Mustafa ÖZCAN

 

Üç tarz-ı medrese

 

 

Bediüzzaman’ın yaşadığı dönemde geleneksel medreseler ihtiyaca kifayet etmez hale gelmişti. Aslında hepsi de bir ihtiyacı karşılıyordu, ama savdığı ihtiyaç sınırlı ve mahalli idi. Meselâ, Bediüzzaman’ın Medresetüzzehra düşüncesi, Ezher’in daha ziyade Afrika çapında hizmet görmesinden dolayı ortaya çıkmıştı. Fas’da Kureviyyun, Tunus’ta Camiü’z Zeytune ve Mısır’da Camiü’l Ezher İslâmî kimliği korumada etkili ve sömürgeciliğin manevî saldırılarını defetmekte faydalı olmuşlardı. Cezayir’de ise bir medrese çevresinden ziyade (Ezher çapında bir medrese olmadığı için) Cemiyeti Ulema (Sunusiler örneğinde olduğu gibi) etkili olmuş ve Fransız işgal güçlerinin manevî saldırılarına karşı göğsünü siper etmişti. Bir medreseye bağlı olmaksızın seyyar hizmet gören Cemiyeti Ulemanın hizmet tarzı Risâle-i Nurlarınkine benzetilebilir. Orada da camiler ve medreseler ya kapatılmış, ya kilise haline getirilmiş ya da ahıra dönüştürülmüştü. Aslında Ezher gibi camiler işgalciler nazarında ahırdan farksızdı. Meselâ İspanyollar Tunus’u işgal ettiklerinde atlarıyla birlikte Zeytune Üniversitesine girmişler ve atlarını burada bağlamışlardı. Aynı manevî hakareti Napolyon Bonapart hamlesi sırasında Fransız askerleri Ezher’e reva görmüşlerdi. Mısır Tanzimatı Mehmet Ali Paşa ile başlamıştı. Aslında Hurşit Paşa’ya karşı Ezher’in devrimini tersyüz eden Mehmet Ali Paşa şûrâyı dayalı bir sistem yerine, istibdat rejimini oturtmuştu. Devrimi çalmış ve onu karşı devrim haline getirmişti. Onunla birlikte eğitim sisteminde ikilik ve ikilem vücuda gelmişti. Camiiyet yerine tek yanlı bir eğilim belirmiş ve bu günümüze kadar bir çığır olarak devam etmişti. Ezher’in malî özerkliğini kaldırmış ve hakkı söyleyen ulemayı midesinden bağlayarak susturmuştur. Ondan sonra ikili sistem sürekli olarak Ezher aleyhine gelişmiş ve zamanla Ezher’in konumu marjinalleştirilmiştir. Bilâhare millî eğitim bakanlığına devredilmiş ve hecin hale getirilmiştir. Ezher’le birlikte cemiyet içinde dinin konumu da marjinalleşmiştir. Ayrıca Ezher’in genişliği ve büyüklüğü hantallaşmasına ve manevra kabiliyetini kaybetmesine yolaçmıştır. Mehmet Ali Paşa’dan bu yana Mısır’da baskın olan laik eğitim modeli olmuştur. Buna mukabil, İran devrimiyle birlikte durum tersyüz olmuş ama bu defa da denge tersinden bozulmuştur. Ağırlık dinî eğitime kaydırılmıştır. Makus olarak camiiyet yerine, yine tek yanlılık devam etmiştir. Olması gereken ise ikisinin izdivacıdır. *** Ezher bazı dönemlerde bünyesinde müsbet ilimlere yer vermişse de bazı dönemlerde ise bu vasfını yitirmiştir. Muhammed Abduh gibi ıslahçılar bu dengeyi sağlamaya çalışmışlarsa da zaman zaman kıvamı yakalamakta ve dengeyi bulmakta zorlanmışlardır. Muhammed Abduh döneminde çareyi eskiyi tekrar etmekte gören donuk ulema ile kayıtsız içtihad taraftarlığını dinsizliğe kadar götüren iki kutup ve eğilim vardır. Ortası nadiren bulunur. Bediüzzaman’ın Medresetüzzehra modeli ise gelenekle modernizmi bünyesinde buluşturmaya adamış bir modeldir. Medrese geleneği arasında bu modelin eşine az rastlanmaktadır. Meselâ küçük çapta da olsa bu modele uygun medreselerden birisi Reşid Rıza’nın yetiştiği Trablusşam’daki Hüseyin Cisr Efendi’nin kurduğu ve işlettiği El Medresetü’l Vataniyye el İslâmiye’dir. Hem şahsî kemalatında, hem de medresesinde Hüseyin Cisr Efendi modern ilimle, ananevî ilimleri buluşturmuştu. Ama bu model çok fazla inkişaf imkânı bulamamıştır. Cisr Efendi Batılıların fikrî ürünlerine muttali olmuş ve bunlarla İslâmî düşünceyi karşılaştırmış ve danesini samanından ayırmıştır. *** Bugün dünyada üç medrese modeli vardır. Bu modellerin hepsini birden kendinde cemeden ülke ise Hindistan’dır. İngiliz işgaline tepki olarak burada üç değişik modelde medrese kurulmuştur. Bunlardan birisi modernistlerin kıblesi olan Aligarh’dır. Bu model, geleneği modernizm içinde eritmeyi amaçlamıştır. Bundan dolayı akim kalmıştır. Sadece seçkinler/elit arasında kabul görmüştür. Buna mukabil, tam karşısında ise Diyobend Medresesi inşa edilmiştir. Hatırı sayılır hizmetler yapmasına rağmen bir yönü eksik kalmıştır. Geleneksel ağırlıklı eğitim verilmiş ve bu mânâda çağın gerektirdiği seviyeye ulaşamamıştır. Taliban hareketi bu geleneğin bir devamı olarak zuhur etmiştir. Şam’daki Fethü’l İslâm gibi medreseler bu ekole yakındır. Buna mukabil orta yolu temsil eden Medresetüzzehra modeline uygun aklî ve naklî ilimleri birarada okutan; modernizm ile otantizmi bünyesinde buluşturan tek ekol Lucknow’daki Nedvetü’l Ulema olmuştur. Ebu’l Hasan en Nedvi uzun zamanlar bu okulu idare etmiştir. İslâm gelenekten ibaret olmadığı gibi, modernizmden de ibaret değildir. Her iki anlayış da, indirgemeci ve müsadereci (ihtizal) ve basitleştirici anlayıştır. Doğrusu, iki tarafın güzelliklerini de buluşturmaktır. Yenilik sırf yeniliğinden dolayı makbul olmadığı gibi, kadim de kıdeminden dolayı kötü değildir. Onları iyi yapan ayırıcı vasıflarıdır. İşte Medresetüzzehra modeli bu ayırıcı vasıflar üzerine bina edilir. Cemalüddin Latiç’in Bosna için istediği numune medresenin mahiyeti de budur...

26.09.2003 –Yeni Asya.