TECAVÜZ KURBANI IRAKLI KADINLARIN ÇIĞLIĞI:
ALLAH İÇİN BİZLERİ ÖLDÜRÜN!

Halkıma, Ramadi'nin, Halidiye'nin ve Felluce'nin insanlarına; erdem ve onurlarını kaybetmeyen tüm dünyadaki insanlara...

Bu size, Amerikan-siyonist hapishanesi Ebu Garib'ten kardeşiniz Nur'un mektubudur.

İnanın buradaki aşağılanmayı, sefaleti ve haysiyetsizliği size nasıl anlatacağımı, kelimelere nasıl dökeceğimi bilemiyorum.

Siz sıcak evlerinizde karınlarınızı doyurup sevdiklerinizle bir arada otururken bizim maruz kaldığımız aşağılanma ve çektiğimiz açlığı, sizler su içerken çektiğimiz susuzluğu, sizler derin uykuda iken Amerikalılar'ın bize yaşattığı uykusuz geceleri, sizler giyinikken bizim yaşadığımız çıplaklığı, bizi soyup önlerinde sıraya dizmelerini nasıl anlatabilir, nasıl kelimelere dökebilirim...

Ey kardeşlerim; kamyonlarınızı ve arabalarınızı Amerikan malları taşırken gördüğümüzde kalbimiz sıkışıyor. Çünkü o araçlar benim halkıma ve ülkeme ait.

Yüreğim kan ağlayarak şöyle diyorum: Allahım! Benim insanlarım, haysiyetlerini ve şereflerini bir avuç Amerikan Doları'na satmış. Yaşadıklarımızı ve kirletilen onurumuzu düşündükçe gözlerimden yaşlar boşanıyor.

Ey kardeşlerim;

Amerikalılar'ın elinde ne ızdıraplar çektiğimizi, neler acılar yaşadığımızı, Allah aşkına, nasıl anlatıp nasıl kelimelere dökeyim.

Kardeşlerim;

Allah'a yemin ederim ki, yaşadıklarımızı dile getirmekten acizim. Bundan ar ediyorum. Ama yine de kelimelere sığınarak size olanları anlatacağım. Amerikalılar'ın bizlere yaptığı haysiyetsizlikleri, çektirdiği eziyeti, işkenceyi ve aşağılanmaları elimden geldiğince anlatacağım...

Hayvani zevklerinin aracı olmadığımızda, kendimizi şehvetlerine teslim etmediğimizde bizi nasıl öldüresiye dövdüklerini ifade etmeme izin verin...

Siz ey bizim dini liderlerimiz olarak ortalarda tozup gezenler!

Amerikalılar'ın bize reva gördüğü bu cinsel ve hayvani eziyetler karşısında hâlâ nasıl oluyor da açık alınla ortalarda görünebiliyorsunuz?

Peygamber Efendimiz'in en değerli hazineniz buyurduğu haysiyet ve şerefinizi çiğnetmekten pek sıkılmış gibi görünmüyorsunuz.

Bizi ve kendinizi birkaç dolar kırıntısı karşılığında pazarlardaki köleler gibi Amerikalılar'a ve Siyonistler'e mi sattınız? Haysiyet ve şerefinizi ne çabuk kaybettiniz?

Allah'ın bizi sizlere bir emanet olarak verdiğini ne çabuk unuttunuz?

Hani bizleri koruyacak, besleyecek ve namusumuzu asla çiğnetmeyecektiniz? Ne oldu size, verdiğiniz söze?

Amerikalılar, Ebu Garib'te namusunuzu her gün ayaklar altına alıyor. Mektubumu okuyanları, Allah adına, Ebu Garib Hapishanesi'ndeki vahşiliklere dur demeye çağırıyorum. Buradaki insanlığa sığmayan işkenceleri durdurmak için sesinizi yükseltmeye davet ediyorum. Burada yapılanlar, Siyonistler'in hapishanelerde Filistinli gençlere ve kadınlara yaptıklarından daha berbat.

Orada fiziki işkence yapıyorlardı. Oysa burada her gün ırzımıza geçiyorlar. Vahşi, kana susamış hayvanlar gibi bedenlerimize saldırıyorlar. Avazımız çıktığı kadar çığlıklar atıyoruz ama kimsenin bizi duyduğu yok!

Eğer kalbinizde, ruhunuzda bir zerre insanlık, haysiyet, onur ve şeref varsa, birleşin ve bu hapishaneye saldırın. Gelin ve kurtarın bizi!

Elinize geçen bütün silahlarla bu hapishaneye saldırın! Hem onları hem de bizleri öldürün!!!

Biz çoktan ölüme razıyız. Burayı yerle bir edin!

Hepimizin karnında onların piçleri var! Çoğumuz hamileyiz! Biz dünden ölüme razıyız!

Size yalvarıyoruz; gelin ve kurtarın bizleri! Size, ailelerimize ve ülkemize daha fazla utanç vermemek için ölmek istiyoruz! Bizi öldürün! Size yalvarıyorum; Allah için bizleri, Amerikalılar'ı ve onların piçlerini öldürün!
Allah rızası için! Size yalvarıyoruz....
Bacınız Nur. (10 Nisan 2004)

Katliam, işkence ve toplu mezarlar

Cenk Kalesi'nde ve Kunduz-Şibirgan Cezaevi ekseninde binlerce esiri de onlar kurşuna dizmişti. Esirlerin bazıları açlıktan, susuzluktan ve havasızlıktan öldü. Ölmemek için birbirlerinin terini içti. Konteynerlardaki kurşun deliklerinden kan sızıyordu. Kunduz'da 8 bin kişi esir alındı. 500 kişi Cenk Kalesi'ne, 7 bin 500 kişi Şibirgan Cezaevi'ne nakledildi. Ancak cezaevine 3 bin 15 kişi geldi. Geri kalanlara ne oldu?

Katledilen esirler, şimdi Mezar'ı Şerif'in çevresinde açılan toplu mezarlarda. Görgü tanıkları, "ABD askerlerin esirlerin boyunlarını kırarak öldürdüğünü, üzerlerine asit döktüğünü, yüzlerce esirin çöle götürülüp ıssız bir yerde kurşuna dizildiğini, infaz emrinin bölgedeki ABD birliklerinin komutanı tarafından verildiğini" söyledi. Dünya sustu. BM bile soruşturma açamadı.

Guantanamo'da aynısını yaptılar. Ellerine parmaksız eldiven giydirilmiş, kelepçelenmiş, ayakları zincirli, ağızları, burunları ve kulakları kapalı, gözleri bağlı, görme, işitme, koklama ve dokunma güdüleri yok edilmiş esirler gördük. Suçları, vatandaşlıkları, kimlikleri ve gelecekleri olmayan... Her eylemin ulusal veya uluslararası hukukta bir karşılığı var. Hayvanların bile yasal hakları var. Bunlar ne?

Bu mektuptan sonra ne yazılabilir? Hangi söz, hangi cümle bir anlam ifade edebilir? Dünya, ABD ve İngiliz basınında birkaç resim yayınlanınca Irak'ta yaşananları dikkate aldı. Oysa yüzlerce resim, yüzlerce işkence, yüzlerce tecavüz, yüzlerce trajedi var. Bu resimler yeni değil. Ama kimse bunları yayınlamaya cesaret edemedi. Tecavüzlerle ilgili haberlere yoğun baskı uygulandı. Diplomatik misyonlar harekete geçirildi. İşkence ve tecavüz haberlerini okuyunca kaleme sarılıp böyle bir şey olmadığını kanıtlamaya çalışanlar: Hadi şimdi bir şeyler yazın! Irakta yaşananlarla ilgili Ebu Garip'ten yükselen çığlıktan daha net kanıt olabilir mi? Biz bu resimleri aylar önce gördük. Daha yüzlercesi var.



 

ikaragul@yenisafak.com

 

 

                                                          IRAK'TA BEYAZ LALE DRAMI

İnsanın insanlıktan çıktığı o dehşet anının resmi ile ilk olarak Ömer Seyfettin'in Beyaz Lale adlı öyküsünde karşılaşmıştım. Balkan Savaşı sonrası bölgeden çekilen Osmanlı askerinin yerine şehre inen Bulgar komitacıların yaptıkları zulmün tüyleri diken diken eden bu tasviri, çocuk aklımda derin izler bırakmıştı. Canlı canlı yakılmadan önce üst üste yığdıkları çıplak kadınlara tecavüz eden gözü dönmüş komitacıların, vahşetten tat alırcasına birbirine yaptıkları espri ve şakalar, bilinçaltıma yerleşmiş olan tüm tasnifleri yerle bir etmişti. Titreyen ellerimde artık sayfaları çevirecek dermanın kalmadığını hatırlıyorum. Öyle ya, "iyi" olarak sınıflandırdığım neşe ve kahkaha ile "kötü"yü tasvir eden eziyet ve acı aynı anda, aynı kişilerce nasıl yaşanabilir, nasıl bir araya getirebilirdi? İşkence, zulüm ve terörden habersiz değildim. Ama işkencecinin, zalimin ve teröristin suratında cehennemin kara ve soğuk damgasını taşıdığını, hayatında iyiliği tatmadığını sanırdım.

Öldürürken gülebilen, eziyet çektirirken kahkaha atabilenlerin gerçekten de var olduğunu çok sonraları öğrendim. Bunlara "hasta ruhlu" deniyordu. Suç işlemekten, başka insanları ezmekten zevk alıyorlardı. İnsan değillerdi belki, ama hayvan da olamazlardı. Ancak insanoğlu bu imkânı taşıyordu bünyesinde. Ancak insanoğlu, hemcinsinin temel haklarına tecavüz ederken, suç işlerken, kendi koyduğu kuralları çiğnerken bundan haz alabilirdi. Ancak insanoğlu, bunu yaparken kendini tanrı sanabilirdi.

Hafta sonu dünya kamuoyuna yansıyan iğrenç fotoğraflarla karşılaştığımda, bir anda Beyaz Lale aklıma geldi. İffetini ve aklığını, kendi yakın çevresinden bile saklayan ve sakınan bir narin çiçeğin kahkahalarla ayaklar altında çiğnendiği sahneyi yeniden yaşadım. Kafalarına yeşil çuval geçirilmiş çıplak bedenler üst üste tepeleme yığılmış. Bacaklar ve kollar birbirine karışmış. Bu bedenler Müslüman erkeklere ait. Müslüman. Namaz kılan, bu yüzden günde beş vakit nurla yıkanan bedenler. Müslüman. Kendi eşi dışında bırakın başka kadına, başka bir erkeğe bile değmemiş, dokunmamış.

Çıplak Müslüman erkekler. Üst üste tepelenmiş. Başlarında çuval. Yaşıyor mu, bayılmış mı, bilen yok.

Çıplak Müslüman erkekler. Üst üste tepelenmiş. Arkalarında bir kadın. Eğilmiş. Kolları, insan bedeninden oluşan tepenin içine girmiş sanki. Suratı gözüküyor. Daha da geride bıyıklı ve gözlüklü bir erkek asker. Kollarını kavuşturmuş. Bir avcı edasıyla poz veriyor.

İki asker. Biri erkek, biri kadın. İkisi de "hasta ruhlu". İkisi de poz vermiş. İkisi de sırıtıyor.

Bu fotoğrafı unutmayın. Bu fotoğraf silinmemeli hafızanızdan. Bu fotoğraf bir istisna değil, kural. Irak'ta insanlık dışı bir sindirme operasyonunun bilinçli bir şekilde izlendiğinin delili. İşkencenin bilinçli ve "yukarıdakilerin" izni ile yapıldığının ispatı. Hasta ruhlu insanlar ithal ediliyor bunun için. Aralarında kadın - erkek ayrımı yok. Muhtemelen kurbanlarını seçerken de böyle bir ayrımı gözetmiyorlar. Bunlar, yöntemlerini komutanlarının izni dâhilinde yaptıkları için, güvende hissediyor kendilerini. Suratlarında "yukarıdan" aldıkları o güvencenin rahatlığı okunuyor. Güle oynaya işkence ediyorlar. Üstelik bir de poz veriyorlar kameralara. O anı ölümsüzleştirmek için.

Zulüm, baskı, işkence ve kahkaha. Hepsi bir arada. Şer portresini tamamlamak için sadece "yukarıdakileri" de dâhil edin bu resme.

Zulüm, baskı ve işkence. Büyük Ortadoğu Projesi gibi şatafatlı isimlerle yerküreye adını kazıtmak isteyen yeni dünya düzeni mühendislerinin, eski düzeni yıkmak için yaptıkları ilk icraat.

Zulüm ve baskı. Dünya tarihinde gücü kaybedenlerin yegâne silahları.

Zulüm. Dünya tarihi bugüne kadar zulüm üzerine bir medeniyet inşa edildiğini yazmış değildir.

"Yeryüzünde gezip de bakmadılar mı ki, kendilerinden öncekilerin akıbetleri nice olmuştur? Onlar bunlardan çok daha kuvvetli idiler. Onlara ayetlerimizle bir peygamber geldiğinde, onlar bunların imar ettiğinin çok daha fazlasını yıkmış ve imar etmiş idiler. Allah onlara zulmetmedi. Onlar kendilerine zulmettiler." (Rum Suresi / 9)



 

mutku@yenisafak.com

14-05-2004.Yeni Şafak

 

 

 

 

 

 

 

 

"Amerikan askerleri bir kadına kocasının gözleri önünde tecavüz ettiler"

Amerikan askerleri tarafından bir gece ansızın götürüldüğü Ebu Ğıreyb'de üç ay kalan Bağdatlı İmtisal, askerlerin kadın mahkumları basından gizlemek için çaylarına uyku ilacı dahi koyduğunu söylüyor. İspanyol askerlerin Amerikan askerlerine göre çok insancıl olduğunu ifade eden İmtisal, Ebu Ğıreyb'de elleri buz kalıpları içinde bekletilen, kocasının gözleri önünde tecavüze uğrayan, işkenceden felç geçiren ve vücudu şişlerle dağlanan Iraklı kadınların bulunduğunu belirtiyor.

 

Güncel

  05.08.2004

  Haberi Arkadaşına Gönder!

 

 

 

 

 

 

Amerikan yönetimi, Irak'taki Ebu Ğıreyb Cezaevi'ndeki işkencenin sembolü kadın asker Lynndie England'ı yargılamaya başlarken Zaman, yaşananları, aynı hapishanede işkenceye şahit olan Iraklı kadın İmtisal El Hüseyni'den dinledi.

Amerikan askerleri tarafından bir gece ansızın götürüldüğü Ebu Ğıreyb'de üç ay kalan Bağdatlı İmtisal, askerlerin kadın mahkumları basından gizlemek için çaylarına uyku ilacı dahi koyduğunu söylüyor. İspanyol askerlerin Amerikan askerlerine göre çok insancıl olduğunu ifade eden İmtisal, Ebu Ğıreyb'de elleri buz kalıpları içinde bekletilen, kocasının gözleri önünde tecavüze uğrayan, işkenceden felç geçiren ve vücudu şişlerle dağlanan Iraklı kadınların bulunduğunu belirtiyor. 45 yaşındaki İmtisal, direnişçilere yardım ettikleri için tutuklanan Iraklı kadınların, Felluce'deki direnişçilerin ‘kadınları bırakırsanız çatışmayı keseriz' şartı ve Iraklı aşiret liderlerinin çağrısı üzerine serbest kaldığını anlatıyor. İmtisal, serbest bırakıldıktan sonra evine Amerikan aracıyla gitmeyi reddettiği için dört günlük çadır cezasına çarptırılmış. İmtisal'in ABD aracıyla evine gitmemesi de durumu değiştirmemiş. "Çıktığım günden beri komşularım, akrabalarım hatta kız kardeşim bile kapımı çalmadı. Bizim buralarda cezaevine düşen kadının kötü yola düştüğüne inanır herkes." diyen İmtisal, 3 aylık Ebu Ğıreyb işkencesinin devamını artık dışarıda yaşıyor.

Komşularından çekindiği için bizi evine kabul etmek istemeyen İmtisal ile bir zamanlar Bağdat'ın en güzel caddesi olan Ebu Navas üzerindeki Cihan Haber Ajansı bürosunda konuşuyoruz. Bir apartmanın son katında dört oğlu ve üç kızıyla kalan İmtisal, 26 Şubat gecesi gürültüyle uyanıp odanın ortasında 21 Amerikan askerini gördüğü anın dehşetini yeniden yaşıyor. Askerler, önce büyük oğlunun sonra da İmtisal'in başına bir çuval geçiriyor ve her ikisinin de elini arkadan bağlayarak evden çıkarıyor. Oğlu serbest bırakılıyor; ancak İmtisal tam üç ay sonra dönebiliyor evine. Ebu Ğıreyb'e götürülmeden önce bir zamanlar Saddam'a ait olan Sücud Sarayı'nda iki saat bekletilen, ardından Bağdat Havaalanı'nda altı gün boyunca sorguya çekilen İmtisal El Hüseyni, "Genç bir bayan asker ifademi aldı. Tercüman Iraklı bir Hıristiyan kadındı. Direnişçilere yardım ettiğim için tutuklandığım söylendi. İtirazım işe yaramadı." diyor. İmtisal, para karşılığı Amerikalılara casusluk yapan komşusunun ihbar ettiğinden kuşkulanıyor. Ebu Ğıreyb'in üst katında kadınların ve çocukların, alt katında ise erkeklerin kaldığını söyleyen İmtisal, "İspanyol askerleri nöbet tutuyorsa kendi aramızda sohbet edebiliyorduk. Ancak Amerikan askerlerinin buna bile tahammülü yoktu. Konuşanı ‘son hücre' diye bilinen odaya atıyorlardı. Oraya yemek getirilmiyordu ve hasta olsanız bile doktor çağrılmıyordu.'' diyor. Erkek askerlerin kadın askerlerden daha iyi davrandığı tespitini yapan İmtisal, koğuşun en sonunda yer aldığı için ‘son hücre' diye anılan odaya iki defa atılmış; ikisinde de çocuklara yemek vermesini bahane etmişler. Ebu Ğıreyb mağduru kadın, "On sekiz yaşın altındaki erkek çocukların ellerini bağlıyor, ayaklarına ağır zincirler takıyor ve bu şekilde deterjan çuvallarını taşımalarını istiyorlardı. Çocuklar yavaş hareket ettikçe ‘hızlı yürü!' diye bağırıyor, onların bu haliyle eğleniyorlardı." ifadesini kullanıyor.

Kadını, Dicle'nin üzerinde sallandırdılar

İmtisal, şahit olduğu işkenceleri şöyle anlatıyor: "Saddam'ın hizmetinde çalışan Sabah Mirza'nın karısını içeri almışlardı. Kocası Bağdat düşmeden önce emekliye ayrılmış, sonra da vefat etmişti. Buna rağmen karısının ellerini buz kalıpları içinde saatlerce beklettiler. Başka bir kadın da işkence gördüğü için felç geçirmişti. Amerikan askerlerinin saçlarını ellerine dolayarak çektiklerini anlatmıştı. El Azamiye Sarayı'nda tecavüze uğrayan iki kadınla daha konuştum. Kadınlar tecavüze uğramakla kalmayıp şişlerle dağlanmışlar. Vücutlarındaki izleri gördüm. Onlardan biri, vincin ucuna asılarak saatlerce Dicle Nehri üzerinde asılı tutuldu." İmtisal'in şahit olduğu en dramatik olay, komşularından bir kadının kocasının gözü önünde tecavüze uğraması olmuş: “Kocasının sesini duyuyordum, ‘Yapmayın, bu benim şerefim.' diye bağırıyordu.''

İşkence fotoğraflarının yayınlanmasının ardından Ebu Ğıreyb'e yabancı gazetecilerin geldiğini; ancak kadınlara ‘sakın sesinizi çıkarmayın' uyarısı yapıldığını söylüyor. “O gün çayımıza uyku ilacı kattılar; çünkü çay içen kadınlar uyumaya başladı. Gazeteciler, aşağıda erkeklerin yattığı katta duruyordu. ‘İçinizde Iraklı gazeteci var mı?' diye bağırdım. Biri ‘Biz seni duyuyoruz, ne söylemek istiyorsan söyle.' dedi. Ben de 'Bize yardım edin!' diye bağırdım." diyen İmtisal, daha sonra güneşin altındaki bir çadırda beş gün bekletilmiş.

ZAMAN

Felluce'de Amerikan Kâbusu   
 


 

Sayı: 519 | Erhan Başyurt - Murat Uçar –Aksiyon-22-11-2004


 

 


 

BAĞDAT- Amerika, Irak’ta ‘direnişin başkenti’ olarak adlandırılan Felluce’yi önce kuşatma altına aldı, ardından yoğun bombardımana başladı. 200 bin kişinin terk ettiği şehirde, 50 binden fazla sivil bulunuyor. Amerika’nın ‘direnişçi avı’nın, binlerce masum sivilin ölümüne sebep olmasından korkuluyor. Bağdat’ın Amiriye semtinde 6 kişilik ailesi ile birlikte yaşayan Ebu Kasım’ın evinde, iki haftadır sıra dışı bir kalabalık var. 62 yaşındaki Ebu Kasım, Amerikan askeri müdahalesi öncesi Felluce’den kaçan 51 hemşehrisine kapılarını açmış. Aslında ev bu kadar kalabalığı ağırlamak için müsait değil. Ama, gidecek başka yerleri olmayan bu insanları Ebu Kasım, büyük bir misafirperverlikle ağırlamaya çalışıyor. 51 kişinin çoğu çocuklardan oluşuyor. Evde kazanlarla pişirilen yemekler, bazen herkesi doyurmaya yeterli olmuyor. Ama, onları ve Ebu Kasım’ı üzen ne evdeki kalabalık ne de yetmeyen yemekler. Hepsinin aklı, Felluce’yi terk etmeyen veya edemeyen akraba ve komşularında.

ABD’nin “Hayalet Öfke” adını verdiği kuşatma ve operasyon başlamadan önce Felluce’yi terk eden 200 binden fazla sivilin çoğu Bağdat’taki yakınlarına sığınmış. 100 kişinin sığındığı evler bile var. Ancak onlar yine de şanslı denebilir. En azından içecek su ya da yiyecek ekmek bulmaları mümkün. Zaten Irak halkı, kendileri gibi işgalin ağır bedelini ödemek zorunda kalan bu mağdur insanlara ellerinden gelen yardımı yapmaktan geri durmuyor.

Bağdat’ta Sünni Ulemalar Heyeti’nin merkezi Ummul Kura Camii’nin bahçesi, Felluce’ye ve mağdurlara gönderilecek yardım malzemeleriyle dolu. Gıda ve giyim yardımı yapanlar Sünnilerle de sınırlı değil. Cami avlusuna elindeki yiyecek ve giyecek dolu poşeti bırakanlardan biri Hasan Imari. Iraklı bir Şii olan Imari, poşetteki çocuk elbiselerini gösteriyor: “Bu Necef’te ABD saldırısı sırasında ölen oğlumun giysileri.” Saldırıların ramazan ayında olduğuna dikkat çeken Imari, “Hiçbir Arap ülkesi, hiçbir İslam ülkesi bir şey demiyor.” diyerek şaşkınlığını dile getiriyor.

Ancak, bu yardımları, Felluce’de şehri terk edemeyen 50 binden fazla insana ulaştırma imkanı yok. Şehri kuşatan 12 bin ABD ve 3 bin Irak askeri giriş çıkışları tutmuş durumda. “Pencere kapandı.” diyerek, şehirdeki direniş yaşındaki bütün erkekleri tutuklayacaklarını belirtiyorlar. Bir taraftan hava bombardımanları yapan ABD ordusu, şehrin suyunu ve elektriğini de kestiği için Felluce’de tam bir insanlık dramı yaşanıyor. ABD, Nisan 2004’te de şehri kuşatmış, ancak insanî yardım malzemelerinin sivillere ulaştırılmasına izin vermişti. ABD o zaman 2 bin askerle Felluce’yi kuşatma altına almış, Necef’te de başlayan direniş üzerine anlaşmalı bir şekilde geri çekilmişti.

ABD bu kez, Felluce düşmeden operasyonu bitirmeye niyetli görünmüyor. Amerikan askerî çevreleri, Felluce operasyonunu “1945’teki Japonya’nın İwo Jima Adası saldırısından ve 1953 Kore Savaşı’ndan bu yana en büyük savaşımız.” olarak nitelendiriyor. “Hayalet Öfke” saldırısı, bu iki savaştan sonraki en büyük operasyon olabilir, ama Felluce’de farklı olarak “şehir savaşı” yapılıyor. Şehir savaşları, en zorlu savaşlar olarak kabul ediliyor. 1950’de 500 milyon insan şehirlerde yaşarken, bu rakam bugün 3 milyara yaklaşmış durumda. Dolayısıyla, savaş taktiği olarak da şehir savaşları artık daha fazla ön plana çıkıyor.

Şehrin yerleşim birimleri ve karmaşık sokak yapısı, direnişçiler için gizlenme imkanı sağlıyor. Askerî birlikler buna karşılık ağır hareket etmek zorunda kalıyor. Binalara veya sokak aralarına gizlenmiş direnişçiler karşısında açık hedef haline gelebiliyorlar. Vietnam’da Vietkong gerillaları nasıl ormanlık alanlara sığınıyorsa, Felluce’de yerleşim yerleri direnişçiler için orman vazifesi görüyor. Dahası, çok sayıda sivil vatandaş, bir nevi canlı kalkan haline geliyor. Bu da sivil katliamlarını artırıyor.

Felluce’den önceki en bilinen şehir savaşları, 1942’de Rusya Stalingrad’da, 1968’de Vietnam Hui’den, 1993’te Somali Mogadişu’da ve 1994’te Çeçenistan Grozni’de yaşandı. Mogadişu’da ABD, 18 komandosunu kaybetmişti. Ama, geniş çaplı bir savaş değildi bu. Stalingrad, şehir savaşlarının anası olarak kabul ediliyor. Ancak Alman ve Rus düzenli orduları arasında geçtiği için Felluce ile örtüşmüyor. Hui ve Grozni ise, Felluce’deki savaşla benzerlikler içeriyor. Her ikisinde de hava ve kara ateş gücü zayıf gerilla güçleriyle, sayıca ve silah donanımı çok güçlü düzenli birlikler karşı karşıya geldi. Sonuç, ağır bir şekilde yıkıma uğramış bir şehir ve hayatını kaybeden binlerce sivil olmuştu.

ABD’nin “Hayalet Öfke” operasyonu da, geride hayalet bir şehir bırakacak gibi görünüyor. Amerika, muhtemel asker kayıplarını azaltmak için sokak çatışmalarına girmek yerine, direnişçilerin varlığını tespit ettiği yerleri ağır bir bombardımandan geçiriyor. Direnişçilerin olabileceği kaygısıyla “camiler şehri” olarak bilinen Felluce’deki 120 caminin yarısını vurmuş durumdalar. ABD, şehre girişte ilk olarak hastaneyi ele geçirdi. Aslında, ibadethane ve hastanelerin vurulması, uluslararası savaş hukukuna aykırı. Ancak ABD, hesap sorulamamanın verdiği bir güçle pervasız davranıyor. ABD’nin, yine kullanımı yasak olan ‘misket bombaları’nı da kullandığı kaydediliyor.

ABD’nin 15 bin asker eşliğinde hava ve yer bombardımanlarıyla başlattığı operasyonun hedefi bin 200 ila 3 bin arasında değiştiği tahmin edilen direnişçileri yok etmek. ABD, El Kaide ile bağlantılı olduğunu düşündüğü Ebu Zerkavi’nin ve ona bağlı direnişçilerin Felluce’de üstlendiklerini düşünüyor. Zerkavi’nin Tevhid ve Cihad Örgütü, Irak’ta sayıları 200’ü bulan kaçırma ve rehinelerin başını kesme eylemlerinin de sorumlusu olarak kabul ediliyor. Ürdün asıllı olan Zerkavi’nin Irak’a, Kuzey Irak’taki Ensar el İslam’la temas kurarak geldiği iddia ediliyor. Zerkavi, FBI’ın en çok arananlar listesinde ve başına 25 milyon dolar ödül konulmuş durumda. Zerkavi’nin peşindeki ABD için Felluce’de sokakta kımıldayan her canlı birer hedef. Bu sebeple Felluce’deki halk, evlerinden veya bodrumlarından dışarı çıkmamayı tercih ediyor.

“6 gündür bodrumdayız”

Aksiyon’a, kuşatma altındaki Felluce’den uydu telefonu ile bilgi veren 26 yaşındaki Iraklı Visam Maliki, 6 gündür ailesiyle birlikte şehrin güney tarafındaki evinin bodrumunda hayatta kalmaya çalıştıklarını anlatıyor. Evdeki yiyeceklerin bitmek üzere olduğunu belirten Maliki, “Her an bir uçağın başımızın üzerine bomba bırakacağı ya da ev duvarının bir tank tarafından üzerimize yıkılacağı korkusuyla yaşıyoruz.” diyor. Gelişmeleri pili bitmekte olan bir radyodan takip etmeye çalıştığını belirten Maliki, Felluce’den gidecek bir yeri olmadığı için ayrılmadığını belirtiyor. Şehirde sokağa çıkmanın ölüm anlamına geldiğini ifade eden Maliki, komşularla bile haberleşemediklerini, onların durumlarını bilmediğini kaydediyor.

8 Kasım’daki Felluce operasyonun hazırlıkları iki hafta öncesinden başladı. Ancak, ABD seçimlerine menfi bir etki yapmaması için geciktirildi. Bush’un yeniden seçilmesini “savaşa destek” olarak yorumlayan yönetim, operasyonu Ramazan ayı, Kadir gecesi ve Bayram’a rağmen başlattı. Geçmişte, Müslümanlara saygı için Ramazan ayında saldırı yapmayan ABD, Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın seçimlerden sonra açıkladığı “Saldırgan dış politika devam edecek.” sözüne uygun seyir izliyor. ABD’nin hukuk ihlallerine ve sivil katliamlarına güçlü bir muhalefetin olmaması da, Beyaz Saray’daki yönetime hareket serbestisi sağlıyor. ABD açısından Felluce saldırısı bir yönüyle, direniş karşısında güç ve kararlılık göstergesi.

ABD aynı zamanda Felluce’de, bir nevi teknoloji şovu da yapıyor. Amerikan MSNBC kanalının verdiği bilgiye göre ABD’nin, Felluce operasyonuna 20 çeşit askerî hava aracı katılıyor. Bunun 10 tanesi F-16, F-18 ve AC-130 gibi sabit kanatlı saldırı uçakları. 7 tanesi predator uçakları gibi insansız keşif ve saldırı uçakları, 3 tanesi de Black Hawk ve Cobra tipi askerî savaş helikopterleri. ABD’nin hava operasyonunu, Felluce içlerine sızan 10 tane tim yönlendiriyor. Timler, direnişçilerin olduğu yerleri lazerle tespit ediyor, sonra da konumlarını tam olarak bombardıman için bildiriyor. ABD’nin Felluce kuşatmasına, 155 mm’lik Howitzer topları, zırhlı araçlar ve uzun menzilli silahlar da katılıyor.

ABD’nin kayıpları yüksek

Buna rağmen ABD Genelkurmay Başkanı Richard Myers’ın açıkladığına göre, Felluce operasyonunun ilk üç gününde 18 Amerikan deniz komandosu hayatını kaybetti, 172 tanesi de yaralandı. Çatışmalarda ölen Irak askerlerinin sayısı 5, yaralı Iraklı asker sayısı da 69. ABD, operasyonda öldürülen direnişçi sayısının ise 600 olduğunu açıklıyor. ABD saldırılarında ne kadar sivilin hayatını kaybettiği ise meçhul. Yoğun bombardımandan yıkılan çok sayıda bina ile birlikte binlerce sivilin hayatını kaybettiği tahmin ediliyor. Felluceliler, yaralılarını hastaneye götüremiyor. Zira, hastane de yok, tıbbi malzeme de... Dahası, sokağa çıkma izni de... Felluce halkı, ölülerini bahçelerine gömmek zorunda kalıyor. Şehirde kelimenin tam anlamıyla “sessiz” bir katliam yaşanıyor.

ABD’nin Felluce operasyonunun tek hedefi Musab el Zerkavi değil tabii. ABD, Irak’ta “direnişin sembolü” hâline gelen şehirde denetimi sağlayarak, Irak’ta kontrolü tamamen elde etmek istiyor. ABD, savaşın başından bu yana Felluce ve Ramadi’de şehrin kontrolünü üstlenememişti. Felluce operasyonu aslında adım adım geldi. ABD önce Necef’te Mukteda el Sadr liderliğindeki Şii direnişini bitirdi. Şiiler’in Bağdat’ın içerisindeki Sadr semtindeki direnişleri de aynı şekilde, anlaşmayla sona erdirildi. Ardından Sünni Üçgeni içerisinde yer alan Samarra’nın denetimini ele geçirdiler. Sıranın Felluce’ye geldiği bir yönüyle belliydi.

Felluce’nin kalbinde yer aldığı ‘Sünni Üçgeni’ ABD’nin Irak’ta kâbusu oldu. Ramazan ayının ilk iki haftasında, ABD ve koalisyon güçlerine saldırıların yüzde 25 arttığı ve günde ortalama 80’e ulaştığı kaydediliyor. Yapılan saldırıların yüzde 80’i, Bağdat, El Anbar, Selahaddin ve Ninova gibi Sünnilerin ağırlıklı olarak yaşadıkları eyaletlerdeki 18 şehirde gerçekleşmiş. ABD, Sünni Üçgeni’nde yoğunlaşan direnişi durdurabilmek için, başta Felluce olmak üzere tüm şehirlerde denetimi sağlamak istiyor. Böylece, ocak ayında ülke genelinde seçim yapılacak şekilde bütünlük de tesis edilmiş olacak.

Felluce’de direnişin bu derece güçlü olmasında tarihi ve güncel sebepler rol oynuyor. Fırat kenarında kurulu şehir, Amman ve Şam’ın güzergâhında. 1920’de İngilizlere karşı direnmiş. Saddam muhalifliğinin dahi güçlü olduğu bir şehir. Sünni din adamlarının yetiştiği, medreseler ve camiler şehri olarak biliniyor. Sünni Üçgeni’nin tamamı gibi, onlar da Irak’ta Saddam rejiminin iskeletini, ordu ve bürokrasinin esasını oluşturuyordu. Saddam rejimi yıkılıp ordu, polis ve Baas bağlantılı bürokrasi yok edilince, Irak’ta azınlık konumuna düştüler. Bu da tarihi arka planı ile birlikte direnişi besledi. Felluce’nin bir diğer avantajı da, labirenti andıran dar sokakları ve 300 bin nüfusu büyük oranda iki aşiretin oluşturması. Bütün bunlar, şehrin direniş gücünü ve kabiliyetini artıran etkiler yaptı.

Şehir düşse de direniş bitmiyor

Bu özelliklerine rağmen Felluce’nin, ABD’nin “asimetrik” üstün askerî gücü karşısında ne kadar direnebileceği belli değil. Hui ve Grozni örnekleri, direnişçilerin yer altından çıkıp düzenli savaşa yönelmeleri halinde ağır kayıplar verdiklerini ve birkaç hafta içerisinde pes ederek, şehri terk ettiklerini gösteriyor.

ABD, Hui’de 25 gün süren direnişte 500 küsur kayıp verirken, şehrin yarısı yok edilmişti. Benzer bir tablo, Rus ordusu tarafından Grozni’de de sergilendi. Şehir savaşları arasında sayılmasa da, şehir katliamları arasında kabul edilen 1982’deki Suriye’nin Hama katliamı da geride yıkılmış bir şehir ve çoğunluğu sivil binlerce ölü bırakmıştı. ABD’nin aşırı güç kullanımı sebebiyle Hama ile Felluce arasında benzerlik kuranlar da var.

Ancak, şu ana kadar yaşanan tecrübeler, direnişin sembolü şehirlerin düşmesinin, direnişi bitirmek anlamına gelmediğini gösteriyor. Vietnam’da Hui sonrası direniş devam ettiği gibi, Grozni sonrası Çeçenistan’da da direniş sürdü. Benzer bir seyir, İngiltere’nin Kuzey İrlanda’da IRA’nın elindeki kurtarılmış bölgeleri ele geçirmesi sonrasında da yaşandı. Gerillanın tekrar yer altına inmesi bazı zamanlarda, daha etkili saldırılar yapmasına da sebep oluyor.

Kaldı ki, direnişi yok etmek için Felluce’de yoğunlaştığında, ABD’ye karşı direniş saldırıları görülmemiş şekilde diğer şehirlere yayıldı. Bağdat, Ramadi, Bakuba, Samarra ve Beiji’de bombalı araçlarla saldırılar gerçekleşti. Çoğunluğu Irak askeri ve polisi 200’e yakın insan hayatını kaybetti. Musul’da, uzun bir aradan sonra direnişçiler yeniden sahneye çıktı. Irak’ta 138 bin asker bulunduran ABD, 12 bin askerini sadece Felluce’de toplayınca diğer bölgelerde güvenlik açıkları oluştu. ABD, Irak’taki asker sayısını, direniş beklemediği için en alt seviyede tutmuştu. Afganistan’da 20 bin askerin denetimi sağlamasından hareket edilmişti. Ancak, Irak’ta kalabalık nüfuslu şehirlerin sayısı daha fazla. Bu sebeple, tam denetim için, en az 400 bin askere ihtiyaç duyulduğu kaydediliyor.

ABD bu açığını, kendi yetiştirdiği asker ve polislerle kapatmaya çalışıyor. Ancak ABD’nin, direnişçilerle mücadelede Irak asker ve polisini de kullanması, Irak’ta iç çatışmayı da körüklüyor. Bağdat polis teşkilatında çalışan Haydar Cuburi, ülkedeki terör eylemlerinin bitmesini istediğini, ancak Felluce operasyonunun kabul edilemez olduğunu söylüyor. Operasyona Irak askerinin katılması sebebi ile direnişçilerin açık hedefi haline geldiklerini ifade eden Cuburi, “Eğer saldırılar devam ederse, can güvenliğim için bu işi bırakabilirim.” diyor. ABD açısından, yeni Irak polisi ve askerî açısından bir diğer sıkıntı da direnişçilerin Iraklı asker ve polislerin arasına sızarak bilgi toplamaları.

ABD, Felluce saldırısıyla direnişi azdırabileceği gibi, Irak halkında ABD karşıtlığını daha da körüklüyor. Hui ve Grozni’de olduğu gibi, şehir savaşlarında direnişçiler yenilse de, üstün gelen tarafın aşırı şiddete başvurması ve sivil kayıplarının fazlalığı düşmanlığı daha da besliyor. Lancetmedical Journal tarafından geçtiğimiz ay yayımlanan bir araştırma, Irak’ta ABD işgali ve sonrasında sanıldığı gibi 10 ila 30 bin arasında değil, 100 bin kadar sivilin hayatını kaybettiğini ortaya koyuyor. Irak’ta 1000 aile üzerinde, savaştan önceki 15 ay ve savaştan sonraki 18 ayı kapsayan ölüm ve doğum araştırması, çarpıcı bir gerçeği ortaya koyuyor. Irak’ta, ABD işgali öncesine göre ölüm riski iki buçuk kat artmış durumda. Yani, Irak halkı ABD işgali ile Saddam’dan daha güvensiz bir ortamda yaşıyor. Sivil kayıplar sanıldığının çok üstünde.

Nitekim, Sünni Ulemalar Heyeti Başkanı ülkedeki tüm muhalif grupları bir araya getirerek ortak bir baskı mekanizması kurmaya çalıştı. Felluce operasyonunun dördüncü gününde Bağdat’ta Ummul Kura Camii’nde bir araya gelen heyette, Hıristiyan temsilcilerle Şii Sadr Grubu’nun temsilcileri de yer aldı. Toplantıda, Felluce operasyonunun bir an önce durdurulmaması halinde, ABD karşıtı açıktan “genel cihad” ilân edileceği ifade edildi. El Dari’nin evi, açıklamalardan rahatsızlık duyan ABD askerleri tarafından bir gün sonra basıldı. El Dari ve Ulema Heyeti üyeleri toplantı sonrası garip bir şekilde ulaşılamaz hâle geldiler.

Felluce baskını ile ocak ayındaki genel seçimlerin güvenli olarak yapılabilmesini ve siyasi birliği hedefleyen ABD, bu konuda da beklediğinin aksi bir gelişme ile yüz yüze kalabilir. Felluce baskını sebebi ile, Iyad Allawi başkanlığında atanmışlar hükümeti içerisinde yer alan en büyük “Sünni” parti, Irak İslam Partisi hükümetten çekildi. Parti Genel Başkanı Muhsin Abdülhamit, Sanayi Bakanı olarak görev yapan Haşim el Hecani’yi hükümetten çektiğini açıkladı. Ocak seçimleri ile ilgili bir diğer gelişme de, Sünni Ulemalar Heyeti Üst Kurul Şûra Başkanı Mehdi el Semadai’nin seçimleri boykot çağrısı oldu. Irak nüfusunun üçte birini oluşturan Arap Sünniler, seçime gitmedikleri takdirde, ocak seçimleri olaysız ve hilesiz bile gerçekleşse temsil keyfiyeti tam olarak oluşmadığı için aslında bir anlam ifade etmeyecek.

Washington’daki Strateji ve Uluslararası Araştırmalar Merkezi’nin (CSİS) askeri stratej Anthony Cordesman da, “Askeri zafer kazanmak, hikâyenin bir parçasıdır. Vietnam’da olduğu gibi, Geçici Hükümet politik zaferi kazanamazsa, ABD’nin askerî zafer kazanması hiçbir anlam ifade etmez.” tespitinde bulunuyor. Felluce’deki savaşın, Irak anayasasının ve Irak’ta Sünnilerin de kabul edeceği federal siyasi yapının başlangıcı olduğunu savunan Cordesman, politik savaşın günler, haftalar değil, aylar süreceğini ifade ediyor.

Ya Zerkavi de yoksa!

ABD açısından askerî operasyonu başarısız kılacak unsurlardan bir diğeri de, Felluce “katliamının” sebebi olarak gösterilen Musab el Zerkavi’nin ele geçirilememesi olacak. ABD, Afganistan’a Üsame bin Ladin, yardımcısı Eymen el Zevahiri ve Molla Ömer’i ele geçirmek için girmiş, ama hiçbirine ulaşmayı başaramamıştı. İki yılı aşkın süredir, bütün bu isimlerin nerede oldukları bilinmiyor. Ancak, yaptıkları yazılı ve görüntülü açıklamalar sebebiyle hayatta oldukları biliniyor. ABD, benzer başarısızlığı Felluce’de de gösterdiği takdirde, operasyona karşı halkın tepkisi daha da artacaktır.

Zaten Felluceli direnişçiler, Zerkavi’nin şehirlerinde olmadığını, ABD’nin şehre girmek için bu bahaneye başvurduğunu iddia ediyorlardı. ABD, şehri kuşattıktan sonra 15-45 yaş arası erkeklerin tamamını tutuklayacağını açıklamıştı. ABD askerlerinin işkenceleri ile dünyaya adını duyuran Ebu Garip Cezaevi, Felluce şehrinin girişinde yer alıyor. ABD’nin bu açıklamaları, “Gideceği yeri olmayan insanlar üzerinde, ölümden başka açık kapı bırakmıyor.” şeklinde yorumlanmıştı. Felluce’nin özellikle güney bölgelerinde şiddetli çatışmaların yaşandığını belirten direnişçilere yakın kaynaklar, ABD’nin kayıplarını az gösterdiğini, kendilerinin de şu ana kadar 600 kayıp vermediklerini söylüyor. Direnişçiler, 15-45 yaş arasında öldürülen sivil erkeklerin de direnişçi gösterildiğini iddia ediyor.

Felluce’de kabusa dönen ABD müdahelesinin ne zaman biteceğini bugünden kestirmek mümkün değil. Bağdat’ta yakınlarına sığınan insanların evlerine kısa sürede dönemeyecekleri ve Felluce’deki 50 bini aşkın insanın ramazandan sonra bayramı da burukluk ve acı içinde geçirmek zorunda kalacakları belli. Ancak, Felluce düşse de Irak’ta direnişin bitmeyeceği artık açıkça görülüyor. “Hayalet Öfke” operasyonu başarısızlıkla biterse, bu kez ABD’nin planlarının üzerine Felluce kâbusu çökecek gibi gözüküyor.

 

 


 


ABD NAPALM KULLANIYOR

 

 

 

 

 

 

 

İşte insanlığın öldüğü an!..
16.11.2004, 10:08

 

Irak'ın Felluce kentinde operasyon düzenleyen Amerikan deniz piyadelerine mensup bir asker, bir camideki ağır yaralı ve silahsız Iraklıyı televizyon kameralarının önünde başından vurarak öldürdü. Pentagon söz konusu asker hakkında soruşturma başlatıldığını açıkladı.

 


 


 

Olay, Amerikan televizyonlarının çoğunda birinci haber olarak gösterilirken, ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) söz konusu asker hakkında soruşturma başlatıldığını bildirdi. Felluce'de operasyon düzenleyen deniz piyadeleriyle birlikte bölgede bulunan NBC televizyonu muhabirine göre olay şöyle gelişti:

"Operasyonun cuma günkü bölümünde, Amerikan deniz piyadelerine bağlı bir grup asker, Felluce'deki bir camide direnişçilerle çatışmaya girdi. Çatışmada, 10 Iraklı olay yerinde öldürüldü, 5'i yaralandı.

Söz konusu birlik, yaralı Iraklıları, daha sonra başka bir grup asker tarafından teslim alınmak üzere camide bıraktı, ancak yaralı Iraklıları almaya kimse gelmedi.

Bu olaydan bir gün sonra, ikinci bir deniz piyadesi birliği, ilk olayın olduğu camiyi yeniden bastı ve zaten yaralı olan 5 Iraklıdan 4'ünü uzaktan ateş ederek vurdu.

O sırada içeri giren bir Amerikan deniz piyadesi, ağır yaralı ve silahsız Iraklılardan birinin kıpırdadığını gördü. Bunun üzerine asker, "Ölüyor numarası yapıyor!" diyerek, ağır yaralı Iraklıyı tek kurşunla başından vurdu."

Uzmanlar, ilk çatışmada yaralandıktan sonra etkisiz kalan 5 Iraklının savaş esiri muamelesi görmesi gerektiğini ancak bunun yapılmadığını söylediler.