BEDİÜZZAMAN NEDEN SAKAL BIRAK MADI   ?

 

            Hadisde:”Ümmetimin fesada gittiği bir zamanda kim benim sünnetime sarılırsa (onu devam ettirirse) ona yüz şehidin ecir ve sevabı vardır.”buyurulur.

            Sünnetin en küçük bir adabına dahi riayet etmek büyük bir sevabı gerektirmektedir.Bediüzzamanın ifadesiyle bu da;Gemilerdeki istikameti gösteren bir pusula mesabesindedir.

            Kur’andan sonra sünnetin esasları gelir.Sünnet konusunda ne kadar söylenilse az kalır.

            Sakal sünnettir.Bu herkes tarafından kabul edilmektedir.

            Bir asırlık hayatı sıkıntı ve hapishanelerde geçen Bediüzzaman hazretleri,dini yaşama konusunda kimsenin en küçük bir tenkide dahi bulunamıyacağı bir zühd,takva ve ameli Salih içerisinde yaşamış,şimdiye kadar gelmiş büyük zatlar içerisinde eşine az rastlanan nadir şahsiyetlerdendir.

            Sürekli mahkeme mahkeme sürülmüş,her türlü zulme maruz kalmış, saçına, sakalına,giyim kuşamına ilişilmiştir.

            Sakalı bırakmak sünnet,kesmek ise haramdır.Bediüzzaman hazretleri aslında sünneti işlememiş değil,haramdan kaçmıştır.

            Kendisinin ifadesiyle böyle kesme gibi bir hale maruz kalması halinde kahrolacaktım,demektedir.Ancak 28 senelik çektiği zulmü evlenme ve sakal sünnetinin terkine kefaret olmasını da bedel olarak göstermiştir.

            Nakşibendi şeyhlerinden mümtaz şahsiyet Salih Efendi:”Bediüzzaman hazretleri,bu derece azami zühd ve takva derecesinde yaşayan bir zat olduğu halde,ne diye mühim bir sünneti seniyye olan sakalı terk etmiş?”diye soranlara Salih Efendi:

“O zat,velayet dürbüni ile,istikbalde başına gelecek hadiseleri gördü.O sünnetin kesilip,hakarete uğramaması için öyle yaptı.”diye cevab verirdi.”[1]

-Üstad Kastamonulu Feyzi ağabeye;Senin sakalın benim sakalım demiştir.Öyleki ne mahkeme de sakalı kesilmiştir ne de askerde.Komutan kendisine ortada görünmemesini söylemiş,sakalını kesmemiştir. Hatta bir teftişte herkes sakalsız ve bıyıksız iken o siyah sakalıyla askerlerle beraber sıraya dizildiğinde teftişe gelen komutan da bir şey diyemeden o da gitmiştir.

            Eserlerinde:

“İstanbul ülemasının en büyüğü ve en müdakkiki ve çok zaman Müfti-yül Enam olan eski fetva emini, meşhur Ali Rıza Efendi; Birinci Şua İşarat-ı Kur'aniye ve Âyet-ül Kübra gibi risaleleri gördükten sonra, Risale-i Nur'un mühim bir talebesi olan Hâfız Emin'e demiş ki:

            "Bediüzzaman, şu zamanda din-i İslâma en büyük hizmet eylediğini ve eserlerinin tam doğru olduğunu; ve böyle bir zamanda, mahrumiyet içinde feragat-ı nefs edip yani dünyayı terkedip, böyle bir eser meydana getirmek hiç kimseye müyesser olmadığını ve her suretle şâyan-ı tebrik olduğunu ve Risale-i Nur müceddid-i din olduğunu ve Cenab-ı Hak onu muvaffak-un bilhayr eylesin, âmîn" diyerek; bazılarının sakal bırakmamaklığına itirazları münasebetiyle; Mevlâna Celaleddin-i Rumî'nin pederleri olan Sultan-ül Ülema'nın bir kıssası ile onu müdafaa edip, demiş:

            "Bu misillü, Bediüzzaman'ın dahi elbette bir içtihadı vardır. İtiraz edenler haksızdır. Ve Hoca Mustafa'ya emretmiş, "Söylediğimi yaz!"

            Bediüzzaman'a kemal-i hürmetle selâm ederim. Te'lifatınızın ikmaline hırz-ı can ile dua etmekteyim (yani, ruha nüsha olacak kadar kıymetdardır). Bazı ülema-üs sû'un tenkidine uğradığına müteessir olma. Zira yemişli ağaç taşlanır,kaziyesi meşhurdur. Mücahedatınıza devam buyurun. Cenab-ı Hak ve Feyyaz-ı Mutlak âcilen murad ve matlubunuza muvaffak-un bilhayr eylesin! Bâki Hakk'ın birliğine emanet olunuz.”Eski Fetva Emini Ali Rıza.[2]

            “Sakal mes'elesi ise: Bu bir sünnettir, hocalara mahsus değil. Bu millette yüzde doksan sakalsız olanların içinde küçükten beri sakalsız bulundum. Bu yirmi senedir bana resmî hücumlarda bazı arkadaşlarımın sakallarını kestirmeleriyle, benim sakal bırakmadığım bir hikmet, bir inayet-i İlahiye olduğunu isbat etti. Eğer sakal olsaydı traş edilseydi, Risale-i Nur'a büyük bir zarardı. Çünki ölecektim, dayanamayacaktım. Bazı âlimler "Sakalı traş etmek caiz değildir" demişler. Muradları sakalı bıraktıktan sonra traş etmek haramdır demektir. Yoksa hiç bırakmayan, bir sünneti terketmiş olur. Fakat bu zamanda, dehşetli pek çok günah-ı kebireden çekinmek için, bu terk-i sünnete mukabil, Risale-i Nur'un irşadıyla, yirmi sene haps-i münferid hükmünde işkenceli bir hayat geçirdik; inşâallah o sünnetin terkine bir keffarettir.”[3]

“Bundan yedi sene önce; kanunların çiğnendiği, beşer haklarının çarmıha gerildiği, hürriyetlerin hiçe sayıldığı, şahsî arzu ve ihtirasatın kanunlardan üstün tutulduğu bir devr-i rezilânede, Afyon Vilâyetinin Emirdağ kazasına seksenlik bir ihtiyar, bir din âlimi sürülüyor. Nüfus kütüğüne kaydettirilip burada ikamete mecbur ediliyor. Tek gayesi, Kur'ân-ı Kerîm'in ahkâmını tebliğ, insanları doğruya, iyiye ve namusluluğa sevketmek olan bir fikir adamı, nefyediliyor... Her cephesinde kan döktüğü kendi öz yurdunda, Engizisyon Mahkemelerinin dahi insan oğluna reva görmeyeceği zulme, işkencelere tâbi tutuluyor. Sakalına, bıyığına, kılık kıyafetine karışılıyor; jandarma dipçikleri altında ölüme mahkûm ediliyor.”[4]

Bediüzzaman Hazretleri bu zamanın Müceddidi ve müçtehididir,elbette herkesden ziyade onun da bu noktada bir fetvası ve görüşü vardır.Zira tüm hayatında istikameti takib etmiş,dinin en küçük bir meselesi karşısında dahi çekinmeden müdafaada bulunmuştur.

 

MEHMET   ÖZÇELİK

10-09-2005


 

[1] Hayatım-Hatıralarım. Sh.39 .Mehmet Kırkıncı.

 

[2] Kastamonu Lahikası.193-4,Tarihçe-i Hayat.308.

[3] Emirdağ Lahikası.1/48-9.

[4] Tarihçe-i Hayat.633.