SİYASETİN İKİ KURBANI HZ.HÜSEYİN VE HALLAC-I MANSUR

 

Siyasetin kurbanları yüzlercedir.Hz.Ali-den Hz.Hasan ve Hüseyine,Ahmed bin Hanbelden İmam-ı Âzam Ebu Hanifeye,İbni Sinadan İmam-ı Gazaliye,Hallac-ı Mansurdan Bediüzzaman ve zamanımıza kadar süregelmiştir.

Bu insanlar bunun bedelini canıyla ödemişler,kanlarıyla temizlenmişlerdir.

Bediüzzaman,dedesi Hz.Hasandan irsiyet almış olsa gerek ki,Hz.Hasanın eşi Ca’da binti Es’as onu bir çok defa zehirlemiş,çokça ibadette bulunan o zat Allahın izniyle kurtulmuştu.Ancak son zehir tesirini göstermişti.Son sözünde:”Benim anladığıma göre,Allahu Taala biz ehli beyte nübüvvet ile hilafeti cem etmeyecek.Lakin korkarım ki,Kufe süfehası (sefihleri) beni rahat bırakmayıp davaya kıyam ettirirler.”diyordu.

            Bediüzzamanda devlette gözü olmadığı halde 19 defa zehirlenmiş,meclisde tifo aşısı yapıyoruz diye yine zehirlenmiş ve vefatı anında da sol kolunun altında o zehir bir ur gibi kalmıştı.

Şu da bir gerçektir ki;Rasulullahtan bu yana devlet erkanının muvaffakiyeti,bir manevi lidere intisabı veya bir ulemaya mensubiyetiyle beraber onu yüceltmesi olarak süregelmiştir.

Yıkılışı ise,onun desteğini arkasından çekmesiyle çöküş başlamıştır.Bir çok örneklerinden biri olarak;

-Bediüzzamanın İspartadan Ankaraya girmesine müsaade edilmez.Vefatına yakın Şanlıurfaya gidecektir ve her tarafta aranıp,çıkışına müsaade edilmemektedir. Dönem Menderes dönemidir.Buna kızan Bediüzzaman;

-Menderes için;Gözümden düştün,kırıldın.Beni İnönüye rüşvet verdin,der.

Bediüzzaman Urfada vefat eder.Ve çok sürmez Menderes idam edilir.

Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin Peygamber Efendimizin ciğerparesi,ümmetin gözü ve gözdesidir.Hz.Ali ve Fatıma’nın başka çocukları da bulunduğu halde,ümmetçe bu ikisi bilinmekte ve onlara nazar edilmektedir.

            Çocukluklarından büyüklüklerine kadar hep mümtaz kişiliğe sahip kimselerdi.Mübarek dedeleriyle bineklik oynarlardı.Çünki hem binenler güzel,hem de binilen güzeldi.

            Ümmetin Seyyid ve Şerifleri onların silsilesiyle geldi,İslamiyete fıtri taraftarlık ve sahabet onların nesillerince sürdürüldü.

            Muaviye Hz.Hasan ve Hüseyine çokça ikramda bulunur ve onlara fazlasıyla maddi yardım yapardı.

            Hz.Hasan âdeta kardeşinin başına gelecekleri görmemek için ondan önce vefat etmişti.

            Hz.Hüseyin kendisini öldürecek olan Yezidle beraber Kostantiniyyeye tertiplenen gazaya katılmıştı.Ancak iş ne vakit ki,Yezidin veliahdlığının bey’at konusu devreye girmiş yani iş siyasete dökülmüşse işlerde o nisbette değişmişti.Çünki Hz.Hüseyin Yezidin veliahdlığına yanaşmayanlardandı.

Kaderin tecellisi;Muaviye hilafet hırsından 85 bin kişinin kanının akıtılmasına sebeb oluyor,oğlu Yezid devam ettiriyor,torunu II.Muaviye rızasıyla hilafetten çekiliyor.

Fitneler Cemal vak’asıyla fitillenmişti.

“Cemel vakası” Cevdet Paşa, “Kısas—ı Enbiyâ”sında Hazreti Ali’nin çatışmadan önce Talha ve Zübeyr’le görüşerek, “Mukateleye hazır olmuşsunuz amma huzur—ı Bâri’de bir özür ve sebep hazır ettiniz mi? Ben sizin din kardeşiniz değil miyim?” diye sorduktan sonra Talha’ya hitaben, “Kendi haremini hanesinde terk ile Resûllah’ın (s.a.v) haremini buraya getirip de onunla birlikte mukatele mi edeceksin?” demesi üzerine Talha’nın bu sözleri makul görerek nedâmet getirdiği kaydediliyor. Zübeyr’e de aynı şekilde hitab eden Hazreti Ali, neticede bu iki mühim şahsiyeti ikna etmişse de Cevdet Paşa’ya göre oğulları cenk üzerinde ısrar etmişlerdir.”[1]

İmâm-ı Süyûtî hazretleri (Târîh-ul-Hulefâ) kitâbında diyor ki:Hadîs-i şerîflerde, (Ümmetimin en merhametlisi Ebû Bekrdir.Allahü teâlânın emrlerini yapmakda en şiddetlisi Ömerdir.Hayâsı en çok olanı Osmândır. Ahkâm-ı islâmiyyedeki zorlukları en çok çözen Alîdir. Ümmetimin en emîni Ebû Ubeyde bin Cerrâhdır. Ümmetimin en zâhidi Ebû Zerdir. İbâdeti en çok olan Ebüdderdâdır. Ümmetimin en halîmi ve cömerdi

Mu’âviye bin Ebî Süfyândır) buyuruldu.”

“[Kısas-ı Enbiyâda, hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” ile harb edenlerin sayısının, Cemel, ya’nî deve vak’asında otuzbin olduğu yazılıdır. Sıffîn vak’asında, Hazret-i Alî ile harb edenlerin yüzyirmibin kişi olduğu bildirildi. Her ikisinde ölenlerin toplamı kırkbeşbin idi. Yukarıda bildirdiğimiz gibi, Abdüllah bin Sebe’ ismindeki yehûdî ve arkadaşları, müslimân görünerek, Eshâb-ı kirâm arasına fitne sokdular ve binlerce müslimânın şehîd olmasına sebeb oldular. Yehûdîlerin birçok Peygamberi dahî şehîd etdikleri Kur’ân-ı kerîmde bildirilmekdedir.]”

 

HZ.HÜSEYİN

” Peygamberimiz, bir gün, Mescid'inde hutbe irad ederken, Hz. Hasanla Hz. Hüseyin'in, kırmızı gömleklerini giyinmiş oldukları halde, iki tarafa baka baka kendisine doğru yavaş yavaş yürüyüp geldiklerini' görünce, hutbesini kesti. Minberden indi. Onları, Önüne oturttuktan sonra: (yüce Allah, ne kadar doğru buyurmuş!) diyerek (Mallarınız ve evladlarmız, sizin için, hiç şüphesiz, bir imtihan, bir belâ ve mihnettir...” [2]

Hz.Ali derki:”Hasan göğüsten yukarı,Hüseyin göğüsden aşağısıyla Muhammede benzerdi.”

            Bu gün yanan ve yakan Irak,o günde bu ciğer parçalayıcı olaya sahne olmak üzere Hz.Hüseyini mıknatıs gibi çekmekteydi.O davet edilmişti ve her şeye rağmen gidecekti.Uyarılara aldırmadan…

”İbn-i Abbas, o gün akşam veya ertesi günü sabahleyin Hz. Hüseyin'in yanma tekrar gitti.

«Ey Amucamın oğlu! Sen, gitmekten vaz geçip bekleyecekmisin? Sen,durmayacak, gideceksen, ben söylemeden duramayacağım:

Senin bu yönelip gideceğin yerde helak olacağından, kökünün kazınacağından korkuyorum!Çünki, Iraklılar, gaddar, vefasız, sözlerinde durmaz bir kavmdır. Sakın, onlara yaklaşma. Sen, şu beldede otur.Çünki, sen, Hicaz halkının Seyyidi ve ulususun.

Eğer, Iraklılar, dedikleri gibi, seni istiyorlarsa, onlara yaz: düşmanlarını (valilerini) sürüp çıkarsınlar. Sonra, yanlarına git.

Eğer ille burada oturmayacak, oturmaktan kaçınacaksan, bari, Yemen diyarına git.Çünki, orada kaleler, vadiler var. Orası, enine, boyuna geniş bir topraktır.Hem, orada Babanın tarafdarları da vardır.Orada, münzevî bir hayata kavuşmuş, halktan ayrılıp bir köşeye çekilmiş de, olursun.Oradan halka yazılar yazar, dâvetcilerini her tarafa dağıtırsın.Böyle yaparsan, istediğin selâmet ve afiyetin sana vâsıl, böylelikle muradının hâsıl olacağını umarım!» dedi.

Hz. Hüseyin «Ey Amucamın oğlu! Vallahi, biliyorum ki: sen, şefkatli bir Öğütçüsün.Fakat, ne yapayım ki ben, bir kerre ayaklanmış, gitmek için de, derlenip toplanmış bulunuyorum.» dedi.

İbn-i Abbas «Eğer, mutlaka gideceksen, kadınlarını ve çocuklarını yanında götürme.

Vallahi, Osman b. Affan'm kadın ve çocuklarının gözleri önünde öldürüldüğü gibi, senin de, öldürüleceğinden korkuyor ve öylece öldürülmeyeceğinden emin bulunmayorum!» dedi.

Hz. Hüseyin «Ey Amucamm oğlu! Ben, çoluk çocuklarımla birlikte gitmekten başka bir şey düşünemiyorum.

Müslim b. Akil, Küfelilerin bana bey'at ve yardım hususunda birleştiklerini yazdı. Bunun üzerine, ben de, onların yanma gitmek üzre derlenip toplandım.» dedi. '

İbn-i Abbas «Onlar, seni harp için çağırıyorlardır. Gitmekte acele etme.

Babanın, kardeşinin Eshabı olduklarım söyleyen o kişiler, bir sabah, başlarındaki valileri ile birlikte gelip seninle çarpışacaklardır!

Sen, Mekke!den çıkacak olursan, İbn-i Ziyad, senin yola çıktığını haber alacak, sana mektup yazmış olanları ürkütüp başından dağıtacak, onlar, sana en azılı düşman kesileceklerdir!

Sanıyorum ki: sen, bir sabah, kadınlarının, kızlarının arasında Osman'ın Öldürüldüğü gibi, öldürüleceksin!. înnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn.» dedi.

Hz. Hüseyin «Ebül Abbas! Sen, artık iyice yaşlandın!» dedi.

İbn-i Abbas «Eğer, sen, beni ziyaret etmiş olsaydın, iki elimle basma (iği) sarılır, saçını yakalardım. Seni durduracağımı bilsem, böyle yapardım!» dedi ve ağladı.

Hz. Hüseyin «Vallahi, filan yerde şöyle şöyle öldürülmem için Mekke Hareminden çıkıp oraya gitmem, bana daha sevgili ve hayırlıdır!» dedi.

Bunun üzerine, İbn-i Abbas, Hz. Hüseyin'in üzerine düşmekten vaz geçti.

İbn-i Abbas, Hz. Hüseyin'in yanından çıkıp Abdullah b. Zübeyr'e uğradı. Ona «Ey Zübeyr'in oğlu! Hüseyin, gidiyor, gözün aydın!Hüseyin, Irak'a gidiyor, Hicazı sana boşaltıyor, bırakıyor!» dedi.”

-Hz. Hüseyin, Abdullah b. Zübeyr'e, halkın en ağır geleni idi. Çünki, halk, onu, Hüseyin'le bir tutmamakta idi. Hz. Hüseyin'in Mekke'den çıkıp gitmesi kadar onun hoşuna giden bir şey olmamıştır.

İbni Abbas gibi Abdullah bin Ömer de onu uyarmıştı.

Abdullah b. Ömer; Hz. Hüseyin'in Irak taraflarına doğru gitmek istediğini haber alınca, ona gönderdiği mektupta: yapmak istediği işin çok büyük olduğunu, kendisinin vurulup düşürüleceği yere götürülmek istenildiğini bildirdi: (Bana, Aişe, söyledi. O da, Resûlullâh Aleyhisselâmdan {Hüseyin, Babil toprağında öldürülecek!) buyurduğunu işitmişimdir, demişti» dedi.

Hz. Hüseyin,İbn-i Ömer.in bu mektubunu okuyunca, «Ben, elbette vurulup düşeceğim yere giderim!» dedi.

Abdullah b. Ömer, Hz. Hüseyin'in Irak'a doğru gittiğini haber alınca da, gidişinin ikinci gecesinde onunla buluştu.

Ona «Nereye gitmek istiyorsun?» diye sordu.

Hz. Hüseyin «Irak'a!» dedi.

Hz. Hüseyin'in yanında tomarlar ve mektuplar bulunuyordu.

İbn-i Ömer «Sakın, onların yanına gitme!» dedi.

Hz. Hüseyin «Bu, onların mektupları ve bana bey'atlarıdır.» dedi.

İbn-i Ömer «Şüphe yok ki, Allah, Peygamberini, dünya ile âhiret arasında muhayyer bıraktı. O da, âhireti tercih etti.

Siz de, Otodan bir parçasınızdır. Bunun için, hiç bir zaman dünyâya nail olamazsınız.

Allah, sizi, ancak, sizin için en hayırlı olana çevirir. Geri dönünüz!» dedi.

Hz. Hüseyin'in geri dönmeğe yanaşmadığım görünce, boynuna sarılıp onunla kucaklaştı ve vedâlaştı.

            Birçokları Hz.Hüseyinin Mekkeden ayrılıp kufeye gitmesine taraftar olmamış,daha şimdiden başına gelebilecekleri ifade etmişlerdir.

            Onca dönmesi için gönderilen mektublara aldırmayarak mukadder olan hedefe doğru yol alıyordu ve Mekke valisinin kendisine gönderilen mektubuna karşı bu sırrı kendisiyle beraber bir sır olarak mezara gideceğini bildiriyordu:

”En sonunda «Ben, bir rü'yâ gördüm. Rü'yamda Resûlullâh Aleyhisselâ-mı gördüm. Rü'yâda, ben, bir işi işlemekle emr olundum ki onu işlemek, benim için gerekleşmiş ve her şeyden önce olmuştur!

Ben, emr olunduğum şeyi, işlerim!» dedi. «Nedir o rü'yâ?» diye sorulunca, «Ben, onu kimseye söylemedim. Rab-bıma kavuşuncaya kadar da, söyleyici değilim!» dedi.

Gidişinin sebebini ise Kufelilere şöyle açıklıyordu:” «Ey insanlar! mazeretimi, önce, Allâh'ü teâlâ'ya, sonra da, size arz ederim.

Sizin gönderdiğiniz mektuplarınız, saldığınız Elçileriniz bana gelmedikçe, ben, buraya çıkıp gelmiş, değilim.

Siz: (Yanımıza gel! Bizim uyacağımız bir îmam ve Önderimiz yok.Ola ki, Allah, senin sayende, bizjeri doğru yolda toplar!) dediniz. Eğer, siz, bu sözünüzün üzerinde duruyorsanız ve bana sağlam and ve tatmin edici sözlerinizden de, söz veriyorsanız, sizinle birlikte şehrinize gelirim.

Şâyed, siz, böyle yapmazsanız ve şehre gelmemi istemiyorsanız, sizin yanınızdan ayrılır, geldiğim yere döner, giderim!» dedi. Sustular.Hz. Hüseyin'in sözlerine itiraz etmediler.

Hz.Hüseyin işareti almıştı:”Taff' ve Kerbelâ'ya gelince, Hürr ve adamları, Hz. Hüseyin'in önünde durarak onu ve arkadaşlarını durdurdular.

Hürr «in artık bu yere! Fırat nehri de, yakınındadır!» dedi. Hz. Hüseyin «Nedir bu yerin ismi?» diye sordu. cKerbelâ!» dediler. Hz. Hüseyin «Üzüntülü, tasalı, mihnetli ve belâlı yer!

Babam, Siffın'a giderken buraya uğramıştı. Ben de, yanmda idim. Durdu ve buranın neresi olduğunu sordu, ismi, kendisine haber verilince (Onların, hayvanlarından aşağı indirilecekleri yer, işte, burasıdır! Kanlarının döküleceği yer de, işte, burasıdır!) dedi.

Bunun ne demek olduğu kendisinden sorulunca da (Muhammed'in Ehli-i Beytinin yükleri, ağırlıkları işte, burada indirilecek!) demişti.» dedi.

Hz. Hüseyin, Kerbelâ'da ağırlıkların indirilmesini emr etti ve indirildi.

Kerbelâ'ya. Hicretin altmış birinci yılı Muharrem ayının başında çarşamba günü gelinip konulmuştu.”

Hz.Küseyinin kufe leşkerlerinin saldırısı sonucu etrafındaki çember gittikçe daralıyordu.3 yaşındaki oğlu Abdullaha atılan okla kucağında can verişine şahid oluyordu.

Çocukları,kardeşleri teker teker şehid ediliyor,başları koparılıyordu.Tam bir kerb-ü belâ idi.Son olarak Abbas bin Ali kalmış ve o da şehid edilmişti.

Çadırından çıkmış Fırattan su içecekti,” Eban b. Dârem oğullarından bir adam,ilk attığı ok ile onu damağından vurmuştu.Hz.Hüseyin oku çekerken de şunu demişti:” Hz. Hüseyin «Ey Allah'ım! Sen de, onu, susuz bırak!» dedi.

Neticemi:” Yemin edilerek denildiğine göre: çok geçmeden, Allah, o adamı, susuzluk hastalığına uğrattı.

Kasım b. Asbağ der ki «adamı görmüştüm : Yanında, soğuk hoşaf, büyük desti ile süt ve su bulunuyor, adam : (Yazıklar olsun size! Su içiriniz bana! Susuzluk, beni öldürüyor!) diyor, kendisine, su kabı veya süt destisi veriliyor, onu içiyor, uzanıyor, biraz sonra, yine : (Yazıklar olsun size! Su içiriniz bana! Susuzluk, Öldürüyor beni!) diyordu.

Vallahi, çok geçmeden adamın karnı, deve karnının patlayıp yarıklığı gibi, patladı. Adam da, böylece öldü, gitti.»

Belliki ker-bela kıyamete kadar belalı kalmaya hak etmişti.Hz.Hüseyin kardeşi oğlunun amcasının önünde korunmak üzere elini kaldırıp kolunun koparılması üzerine Hz.Hüseyin:” «Ey Allah'ım! Onlara, gökten yağmur yağdırma ve yer bereketlerinden onları mahrum et!

Ey Allah'ım! Onları, bırakır, yaşatırsan, tefrikalara uğrat, onlar için türlü türlü yollar yap! Onları, birlikten mahrum et!

Valilerini, kendilerinden hiç bir zaman hoşnut etme!

Çünki, onlar, yardım edeceklerini va'd ederek bizi çağırdılar. Sonra da, üzerimize yürüdüler ve bizi öldürdüler!» diyerek düa etti.

Kerbelada tam bir facia yaşanmaktaydı.Yer gök ölü püskürmekteydi.

Kerbelada 72 şehid verilmiştiBunların 23-ünü Hz.Hüseyinin ev halkı oluşturuyordu.

-Bir müddet, Hz. Hüseyinin cesedine yaklaşıp başını kesmeğe kimse cesaret edemedi

Sinan b. Enes, Havliy b. Yezîd'e «Başoı kes onun!» dedi. Havliy, bunu yapmak isteyince, elleri titredi. Kesemedi.

Sinan b. Enes «Allah, iki kolunu kırsın, ellerini ayırsın!» diyerek inip Hz. Hüseyin'in başını gövdesinden ayırdı ve Havliy b. Yezîd'e verdi.

Hz. Hüseyin'in başını, Havlî'nin kardeşi Şibl b. Yezid'in kesip Havlî'ye verdiği de rivayet edilir.

-Şehid edildiği zaman, Hz. Hüseyin'in cesedinde otuz üç mızrak yarası, otuz dört kılıç yarası bulundu.

-Hz. Hüseyin, Hicretin dördüncü yılında doğduğuna ve altmış birinci yılında şehid edildiğine, göre, şehid edildiği zaman, elli yedi yaşma basmıştı.

Hz. Hüseyin saçları ve sakalı simsiyahdı. Ancak, sakalında bazı kıllar ağarmıştı.

-Hz. Hüseyin'in; Sinan b. Enes tarafından başı, gövdesinden ayırılıncaya kadar, yanına kimse yanaşamamış, korkmuştu. Başı, gövdesinden ayjrıldıktan sonra, Bahr b. Kâ'b, donunu soyup aldı. Kendisini çırıl çıplak bıraktı.

Fakat, yaptığı, onun yanına kalmadı. Elleri, sıraca hastalığına tutuldu: Kış gelince, iki elinden sarı sular akar, yaz gelince de, kurur, elleri odun gibi olurdu.

Esved adında bir adam, Hz. Hüseyin'in ayak kaplarım, Nehşel b. Dârem ' oğullarından bir adam da, kılıcını aldı.

İshak b. Hayat-ul Hadramî, Hz. Hüseyin'in sırtından gömleğini soydu. Kendisi de, Baras (AIaca) hastalığına tutuldu.

Kays b. Eş'as ise, Hz. Hüseyin'in, deniz koyunu tiftiğinden dokunmuş kadifesini (yorganını) almıştı. - .

Kays, bundan dolayı (Kadife Kays!) diye dillere düştü.

-Verilen sağlam haberlere göre: Kerbelâ cinayetine katılanlardan, hemen hemen hastalığa uğramayan kimse kalmamış, çokları da, delirmiştir.

-Esed oğulları kabilesinden bir adam, Hz. Hüseyin'in kabrini kirletmişti. Onun bütün evhalkına delilik, alaca ve cüzam hastalığı geldi. Onlar, yoksulluktan da kurtulamadılar.

-”Şehidlerden yetmiş ikisinin başı kesilerek Şimr b. Zilcevşen, Kays b. Eş'as, Amr b. Haccac ve Azre b. Kays ile birlikte îbn-i Ziyad'a gönderildi.

-Abdulmelik b. Mervan. Haccac b. Yûsuf e yazdığı bir yazısında : «Beni şu Ehl-i Beyt'in kanlarını dökmekten uzak tut!

Çünki, Hüseyin'i öldürdükleri zaman, Allah'ın, Harp oğullarından (Ebû Süfyan Ailesinden) nıülk-ü saltanatlarını soyup aldığını gördüm!» demiştir.

”İbn-i Abbas'ın, Yezîd'e yazdığı mektubunda açıkladığına göre : Hz. Hüseyin'in, Medine'den Mekke'ye gitmesinde Yezîd'in rolü, hatta Mekke'den Küfe'ye davet edilmesinde de onun parmağı vardı!

Nitekim, Medine valisine yazdığı yazısında, Hz. Hüseyinin bey'at için zorlanmasını,bey'attan kaçındığı takdirde, boynunun vurulmasını emr eden de, Yezîd idi.[3]

Evet O,H.61 yılda,aşure ve cuma günü şehid edildi.Mezarı ise:"

          "Hişam b. Kelbî'nin anlattığına göre mezarının yerini belirsiz kıl­mak amacıyla Hz. Hüseyin'in mezarına su akıtıldığı zaman o su kırk gün sonra çekilip kurudu. Beni Esed kabilesinden bir bedevi oraya gelip avuç avuç toprağı alıp koklamaya başladı. Nihayet gelip Hz. Hüseyin'in mezarı başında durdu. Düşüp ağladı ve şöyle dedi: "Anam babam sana feda olsun, ne kadar da hoş kokuyorsun, toprağın da çok hoş kokuyor." Böyle dedikten sonra da şu beyti okudu.

        "Mezarını düşmanından gizlemek istediler,Mezar toprağının hoş kokması, onun mezarının bulunduğu yeri gösterdi."

 

 

 

HALLAC-I MANSUR

 

Hallac-ı Mansur.Babası Müslüman,dedesi Mazdek.Çocukluğu İranda geçtiğinden,İran kültürü onda hakimdir.Tasavvuf yönü ağır basar.

-Onun mertebesi son mertebe değildir.

-Küçük yaşta Kur’anı ezberleyip,yorum yapabilmiştir.

-Her zamanda olduğu gibi oda çekemeyenlerce şikayette bulunularak,Bağdatta 8 yıl mahpusluk,bin kamçı vurularak vücudu parçalanıp idam edilmiştir.Yıl 922…

Enel Hak yani ben Hak,Allahım demiştir.

”Hallac-ı Mansur ; Ene’l Hak; “Ben tanrıyım” sözünü şöyle açıklar; “ Halk’ta yer alan Hak unsuru dolayısıyla Hak, halk’la aynıdır. Bir başka yerde şöyle diyor; “ Ben Hakk’ım, zira ben hiç bir zaman Hakk’la hak olmaktan vaz geçmedim”

Yine başka bir yerde de Allah’a yönelerek şöyle diyor; “Seninle benim aramda İlâhlık ve Rablik(el-ilahiyye ve’r-rubiyye) yoktur. Ey ben olan O, ve ben O’yum. Zamandanlık ve ezelilik bir yana, benim benliğim ve senin O’luğun arasında hiç bir fark yoktur.”

Oysa Sekir halindeki bu hal,her şeyde ve her yerde Allahı görme,kendini ve eşyayı görmeme halidir.Özel olup,umumi değildir.

-Siyasilere yaklaşmak bir bela olduğu gibi,onlardan uzak durmakta bir beladır.Belalardan belaları beğen!

Bununla da yetinilmemiş,başı koparılarak,Bağdad sokaklarında gezdirilmiştir.

Öyle samimi inanmıştı ki,değil dili,doğranırken bile tüm cüzleri Enel Hak demekteydi.

Yakılıp külleri nehre dökülmüş,kendiside buna işareten,nehrin dahi Enel Hak diye haykıracağını,bu durumda yardımcısına yaptığı vasiyette;hırkasını nehre atması halinde bu sesin kesileceğini söyler ki,aynen de öyle olur.

Ona olan bu hınç birazda,toplumda etkili ve yönlendirici olması sebebiyle, Abbasili yetkilileri düşündürüyordu…

”Öğrencisi ve müridi olan Şıblî şöyle der; Hallac’ı, idamından sonra rüyamda gördüm. Ve ona sordum:

Allah sana nasıl muamele etti?

Dedi:

-Beni bir misafir gibi karşıladı ve bana ikramda bulundu.

Seninle ilgili olarak diğerlerine nasıl davranacak? diye sordum.

Dedi:

-Onları da affedecek. Bana merhametli davrananları, Allah için merhametli davranmayanları yüzünden; bana düşmanlık edenleri de Allah için düşmanlık ettikleri için.

Şiblî sözlerine devamla;

“Ben ve Hallac aynı şey idik; beni divaneliğim kurtardı, onu aklı batırdı. Ben ve Hallac ayni şey idik. Ne var ki o sırrı açığa vurdu, ben sakladım.”

 

 

”Hallac’ı Mansur’un savunduklarından pekte hoşlanmayan sûfi Alauddevle es-Simnai şöyle nakleder:

            “İbret için Hüseyin b. Mansur’un mezarına gittim. Meditasyonum sırasında ruhunu yükseklerin en yükseğinde gördüm. Şöyle yakardım: ‘Rabbim, bu ne haldir ki Firavun: ‘Ben en yüce rabbinizim’ ve Hallac: ‘Ben Hakkım’ dedikleri ve ikisi de Allahlık iddia ettikleri halde Hallac, yücelerin yücesinde. Firavun ise cehennem çukurunda. İçimi ilham edilen bir ses şöyle dedi: ‘Firavun hep kendini görerek öyle dedi, Hallac ise bizden başkasını görmediği için Ene’l Hak dedi”[4]

”Hallac-ı Mansur ile ilgili bu kısa araştırmayı yine Hallac’ın bir şiiri ile noktalayalım.

Şu bedenden sana makam.

Candır Senden başkasına yer yok gönülde

Seni saran; ruhum, cildim, kanımdır

Ne yaparım ayrı düşersek. Söyle !?

*** *** *** ***

Ey! Duyur dostlara, çabuk haber ver !

Paralandı yelken. Çöktü sefine

Deniz ortasında kaldım perişan

Gün olur Mansur’u berdar ederler

Göründü gözüme salibden nişan

Ne bahta var bana, ne de Medine

*** *** *** ***

Seven ben, o sevilen de benim

Bir bedene girmişiz iki ruhuz biz

O diye gördüğün benim bedenim

Bana bak, onu gör;hep ayni!”30

 

            İnsanlar bazen hissettiklerini ifadeden aciz kalır veya halka,zahiren dine zıt ifadelerle kendilerini ifadeye çalışırlar.

            Bediüzzaman Said Nursi ise bu önemli noktada his ile ifadeyi isabetli bir tarzda ortaya koymuş,halka ve hakka aykırı olmayacak;hissi,kalbi ve aklı doyuracak şekilde dile getirmiştir.

            Hallac gibi zatlarda ise dil bîzar kalmıştır.

Mesela;Muhammed İkbal,Allah-ı mutlak ben olarak niteler.Bu lafza soyut olarak bakılınca ya ihatasızlıktan veya yanlış yorumlamalardan dolayı farklı yorumlara varılacaktır.

Belki kısa bir izah olan;gerçek varlık ancak onun varlığıdır.Bizdeki varlık bir vahidi kıyasi yani bir ölçü birimi olarak O’nun varlığını anlamaya bir vasıtadır.

Veya kelamda çok tartışılan;Alem,Allahın zatının mı,fiillerinin mi zuhurudur?Sıfatları da zatı gibi ezeli ve ebedi midir?

Evet,alem O’nun her bir sıfatının ayrı ayrı bir tecellisi,zatı gibi sıfatları da ve isimleri de ezeli ve ebedidir.

 

Mehmet   ÖZÇELİK

02-09-2005

 

 


 

[1] A.Turan Aklan.Aksiyon.11-07-2004.

[2] Tegabün: 15 mealli âyeti okudu.”Hz.Hüseyin ve kerbala faciası-adlı kitaptan.

[3] Genişçe bilgi için;Hz.Hüseyin ve Kerbala Faciası-adlı kitaba bakınız.

[4]Sonsuzluğu kucaklamış aşkın sembolü Hallacı Mansur. sh.27.