Rahmetli Nazım Gökçek Ağabeyin Risale-i Nur Hakkında Mektubu-1
Rahmetli Nazım Gökçek

 

BİR LİSE TALEBESİNİN RİSALE-İ NUR HAKKINDAKİ FIKRASIDIR

Bismihî Sübhanehû

Ben dünya ve uhra hayatımın hakikatini ve mahiyetini Risale-i Nur’dan öğrendim. Bana ebedî saadet ve selamet yolunu, cadde-i Kur’âniyeyi, Risale-i Nur tesirli bir surette ders verdi.

Risale-i Nur bu zamanda en yüksek ve en parlak bir Kur’an tefsiridir. Gençliğimizi her yönden kurtaracak olan Kur’ân’ın hakikatlerini asrın idrakine uygun bir şekilde ders veren imanî ve İslâmî bir şaheserdir.

Bu itibarladır ki, Risale-i Nur’a olan minnet ve şükranlarımı merhum Üstadım Bediüzzaman’ın aziz ruhuna şöyle ithaf ediyorum:

Ey benim ruh binam, can evim, gönül yuvam, iman menbaım, irfanım, Nur mektebim...

Ey benim sebeb-i saadetim, medar-ı hayatım, rah-ı hidayetim, huzurum, sürurum, Risale-i Nur’um...

Ey benim kâinatımın güneşi, varlığımın ateşi, tende canım, canda cananım, Üstad-ı Necibim Efendim...

Ey benim değişmez ölçüm, bitmez hazinem, tükenmez definem, nurum, düsturum, şiarım, elmas kılıcım, İlâhî meş’alem...

Ey benim nur-u dîdem, sertacım, gönül başım, Nur mektebim, Risale-i Nur’um, sen benim her şeyimsin. Çünkü her şeyimi sendeki Kur’ân ve iman hakikatlerinden öğrendim. Hayatım, kâinatım, dünüm, günüm, yarınım...

Gören gözüm sensin, düşünen aklım sen, duyan gönlüm sen, çarpan kalbim sen, işiten kulağım sen, her şey ve her şeyim sensin. Derdim dermanını ve en büyük ilâcını, kalbim huzur ve sürurunu, gönlüm iman neşesini, ruhum rahını, aklım nurunu, fikrim yolunu ve arzum arzusunu sende bildi, sende buldu ve senden aldı.

Sen hayat kaynağısın, feyz ve ahenk menbaısın.

Ey tefsir-i Kur’ân, ey can damarım, şah damarım, nur sensin. Nurlu ağuşun annemin şefkatli sinesinden, senin mukaddes ocağın baba ocağından daha sıcak ve daha yakındır. Bana çünkü onlar hayat-ı maddiyemin vesilesi, sen ise kalp sarayımın, ruh binamın müessisi ve mimarısın.

Gözüm sensiz göremiyor, gönlüm sensiz duramıyor, ruhum sensiz edemiyor, sen ruhumun gıdası, emraz-ı kalbiyemin en keskin ilacısın. Bana kuvvet ve hareket, aşk ve hayat, zikir ve fikir, huzur ve sürur, soy ve boy veren sensin.

Seni bir dem olsun okumaz, okutmaz veya dinlemezsem, gözüm fersiz, kalbim dermansız, ruhum gıdasız ve aklım ilaçsız kalıyor. Gören gözüm görmez, işiten kulağım işitmez ve söyleyen dilim söylemez oluyor. Bütün benliğim, bütün varlığımı çılgın bir kasavet ve derin bir zulmet kaplıyor, damarlarımdan kanımın çekildiğini, dermanımın bittiğini, takatimin tükendiğini, kararımın bittiğini, dizimin çözüldüğünü hissediyorum. O vakit kendimi dünyanın en zayıf, en aciz, en kuvvetsiz ve en zavallı insanı hissediyorum. Düşünecek, konuşacak, yürüyecek kuvveti kendimde göremiyorum, bulamıyorum. Yorgun ve ölgün bakışların karşısında, bütün İlâhî hakikatlerin, kudsî hikmetlerin parlak nur yüzüne, donuk bir perdenin çekildiğini müşahede ediyorum.

Çünkü, sensiz hiçbir şeye ciddi bakamıyorum ve hiçbir şeyi ciddi göremiyorum. En leziz şeylerden dahi neşe alamıyorum. Çünkü sensiz lezzetler lezzetsiz ve neşeler neşesiz... Bütün fani zevkler sahte ve yalancı... Evet gerçek zevk sende, gerçek rahat sende, gerçek neşe ve nur yine sende, yine sende...

Ey Nur! Senden ayrılmak, annemden, babamdan ve öz canımdan ayrılmaktan daha zor ve daha çetindir. Çünkü onlardan ayrılmak ayrılık olmuyor. Netice, tatlı ve fani bir hasret. Fakat, senden ayrılmak gayrılığa inkılap ediyor. Netice, ebedî zillet ve hüsran...

Seni okumak, seni dinlemek, sana bakmak, seni düşünmek sana hizmet etmek, sana hizmet edenlere hizmet etmek bana hayat ve saadet verir. İmanıma hız, azmime kuvvet ve canıma can veriyor.

Evet, ey hayatımın hayat lambası Nur! Ey feyz-i Kur’an’daki gelen Nur! Bütün ruhumla, bütün mevcudiyetimle inanarak ve güvenerek diyorum ki:

Sen, akıllara nur, fikirlere istikamet, vicdanlara iz’an, kalplere mana, hislere hikmet, ruhlara inkişaf, huzur ve terakki, hayata hayat, saadet ve hareket veren bir ahenk menbaısın.

Sen, mecade dahi, hak ve hakikati, asliyet ve safiyetini, hakikat ve ulviyetini, hikmet ve dekaikini gayet ince bir mizan ve gayet mahir bir maharetle nakşeden, nesceden ve resmeden bir kudsî ölçüler nizamı ve İlâhî düsturlar manzumesisin.

Sen, parlak, nurlu, emsalsiz bir Kur’ân mucizesisin.

Sen, bir nur-u Kur’ân’sın ki, muzdarip, şaşkın beşeriyeti, içine düştüğü gaflet ve dalalet girdabından kurtarıyor, hidayet yolunu gösteriyor, hayatıma yön ve istikamet veriyorsun.

Sen, öyle bir tefsir-i Kur’ân’sın ki, sana sadıkâne yapışanları, gafletin derin kör kuyusundan, küfrün mülevves bataklığından ve zulmetin kahredici dipsiz adem kuyusundan çekip kurtarıyor ve ona temiz hulk-u hüviyet libasını giydirerek mukaddes ideallerin ulvî simasına ve sermedî âlemlerin nurlu ufuklarına yükseltiyorsun.

Çünkü, sana sahip olanlarda hırs ve hiddet zevale yüz tutar, zulmet ve şehvet erir, cehalet ve şekavet ateşi söner, tabiat duygusu yok olur, uykusu kalkar, kara ve çirkin, bozuk ve uyuşuk kanlar düzelir, nefes ve kalp işler, kan boruları birer mecra-yı Nur olur, hubb-u dünya ve meyl-i masiva kalmaz, ene ve ente gider, yetmiş bin diye söylenen perdeler kalkmaya ve varlığı dağı delinmeye başlar, “ircıî”den sesler gelir, vuslat yolu açılır, misk ve anber saçılır, “fedhulî fî ıbâdî” ile memur, “fedhulî cennetî” nişanıyla me’cur olur.

Sen, yepyeni canlı bir ruh ve taptaze, ulvî bir imanın, aşk, şevk ve heyecanı içerisinde yeniden doğuşun, ebedî uyarışın ve muhteşem şahlanışın ile şanlı ve canlı bir ifadesin.

Sen, varlık ülkesinde feveran eden bir ruhsun.

Sen, nurlu bir hayat iradesisin.

Sen, hakkın boğulmaz gür sesi ve hakikatin, sönmez şimşeğisin.

Sen, bütün kâinatı sukuttan, inhidam ve izmihlalden, felâket ve helâketten himaye ve vikaye eden kudsî bir sedd-i Kur’ânî ve nur-u imanîsin.

Sen, bir nur ve feyz, ilim, irfan ve hikmet menbaısın.

Sen, aşılmaz en son ufuk, kırılmaz kudsî ümit ve yenilmez İlâhî kuvvetsin.

Sen, ey nur! Ömrümün biricik sermayesi ve hayatımın en büyük ve en kudsî gayesisin.

Sen hilkatimin niçini ve hayatımın manasısın. Senin hüsnüne ayine, nuruna pervane olmak...

Evet ey Nur, ne büyük saadet...

Nazım Gökçek

(Ruhuna binler Fatiha...)

 

2005-04-22