İslam ümmeti arasındaki çatışmalar sırasında özel bir isim ortaya çıkar: ŞİA

 

Detaylı Resim

Ümmet içindeki mücadelelerde telaffuz edilmeye başlanan ve Arapça "taraftar" anlamına gelen "Şia" kelimesi daha sonra yalnızca "Ali yanlısı" anlamında kullanılmaya başlanır

21/9/2003

 

 

Hazreti Muhammed'in sağlığında, İslam ümmeti, tartışılmaz bir dini ve dünyevi otoritenin varlığında, bazı tekil ve bireysel çatışmaların dışında, kendi içinde toplumsal ve siyasal çatışmalar yaşamıyor, bu konulardaki ayrılıklar ise mevcudiyetlerini alttan alta sürdürmekle birlikte toplumsal ve siyasal görünürlük alanına çıkmıyorlardı. Aslında pek çok muhtemel çatışma odağını barındırıyordu ilk İslâm ümmeti. Göçebe Bedevilerle yerleşik Müslümanlar arasında, güçlü Emevi sülalesiyle yine güçlü Haşimi sülalesi arasında, İslâm'a önce bağlananlarla sonradan bağlananlar arasında ve nihayet İslâm / cahiliye dönemleri arasında biçim değiştirerek süren gerginlikler, Hz. Muhammed'in kurucu otoritesi altında gölgede kalıyorlardı.

Halife tartışması
Hz. Muhammed'in vefatı, bir rivayete göre Hicret'in onbirinci yılının Safer ayının yirmi sekizinci günü ve bir başka rivayete göre ise Rebiyülevvel ayının onikinci Pazartesi günü vefat etmiştir (İ.S 632). Tarih ne olursa olsun, böyle bir vefatın, İslâm tarihinin her bakımdan bir dönüm noktası olacağı açıktır. Ümmet, böyle bir ölüme tamamiyle hazırlıksız yakalanmıştır. Öyle ki Hz. Muhammed'in öldüğüne ve ölebileceğine uzun süre inanılmamış, hatta Hz. Ömer gibi önde gelen bir sahabe, O'nun öldüğünde bahis açanları ölümle tehdit ederek, "Musa bin İmran'ın kırk gün kavminden uzaklaşarak O'nun yanına gidişi gibi O da O'nun yanına gönderilmiştir. Allah'a and olsun ki, tekrar dönecek ve ona öldü diyenlerin ellerini ayaklarını kesecektir" demişti. Ümmetin derin bir travmayla karşılaştığı da hemen tüm kaynakların birleştiği bir husustur. Ümmet içinde ilk sert tartışmalar bu kayıptan sonra yaşanır. Hz. Ebubekir'in halifeliği tartışmasız gerçekleşmez. Hz. Ali'nin ümmetin önderi olması gerektiği de ilk olarak bu tartışmalar sırasında savunulur ve belkide erken bir çatışma, onun Ebubekir lehine feragatiyle önlenebilir.

'Azınlık çoğunluğa uysun'
Bir "Asr-ı Saadet" var mı idi? Sünniler bu soruya olumlu cevap verirler ve kısa da sürse, olduğunu kabul ederlerken Şiiler bu soruyu olumsuz cevap verir hiçbir zaman olmadığını düşünürler. Eğer vardıysa, bu dönem genel kabul edilenden de çok kısa sürmüş olmalıdır. Hz. Ebubekir de 634'te ölür, "Dört Halife" döneminin (ki Şiiler böyle bir dönem olduğunu kabul etmeyecektir) eceliyle ölen ilk ve tek halifesidir. Yerine, Mekke'nin iki büyük kabilesinden de olmayan Hz. Ömer geldi. Onun halifeliği de on yıl sonra, 644'te azatlı bir kölenin hançeriyle öldürülmesine kadar sürdü, bir farkla ki Ömer arkasında "şura" uygulamasını bırakmıştı. Hz. Ömer, Kureyş seçkinlerinden oluşan bu şuraya şöyle bir talimat vermişti: "Üç gün danışıp görüşün. Azınlık, çoğunluğa uysun. Size muhalefet edenlerin boynunu vurun." Konu artık kapanmıştı. İki büyük sülaleden Emevilerden olan Hz. Osman halife seçildi ve ümmet içi çatışmaların artık tamamen açık olarak sürdürüleceği yeni bir dönem başladı ve bir daha ümmet içi barışa asla geri dönülemeyecekti. Hz. Ali döneminde ümmet fiilen ikiye bölünmüş bir siyasi yönetimce yönetildi. Cemel Savaşı'nda 9 Aralık 656'da ilk kez Müslümanlar birbirleriyle savaştılar ve en az on bin müslüman öldü. Bunu Sıffın Savaşı izledi. Ümmet arasındaki köprüler artık neredeyse geri dönülemeyecek ölçüde atılmış bulunmaktadır. Bu mücadelelerde ortaya özel bir isime dönüşen bir kelime çıkar. Arapça "taraftar" anlamına gelen "Şia." Bu kelime daha sonra özelleşir ve yanlızca "Ali yanlısı" anlamında kullanılmaya başlanır.

Kerbela olayı, Şiiliğin temek özelliğinin belirleyicisi oldu
Hazreti Ali'nin 661 yılında bir Harici suikastine kurban gitmesinin ardından onun oğlu Hazreti Hasan'ın Muaviye'nin hilafetini kabul etmesiyle siyasal çatışma durulur gibi görünür. Hasan'ın öldürülüp Hazreti Hüseyin'in "Şia"nın başına geçmesi ve Muaviye'nin oğlu Yezid'i halefi ilan etmesiyle tekrar ve daha büyük bir, babadan oğula saltanat ilanına karşı tepkiyi görmek mümkündür. 10 Ekim 680 ise İslâm ümmeti içindeki en temel ayrımın artık onarılamayacak olduğunu ilan eden bir olaya şahit olunur. Yezid'e bağlı birlikler, Kerbela'da Hazreti Ali'nin oğlu ve Hazreti Muhammed'in torunu Hazreti Hüseyin'i, maiyetindekilerin pek çoğuyla birlikte şehit ederler. Şiilik belki de tarih sahnesinde kalımını artık bu olayın üzerinde biçimlendirecektir. İleride görülecektir ki bu olay, Şiiliğin pek çok temel özelliğinin belirleyicisi olacaktır.

Hz. Ali'yi şehit eden Hariciler kimlerdir?
657 yılının Haziran ayında, İslâm tarihinde Müslümanlar arasında cereyan edene ikinci savaş olan Sıffın Savaşı gerçekleşir. Bu savaşın tarafları, ümmetin büyük çoğunluğunun desteğini ve onayını almış olan Hazreti Ali ile Emevi sülalesinin lideri ve Hazreti Osman'ın Şam Valisi olarak atadığı Muaviye'dir. Sıffın Savaşı günlerce sürer. Nihayet 8/9 Temmuz 657'de gece sabaha bağlanırken Hazreti Ali'nin meşhur komutanı Malik bin Ester, Muaviye'nin askerlerini bozguna uğratır. Muaviye kaçmayı düşünürken Amr bin As devreye girer ve Muaviye askerlerinin mızraklarının ucuna Kur'an yapraklarını taktırarak Ali'nin ordusunda manevi bir etkilenme yaratır ve onları barış görüşmelerine davet eder. Önerisi şudur: Her iki taraf birer "hakem" seçecek, bu hakemler barış için görüşmeler yapacaktır. Hz. Ali, taraftarlarının baskısıyla hile olduğu açıkça belli olan bu öneriyi kabul eder. Ebu Musa el Eşari'yi kendi hakemi olarak tayin eder. Muaviye'nin hakemi ise öneri sahibi Amr bin As'tır. Varılan bu anlaşma, Hz. Ali'nin birliklerine bildirilirken bazı gruplar özellikle de Bedeviler (Arap göçebeleri), bu anlaşmaya itiraz ettiler ve "Hüküm yalnızca Allah'ındır" diyerek tartışmaya dinsel bir boyut de eklediler. Bu gruplar, Hz. Ali'nin ordusu Kufe'ye dönerken on iki bin kişiyle ayrıldılar ve Harura bölgesine çekildiler. Önce Muhakkimum, bazen Haruri ve nihayet de en kalıcı isimleriyle Harici (anlaşmanın dışında kalanlar anlamında) adıyla anılmaya başlandılar. Haricilik, çıkışını siyasi bir olaydan alsa da kısa sürede ve özellikle imanın koşulları konusunda dinsel bir farklılığa da dönüştü. Hariciler, hemen her konuda katı ve şiddete dayanan tutumlarıyla tanındılar. Bugün dünyada kayda değer bir varlıkları yoksa da bu aslında ismen böyledir. Tutumları ve düşüncelerinin önemli bir kısmı ise yaşamaktadır. İşte Hazreti Ali'yi, 661 yılının Ramazan ayının 19'uncu günü Kufe mescidinde şehit eden Abdurrahman bin Mülcem, bu Hariciler'den biridir.

 

Haber

: Reha ÇAMUROĞLU

 

Fotoğraf

: Burak KARA

 

Vatan-21-9-2003