Sessizliğin çığlığı

Dün, Mehmet Altan'ın 'Nedir bu sessizlik?' yazısını okuyunca bir tuhaf oldum. Bir itirafçının anılarından alıntılar yapmış Sabah yazarı. Devlet adına işlediği cinayetleri, itirafçı, ne kadar serinkanlı ifadelerle anlatmış olursa olsun, okuyanın yüreği yine de daralıyor. Hem böyle olayların geçtiği bir ülkede yaşadığınıza hayıflanıyorsunuz, hem de koyu sessizliğe...

PKK itirafçısı Abdülkadir Aygan'ın 'Acı Bir Susurluk Öyküsü' adıyla kitaplaşan anılarında yer verdiği bir 'eylemi' Mehmet Altan'dan okuyalım: "Murat Aslan isimli şahıs, Yenişehir semtinde, yani Diyarbakır Belediyesi civarından alınarak zorla sivil Toros arabaya bindirildi ve Jitem'e getirildi. Daha sonra Silopi Jitem İstihbarat Tim Komutanlığı'na götürüldü. Burada işkenceyle sorgulandıktan sonra Dicle Nehri'nin kenarındaki bir dereye götürüldü. Derede öldürülerek üzerine benzin döküldü ve yakıldı. Bu dere Körtük Köyü'nün karşısında bir dere idi.' / Bunları kim anlatıyor? / Abdülkadir Aygan... / Abdülkadir Aygan kim? / Jandarma İstihbarat Teşkilatı'nın yedi kişilik ilk kadrosunda yer alan eski bir PKK itirafçısı..."

Abdülkadir Aygan 'itiraf' için ağzını ilk açan kişi değil. Türkiye'nin Susurluk sürecini daha iyi anlamaya yarayacak başka 'itirafçılar' da çıktı. Ancak, ne hikmetse, kan ve heyecanı seven bizim medya, yaptıklarını fütursuzca anlatan, bunu yaparken yer ve isim de veren 'itirafçılar' ile ilgilenmemeyi yeğliyor.

Belki de, "Eski defterleri açmayalım, üzer" diye düşünülüyordur.

Türkiye'nin bugününü anlayabilmek için yakın geçmişi bilmek zorundayız. Son yıllarda 'idealize' edilerek sunuluyor o yaşananlar; oysa, devletin resmî raporlarına şöyle bir göz atıldığında bile, Aygan ve benzerlerinin yaptıkları, bütün çıplaklığıyla görülebiliyor.

Abdülkadir Aygan adı Başbakanlık Teftiş Kurulu başkanı Kutlu Savaş tarafından hazırlanan 'Susurluk Raporu'nda da geçiyor. O adın geçtiği bölümde, "Rapordaki 77, 78, 79, 80 numaralı sayfalar 'devlet sırrı' olduğu gerekçesiyle açıklanmamıştır" notu var. 75. sayfa da 'devlet sırrı' kapsamında. Biz bu ikisi arasındaki 'devlet sırrı' olmayan bir paragrafı okuyalım:

"Diyarbakır'a gittim. Bu arada Jitem çatısı altında illegal bir oluşuma gidildi. Diyarbakır ve çevresinde PKK ile ilişkili olduğundan şüphelendiğimiz hemen herkesi infaz etme yetkimiz vardı. Bu insanları yakalayıp suçu varsa tespit edip, adalete teslim etmek yerine fâili meçhul bir şekilde öldürmeyi bir yöntem olarak benimsemiştik. Bizden istenen buydu, bu tarzda tâlimat alıyorduk.

"Bu grup içersinde eski itirafçılardan Ali Ozansoy, Hüseyin Tilki, Abdulkadir Aygan, Hayrettin Toka, Recep Tiriz, Adil Timurtaş ve eski TİKKO'cu Fatih adındaki kişiler vardı. Antalya'da örgüt tarafından öldürülen Numan kod (Salahattin Görgülü) adındaki kişi bizim grubumuzun istihbaratçısıydı. Örgütle ilişkilidir tarzında bize gösterdiği ve getirdiği kişilerin hepsini değişik dönem ve zamanlarda infaz ettik. Bismil'de benzinci Talat, Diyarbakır Bismil yol kavşağında bir vatandaşı aynı gerekçelerle infaz ettik. Batman'da iki kişiyi; birini evinden, diğerini evin önünden alarak Batman Silvan arasında infaz ettik. Yine Hazro'da bir vatandaş infaz edildi. Bu çalışmalar beş ay sürdü. Yine o dönemde Salahattin Görgülü'nün verdiği istihbarat doğrultusunda bir şahsı Celil kod Aytekin Özel binbaşıyla Abdülkadir Aygan birlikte gidip infaz ettiler..."

Bunlar devletin resmî raporuna yansıyan bilgiler...

Bir başka tanığı o sırada Aktüel'de çalışan Necdet Açan cezaevinde bulup konuşturmuştu: İbrahim Babat... Açan'ın yazısından bir bölümü de beraberce okuyalım: "Öldürmeye yetkili itirafçı askerlerden oluşan Jitem grupları ölümü eğlence haline getirmişti. Her cinayet ve bombalama öncesinde, arkalarında hangi örgütün adını bırakacaklarına karar vermek için isim - şehir oyunu oynuyorlardı.

"Babat'ın anlatımı şöyle: 'Cem (Ersever), ben, Abdülkadir (Aygan), diğer itirafçılar oturur sohbet ederdik. Cem 'yarın iş var, hadi bir örgüt kuralım' derdi. İsim bulma yarışması başlardı. Biri 'Demir Yumruk' derdi, biri 'TİT' derdi, filan. Eylemden sonra arkamızda hangi örgütün imzasını bırakacağımıza böyle karar verirdik. Çok eğlenceli olurdu, çok gülerdik."

O zaman eğlenceli buldukları bu oyun, oyuna katılanların bir bölümünün hayatını kaybetmesi, bir bölümünün de cezaevine düşmesiyle farklı bir boyut kazandı. İbrahim Babat, cezaevinde görüştüğü gazeteci Necdet Açan'a bu durumdan bayağı yakınmış: "Bu devletin bana diyet borcu var. Ben devlet için bunca adam öldürdüm, kimse hesap sormadı. Bir eski PKK'lının bacağına iki kurşun sıktım diye 17 sene 6 ay ceza verdiler. Bu adalet mi?"

"Diyarbakır - Bismil yolu üzerinde öldürülen Zinar takma adlı bir PKK'lının üzerine bırakılan 'İslami Demiryumruk B' imzası infaz timinin yaratıcılıklarının en somut göstergesiydi. 1990'da Yeni Ülke gazetesini kundaklayıp yaktıktan sonra etrafa Hizbullah afişleri asmışlardı. 'Olay basına Hizbullah'ın işi olarak yansıyınca çok gülmüştük' diyor Babat." Bu da Aktüel'de yayımlanan aynı yazıdan…

"Kâtiller yakalanacak mı?" diye soruyor Mehmet Altan... 'Kâtiller' konuşup itiraf ediyor ve bir bölümü zaten öldü; soruyu farklı biçimde sormalıyız...

Yeni Şafak.Taha Kıvanç.08-02-2005.