MÜRETTİB

 

Allah dünyayı bir merdivenin basamakları gibi bir tertib,bir düzen,bir sistem içerisinde yaratmıştır.Bunu da hikmet ve terbiye ile yapmaktadır.

“Dünya dârü’l-hikmet, âhiret dârü’l-kudret olduğundan, dünyada Hakîm, Mürettib, Mürebbi gibi çok isimlerin iktizasıyle dünyada icad-ı eşya bir derece tedrici ve zaman ile olması hikmet-i Rabbaniyenin muktezasıyla olmuş.”[1]

Eğer tersi olmuş olsaydı,bu durumda hayatın tüm safhaları devre dışı kalmış olurdu.Çocukluk olmayacak,doğan kişi anında büyümüş olarak var olacak hatta doğurma olayı,çekirdek ve tohumların geçirdiği devreler olmayacaktı.Hayatta milyarlarca tecelli tek bir tecelli ile kayıtlı kalacaktı.Hikmet ile hakim isminin tecelli ve tezahürü gizli kalarak bilinmeyecek ve görünmeyecekti.Hakimsiz bir kudret vücuda gelecek ve getirecekti.Bu arkasından ilmi de devre dışı bırakacak..hakeza bir çok isim anlaşılmayacaktı.Esbab ve tedric devre dışı bırakılmış olacaktı.Diğer bir ifadeyle, Hz. Ademden kıyamete kadar ki geçecek olan devre ve gelişmeler,inkişaflar zuhur etmeyecekti.Farklı insanlar ve farklılıklar olmayacaktı.İnsan gibi altı günde yaratılan dünyada bir anda vücuda gelecek..bu arada Kemal ce Cemal zuhur etmeyecekti. Hastalık olmayacak ve tedavi ve ilaç kullanma devreleri gerçekleşmeyecekti.Zaman olmaksızın,çalışma da gerçekleşmeyecekti.

            Cenâb-ı Hak bu tertib ile aradaki aracıları da memnun ederken,farklı isimlerinin tecellisine de zemin hazırlanmış olmaktadır.

            Allah bir gün Hz.Azraile,görevini yaptığı esnada tereddüt edip etmediği bir durumun olup olmadığını hikmet lisanıyla soruyor.Herşeyi bilen Allah bununla kendi ilim ve düzen ve tertibini de Hz.Azraile ders vermeye çalışıyor.

            Hz.Azrail bir gemiyi batırdığında içinde bulunan hamile bir kadını doğacak olan sevimli çocuğuna şefkat ile suda öldürmeyip kendi haline bıraktığını söyler.

            Allah o kadının doğan çocuğunun kim olduğunu sorar.Bilmediğini söyleyen Azraile;

            -İşte o öldürmediğin kadının çocuğu Fir’avundu der.

            Hz.Musayı gönderen Allah,ona rakib olacak Fir’avunun da bu sıra gereği vücudunu irade etmiştir.

-Tarihi taberide Hz.Ademden Peygamberimize kadar geçen zaman;bir rivayete göre 6013 sene ve bazılar 5900 senedir,denilir.

Mürettib isminin gereği olarak bu aralarda kelamıyla hükmetmiş, peygamberleriyle tebliğ etmiş,kendisini anlattırmıştır.

-Allah her şeyi yerli yerine ve herkesi de yerine koymuştur.Yerine bakmak gerektir.Yerinde aramak lazımdır.

Aradığını bulamıyan ve bu hikmeti görmen kimse,aradığını yerinde aramamaktadır.

-Adamın biri ısrarla Hızırı görmek ister ve bir gün bir zata bana dua ette Hızırı göreyim,der.O adamda bak der;Hızır eline taşı alır böyle un gibi yapar deyip bunu yapıyor ve adam tamam diyor.Tekrar bak,Hızır böyle taşı alır,böyle un iyi yapar deyip yere de eğilerek gösteriyor.Oysa adam bir türlü anlamıyor.

Oysa aradığı karşısında.

Dünyaya gelib erken giden bazı insanlar,geç gidipde güç ve güçlükle yapılan şeylere nisbeten daha fazla kazanç sağlamış,kısa dönemde çok şeyleri bitirmiş olduklarını düşünmek gerek..Adeta dışarıdan lise imtihanlarını bir sene de bitiren kimseye karşı,öbürünün üç senede zor bitirmesi gibi…

Gelişimiz nasıl Mürettib isminin tertib ve düzenlemesiyle,bir zaman ve zaman ayarı çerçevesinde ise,gidişimizde öyledir.

Kendi isteğimizle gelmediğimiz gibi,kendi isteğimizle de gitmemekteyiz.

            Erken gelme olmadığı gibi,erken gitmede yoktur.

-Her şey noktayla başlar,noktayla noktalanır.Noktadan harf,kelime,cümle ve sonuçta kitap olur.O koca kitap iki noktadan oluşur.

Kâinat da rasulullahın iki noktasından oluşmaktadır.Zira o insanlığın başlangıcı,peygamberlerin sonuncusudur.

Hz.Ali;Kur’an besmelede,besmele be harfinde,be de altındaki noktada gizlidir,der.

Alemede bir kitap ve kitabın oluşumu açısından bakmak gerektir.

Mevlana'nın ifadesiyle, "Biz, saman gibi olan bu tabiat âlemiyle örtülmüş mana deryasıyız. Cismimiz, bizim ruhumuza perde ve nikab olmuştur"[2]

Âhiret ise tüm bu perdelerin açıldığı,her şeyin fâş olduğu gündür.

 

Mehmet   ÖZÇELİK

19-10-2005

 

 


 

[1] Şualar.38.

[2] Mevlana, Mesnevî, XII, 210.