Civciv çıkacak kuş çıkacak: Ayıp oluyor ama...

 

Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu, "Ermeni Soykırımı İddiaları ve Tarihsel Gerçekler" konulu bir konferansta Orhan Pamuk'u "kuluçkadaki yumurtaya" benzetmiş...

Halaçoğlu konuya ilişkin şu açıklamayı yapmış:

"Çeşitli ülkeler ve kuruluşlar bazı kişileri alıp daha sonra kullanmak üzere yetiştirir, öyle bir hale getirir ki ihtiyaç duyulduğunda piyasaya çıkarır. Zamanı geldiğinde yumurta çatlar. Civciv çıkar. O kişiyi sürekli destekler, ün sahibi yapar. Ve ileride istediğini söyletir."

Başkan'ın yaptığı bu benzetmeyi Zaman gazetesinden öğrendim. Gazete "Mesele daha iyi anlaşılsın" diye düşündüğünden olsa gerek Başkan'ın konuşmasındaki "yumurta" benzetmesinin "istihbarat dili"nde ne anlama geldiğini açıklamak için bir de çerçeve yazı yayımlamış. Buradan aktarıyorum:

"İstihbarat dilinde 'kuş yumurtası üretmek' şeklinde kullanılan deyim, bir ülke üzerinde uzun vadeli kullanılacak provokatörler için kullanılıyor. Buna göre bir ülke, bir başka ülke üzerinde yıllar sonra yapmak istediği uzun vadeli bir operasyon yürütüyor. Bu operasyon için çeşitli provokatörlere ihtiyacı var. 'En güvenilir provokatör kendi yetiştirdiğimizdir' ilkesiyle hareket eden bu ülke, yetenekli ama geleceği parlak olmayan, zayıf karakterli birisini buluyor. Buna yumurta deniyor. Keşfedilen bu genç, aşama aşama kendi mesleğinde yüceltiliyor. İhtiyaç duyacağı malzemeler sağlanıyor. İnsanlar, bu kişinin yazdığı eserleri büyük bir hayranlıkla okuyor. Böylece yumurtanın çatlayıp kuş olma vakti geliyor. Belirlenen zamanda bu kuş, radikal açıklamalar yaparak ülkeyi karıştırıyor."(!)

Biliyorum alıntı biraz uzun kaçtı ama değmedi mi? Böylece kısa günde "istihbarat" terminolojisine pek da vakıf olduğu anlaşılan Zaman gazetesinden nefis bir tarif alarak bayağı kârlı çıktık... Gazete (Zaman) bu yolda o kadar gayretli ki, TTK Başkanı Halaçoğlu'nun Orhan Pamuk için işin ayrıntılarına girmeden yaptığı "yumurta" benzetmesine -bir "tesadüf" eseri olarak!- bir "yazar örneği"nden hareketle açıklık kazandırıyor! Sanırsınız ki bütün "yumurtalar" öncelikle yazıp çizen insanlardan oluşmaktadır...

Evet, insana şaka gibi geliyor ama gerçek: TTK Başkanı Orhan Pamuk'u "kuluçkadaki yumurta"ya benzetiyor, Başkan'ın eksik bıraktığı noktaları da işi yazı-çizi olan Zaman gazetesi tamamlıyor... Elimizde artık dört dörtlük bir Orhan Pamuk tarifi vardır...

İsterseniz şimdi de elimizdeki bu tarifi izleyerek Orhan Pamuk'un "yumurtasını" nasıl "çatlattığı"nın hikayesini hatırlayalım:

Orhan Pamuk, çok genç yaşlarında (adını maalesef hatırlayamadığımız) "yabancı ülke" tarafından seçilmiş, "yetenekli ama geleceği parlak olmayan, zayıf karakterli bir kişi" olduğu için söz konusu ülke tarafından iyi bir "yumurta" olacağına karar verilmiş bir kişidir. Pamuk'un (Fatih Bey'in de ısrarla belirttiği gibi) elinden tutulmayınca adam olmayacağı daha ilk romanını noktaladığında belli olmuştur. Belli olmuştur, çünkü hiçbir yayınevi "geleceği parlak olmayan" Pamuk'un bu romanını yayımlamaya yanaşmamıştır. Fakat ne gam! Arkasındaki "yabancı ülke" bir punduna getirip ödül de kazandırdığı bu ilk romanın okuyucularla buluşmasını sağlamıştır. Pamuk'un bundan sonraki yazarlık serüvenin önü artık açılmıştır. Orhan Pamuk adlı bu "zayıf karakterli kişi" artık masasının başından kalkmamakta (daha doğrusu "kaldırılmamakta") (Fatih Bey'in de ısrarla belirttiği gibi) okurların satın alıp da iki sayfadan sonra kaldırıp attıkları romanlarını peş peşe yayımlayabilmektedir. Enterasan, hatta ibretlik bir durumdur; bu ülkenin sanki başka romancısı yokmuş gibi ülkede hemen herkes Orhan Pamuk'tan söz etmektedir. Romanlar hızla yabancı dillere de çevrilmeye başlanmıştır. Dünyanın ünlü gazeteleri kendisine yazı ısmarlamaya başlamış, hemen her ülkeden konferans davetleri almaya da başlamıştır. Evet, bu döllenmiş "yumurta"nın kuluçka dönemi giderek tamamlanmaktadır... "Yabancı ülke" (yoksa "ülkeler" mi?) epeyce yatırım yaptığı, Türkçe dersler almasını bile sağladığı bu genç adam için yaptığı yatırımlar için artık pişman değildir... Nasıl pişman olabilir; binbir zahmetle de olsa üretilen "yumurta"nın Nobel Edebiyat Ödülü bekleyenler arasında bile adı geçmeye başlamıştır..

Ve nihayet büyük gün: Türkiye'nin tam da "AB", "Kuzey Irak", "Kıbrıs" gibi ciddi meselelerle cebelleştiği bir dönemde "Ermeni meselesi"nin gündeme getirilmesinin zamanı nihayet gelmiştir. Peki bu işi kim "kaşıyacak", bu meselenin Türkiye ve dünya kamuoyunda daha geniş bir biçimde duyurulması için hangi "provokatör" seçilecektir? Tahmin ettiğiniz gibi "yabancı ülke"nin elinde henüz "yumurta"dan çıkma zamanı gelmemiş geleceğin başka "civciv" ya da "kuş"ları da vardır. Ama onlar için vakit henüz çok erkendir. Oysa bugüne kadar "ihtiyaç duyacağı malzemeler" sağlanmış bu "yetenekli ama geleceği parlak olmayan" üstelik "zayıf karakterli" bir yapıya sahip olan romancının borcunu ödemesinin günü gelmiştir...

Ve, "ve"si filan yok, gerisi romancının yaptığı o bildik açıklama ve bunun hemen ardından Sütçüler Kaymakamı'nın o fevkalade refleksi...

Biliyorsunuz; TBMM geçen gün kabul ettiği bir "bildiri" ile Ermenistan'a "tarihçileri tokuşturalım" önerisini götürdü. Ne dersiniz, "yumurta" teorisinin de bu işte bir rolü var mıdır acaba? /Kürşat Bumin/16-4-2005/Yeni Şafak

1 Milyon ermeniyi ve 30 bin kürdü öldürdüğümüzü söyleyen Orhan Pamuğa binlerde belgeden sadece biri....

HABER
İŞTE KATLİAM

Genelkurmay Başkanlığı arşivindeki 1915 tarihli belgeler, soykırım iddiaları peşinde koşan Ermenilerin Van çevresinde masum köylülere yaptıkları tüyler ürpertici vahşete tanıklık ediyor.
Belgelerde, Van'ın Özalp ve Saray ilçelerinde Ermeniler tarafından bazı kadınların hamileyken karınlarının deşildiğini, bazılarının çocukları ile tandırda yakıldığı, genç kızların tecavüz edilip öldürüldüğü, erkeklerin ise kurşun ve süngü ile katledildiği gözler önüne seriliyor. Genelkurmay Başkanlığı, Askeri Tarih ve Stratejik Etüt ve Denetleme Başkanlığı arşivlerinde bulunan 1914-1918 tarihleri arasındaki belgeleri, ''Arşiv Belgeleriyle Ermeni Faaliyetleri'' adıyla yayınladı.
Arşivde bulunan Özalp Kaymakamı Kemal'in imzasını taşıyan 4 Mart 1915 tarihli bir belge, Ermeni mezaliminin boyutlarını ortaya koyuyor. Söz konusu belgede, Ermenilerin Van'ın Özalp ilçesindeki Sarıköy'de yaptıkları katliamda 41 erkeğin süngü ve kurşunla, bazılarının da ''dövülerek, karnı yarılarak ve kesilerek'' öldürüldüğü belirtiliyor.
Kayıtta, köydeki İso'nun kızı Güllü'nün ''memesinin kesildiği'', İbo'nun eşi Silo'nun kızı Sülni'nin ''karnı yarılarak çocuğunun çıkarıldığı ve tandıra atıldığı'' ve çok sayıda kadına tecavüz edildiği bildiriliyor. Belgede, ayrıca Özalp ilçesinin Tepedam köyünde Ermenilerin erkeklerin büyük bölümünü süngü ile katlettikleri, kadınlara ise tecavüz ederek öldürdükleri kaydediliyor.
''KENDİ KIZINI
BOĞAZLAMAYA ZORLANDI''
Özalp Kaymakamı Kemal'in gerçek incelemeleri sonucu hazırladığı 15Mart 1915 tarihli bir başka belgede ise Saray'ın Yamanyurt köyünde Miha'nın eşi Fato'nun üç çocuğu ile boğazlandığı, Belecek'te Hanım Hatun'un ''Antranik adlı çete reisi tarafından tecavüz edildikten sonra beraberinde götürüldüğü'', Keçikayası köyünde Hacı Molla Sait'in''kendi kızını eliyle boğazlaması için zorlandığı ve her teklifte uzuvlarından biri kesilerek şehit edildiği'' bildiriliyor. Belgelerde ayrıca Saray ve Esedboyu camilerinin ahıra dönüştürüldüğü, birçok medrese öğrencilerinin Hıristiyanlığı kabul etmeye zorlandığı kaydediliyor.
''BABA VE ANNELER ÇOCUKLARININ ETİNİ YEMEYE ZORLANDI''
Bir başka belgede ise Özalp'in Boyaldı köyünde yaşanan ''insanlık dışı vahşet''e işaret ediliyor. Söz konusu belgede, Nezu Hatun'un tandırda yakılan iki torununun etini babasına ve annesine yedirmek üzere zorlandığı, bunu yapmak istememeleri üzerine öldürüldükleri, Nezu Hatun'un ise gördükleri karşısında aklını kaybettiği bildiriliyor.
Belgelerde, Ermeni çetecilerinin Osmanlı'nın darda kalacağı bir anı kollayarak çok önceden isyan planları yaptığını ortaya koyarken, Hınçakyan Komitesi Kilis Şubesi Başkanı Agop Basmaciyan'ın 9 Ocak 1913 tarihli Hatay Samandağı'nın Eriklikuyu köyündeki sözde Ermeni müfrezesine gönderdiği yazıda, ''...Türkiye'nin içine düştüğü bugünkü olağanüstü karışık durumu, Ermeni meselesinin siyasi gündemde yeniden söz konusu olması, zihinleri çok meşgul etmektedir. Biz Ermeniler, özellikle Hınçakyanlar, hazırlıklı ve uyanık bulunarak faaliyetlerimizi hızlandırmalıyız'' sözleri dikkati çekiyor. Basmaciyan'ın aynı gün Samandağı Yoğunoluk'taki müfrezeye gönderdiği yazıda ise ''Faal, becerikli ve sağlam öz yapılı arkadaşların katılmasıyla müfrezelerimizi çoğaltmalı ve takviye etmeliyiz. Kendinizi koruma konusundaki çalışmalarınız artmalı'' görüşüyle Ermeni planları gün yüzüne çıkıyor.
HALLAÇOĞLU'NDAN CEVAP
Öte yandan, bir basın toplantısı düzenleyen Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu, sözde Ermeni soykırımı iddialarıyla ilgili olarak, ''1.5 milyon safsatasını hâlâ dillerine dolayan insanlar konuyu siyasallaştırıyor. Siz 1.5 milyon insanın nereye gömülebileceğini düşünüyor musunuz? 300 kişilik mezara koysanız 5 bin toplu mezar yapar'' dedi. /Vakit.16-4-2005.