "Biz kamil insan olma mertebesi için uğraşıyoruz, kadınlar o mertebeye bizden daha yakın".

* Mason nikâhı ne demektir? -Mason nikâhı Masonik bir tören değildir. O nikâh için çiftlerin yeni evlenmiş olmaları da aranmaz. Bir nevi kutlama törenidir. Zaman zaman eski evliler için de bu tören gerçekleştirilir.

* Ne anlam taşır peki? -Dediğim gibi bir nevi kutlamadır. Evlilik müessesini yücelten, anlamını hatırlatan anlamlı bir törendir.

* Törene kadınlar da katılıyor değil mi? -Evet ama onun da koşulları vardır. Hemşire dediğimiz rütbeye yükselmiş kadınların olması gerekir. O törende bir mason eşi, 18 yaşındaki kızı, bir dul kadın ve evlenmemiş kız kardeşi bulunur ancak. Tekrar ediyorum bu Masonik bir tören değildir. Geleneksel bir tören olduğu ve gayri resim yapıldığı için muntazamlık ilkesini etkilemez.

* Törenden sonra ne yapılır? -Törenden sonra beraberce yemek yenir. Tam bir kutlama yapılır.

* Yine bir söylentiyi soracağım. Localarda içi para dolu bir sandık olduğu söyleniyor. Yani ihtiyacı olan
oradan istediği kadar alıyormuş. Bu doğru mu? -Hayır yok öyle bir şey.

* Peki ya dul kesesi? Yani üyeler arasında dolaştırılan ve para toplanan keseden bahsediyorum. -O çok sembolik bir şey. Locada üyeler arasında dolaştırılır ve her üye son derece sembolik bir para atar oraya. Zaten törende toplanan bu para burs verdiğimiz öğrencilerin bursunu karşılamak için kullanılır.

KENDİ SELAMLAŞMAMIZ VAR

* Üyelerinizi seçerken maddi durumlarına dikkat ediyor musunuz? -Hayır kesinlikle.

* İşsiz, yoksul Mason var mıdır yani? -Tabii ki var. Kesinlikle var.

* Yardıma muhtaç bir üye için locada para toplanmaz mı? Yani dul kesesindekiler sadece öğrencilerin bursuna mı gidiyor? -Biz para toplamayız. Ama üyeler kendi aralarında para toplayıp o yardıma ihtiyaç duyan kişiye katkıda bulunuyorlarsa, onu bilemem.

* Bir masonu nasıl tanırsınız? Yani kendi içinizde parolalarınız ve selamlaşma teknikleriniz var mı? -El sıkışmalar, sözcükler ve karşılıklı
PADİŞAH VE ŞEYHÜLİSLAM MASONLAR...   Büyük Üstad Kaya Paşakay Mason olan Padişah V. Muratın yağlıboya resminin önünde poz verirken Mason olan Şeyhülislamların da ismini sayıyor Musa Kazım, İzzettin ve Hayri Efendiler de Masondu.hitabetlerle bunları anlarız. Bunlar üyelere mahsus bilgiler. Ancak üye olduklarında kendilerine verilir. Ayrıca bir insanın Mason olup olmadığı o kişinin hayat tecrübesiyle, duyumlarıyla veyahut bir nevi altıncı hissiyle olur.

* Zaman zaman yakanıza bir çiçek takıyormuşsunuz. -Evet Mine çiçeği. Almanlar'da beni unutma çiçeği olarak bilinir. İlk kez 2. Dünya Savaşı'nda Almanya'da kullanılmış. Nazi yönetiminde Masonlar çok taciz edildikleri ve kötü şartlara mahkum edildikleri için gönye ve pergel rozetlerini kullanmayıp mine çiçeğini yakalarına takmışlar.

* Gönye ve pergel ne ifade ediyor? -Gönye sadece mimari ve yapı işçiliğinde doksan derecelik bir açıyı ifade etmekten öte Masonlukta, doğruluğun ve dürüstlüğün sembolüdür. Aslında daire çizmeye yarayan pergel Mason'un kendi hırslarının ve isteklerinin belli bir sınır içinde kalmasını ifade eder. Hırslar ve istekler o çizginin, dairenin içinde kalmalı ve topluma zararlı hale gelmemelidir.

EVRENİN ULU MİMARI

* Allah'a inanmayan Mason
olabilir mi? -Hayır asla olamaz. Bu bizim için en önemli unsurdur. Sadece Allah inancı değil ruhun ölmezliği inancına da sahip olması gerekir. Zaten yemin ederken kürsünün üzerindeki kutsal kitapların üzerine el basar. Ki bu kutsal kitapların hepsi açıktır ve birbirine girmiş şekildedir.

* Allah'a Evrenin Ulu Mimarı diyorsunuz. -Evet. Evrenin Ulu Mimarı Yüce Varlık'ın sembolik ifadesidir. Çünkü bizim müslüman olmayan üyelerimiz de var. Onlar için o tabir geçerli olmadığı için Evrenin Ulu Mimarı diyoruz.

* Kadınlar niye Mason olamaz? -Masonluk 1717 yılında kendi kurallarını oluşturmuş. Buna "Muntazaman Masonluk" denir. Operatif Masonluk çağında inşaat işçileri arasında kadınlar yokmuş. İnşaat ağır bir iş. Biz de o zamanki kurallara riayet ediyoruz. Ama aramızda şöyle bir inanç taşıyoruz. Biz erkekler Mason, yani kamil insan olmakta gayret gösterenleriz. Hanımlar zaten doğuştan kamil insan olma mertebesine yakınlardır. O yüzden katılmalarına gerek görülmemiş.

 

Masonlar gizli, rotaryenler şeffaf çalışır

Sayı: 537  |   Hüseyin Sümer - h.sumer@zaman.com.tr

Guvarnör Erhan Çiftçioğlu, rotaryenleri 10 milyonluk bir aile olarak tanımlıyor. Görüşlerini Aksiyon’a anlatan Erhan Çiftçioğlu, SSCB’nin son lideri Mihail Gorbaçov’la dönemin ABD Başkanı Ronald Reagan’ı dünyada ilk kez rotaryenlerin buluşturduğunu söylüyor.
 

Türkiye’de rotary kulüplerinin başında bulunanlar bugüne kadar basına çok fazla açıklama yapmadı. Rotaryenlerin Türkiye’de üç bölge guvarnörü var. 2430. Bölge Guvarnörü Erhan Çiftçioğlu’nun kapsama alanı Antalya’dan başlıyor, Eskişehir üzerinden Adapazarı’nı içine alacak şekilde Zonguldak’a kadar bir çizgi çektiğimizde bütün doğu bölgesini içine alıyor. Yurtdışında Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan,Tacikistan, Türkmenistan, Özbekistan da onun sorumluluğunda. 2420. Bölge Guvarnörü Prof. Dr. Atilla Gönenli’nin görev sahası İstanbul bölgesini kapsıyor, Trakya’ya kadar uzanıyor. 2440. Bölge Guvarnörü Altan Doğu ise Ege Bölgesi’nden sorumlu. Masonlukla aralarındaki farkı, “Onlar gizli biz ise açık ve şeffaf çalışıyoruz.” sözleriyle özetleyen Erhan Çiftçioğlu, Aksiyon’a önemli açıklamalar yaptı.

-Rotaryenlerle masonlar arasında nasıl bir ilişki var. Çünkü Türkiye’de rotary ve mason aynı anlamı çağrıştırıyor?

Neden böyle bir intiba oluşuyor onu bilemiyorum. Ancak, şunu söyleyebilirim, masonlar kendi içine dönük bir topluluk. Rotaryenler ise iş adamlarından oluşan, yüzleri topluma dönük insanlar. Her şeyleri açık. Diğer Müslüman ülkelerde masonlarla aynı kefeye konmuyoruz. Sadece Türkiye’de böyle bir düşünce hakim. Acaba Türkiye’ye rotary’yi getiren ilk kurucular mason kökenli miydi ki ülkemizde böyle bir şey yaygınlaşıyor diye merak ettik. Ancak ilk kurucuların da masonlukla bir alakasının olmadığını anladık.

-Neden böyle bir yükleme var peki?

Elli yıldır Türkiye’de faaliyetteyiz, ben bunun 25 yılına tanıklık ettim, bunu anlayabilmiş değilim. Rotaryenlerin bütün toplantıları topluma açık. İstediğiniz toplantıya başkanın misafiri olarak katılabilir, çıkan kararları da görebilirsiniz.

-Madem bu kadar şeffafsınız rotary’ye üye olmak o kadar kolay mı?

Üye olabilmek için öncelikle bir rotaryen tarafından tavsiye edilmeniz gerekiyor. Ayrıca, iyi bir meslek sahibi veya iş adamı olmalısınız. Ondan da öte o kimsenin bölgesinde saygın, dürüst olarak anılan bir kişi olması gerekiyor. Dolayısıyla sadece tavsiye edilmek yetmiyor, tabii ki.

-Bunlar dünyadaki bütün insanlarda olması gereken, özellikle dinlerin vurgu yaptığı genel kabul görmüş ilkeler. Sizi farklı kılan ne?

Rotary, iş ve meslek adamları organizasyonu. İyi ahlaklı kimseleri almalıyız ki topluma hizmet etsinler.Menfaat temin etmek için aramıza katılanlar, kısa süre sonra ayrılmak zorunda kalır.

-Bildiğimi kadarıyla kadınlar mason localarına üye olamıyor. Sizin masonlardan farklı yanınız kadınların da üye olabilmesi mi?

Masonlar kapalı bir yapıya sahip. Rotary ise daha açık bir organizasyon.

-O halde rotary kendisini nasıl tanımlıyor?

Rotary, dünyanın en büyük sivil toplum örgütü. Dünyada 1 milyon 250 bin rotaryen, 800 bin rotaract (18-30 yaş arası), 270 bin ise interact (14-18 yaş arası) üyesi var. Köylerde ve varoşlarda kurulmuş 500 bin toplum birliği var. Yani dünyada 10 milyon nüfuslu bir aileden söz ediyoruz.

-Bu rakamlar bana az geldi. Daha yüksek bekliyordum. Türkiye’deki durum ne?

Bir kişi üye oldu mu ailenin tümü rotary’ye hizmet eder. Ailenin diğer bireylerini saymıyoruz. Türkiye’de 8 bin rotaryen, 2 bin civarında rotaract, bin civarında ise interactımız var. Köylerde ve varoşlarda kurduğumuz bin civarında toplum birliği mevcut. Bunlarla birlikte Türkiye’de yaklaşık 50 bin kişilik bir aileyiz.

-Üye profiliniz toplumun hangi kesimlerinden oluşuyor. Böyle bir istatistiğiniz var mı?

İş ve meslek adamlarından oluşuyor. Bayan üyelerimizin oranı yüzde 22. Bir meslek grubundan aynı kulüpte en fazla iki kişi bulunur.

-Sol, sağ, ortanın solu, muhafazakar gibi tanımlamalar yapılır. Üyeleriniz ağırlıklı olarak bu saydıklarımdan hangisine yakın?

Kesinlikle böyle bir ayrım yok. Rotary ırk, din, dil ayrımı yapmaksızın direkt insana hizmet eder.

-Muhafazakarlar da size üye oluyor mu?

Mesela, kendimi dindar olarak görüyorum. Ben guvarnörüm. Cuma namazlarını kılar ramazanlarda orucumu tutarım. Kendime göre vazifelerimi yerine getiririm. Rotary’de Hıristiyanı da Musevisi de var. Türkiye’deki profil ne ise benzer oranlarda rotary’nin içerisinde yer alır. Ben Müslümanım ancak 2 yıl önceki guvarnör Hıristiyandı.

-Son zamanlarda üye sayılarını artırmaya dönük çalışmalar yapıyorsunuz. Artık dışa açılma zamanı geldi mi diyorsunuz?

Rotary’nin beş yılda bölgemizde 30 bin üyeye ulaşması gerekir. Benim bu yıl koyduğum hedef bu. Söz konusu sayıya ulaştığınızda uluslararası rotary, sizin dilinizi kabul ediyor. Böylece dünyanın en büyük sivil toplum örgütünün resmi dili Türkçe oluyor. Bu amaçla üye sayısını artırmak için uğraşıyoruz. Bir de ben Türki cumhuriyetleri Türkiye’ye bağlamak için çok uğraştım. Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan, Özbekistan bu yıl bize bağlandı.

-Türkiye’de sosyal sorumluluk çerçevesinde ne tür işler yapıyorsunuz?

Kısa adı KOY olan proje ile 60 saatte insanlara okuma yazmayı öğretiyoruz. Özellikle Güneydoğuda uygulamaya koyduğumuz bu projeyle insanlar aynı zamanda Türkçeyi de öğreniyor. Bugüne kadar 52 bin kişi okuma yazma öğrendi. Bu yıl sonunda bu sayı 82 bine çıkacak. Ayrıca Çankırı ve Kastamonu’da 5 bin 543 kişiye ve 15 köye temiz su sağladık. Milli Eğitim Bakanlığı ile birlikte yürüttüğümüz projeyle okullarda, içme sularını tuvaletlerden koridorlara taşıyoruz. Bu yöntemle çocukları elliye yakın hastalıktan korumuş oluyoruz. Aslında biz bir fikir üretiyoruz, bu fikri model haline getirip toplumun hizmetine sunuyoruz.

-Tanıtım sorunu yaşıyor musunuz?

Aslında yanlış anlaşılıyoruz. Biz şimdiye kadar basının huzuruna nasıl çıktığımıza baktık. Bir balo düzenliyoruz. Oraya gelen basın bizim sadece balolarda yemek yediğimizi zannediyor. Oysa projeler yapılmıştır, bitmiştir; onun bağ bozumunu yapıyoruzdur. Bunun sorumlusu biziz. Artık toplumla bağ kuracağız, daha profesyonel yaklaşıyoruz. Bu ülkenin rotary’e çok ihtiyacı var. Mutlaka devlet politikasının içerisinde rotary’nin olması lazım.

Adapazarı’nda rotary çok iyi tanınır. Çünkü deprem bölgesinde harika işler yaptık. Bartın ve Diyarbakır’da çok iyi bilinir. Her kulüp bir sürü proje üretiyor. Bakın size ilginç bir tanesini aktarayım. Adana’da rotary kulübü bir park yaptı. Bir örneği İngiltere’de var. Başka yerde bulamazsınız. Görme özürlü bir çocuk özel bir giysi giydirilerek bir odaya sokuluyor. İçerdeki ışıklardan çocuk elini görüyor, vücudunu tanıyor. Bu olağanüstü bir şey. Ultraviyole ışınlarıyla, giydiği bir elbise sayesinde odanın içinde kendisini görüyor.

-2005 için ne tür projeleriniz olacak?

Bu yıl dünya barışına yönelik projeler ürettik. Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecinde 150 bin e-mail gönderdik. Konuyla ilgili 200 rotaryen görevlendirilip Türkiye’nin AB’ye girmesiyle Avrupa’nın neler kazanabileceği anlatıldı. Avrupa rotary kulüplerinde Türkiye lehine kamuoyu oluşması için çabaladık. Gençlik mübadele programları düzenleyeceğiz. Rusya Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov ile ABD Başkanı Ronald Reagan’ı Finlandiya’da ilk kez bir araya getiren bir rotary barış konferansıdır. Bu dünyanın şeklini değiştirmiştir. Bütün rotaryenlerin hayali dünya barışıdır.
 

Bir Mason isterse tabii ki istifa edebilir

Büyük Üstat Paşakay: "Ayrılmayı isteyen Masonik bilgiyle donatıldığı için o bilgiler onda kalır. Manevi yönden ayrılmak çok zordur ama dernekten istifa edilebilir".

* Localarda bulunan beyaz taş neyi ifade ediyor? -Biz yontulmamış insanlarız ve Mason olmaya yani kamil olmaya karar verdiğimizde yontulmaya başlarız. Bu taş da onun bir simgesidir.

* Locanın ortasında kutsal kitapların yanında yer alan üç ışık ne anlama geliyor peki? -Öncelikle "Işık doğudan yükselir" ifadesini doğru olarak kabul ediyoruz. Peki doğu nedir? Anadolu. Bizim Anadolu'muzdan gelen hümanist fikirler Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bektaş'ı kastediyorum, sayesinde oluşmuştur Masonluk. Ama onlar bu fikirleri sistematize etmişler. Üç ışığa gelince, üç sütundur o dikkat ederseniz. Bir tanesi güzellik, diğeri kuvvet, üçüncüsü ise akıl ve himmet sütunudur. Yani demek istediğim hayatta yapılacak işler önce tasarım gücüyle başlar, estetiğe ve güzelliğe mutlaka önem verilir ama her zaman akıl ve himmetle birleştirilerek ortaya çıkar.

HERKES SÖZ ALAMAZ
* Loca toplantılarında belli kurallar var mıdır? Yani yüksek sesle konuşulmayacak, küfür edilmeyecek gibi.
-Tabii ki. Her isteyen istediği anda söz alamaz. Küfür söz konusu bile değildir. Sigara, içki içilmez. Herkes belli bir düzende oturur. Her loca üyesi kendi toplantılarına mutlaka katılır. Büyük Üstat her locanın tabi üyesidir, istediğim loca toplantısına katılma hakkım vardır. Localar iki haftada bir toplanır, toplantılar yaklaşık 1.5 saat sürer. Sonra bildiğiniz gibi yemeğe geçilir ve en geç 23.00'te burası terk edilir.

111'İ TANIMAM
* Sizden bağımsız olan 111 isimli Masonik bir grup daha var. Onlar Allah'a inanma şartı aramıyor, kadınları da aralarına alıyorlar.
-Onları tanımlamak bana düşmez. Burada onlar hakkında hiçbir beyanda bulunamam. Ama şunu söyleyebilirim bizim o toplulukla uzaktan yakından resmi hiçbir ilişkimiz yoktur. Biz kurallara uyan, saygılı bir kuruluşuz.

* Bir Mason "Ben ayrılıyorum" diyebilir mi? -Tabii ki. İstifasını koyar ve ayrılır.

* Bu nasıl bir şey peki, yani Masonluk manevi bir durum, nasıl istifa edebilirler ki? -Evet o kişi Masonik bilgiyle donatıldığı için o bilgiler onda kalır, sorunuzu anlıyorum. Ama esas olan kişinin hür iradesiyle buradan ayrılabilme özgürlüğüdür.

* Masonluk bütün dünyada kan kaybediyor ama Türkiye'de size olan ilgide büyük artış var. Bunu neye bağlıyorsunuz? -Kendini sorgulama ihtiyacı, manevi değerlere dönüş diye düşünüyorum.

* Gençler arasında yaygın olması iş bulma ümidi ya da bir yere ait olma duygusu olabilir mi? - Onların da etkisi olabilir tabii.

* Beyaz Eldiven Derneği ne demek ve ne gibi faaliyetlerde bulunurlar? -Hemşirelerimizin, yani Mason eşlerinin kurduğu bir dernektir. Çeşitli yardım faaliyetleri yaparlar. Ama onun Masonik çalışmayla bir ilgisi yoktur. (
Sabah.1-4-2005)

 

REFAHYOL’DAN

SONRA

NE OLDU?

 

 

İsmail Müftüoğlu

 

Apo’nun kellesine karşılık uydu oluşum

 

O dönemde Safire ve Ecevit’in açıklamalarını yanyana getirdiğimizde, Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye tesliminin ABD ve İsrail ile yapılan pazarlık sonucu gerçekleştiği ortaya çıkmaktadır. Nitekim, 1999 yılı içinde, Kuzey Irak’ta uydu oluşum devreye alınmış, ondan sonra da Apo’nun kellesi Türkiye’ye teslim edilmiştir.

 

DSP+ANAP+MHP hükümeti dönemi, uzaktan kumandalı, dış politikada kıskaçta ve Amerikan borazancılığı yapılan bir dönemdir. Hem içte, hem de dışta bir nevi esaret politikası takip edilmiştir. Sn. Erbakan’a yaptıramadıklarını, bahis konusu hükümete adeta dikte ettirmişlerdir.

Kendi dönemi içinde Sn. Ecevit, Kuzey Irak’ta oluşturmaya çalışılan uydu devlet için açıklamalara zorlanmış ve bu zorlamalara boyun eğerek, 1999 yılında “Kuzey Irak’ta çağdaş bir devlet kuruluyor” açıklamasını yapmıştır. Tabii ki, her külfetin bir de nimeti olması gerekirdi. İşte Amerika nimet olarak, Ecevit hükümetine, Apo’yu teslim etmiştir. Nitekim, Apo’nun tesliminden iki gün sonra, “Apo’nun getirilmesinin ABD ile bir alış veriş sonucu olduğu”, 19 Şubat 1999 tarihli Milliyet gazetesindeki Sn. Başbakan Ecevit’in beyanatından anlaşılmıştır.

 

Apo: “Ben rolümü oynadım”

 

Bu alış verişin zaten bir de arka planı vardı. Zira, Ecevit’in 1999 yılı içinde yaptığı iki açıklamadan önce, Amerikan Yahudi lobisinin ünlü sözcüsü olan William Safire, The New York Times gazetesindeki “Kürt devletine giden yol” başlıklı yazısındaki açıklamaları haizi ehemmiyettir. Şöyle ki; William Safire bu yazısında aynen:

Türkiye’ye PKK’nın kellesi verilmeli ve karşılığında Kuzey Irak’ta kurulacak Kürt devletinin kabul edilmesi Türkiye’den istenmelidir.” demektedir. Anlaşılan odur ki, bu talebe icabet, bir nevi Sn. Ecevit’e nasip olmuştur. (!)

Gerek Safire’nin ve gerekse Ecevit’in açıklamalarını yanyana getirdiğimizde, Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye tesliminin ABD ve İsrail ile yapılan pazarlık sonucu gerçekleştiği ortaya çıkmaktadır.

Nitekim, 1999 yılı içinde, Kuzey Irak’ta uydu oluşum devreye alınmış, ondan sonra da Apo’nun kellesi Türkiye’ye teslim edilmiştir.

Bu pazarlığın diğer bir görüntüsü ise, Apo’nun Türkiye’ye gelirken yetkililere “ben rolümü oynadım” demesi, hakkında verilen idam hükmünün de infaz edilememesidir. Bu hal, Körfez Savaşı’ndan itibaren hükümet edenlerin bu pazarlıktan haberdar olduklarını göstermez mi?

Diğer önemli bir husus da, o dönemde ABD’nin Genelkurmay Başkanlığı makamında oturan Genelkurmay Başkanı Jhon Şhalı Kahvilli’nin huzurunda verilen gizli brifingte “PKK’nın görevi, Kürt Devletinin kuruluş süreci boyunca Türkiye’yi angaje tutmaktan ibarettir” tarzında açıklamalar olup, Jhon Shalı Kahvilli’nin bu açıklamalara ses çıkarmamış olmasıdır.

Bu zat Yahudidir. Bu açıklamalar sonucudur ki, İsrail köstebeklerini hareketlendirmiştir. Maalesef uydu oluşumun güney ayağını kurmakla görevli olan Yahudi kökenli bir Kürt lider, Türkiye’yi yönetenlerden bazılarınca, bu danışıklı dövüşün arkasına saklanarak, desteklenmiştir. Türkiye’yi o dönemde yönetenlerin bazıları bahis konusu komploya bilerek veya bilmeyerek yardımcı olmasaydı, hem Irak’ın toprak bütünlüğü sağlanılacak, hem de Kuzey Irak’taki uydu oluşum kurulamayacaktı.

54. hükümet sonrası Çekiç Güç operasyonları ile Kuzey Irak oluşumunun hızlandırıldığını görüyoruz. Bu gücün akıl almaz gayretleri ve İsrail ABD’nin yardımları ile bahis konusu uydu oluşumun kurulduğu söylenebilir.

Sn. Erbakan, dönemi içinde, Çekiç Güç’ün bu söz dinlemez, akıl almaz taşkın tavırlarını durdurmak için 11 maddeden ibaret Çekiç Gücü Düzenleme Tamiminin birimlere gönderildiğini daha önceki bir yazımızda yazmıştık.

Çekiç Güç’ün amacının Kuzey’deki uydu oluşumu kurmak olduğu cümlenin malumudur. Bu gücü Türkiye’ye davet edense, merhum Turgut Özal’dır. Sebepleri üzerinde durmak istemiyorum. Çünkü, ölenin arkasından konuşmak doğru değildir.

 

Masonlara talimat

 

Yahudi Lobisi, Kuzey Irak’ta böyle bir devletin kurulması için tüm ülkelerin masonlarına talimatlar yağdırmış, her nasılsa, peşmergelerin bazı subaylarımızca eğitime tabi tutulmasını, sağlamışlardır. Silahlandırılan malum kişilere Ankara’da diplomatik temsilciliklerin açılması imkanı verilmiş ve bazılarına kırmızı pasaport dahi verilmiştir. Diğer taraftan, Irak’la yapılan ticaret üzerinden Barzani’ye bir nevi haraç verilerek, milyonlarca dolar sahibi kılındığının, basında yazılıp, çizildiği bilinmektedir. Ayrıca, Kürt peşmergelere pasaport göstermeyi reddeden Türk görevlilerin tartaklandığı, geçmişte buna ses çıkarılmadığı gibi, çuval geçirme olayında da günün hükümeti olan AKP hükümeti ses çıkaramamıştır.

Türkiye’yi angaje tutmakla görevli olan Apo’yu yakalamak için giden Türk yetkililerin telefonlarla önlerinin kesilmesi neyin nesi idi? Bu talimatı verenler hakkında bugüne kadar hiçbir işlem yapılmamıştır.

O dönemlerde Ankara’ya gelen ABD’nin Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’in Ecevit’e “Saddam’ı devirip, Irak sorununu çözelim” dediği doğru mudur? Bu talebe karşı, o günkü hükümet yetkililerinin tavrının ne olduğu, hâlâ merak konusudur.

 

Türkiye yeniden ABD’nin yörüngesine giriyor

 

28 Şubat süreci sonrası, Türkiye’miz, yeniden ABD’nin yörüngesine girmiştir. Amerika’nın kıskacı altında, ülke yeniden şekillendirilmiştir.

Önce, Sn. Demirel parlamento teamüllerini alt üst ederek, Refah Partisi ile Doğruyol Partisinin meclis çoğunluğunu dağıtarak ve DYP’den istifaları sağlayarak hükümet kurma görevini Çiller’e değil, kendisi gibi Bilderberg (1990) toplantısına katılan Mesut Yılmaz’a vermiş ve hükümeti ona kurdurmuştur.

Hükümeti kuran Yılmaz’ın ilk işi temel eğitimi 5 yıldan 8 yıla çıkarmak olmuştur. Böylece siyaset sahnesinden silinmesine vesile olan İmam Hatip liselerinin orta kısmını teşkil eden bölümler kapatılmıştır.

Sn. Erbakan’ın söylemediği “İmam Hatipler bizim arka bahçemizdir” sözünü gündem konusu yaparak, Refah Partisi’ni yıpratma çalışmaları yapılmış ve bazı dinamik kuruluşlara mesajlar verilmiş oldu. Kendince “Türkiye’nin bir yıldır (ki RefahYol hükümetini kasdederek) yaşadığı İslam deneyimine son verdiğini” açıklayarak, dış güçleri bir nevi memnun etmiştir. Bu sakat ve esastan mahrum iddiaları, beyanları sebebiyle kurduğu hükümet uzun ömürlü olmamıştır. Daha sonra, yaptığı bu konuşmalar sebebiyle kendisi de, partisi de siyasetten silinmiştir.

Arkasından yine Bilderberg katılımcısı olan (1975) Ecevit’e hükümet kurma görevi verilmiştir. Bu hükümet üç ortaklı bir hükümettir. DSP+ANAP+MHP’den müteşekkildir.

Milli Gazete.7-4-2005.

Masonluğa ilk adım mı?

Lionslar "Masonluğun arka bahçesi" iddiasına hayır diyor ama çoğu Mason.

'Lions' İngilizce'de 'Aslanlar' demek. Kurucuları ise isimlerine ayrı anlam yüklemiş: Özgürlük ve anlayış ulusumuzun güvenliğidir.

 

Lions 'arka bahçe' mi?

BM'nin tanıdığı ilk sivil toplum örgütü Lions, üyelerine göre insanlara hizmet etmeye zaman ayırıyor. Ancak örgüt kimine göre Masonlar'ın 'arka bahçesi'.

Günümüzde Uluslararası Lions (International Lions) Birleşmiş Milletler'e (BM) de danışmanlık yapan dünyanın en büyük ve en etkili yardım organizasyonlarından biri olarak kabul ediliyor. Her ne kadar BM tarafından tanınan ilk sivil toplum örgütü olsa da Lions kimilerine göre Masonlar ve Rotaryenler ile birlikte gerçek amaçları kamuoyundan saklanan "şaibeli" bir örgüt. Veya Masonlar'ın "arka bahçesi" veya Siyonizm'in "sevimli yüzü." Peki bu söylenenlerin ne kadarı gerçek? Lion'lar, Leo'lar, Lioness'ler kimler? Hangi amaçlarla toplanıyor, neler yapıyorlar? Türk Lions'un bugün yaşayan en eski üyesi, eski Genel Yönetmeni 41 yıllık kıdemli Lion Suat Ballar'a göre Lions sadece ve sadece kendilerini insanlığın hizmetine adamış yardımsever gönüllülerin oluşturduğu bir birlik. Türk Lions'unun önemli isimlerinden Avukat Çetin Yıldırımakın da sanılanın aksine bir zenginler kulübü olmadıklarının altını çiziyor. "Biz insanlara hizmet etmek amacıyla bu işe zaman ayıran insanlarız" diyen Yıldırımakın şöyle devam ediyor: "Yaşadığımız çevrede yardıma ihtiyaç duyanlara hizmet ederiz. Asla cebimizden para çıkarıp vermeyiz. Yaptığımız iş kendi çevremizdeki olanakları harekete geçirmek. Örneğin bir okul yaptıracaksak aramızda para toplayıp okul yaptırmayız. Benim inşaat malzemesi satan arkadaşım vardır ondan rica ederim. Bir diğerinin marangoz tanıdığı vardır onu bu işe çeker. Sonuçta bizim harekete geçirmemizle okul yapılır."

LEO, LIONESS
Türk Lions'un 118-T Yönetim Çevresi Genel Yönetmeni Erim Erinç Dinç ise Lion'ların dilinde bu hizmetin adının "lionistik faaliyet"olduğunu söylüyor. "Aslında" diyor Dinç "gerçek lionistik faaliyetler bunlar da değil. Ülkemizin ekonomik koşulları nedeniyle bizler bu tür faaliyetleri öne çıkarıyoruz. Gerçek lionistik faaliyet ise örneğin gözü görmeyen birine kitap okumak ya da engelli birisinin koluna girip onu şehirde dolaştırmak." Suat Ballar'a göre topluma hizmet için bir araya gelen insanlardan oluşan Lions'un önemli bir özelliği daha var. O da üye olarak mümkün olduğunca her meslekten ve o mesleğin en önde gelenlerinden oluşan bir organizasyon yaratmak. Ancak bu seçimde kişilerin düzgün karakterli ve yardımsever bir kişiliğe sahip olması da önemli bir kriter. Henüz üye olmayan, yardımseverlik ruhunun aşılanmaya çalışıldığı gençlere ise Leo deniliyor. Kadın üyelerin adı ise Lioness. Topluma hizmet gibi ulvi bir amaçla hareket ettiklerini vurgulayan Lions'lar için kuşkusuz en en dikkat çekici şey Masonluğun arka bahçesi olarak suçlanmaları. Ancak ilerleyen bölümde vurgulanacağı gibi erkek üyelerin yüzde 30'unun Mason olduğu, ikisi hariç (ki onlar da kadın) başkanlarının tamamı Mason olan Lions'ta bu iddiayı çürütmek de zor.

NEVZAT ATAL - NAZLI GÜVEN

Aslan heykeli arayışı

Lion İngilizce Aslan anlamına geliyor. Pek çok yerde de Lions "Aslanlar" olarak çevriliyor. Kurucular Lions'a ayrı bir anlam daha yüklemişler. Lions İngilizce "Liberty Intelligence Our Nations Safety" kelimelerinin baş harflerinin birleşmesinden meydana geliyor. Anlamı ise "Özgürlük, Anlayış, Ulusumuzun Güvenliğidir." 1917'de Lions'un kuruluşu sırasında aslan başının ortak amblemleri olmasına karar veren Melvin Jones ve arkadaşları bir aslan heykeli önünde fotoğraf çektirmeye karar verir. Aranan aslan heykeli sonunda Chicago Sanat Enstitüsü'nün önünde bulunur. Tüm kurucular heykelin önünde toplanarak yandaki ünlü pozu verirler./Sabah.16-4-2005.