T.C.

 

ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ

 

İLAHİYAT FAKÜLTESİ

 

 

 

 

 

BİTİRME TEZİ

 

 

 

 

 

“BİLGİNİN İSLAMİLEŞTİRİLMESİ,

 

 FARUKİ ÖRNEĞİ VE ELEŞTİRİSİ”

 

 

 

 

 

 

DANIŞMAN                                   HAZIRLAYAN

YRD. DOÇ. DR. ENVER UYSAL  HACI YUSUF AYDIN

                                                             9000090 - 4/A

 

 

 

 

 

BURSA - 1997

İÇİNDEKİLER

 

İÇİNDEKİLER..............................................................................1

KISALTMALAR...........................................................................3

ÖNSÖZ.........................................................................................4

 

BİRİNCİ BÖLÜM

1-BİLGİ NEDİR?.........................................................................6

2-BİLGİNİN KAYNAKLARI.....................................................6                 

3-BATI BİLİMİNİN NİTELİKLERİ...........................................6

   a-Profan  Karekter....................................................................6

   b-Şüpheciliğe Dayalı ve Sürekli Değişmeye Açık Olması.........7

   c- Dualist Yapıya Dayanması....................................................8

   d- Aşkın Olana Sırt Çevirmesi..................................................8

   e- Akıl-Din Çatışması...............................................................9

   f- Seküler karekter..................................................................11                                                

 

İKİNCİ BÖLÜM

1- MODERN İSLAM BİLİMİNE DOĞRU..............................13   

2- ALTERNATİF BİLİM ARAYIŞLARI.................................13 

3- BU ALANDA YAPILAN ÇALIŞMALAR..........................15

4- İSLAM BİLİMİ KONUSUNDA YAZILAN TEMEL                       ESERLER.............................................................................16

5- KUTSAL BİLİME DUYULAN İHTİYAÇ(İSLAM BİLİMİ).17

6- İSMAİL R. EL-FARUKİ VE BİLGİNİN  İSLAMİLEŞTİRİLMESİ......................................................20

7- İSMAİL RACİ EL-FARUKİNİN HAYATI.........................20

8- BİLGİNİN İSLAMİLEŞTİRİLMESİNİ HAZIRLAYAN

    SEBEBLER..........................................................................21

9- ÜMMETİN İÇİNDE BULUNDUĞU BUNALIMIN BELLİ

    BAŞLI ETKİLERİ................................................................21

    a- Siyasi Yönden Bunalım....................................................21

    b- Ekonomik Yönden Bunalım.............................................21

    c- Dini-Kültürel Yönden Bunalım........................................21

10-BUNALIMIN AŞILMASI İÇİN İKİ GÖREV....................22

    a- İslami Görüşü Ön Plana Çıkarmak...................................22

    b- İki Eğitim Sistemini Birleştirmek.....................................23

11-GELENEKSEL USÜLÜN AKSAKLIKLARI.....................23 

    a- İştehat ve Müştehid Konusundaki Aksaklıklar..................23

    b- Akıl-Vahiy İlişkisindeki Aksaklıklar.................................24

    c- Düşüncenin Eylemden Ayrılması......................................25

    d- Kültürel-Dini İkilik...........................................................25

12-İSLAMİ USULÜN AKSAKLIKLARI................................26

a- Allah’ın Birliği İlkesi.......................................................26

     b- Hayatın  Birliği ilkesi.......................................................28

13-BİLGİNİN İSLAMİLEŞTİRİLMESİNİ SAĞLAYACAK

      ZORUNLU ADIMLAR......................................................32 

14-BİLGİNİN İSLAMİLEŞTİRİLMESİ İÇİN ZORUNLU

     ÇALIŞMALAR...................................................................33

15-PROĞRAM AÇISINDAN ZORUNLU OLAN  BİLİMLER.........................................................................33

 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

1- BİLGİNİN İSLAMİLEŞTİRİLMESİNE ALTERNATİF

    ÇIKIŞLAR  VE ELEŞTİRİLER..........................................35

a- Seyyid Muhammed Nakıp el-Attas ‘Bilginin

    batılılaşmaktan Kurtarılması’ Tezi .................................36

b- Ziyauddin Serdar ‘Umran Projesi’..................................38

c- Seyyid Hüseyin Nasr ve İslam Bilimi..............................41

d- Bilginin İslamileştirilmesine Karşı Diğer Tezler..............44

        

          SONUÇ...................................................................................49

            BİBLİYOĞRAFYA................................................................52

 

 

KISALTMALAR

 

 

       A.g.e.                                     : Adı geçen eser

       A.g.m.                                    : Adı geçen makale

       B.k.z                                       : Bakınız

C.                                          : Cilt

Çev.                                       : Çeviren

M.E.B.                                   : Milli Eğitim Bakanlığı

S.a.v                                       : Sallallahu Aleyhi Vessellem

S. I                             : Sayfa

S.y.                                         : Sayı

V.b.                                        : Ve benzeri

C.c.                                         : Celle celaluhu

H.z.                                         : Hazreti

Yay.                            : Yayınevi

Ank.                           : Ankara

İst.                              : İstanbul

 

 

 

 

 

 

ÖNSÖZ

 

‘İçinde yaşadığımız dönemde islam ümmeti tehlikeli bir durumla karşı karşıyadır’ diyor ve şakaklarına aklar düşmüş Filistinli Profesör Faruki sözlerine şöyle devem ediyordu: ‘Biz korkunç bir ikilemin boynuzlarına yakalanmış durumdayız. Ya bilimi alacak ve dinimizi ondan apayrı, öznel ve şahsi bir alana kapayacağız. Ya da dinimizi düşünce hayatımızın temeli kılarak şerefyap olacağız. Buna karşılık bilim alanındaki zaafımızı ve onun sağlayacağı güçten yoksun kalmayı sürdüreceğiz. Bu bence yanlış vazedilmiş bir ikilemdir.’ Öyleyse yaşamakta olduğumuz ikilem nasıl aşılabilir? Sorusuna bir çözüm arayışı olmasını temenni ederiz.

 

‘Bilginin islamileştirilmesi’ kavramı modern ve farklı bir kültür ile karşı karşıya gelmiş islam dünyasında bu yüzyılın son çeyreğine doğru ortaya atılmış bir kavram, hem bir bunalımın hem de bir arayışın ifadesi. İşte bu çalışma böyle güncel bir konuyu taraftarları ve karşı çıkanları ile daha yakından tanımayı ve tanıtmayı hedeflemiştir.

 

Yazmış olduğumuz bu çalışmamız üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde , batı epistemolojisini , niteliklerini ve eleştirisini vermeye çalıştık.

 

İkinci bölümde bilginin islamileştirilmesi ve Faruki örneği tüm ayrıntısıyla Faruki’nin tezinin içeriğine bağlı kalınarak yapılmıştır. Faruki ilk olarak ümmetin bunalımını ve bu bunalımın belli başlı etkilerini siyasi , ekonomik, dini-kültürel yönden incelemeye tabi tutmuştur. İkinci olarak , geleneksel eğitim veren kurumlarla batılı eğitim sisteminin birleştirilmesini önermekteyiz. Yani oluşmuş olan okul müfredatına islam medeniyeti dersinin eklenmesi gerekliliği , ayrıca islami disiplinlerin islamileştirilmesi gerekliliği üzerinde durmaktayız. Üçüncü ve son bölümde ise islamileştirme çalışmasının usul ve programını vermekteyiz.

 

Üçüncü bölümde bilginin islamileştirilmesine alternatif çıkışlar ve eleştirisini de verirken önce bu konuda öncü olanlar sırasıyla Seyyid Muhammed Nakıp El-Attas , Ziyaüddin Serdar ve Seyyid Hüseyin Nasr’ın teklifleri ve eleştirileri verilmiştir. Daha sonra bu konuda islamileştirmeye eleştiri getiren düşünürlerden birkaçı değerlendirilmeye alınmıştır.

 

 

 

 Bu araştırmamı imkanlar ölçüsünde yaparken değerli görüş ve düşünceleriyle beni teşvik eden, yönlendiren ve bana ışık tutan , bilgi ve tecrübelerinden her zaman yaralandığım değerli hocam Yrd. Doç. Dr Enver Uysal bey’e teşekkürlerimi arzederim.

            

 

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

 

BİLGİ NEDİR

 

Düşünen bir varlık olan insan, çevresindeki varlıklarla ilişkiyi ancak bilme olgusuyla kurar. Bilindiği gibi bilgi; suje ile obje arasındaki ilişki şeklinde tanımlanır. Burada obje “düşünülebilir olan, düşünmeye konu olan” her şeydir. Elde edilen verilerin ‘Bilme’ eyleminin kapsamına girebilmesi için, öncelikle ‘Bir şuur hali’ nin varlığından bahsedilme zorunluluğu sIöz konusudur. Yüzlerce tarifi arasında bilgi ‘Bilimsel disiplinlerin ortaya koyduğu birikim’ şeklinde günümüzde tarif edilmektedir.

 

BİLGİNİN KAYNAKLARI

 

Salt felsefi bakımdan olaya yaklaştığımız zaman insanoğlunun duyuları ve aIkıl, bilgi kaynağı olarak karşımıza çıkar. Sezginin bir bilgi kaynağı olarak karşımıza çıkışı daha sonradır. Kaynak probleminde apriori bilginin varlığına inanan ampirizm ile bunu kabul etmeyen rasyonalizmin aposteriorik bilgi tartışması yüzyıllar boyu insanlığı oyalamıştır. Buna sezgiciliği de eklersek bilgi kaynaklarımızı tamamlamış oluruz.

 

Batı dIüşüncesinde bu bilgi kaynaklarını ele alarak insan aklının evreni tanımlayabileceğini savunan doğmatiklerle, her şeye karşı şüpe ile yaklaşan septikler ve ikisinin arasında kalan duyuyu askıya alıp onun yerine deneyi koyan kıritisizm  deneye ağırlık veren pozitivizm ile ezeli hakikatleri reddedip her şeyi fayda ölçüleri ile ele alan pragmatizm bu düşünce sisteminin belli başlı ekollerini oluşturmuştur.

 

İşte batı düşünce yapısındaki bu kaosun sebeplerini vahyi bilgi kaynaklarından yoksun oluşu ve onu dışlamasında, ayrıca olaylara sathi bir perspektifle yaklaşımında aramak gerekir.

 

BATI BİLİMİNİN NİTELİKLERİ

 

a- Profan Karakteri:

Profan batı uygarlığının hak ve hakikati dışlamasıyla vahyi bilgiyi, hayatın dışına atmıştır. Bunun yerine aklın öngördüğü yaşantıyı ikame etmeye çalışmıştır. Böylece batı uygarlığı “Seküler hayatın yoğurduğu kültürel gelenek üzerine dayanmıştır.”(1)

 

Bu yüzden bu dünya görüşü, uygarlığı oluşturan bilgi ve değerler, sürekli bir bakım ve revizyona tabi tutulması gerekir.

 

Batı uygarlığı işte böyle bir sosyo-kültürel ortamın ürünü olarak kendi olaraIk kendi kültürel haritasında neşv-ü nema bulmuş tamamıyla din-dışı imgelerin peşinde koşan bir uygarlık halinde dünyaya dominant bir karakterle evrensel kültür olmaya çalışmıştır.

 

b- Şüpheye Dayalı ve Sürekli Değişmeye Açık Olması:

Attas, batı düşünce sistemini sürekli şüphe ve iç çelişkiye dayalı olduğunu, böylelikle batılı insanın sürekli bir dualite içinde çatışan öğelerin kargaşasınIın bir kurbanı olduğunu ifade eder. Fakat sonraki bu çatışma ve çelişkiler, batı kültür ve uygarlığında doymak bilmeyen bir araştırma tutkusunu da doğurmuştur. Attas “Şüphe daima var olduğundan, bulunan hiçbir zaman aranılan değildi. Ne bulduysa tatmin etmedi. Önce samimiyetle batı insanı bilgi suyunu aradı. Ama sürekli şüphe tuzunu kattı ve sonunda kanmaz oldu” (2) diyor.

 

BilIgiye karşı böyle bir yaklaşım sonucunda profan batı bilimi ve ahireti inkar ederek bunların yerine insanı ve dünyayı yerleştirmiştir. Attas’ın deyimi ile “İnsan ilahlaştırılırken, Tanrı insanlaştırıldı”(3). Bu ilahi adetlerin yer değiştirilmesi ile insan asli kimliğinden sapma göstermiştir. Bu sapmanın sonunda sürekli kendine zulüm eden bir makine gibi duygusuz ve hissiz bir varlık seviyesine inmiştir. Bu indirgeme kutsal amaçtan bir sapmadır. İşte Humanite de böyle bir sosyo-kültürel ortamın bir ürünü olarak Iortaya çıkmıştır. Antropomorfik tanrı telakkileride böyle doğmuştur.

 

 

 

 

 


 

(1) Attas S. Nakıp,  Modern Çağ ve İslami Düşünüşün problemleri S. 161, İnsan Yay. , İstanbul 1989

(2) Attas, a.g.e. S. 162

(3) Attas, a.g.e. S.162

Bir avrupalı yazar Wallerstein, Nakıp el-Attas’ın bu düşüncesini adeta daha ileri götürerek şöyle demektedir. “Avrupalılar için mutlak gerçeklik önce tanrı, sonra insan idi. Fakat şimdi tanrının peşi sıra insan da öldü. Ve ıstırap içinde onun acayip mirasını devredebileceğimiz bir şeyler arıyoruz.”(4)

 

İşte böylece modern dünya “hayatın anlamı nedir ?” sorusuna cevap verebilecek manevi ilkelerden yoksullaşmayı yaşamaktadır.

 

Modern dünya toplumsal ve bireysel olarak hangi amaç ve ilkelerin ürünü olduğunu unutmuş, asıl davranışlarından bir bir soyutlanarak tek boyutlu, küçük

adama kendisini indirgemiştir.

 

Attas, batı düşüncesini bilgi olarak, dünyaya sunduğu bilginin hakiki bilgi olmadığını şöyle açıklıyor. “Çağımızda baştan başa dünyaya yayılan, evrenselleştirilen bilgi esas ve hakiki değildir. Aksine batı kültürü ve uygarlığının nitelikleri içirilmiş, ruhu üflenmiş, maksadına göre ayartılmış bir bilgidir.”(5)

 

c-Dualist Yapıya Dayanması:

Batı uygarlığının ana yapısı fizik dünya ile metafizik evrenin ayrılması sırf, maddi olanla yetinmesi manevi olanın hakiki olanı geri plana itmesi, hatta hayatın dışına atmasıdır.

 

Attas, “Hakikatin dualist bir yapısının olabilirliğine inanmak seküler görüşü yansıtan silik bir ‘varlık’ realitesini kabul, humanizm öğretisini kabul etmek dualitenin deruni boyutlarını oluşturur.”(6)

 

d-Aşkın Olana Sırt Çevirme:

Batıdaki büyük değişme ile birlikte aşkın olan her şeye sırt çevrilmiştir. Vahiy ürünü olan her kültür hayatın dışına itilmiştir. Böyle bir tutumun çeşitli sebepleri vardır.

 

 

 


 

(4) Wallerstein, Jeopolitik, Jeokültür S. 244 İz. Yay. İst.  1994

(5) Attas, a.g.e. S. 163

(6) Attas, a.g.e. S. 163

Bunlardan en önemlisi ise kilisenin yani din adamlarının baskıları, engizisyon mahkemelerini kurmaları ve ayrıca afaroz yetkilerinin bulunması, onları despotik, yeni gelişmelere kapalı, ön yargılı aynı zamanda dogmatik yapmıştır. Bilimsel gelişmelerin tümüne karşı çıkmaları kilisenin telakkilerinin aksine görüş açıklayanlar ya yakılmış yada sürülmüşlerdir. Bu aşırı despot ortamda din bilim çatışmasının temelleri ortaya çıkmıştır.

 

Rönesans ve Reform adı verilen büyük değişim ile birlikte batıda oluşan sosyo-kültürel çevre, insanı, bireyi öne çıkardı. Nitekim Kutluer’de  “İnsanın değeri sloganı ile yaygınlaştırılan humanizm’in belli bir süreç içinde aşkın olana sırt çevirdiğini”(7) ifade etmektedir.

 

Vahyi kültürde aklını rahmanın arşı olan kalbin emrinden alıp nefsin leduni isteklerinin emrine veren insan, sonunda humanist kültürde kalbinin nurunu söndürmüş oldu. Bulaç “Modern aklın, modern bilimin tutsağı olan pozitivist insanı gerçek konumundan çok aşağı seviyelerde çalışan bir ameleye benzetir.”(8) Batı medeniyeti kültürel alt yapısnı oluştururken aklı ve ruhu birer köle gibi kullanmıştır. Bunu yaparken de aklın özgürlüğünü savunduğunu söylemektedir. Oysa tarihin tanık olduğu en büyük bir ilizyonu gerçekleştirmekteydi.

 

 Beynin fonksiyonu olan beşeri aklın güç kazandığı oranda insani aklın kaynağı olan salt, kuru, sezgi, işrak ve aşkın melekeler zayıflar. Kalp parladıkça evrensel hakikatin bilgisi artar.

 

Bilgi edinme faliyetinin kalp merkezinden beyin alanına kaydırılmasından dolayı çıkan sonuç, insanın asıl ait olduğu hakikat yurdu ile dünyadaki konumu arsında baş gösteren bir farklılaşmadır.

 

e- Akıl-Din Çatışması:         

Din hakikatin kaynağına ilişkin otantik bir bilgi ise, aklın hakikate aykırı olması düşünülemez. “Hakikatin ölçüsü akıl değil, aklın ölçüsü ‘hakikat bilgisi’ dir.”(9) Böyle bir bakış açısı ile olaylara baktığımızda ‘iki efendi’ olamayacağı ortaya çıkar.

 


 

(7) Kutluer, İlhan, Modern Bilimin Arka Planı S. 203 İnsan Yay.

İst. 1985

(8) Bulaç, Ali  Nuh’un Gemisine Binmek, S. 220 Beyan Yay. İst. 92

(9) Bulaç a.g.e. S. 223

Hakikatin bilgisini efendi olduğu aklın bilgisin ise onun emrinde bir araç olarak kullanıldığı görülecektir. Böyle bir aracın aslın yerine konulması asıl hüviyetinden kopuşu gerçekleştirmektedir. Bulaç, “Akıl bir araç hakikat ise bir amaçtır. Bir aracın kendisine yöneldiği amaçla çatışması veya aykırı düşmesi olayı akıl ile dinin çatışmasını doğal olarak doğuracaktır. Bu çelişki batı düşüncesine has ilginç bir paradokstur.”(10)

 

Batı zihniyeti yunan antik felsefesinin oluşumundan bu yana  insanı zihin faaliyetinin orijinine almıştır. Bu sürece yeni çağda Decartes ile devam edilerek beşeri aklı aşan her türlü varlığa sırt çevrilmiştir. Daha sonrasında rasyonelistler aklı mutlaklaştırıp onun alanı dışındaki herşeyi inkara kalktılar. Bu insanlığın manevi körlüğün içine itilişi olarak algılanabilir.

 

Din bilim çatışmasını ortadan kaldırmanın yolu hakikatin kaynağına “BİR” i koyup bilginin kaynağı ile aklın yaratıcısını aynı ve tek kaynağa döndürmüş olmakla çatışma noktalarını ortadan kaldırmış oluruz.

 

Yunan antik düşüncesinde insan merkezli düşüncesinin üretilmesi ile beyin ile kalp arasındaki bağlantı kesilmiş oldu. Böylece kutsal olanla var olan tüm bağlar ortadan kaldırılmıştır.          

 

Batı düşüncesinin kendi sosyo-kültürel ortamında oluşturduğu bilimi, tek mutlak bir bilimmiş gibi bütün dünyaya dayatması bir yanılsamadan ibarettir.

 

Objektif, tutarlı ve evrensel ilkeler taşıdığını iddia eden pozitif bilim, objektif olduğu kadar subjektif, tutarlı olduğu kadar tutarsız ve evrensel olduğu kadar bir coğrafyaya ait olup belli bir kültürel ortamın harmanıdır.

 

Bu olayı şöyle bir örnekle açıklayabiliriz; bir kişinin dünyanın bir bölümüne tutmuş olduğu bir mercekle bütün dünyalıların değil yalnız kendi merceğine yansıyan öngörülerini yansıtmış olmaktadır. Bu öngörülerini evrensel değerler diye sunmak ahlaki bir problem olarak görülebilir.

 

 

 

 


 

(10) Bulaç a.g.e. S. 227

Batı düşüncesi kendi mentalitesi içinde, tarihsel geçmişiyle böyle bir sekülarizasyona ihtiyaç duymuş ve bunu gerçekleştirmiştir. Bugün modern düşünce bu mentaliteyi tüm gezegenimize dayatmaktadır.

 

Bulaç, profan batı bilimini anlatırken şöyle bir tespitte bulunur: “Profan düşünce, bizi varlığın iç gerçeği hakkında bilgi sahibi kılmaz. Ona göre varlığın görünen alanından başka gerçeklik yoktur. Din bilinemez denilen bir alan olarak kabul edilir. Bütün varlık tek bir alana yani sırf fizik gerçekliğe indirgenir.”(11) İşte bu indirgemeci zihniyet zorunlu olarak dini olanı inkar edecektir. Batının böyle bir tavır içinde olması bize hakikatin yalnızca dış görüntüden oluştuğunu göstermez. Hakikatin bizzat batıni bir gerçekliği de vardır. Madde-ruh bütünlüğü zahir ve batın olayına en güzel örnek teşkil etmektedir. Zahir ile batın arasındaki bu kopukluk sadece kuramsaldır. Bunun gerçekliği ne tabiatta ne de kutsal metinlerde bulunmaktadır.

 

f-Seküler Karakteri:

Batılı bir gelenekçi olan Guénon ’dan alıntıyla batılı bilgi ve bilim anlayışını şöyle irdeleyebiliriz: “Ladini bilimin temel özelliği bütün teorilerini varsayıma dayandırması, amprizme dayanması, deney sonuçlarından daha ziyade bir takım peşin fikirlerden ve modern zihniyetin bir takım baskın eğilimlerden esinlenmesidir.”(12)

 

Batılı bilgi anlayışında belli hipotezlerle yola çıkılarak deneysel araştırmalar yapıldığından dolayı bilim adamlarının önyargılarını da içermektedir. Birtakım baskın eğilimlerin etkisinden esinlenerek araştırmacı varmak istediği sonuca varsa bile böyle bir yaklaşım batılı bilimin objektifliğini ortadan kaldırmasına yeter  sebep teşkil eder.

 

İşte buna bağlı olarak insanların bilime bakış açıları sürekli değişmektedir. Bugün bilimin her şeyi açıklayabileceğine inanan insanların sayısı gittikçe artmaktadır. Böyle bir tavrın ortaya konmuş olması batı bilimini bir idol haline getirmektedir.

 

 

 


 

(11) Bulaç a.g.e S. 232

(12) Esed, Muhammed’den  Naklen Mazhuruddin  Sıddıki İslam Dünyasında Modernist Düşünce, S.121   Dergah Yay.  İstanbul

Buna karşılık olarak İslam’da bilgi edinme yollarının bir eksen üzerinde bulunduğunu görmekteyiz. Bu eksenin ilk ilkesini ‘TEVHİD’ inancıyla bütünleşen bir bilgi hiyerarşisinin ürünü olmalıdır. Bu bilgi hiyerarşisinin dışına taşacak tüm çaba ve gayretler bizi bir takım çıkmazlara götürecektir.

  

II.BÖLÜM   

 

MODERN İSLAM BİLİMİNE DOĞRU

 

ALTERNATİF BİLİM ARAYIŞLARI

 

Modern bilimin doğuşuyla aralarındaki farkın iyice belirginleştiği ‘dini bilgi’ ve ‘la-dini bilgi’ ayrımı 17. Yüzyıl sonrasında gerek fizik bilimlerinin nesne incelemesinde, gerekse insanın manevi yönüyle ilgilenilmesinde  hikmete dayalı bilginin dışlanması, batı toplumlarından başlayarak tüm toplumlarda gözlemlenen tatminsizlik ve bunalım aşamalarını beraberinde getirmiştir. Seküler ve pozitivist bilginin hakimiyetindeki şablonların yetersizliği bilgi teorileri ve bilim felsefelerinin bağımsız alan olarak doğmalarına neden olmuştur.

 

Sorunu kendi bakış açılarıyla kavramaya çalışan müslüman aydınlar da daha 19. Yüzyıl sonlarından itibaren din-bilim ve akıl-vahiy arasını uzlaştırma çabalarına girişmişlerdir. Geçmişin kültürel mirasına yönelerek daha önceki düşünürler tartışılan ve son şeklini almış olan kavram ve ilkelerin modern dünyaya göre yeniden yorumlamayı savunanların yanında bütünüyle batılı bilim anlayışını benimseyenlerde çıkmıştır. Bu çabaların sonunda sorunlara yüzeysel ve sınırlı çözümler getirebilmekten ileri gidilemedi. Sistematik ve kapsamlı bir model oluşturulamadı.

 

Soruna bilgi ve bilim felsefesi açısından yaklaşan sistematik, mantıklı ve bütüncül çözüm arama gayretlerine ilk kez 1970’ ler de  İsmail Raci el-Faruki’nin çalışmalarında rastlayabiliriz. ‘Bilginin islamileştirilmesi’ adlı tezinin amacı akıl ve vahiy bilgileri arasında uzlaşma sağlama ve süregelen  eksikliklere ortadan kaldırma çabası olarak özetleyebiliriz.

 

Müslümanların zihninde yer etmiş olan dini, la-dini diye iki parçaya bölmüş dünya tasavvurunu aşmak için klasik ve odern eğitim anlayışlarının yerine islami bir epistemoloji ve eğitim anlayışı kurma programını ilk defa Faruki ortaya atmıştır. Faruki “bilimden islam’a  değil islamdan bilime” bakmak gerektiğini savunmaktadır. (13)

 


 

(13) Guenon, Rene, Niceliğin Egemenliği  ve Çağın Alametleri    S.149 İz Yay. İstanbul 1990

Faruki’nin tezinin özü seküler Avrupa medeniyetini temeli olan dünyevi bilgi yerine, İslamdaki tevhidi anlayışın oluşturduğu bütüncül bilgiyi yeniden yorumlamak gerektiğini savunur. Faruki’nin amcı “Bilgiyi batılı vasfından kurtararak islami bir kimlik kazandırmaktadır.” (14)

 

Bilginin islamileştirilmesi projesi batılı bilgi üzerine kurulu yaklaşık yirmi bilim disiplinini yeniden tasarlayarak, islami amaç ve değerlere göre yeniden düzenlemektedir. Bunun için yapılacak ilk iş “eğitimdeki dualizmin ortadan kaldırılması ve bütün bilgilerin ‘Tevhid’ esasına göre oluşturulmasıdır.” (15)

 

Faruki’ye göre, olgucu ve deneysel verilerle hareket eden doğa bilimlerinin yöntemi ile insanın bireysel ve toplumsal hayatının incelenmeye başlanması, islamın ruhuna tamamen ters düşen bir bilgi ve bilim anlayışını ortaya çıkarmıştır. “Taklit islam toplumunun üst tabakasını islamdan uzaklaştırdı, alt tabakasını ise umutsuzluğa itti.”(16) Böylece incelenen toplum islam toplumu olduğu halde kullanılan yöntemle hıristiyan dini değerlerinden doğmuş, batı toplumuna ait yöntemler ve bakış açıları olmuştur.

 

Farukiye göre bir gerçeğin teorik olarak kavranması ancak onun muhtevasını bilmekle anlaşılabilir. Örnek olarak sosyal bilimler ve doğal bilimler diye bir ayrıma gitmek yanlıştır. Çünkü her ikisi de insanın bilgisiyle olur. Faruki’ye göre böyle bir yaklaşım müslümanlar’ın bilgiye karşı muhafazakar ve modernist tavırlar geliştirmelerine sebep olmuştur. Bu yöntem şeçmeci ve uyarlamacı bir tarzda modern bilimin doğru yanlarını kur’an-ı kerim, sünnet ve sahih gelenekle birleştirerek yeni bir kalıba dökmektir. Batının artıklarıyla yetinmeyip; tarih, hukuk ve kültür alanında özgün çalışmalar yapılmalıdır. Fakat çalışmaların vahiy merkezli olması elzemdir.

 

 

 

 

 


 

(14) El-Faruki, İsmail, Raci Bilginin İslamileştirilmesi S.10 Risale Yay. İstanbul 1995

(15) El-Faruki, a.g.e. S.11

(16) El-Faruki, a.g.e. S.14

BU ALANDA YAPILAN ÇALIŞMALAR

 

Bilginin islamileştirilmesi kavramını her ne kadar ilk önce S. M. Nakip el-Attas ortaya atmışsada, onu sistematize ederek modelleştiren Farukidir.

 

Müslüman sosyal bilimciler teşkilatı 1972-1977 yılları arasında bu teşkilatın ilk başkanlığını Faruki yapmıştır. Buradaki çalışmalarında “müslüman düşüncesini ve metodolojisinin ıslahı” adlı çalışmasıyla bilginin islamileştirilmesi kavramı bilim hayatına girmiş oldu. Mekke’de  Kral Abdülaziz üniversitesinde 1977’de düzenlene bir konferans ile bu görüşlerini kamu oyuna sunmuştur. Faruki’nin görüşleri Ziyauddin Serdar, Münevver Enis, Perviz Manzur gibi genç müslüman düşünürler tarafından hemen eleştirilmeye tabi tutuldu. Bu eleştirilerinde programın yanlış hatta yanıltıcı olduğunu söylediler. Oysa Faruki bu çalışmasıyla pratik yaklaşımlar içindeydi. İslam toplumunun içinde bulunduğu bunalımın aşılması için pratik ve pragmatist bir eğitim reformu öngörmekteydi. Bu yazarlar işin daha çok teorik yanına vurgu yaparken bir felsefi çerçeve çizmeye çalışmışlardı. Faruki bilginin islamileştirilmesinin kısaca entelektüel yönünü ele aldı. Bununla birlikte sosyal bilimlerin öğrenilmesinde kullanılmak üzere yeni ders kitaplarının yazılmasını pratik bir amaç olarak seçti. Bu düşünce ekolünün araştırmacılarından İmadüddin Halil bilginin islamileştirilmesi tezini şöyle açıklamaktadır. “Hayata, insana ve kainata islami bakış açısından, araştırma, özetleme, ilgi kurma ve neşriyat yoluyla entellektüel arayışa katılma anlamına gelmektedir.” (17)

 

1976’ da S. Hüseyin Nasr’ın  “İslamic Science An Illustrated Study” adı ile yayınlana eseri konuya farklı bir boyut kazandırdı. İslam bilimi terimi önceleri El-Ulum’un Nakliye olarak adlandırılan bilimin  Nasr ile birlikte  modern bilimin bir versiyonu olmaktan çıkıp geleneksel kutsal bilimin islam dünyasındaki uzantısı olarak kullanılmaya başlandı.

 

Nasr, evrensel bir terim olan geleneksel bilimin tarihsel olarak islam coğrafyası içinde gerçekleştirilen foruma ‘islam bilimi’ adını verir. Perviz Manzur ve Ziyauddin Serdar’ın eleştirileriyle başlayan bu tartışma ortamı bütün islam ve batı dünyasındaki düşünürlerle tartışılarak günümüze kadar gelmiştir.

 


 

(17) El-Faruki a.g.e. S.14

İSLAM BİLİMİ KONUSUNDA YAZILAN TEMEL ESERLER

 

Burada adı geçen araştırmacılardan en önemlilerinin konuyla birinci dereceden ilgili olan eserleri ve makaleleri sunulmuştur.

 

M. Nakib el-Attas: “İslam: The Concept  Of Religion And  The Foundation Of Ethies and Morality.” Kuala Lumpur, 1976 . “İslam, Secularizm and Philosophy of Future” London. 1984 (Çevirisi “Modern çağ ve İslami düşünüşün problemleri” İstanbul 1989 insan yayınları M. Erol Kılıç)

 

İsmail Raci El-Faruki: ‘İslamization of knowledge: General Principles and workplan’ Washıngton 1982(bilginin islamileştirilmesi) İstanbul 1985 , Risale yayınları, Fehmi Koru , ‘The Cousal And Telic Nature Of  The Universe’ Maas

 

Jeournal Of İslamıc Science 1986, ‘Trialoque Of The Abrahaim  Faiths’ Washıngton, 1982 (çevirisi:İbrahimi Dinler Diyaloğu) derleme İstanbul 1993 Risale yayınları,Osman Tunç

 

Münevver Ahmet Enis: ‘İslamic Science An  Antidote To Reductıon İsm.’ Inquiry , London 1984 ‘İslamic Scıence’ Middle Fast London , 1986 ‘Issues İn Islamıc Scıence , (Editör) London 1987 ‘What İslamıc Scıence İs Not’ Maas Journal Of İslamic Scıence 1986.

 

M. Ali Kettani: ‘Scıence And Technology and the Muslim World’ 

Journal Maas Of İslamic Scıence, 1986

 

Muhammet Zeki Kirmani : ‘On The Parameters Of  İslamic Scıence Quest For New Scıence, 1984 (Derleme)

 

Seyyit Hüseyin Nasr: ‘Three Müslim Sages’ Cambrıdge 1964 (Çevirisi: Üç Müslüman Bilge, İstanbul, 1985, İnsan yayınları, Ali Ünal ) ‘Scıence And Civilisatıon İn İslam’ Cambridge 1968, (Çevirisi: İslam’da Bilim ve Medeniyet)

 

İstanbul 1991, İnsan yayınları, Nabi Avcı -Kasım Turhan- Ahmet  Ünal. ‘Encounter of man and nature’ London 1968, ‘Annotated Bibliography Of İslamic Scıence’ Tahran 1975, ‘İslam and the Plıght of Modern Man’ Newyork 1975 (Çevirisi: İslam ve Modern İnsanın Çıkmazı) İstanbul 1984, İnsan yayınları, Ali  Ünal. ‘İslamıc Scıence, (An Illustrated Study) London 1976, (Çevirisi: İslam ve ilim , İstanbul 1989, İnsan yayınları, İlhan Kutluer)

 

‘An Introductıon to  İslamıc Cosmologıcal Doctrınes’ London 1976, (Çevirisi:İslam kozmoloji öğretilerine giriş, İstanbul 1985 İnsan yayınları, Nazife Şişman ) derleme makale, İslam’da Düşünce ve Hayat, İstanbul 1988 İnsan yayınları F. Tatlıoğlu.

 

Ziyauddin Serdar: ‘The Future of Müslim Civilisatıon’ London 1979, (Çevirisi: İslam Medeniyetinin Geleceği) İstanbul 1986, İnsan yayınları, Deniz Aydın. ‘Can Scıence Come Back to İslam’ New Scıentist 1980, ‘İslamıc Scıense or Scıence ın İslamıc Polıty’ , Pakistan Studıes London 1984, ‘İslamıc and western Appoaches to Science’ (Editör), Manchaster 1984, ‘İslamıc Futures the Shape of Ideas to Come’ London 1985, ‘Why İslam Needs İslamıc Scıence’ New Scıentıst 1982 (Çeviri:İslam niçin İslami bilime ihtiyaç duyar.)

 

‘Bilimsellik üzerine de okuma parçası, İstanbul 1984, Beyan yayınları, İlhan Kutluer. Öteki çalışmalar genellikle makale çapında olup Maas Journal of İslamıc Scıence veya Quest for New Scıence, gibi bilimsel dergilerde yayınlanmıştır.(18)

 

KUTSAL BİLİME DUYULAN İHTİYAÇ (İSLAM BİLİMİ)

 

Bilginin öneminden bahseden bir dinin mensupları olarak, bugün bile İslam ve Bilim konusunda tartışıyor olmamız ilk bakışta oldukça garipsenebilecek bir durum olarak karşımıza çıkabilir.

 

Fakat bugün modern bilim ile İslam düşüncesini farklı, tarih, toplumsal ve kültürel ortamlardan neş’et etmiş olmaları bu ortamların kazandırmış olduğu düşünme biçimleri ve düşünme alışkanlıklarının etkisiyle, bu dünya görüşünü oluşturan temel kavramların tarihi geçmişinin sağlıklı bir biçimde tanımlanması zorunluluğu, İslam bilimi kavramı üzerinde yapılan çalışma ve tartışmalara haklılık kazandırmıştır.       

 


 

(18) İmadüddin Halil, Alvani, Bilginin İslamileştirilmesi, İslami Sosyal Bilimler Dergisi C.3 Yaz. 1995 Sayı 2  İnkılap Yayınları

Bu durumdan İslam düşünürleri oldukça etkilenmiş ve bazen onların yanılmalarına sebep olmuştur. Faruki’nin ifadesiyle, “Yabancı, beşeri ve sosyal bilimlerin İslam’a aynı derecede yabancı, hakikat, hayat dünya ve tarih görüşlerinin ayrılmaz bir parçası olduğunu pek fark edemediler.”(19)

 

Aslında tartışmanın kaynağı 18. Yüzyıl sonrasında, gittikçe artan ekonomik, siyasi ve kültürel batı hucumları karşısında, müslüman aydınların savunma psikolojisine geçmelerine  dayanır.  Ernest Renan’ın islam dünyasındaki geri kalmışlığın nedeni olarak islamı göstermesine karşılık, Cemalettin Afgani ve Namık Kemal gibi müslüman aydınların apolojik  (zihni ve entelektüel iç tepki) tepkileri tipik bir örnek olarak zikredilebilir.

 

Bu savunmacı tavır, Afgani ve Muhammet  Abduh ve bizde ise Mehmet Akif gibi düşünürlerin eliyle gerçekleşecek  olan yeni bir geleneği oluşturacaktır. İslamın bir ilim dini olduğu görüşünü esas alan bu gelenekte ve bilim konusunda ortaçağ islam bilginlerinin ne kadar göz kamaştırıcı bilimsel, teknoloji çalışmalar yaptıklarını, ya da modern bilim ve teknoloji verilerinin kur’an ve hadislerden 1400 yıl önce ne kadar açık bir şekilde haber vermiş olduğunu anlatma gayretini görmekteyiz.

 

Müslümanların genelinin gurur verici bir şekilde bilim merkezli yaklaşımın modern bilimin batı medeniyetinde gelişerek kendine özgü karakterler taşıdığını, batı biliminin batının kendi kültürel değerleriyle yoğurulduğunun farkına varan müslüman aydınlar yerini orjinal bir bilim anlayışına bu anlayışa göre kendini ve kültürel değerlerini bu orjine yerleştirerek yapması gerektiğinin şuuruna vardıklarında medeniyet bakiyelerini değerlendirme ihtiyacını hissetmişlerdir.

 

Bu nedenle Faruki “her disiplini usülü (metedoloji) ve stratejisiyle, verileriyle meseleleriyle, gayeleriyle islami ilkeleri yansıtacak şekilde yeniden düzenlenmesi gerektiğini savunmuştur.”(20) 

 

 

 


 

(19) Armağan, Mustafa, İslam Bilimi Tartışmaları, S.5 İnsan yayınları İstanbul 1990

(20) El-Faruki a.g.e. S.15

Batıda ki bilimsel devrimlerden sonra batı düşüncesi kuvvetli bir ayrıştırmaya tabi tutuldu. Teolojik prensipler, ilmi dünya görüşünden ayrıldı. İlmi çalışmaların teolojik açıdan tarafsız olduğunu söylediler ama gerçek öyle değildi. Çünkü bu düşüncenin yanlışlığını kendi içlerindeki bilim adamları, filozofları yanlışlığı göstererek kanıtlamışlardır. Bu sorgulamalara 1960’lı yıllar ile 1970’li yıllarda başlanmıştır. Bu sorgulamaların islam dünyasına yansıması, islam bilimi çalışmalarına başlanılması açısından bir motor görevi görmüştür. Ama müslüman mütefekkirler bir yanılsama ile karşı karşıya idiler. İslam bilginleri islam bilimini yeni bir “alternatif paradigma” olarak sundular; oysaki islam, bilimsel paradigmalar oluşmadan öncede vardı ve bu problemler dinin problemi de değildi. Belli bir dönemde belli coğrafyada ortaya çıkmış olan batılı bilim paradigması batı düşüncesinin merkezine oturtularak diğer düşünceleri de kendisine göre konumladırma hakkına sahip değildi.

 

Din ilk insanla birlikte bir yaşam tarzı, bir değerler sistemi olarak vardı ve insanlığın düşünce merkezinde birinci dereceden etkili idi. Oysa batılı bilimsel paradigmalar daha sonra ortaya atılmış idi.

 

Batı biliminin inhisarcı, yaklaşımı kendisinden öncekini yok sayma, görmeme ya da göstermeme hastalığına düşmüştü, tıpkı bir sihirbaz gibi gerçekleri insanların gözlerinden saklıyordu. Bu yeni bakış açısı batılı bilime göre “tabiat ancak kendi sırlarını işkence altında ifşa eder.” Şeklinde Bacon’da ifadesini bulmuştu. Bu düşünce tabiatın insandan bağımsız, onun hakimiyet ve sömürüsüne amade, tükenmez ve yağmalanması gereken bir potansiyel olarak görülmesine sebep olmuştur. Üstelik ruh ve madde arasında aşılmaz duvarlarda örmüştür. Böyle bir anlayışın islami değerlerle uyuşması mümkün değildi. İnsani olan değerleri dışlayan tüketime dayalı bir hayat felsefesi üreten sınırsız ihtiyaçların olduğunu iddia ederek bunu sınırlı kaynaklarla karşılamaya çalışan bir iktisat bilimi tarifi yapan, batı düşüncesinin insanlığa mutluluk getirmesi düşünülemezdi.

 

Böyle bir vasatta müslüman düşünürlerin özelliklede Seyyid Hüseyin Nasr’ın  yapmak istediği şey modern bilime islami hakikate dayalı metafizik bir arka plan sağlamak, böylece bilimsel faaliyete içten bir değişim uygulayarak evrenle insan arasındaki dengeyi kurmaktı. Yine insanın tabiatla çatışmada onunla uzlaşarak yaşamasını, hatta onu atalarının mirası ve çocuklarından ödünç alınmış bir varlık, Allah tarafından bir lütuf olarak algılanmasını sağlamaktır. Nasr’ın ve islam düşünürlerinin bu çalışmaları şu sonucu doğurmuştur: İslam toplumları böylece kendilerine güvenin gereği olark savunma yerine çözüm üretmeye başlamışlardır. Faruki’nin bu çıkışı ve programının eleştirisi başka önerilerin doğmasına sebeb oldu. Bu durum islam dünyasının sorunlarının çözülebilirliğini anlaşılması ve entelektüel donanın açısından farkına varılması açısından yararlar sağlamıştır.

 

Böyle bir girişten sonra İsmail Raci el Faruki ve bilginin islamileştirilmesi tezinin ortaya çıkış sebebleri ve usül ve metodolojisinin kendi tezine sadık kalınarak bir izah tarzı getireceğiz.

 

İSMAİL RACİ EL-FARUKİ  VE BİLGİNİN             

İSLAMİLEŞTİRİLMESİ

 

RACİ EL-FARUKİ’NİN HAYATI

 

21 Ocak 1921 de köklü bir ailenin çocuğu olarak filistin de doğdu. İlk ve orta öğrenimini ingiliz yönetimi altında bulunan Filistin’de yüksek öğreniminide Beyrut Amerikan üniversitesinde tamamladı. Daha sonra Harward ve İndiana Üniversitelerinde felsefe dalında yüksek lisans yaptı. Doktorasını Harward’da tamaladı. Bu üniversite öğretim üyesi oldu. Daha sonraları El-Ezher, Mc Gil ve İslamabat’ta islami araştırmalar enstitüsünde görev yaptı. 1960’ta Syracuse Üniversitesinde verdiği derler sonrasında Temple üniversetine giderek 1972’de Sosyal Bilimsel Enstitüsünü kurdu. Hemen ardından Amerikan Dinler Akademisi İslami araştırmalar gurubunu kurarak 10 yıl kadar burada başkanlık yaptı.

 

Konumuz ile ilgili çalışmalarının temeli olan bilginin islamileştirilmesi adlı kitabını 1982’de Amerika da yayınlayarak bu kavramı islam dünyasında tedavüle çıkarmış oldu. 27 Mayıs 1986’da Pensilvanya’da vefat etti. (21)

 

 

 

 

 

 

 

           

(21) El-Faruki, a.g.e. S.15

BİLGİNİN İSLAMİLEŞTİRİLMESİNİ HAZIRLAYAN    SEBEBLER

 

ÜMMETİN İÇİNDE BULUNDUĞU BUNALIMIN BELLİ BAŞLI ETKİLERİ

 

a- Siyasi Yönden:

Ümmet kendi içinde bölünmüştür. Sömürgeci güçler ümmeti elli’den fazla milli-devlete parçalamayı ve her birini diğerine düşman etmeyi başarmışlardır. Her müslüman milli devlette kendi içinde ayrıca bölünmüştür. Daha kötü olanda, düşman, islam alemine, kendileriyle yerli halk arasında sürekli tartışma çıksın diye, yabancılar ithal etmiştir veya halkın bir bölümünü Hıristiyanlaştırma ve sömürgeleştirme girişimlerini başlatmıştır.

 

b- Ekonomik Yönden:

İslam ülkelerinin hemen hemen hepsi kendine yetecek üretimi yapamamaktan kaynaklanan sürekli dışa bağımlı (ithalat’a dayalı) ekonomik bir sisteme sahiptirler. Bu durum islam ülkelerini sürekli olarak geri kalmışlığın ve az gelişmişliğin pençesinden kurtaramamıştır. Diğer yandan islam ülkelerini etkisi altında bırakan diğer batılı ülkeler ise sürekli üreterek ekonomik yönden büyümekten ve islam ülkelerinde aşırı tüketimi önererek onları avrupa ya bağımlı hale getirmeye çalışmışlardır. “İslam ülkelerinin dış destekli olarak kurmuş olduğu sanayileri ise kendi temel ihtiyaçlarını değil, sömürgecilerin yoğun reklamları sonucu ortaya çıkmış suni ihtiyaçları karşılayacak şekilde düzenlenmiştir.”(22)

 

c- Dini-Kültürel:

Müslümanların asırları bulan gerileyiş serüveni, dinamik olan  sosyal yapının atalete dönüşmesine ve sürekli gerileyişe sebep olmuştur. Bu gerileyişin sebebi tasavvuf düşüncesini miskin bir tevekkül anlayışa bürünmesinde aranmıştır. Tasavvuftaki teslimiyetçi anlayış şeyhi tartışılmaz bir otorite olarak kabul etmek ilmi düşüncenin islam dünyasında yeniden doğuşunu geciktirmiştir. İşte bu fikri ataletin faturası da böylelikle tasavvufa kesilmiştir.

 

 

 

  


 

(22) El-Faruki a.g.e. S.4

Arnold Toynbe batı’nın teknolojik ve bilimsel keşifleri karşısında islam ümmetinin bireyleri için iki tipolojiden bahseder. Birincesi: “Herodinon” (23) diğeri “Zeolot”(24) diye iki tip çizer. Heredinon yaratıcı değildir. Sadece taklitçidir. Zeolot  ise eskiye sığınarak eskinin galibiyet ve kahramanlıklarıyla övünür. Toyinbe bu konulara ‘medeniyet yargılanıyor’ adlı eserinde genişçe yer vermiştir.

 

Farukiye göre islam dünyasının büyük bir bölümünde “batılı değer ve yöntemleri öğreten bir eğitim sistemi benimsenmiştir”.(25)  Bu durum kısa bir süre sonra toplumda, islam kültür ve birikiminden habersiz diplomalı entellektüellerle, muhafazakar ulema arasında çatışmaya yol açtı. Bu çatışmayı Erol Güngör ‘islamın bu gün ki meseleleri’ kitabında aydın-ulema, alaylı-mektepli çatışması olarak isimlendirmektedir.

 

BUNALIMIN AŞILMASI İÇİN İKİ GÖREV

 

a- İslami Görüşü Ön Plana Çıkarmak:

Farukinin islami görüşü ön plana çıkarmakla kasdettiği şey her müslüman talebenin kendi medeniyet tarihini çok iyi bilmesidir. Bu nedenle Faruki bir öğrencinin kendi medeniyetine ait tüm bilgileri öğrenebilmesi için islam medeniyeti  derslerinin bütün üniversitelerde mecburi olarak okutulması gerektiğini ifade eder.

 

Öğrenci bu bilgilerle donatıldıktan sonra başka medeniyetlere ait bilgileri de edinebilir. Faruki bu konuda herhangi bir mahsur görmemektedir. İki medeniyeti de tam olarak öğrendikten sonra da bu bilgileri birleştirmelidir. “Her müslüman genç din, ahlak, hukuk, tarih ve islam kültürü konularında eğitime tabi tutulmalıdır. (26)

 

Kendi medeniyetini öğrenen şahısta kendine güven ve kişilik duygusu tam olarak gelişir. Böylece kişi başka, üstün kültürlere karşı aşağılık kompleksine kapılmaz. Kendisini rahatça ifade edebilir.

 

 


 

(23) El-Faruki, a.g.e. S.23

(24) El-Faruki, a.g.e. S.24

(25) Güngör, Erol, İslamın Bugünkü Meseleleri S. 193 Ötüken Yay. İstanbul 1996

(26) Güngör, a.g.e. S.193

b- İki Eğitim Sistemini Birleştirme:

Batılı eğitim sisteminin müfredatıyle islami eğitim sisteminin müfredatının birleştirilmesi gereklidir. İki eğitim sisteminin ayrılmışlığı önce insanın zihninde bir dualite oluşturmaktadır. Böylece düşünceyle eylem arasına duvarlar örülmüştür.  Faruki’ye göre eğitimin biri modern diğeri geleneksel eğitim sistemi olarak devam etmesi islam toplumlarının gerileyiş sebebi olarak görülür. Dini ilimlerle müspet ilimlerin aynı çatı altında tüm ümmet çocuklarına verilmesi gerekmektedir.

 

Ayrıca Faruki; yabancı dille yapılan eğitim sistemini de eleştirmektedir. Böyle yapılan eğitime islam ümmetinin çocuklarının zihinlerinin sömürgeleştirilmesi olarak algılar.

 

GELENEKSEL USÜLÜN AKSAKLIKLARI

 

a- İctihad ve Müştehit Konusundaki Aksaklıklar:

Faruki daha önceki konularda değindiğimiz gibi geleneksel usül den kastı hilafetin saltanata dönüşmesiyle ortaya çıkan düşüncenin eylemle bağlantısının kesilmesini, düşünür ile idareci arasındaki bağlantının kopmasını gösterir.

 

Faruki geleneksel usulün taklitçi ve şerhçi anlayışınıda eleştiriye tabi tutmuştur.

 

İslamın ilk fatihleri Hazreti Peygamberin Ashabı, Tabiun ve mezheplerin  imamları, müslümanların ortaya çıkan toplumsal problemlerini hemen sıcağı sıcağına hallediyorlardı. Problemi bekletmeden halletmeleri topluma düşünce yönünden bir dinamizm getirmekteydi. Problemlerinin çözümünde öncelikli olarak Kur’an-ı Kerim’e ve sünnet’e başvuruda bulunarak çözüyorlardı. Bunlarda çözüm yolu bulunamayınca kendi reyleriyle hareket ediyorlardı. Müştehidler kitap ve sünnet’e dair referanslarını çok mükemmel olarak kullanabiliyorlardı.

 

Faruki ilk dönem fatihleri “islamı yalnız hukuk olarak değil, ideal ve nazariyye olarak, milyonlarca insanın her gün yüz yüze geldiği problemleri çözen bir düşünceyi  hayat sistemi olarak tanıyorlardı.”(27)

 

 


 

(27) El-Faruki a.g.e. S.26

 İlk dönemden sonra fıkıh sadece ilk dönem fakihlerin fıkıh kitaplarına şerhler yazılmakla geçiştirilmiştir. Bunların vermiş olduğu fetvalar çerçevesinde toplumda yeni çıkan problemlere eski fetvaların ışığında çözüm yolları aramışlardır. Oysa toplum değişmekte sorunlar değişmekte idi. Ama hukuk statikti. Değişken olanın, statik olanla karşılanması mümkün görülmüyordu. Bu düşünce sistemi islam dünyasının hızla gerilemesine sebep olmuştur.

 

Faruki bu konuda şöyle buyurmaktadır. “Taklit, islam toplumunun  üst tabakasını (aydınlarını) islamdan uzaklaştırdı, halk tabakasını ise umutsuzluğa itmişti.”(28) Bu geleneksel düşünce sisteminin dışına çıkıp birkaç çıkış yapılamaya çalışıldıysa da başarılı olunamadı. Başarısızlığın sebebini Faruki iki noktada görmektedir. “Birincisi; müştehid olmanın şartları geleneksel olarak kalmıştır. İkincisi; müştehid’in ve fakihin aldığı eğitim sayesinde her sorunu hukuki terimlere dökebilen, hukuki çerçevede kararlar verebilen bir kişi olması gerektiği anlayışı çağın sorunlarını bu sınıflar içinde hapsolmasına yol açmıştır.”(29)

 

 b- Akıl-Vahiy İlişkisi:

İslam, insanı düşünmeye davet eden, anlamaya davet eden, araştırmaya davet eden bir dindir. Ayrıca Kur’an-ı Kerim insanı sürekli olarak düşünmeye, araştırmaya, anlamaya ve tefekküre çağırmaktadır. “İslam, insanın anlayışını kıskıvrak bağlayan, vicdanı etkisiz kılan ve böylece bunu akıl dışına hatta şaçma olana teslim etmez.”(30) Bundan dolayı İslam akli melekesini yitirmiş olan bir kimseyi mükellef tutmamıştır.

 

Farukiye göre vahiy ile aklı birbirinden ayırmak kabul edilebilir bir şey değildir. Bunlar tıpkı et ile kemik gibi birbirini tamamlayan şeylerdir. Bunların birbirinden ayrılmasını şöyle yorumlamaktadır. “Vahiy ile aklın birbirine yabancılaşması.”(31) olarak görmektedir.

 

 

 

 

 


 

(28) El-Faruki, a.g.e. S.51

(29) El-Faruki, a.g.e. S.51

(30) El-Faruki, a.g.e. S.52

(31) El-Faruki, a.g.e. S.52

c- Düşüncenin Eylemden Ayrılması:

Faruki, modern bilgi anlayışını kabul eden islam ümmetinin bir hastalığından bahseder. Bu hastalık düşüncenin eylemden ayrılmasıdır. Peygamberimizden sonraki halifeler  döneminde lider, hem düşünce adamı hem de eylemi gerçekleştiren bir kişiydi o ümmetin problemlerini düşünür ve alimlerle istişarede bulunurdur. Ayrıca problemlerin çözümü için onlardan fetva alırlardı ve bu fetvaları korkusuzca da uygularlardı.

 

Ama Reşid halifeler döneminden sonra, düşünce eylemden ayrıldı. Alimlerle istişare ortadan kalktı ve fetvalar sultanlar tarafından genellikle kendi otoritelerinin meşrutiyeti için istenilmeye başlandı. Fetva vermeyen alimler hapislerde çürütüldü. Ve ümmetin düşünebilen üretebilen insanları bir bir kaybedilmiş oldu.

 

Düşüncenin Eylemden ayrılması ayrıca düşünebilen ve üretebilen beyinlerin yönetimden uzaklaşmasına sebep olmuştur. İktidar sahipleri, iktidarlarını sağlamlaştırmak için eylemlerini müstebitleştirdiler. İktidarları ellerinde bulundurmak için kan dökenler bile oldu. Meşru muhalefetler bir bir gayri meşrü ilan edilerek ortadan kaldırıldı. Hilafetin saltanat’a dönüşmesiyle birlikte halkın yönetimi denetleme ve hesap sorma yetkisi  elinden alınmış oldu.

 

Faruki bu olayı şöyle açıklamaktadır: “Ümmetin akli enerjisi de tasavvuf’un biçimlendirdiği ruhsal ve öznel değerlere doğru yöneldi.”(32)

 

İslam düşüncesi dünya ahiret dengesini kaybetmiştir. Daha çok ahirete önem veren bir nitelik kazanmıştır. Böylelikle düşünce salt olarak uhrevi olana yönelmekle bireysel kurtuluş toplumsal kurtuluşun önüne geçmiş oldu.

 

c- Kültürel Ve Dini İkilik:

İslam’ın altın çağında, islam düşüncesinden neş’et etmiş olan kültürel ve dini tutumların kaynağı tek idi. Bu görüşler insanları birbirine yaklaştırıyordu. Çünkü bu görüşler insanların eğilimleriyle eylemelerini bütünleşItirebiliyorlardı.

 

 


 

(I32) El-Faruki, a.g.e. S.55

Çöküş dönemlerinde ise yaşam tarzları ile dini davranışlar ve tutumların arasına ikilikler girmeye başlamıştır. İslam düşüncesi “Dünyevi yol ile Iuhrevi yol diye iki yola ayrılmıştır.”(33)

 

İSLAMİ USULÜN AKSAKLIKLARI

Faruki bu temel ilkeleri sayarken öncelikli olarak eğitim sisteminde ve hayata bakışımızdaki ikiliğin ortadan kaldırılmasını önermektedir. Eğitim sistemindeki ikilik fertlerin, ailelerinden aldıği geleneksel eğitim ile, okullarda verilen modern eğitimin çatışmasıdır. Böyle bir eğitimin sonucunda ferlerin hayata bakış açılarında dualite oluşmaktadır. Faruki’ye göre bu ikiliği ortadan kaldıracak yegane ilke ‘Tevhid’ dır.

I

a- Allah’ın Birliği:

Bütün ilahi dinler Allah’ın birliğinde ittifak etmişlerdir. Tevhid; her şeyi ilahi birliğin bilincinde yaşamak, her şeyin Allah’ın izni dahilinde meydana geldiğini bilmek ve kabullenmektedir. “Allah’ın birliği islam’ın ve islami olan her şeyin birinci ilkesidir.”(34)

 

Yani beşeri bir bilgi ile ilahi bir bilgi çatışdığı zaman ilahi olanın hakim olup, beşeri olanın ona tabi olmak zorunluluğu vardır. “İslami bilgi evrendeki illiyIet zincirinin tepesinde ilahi irade bulunan bir gayeler zinciri olduğu bilir.”(35)

 

Allah alemde egemen olan bu kozalitenin sadece koyucusu değil ona her an müdahele eden ve düzenleyen müdahil bir varlıktır.

 

Bu teist tanrı tasavvuru, islam bilgi hiyerarşisinde determinist tanrı anlayışını yerinin olmadığı göstermektedir.

 

EvrendIeki hiç bir şey kör bir tesadüfün eseri olmaz. Her şey bir hesabın bir ölçünün ve takdir edilmiş ve ilahi kaderin tahakkuk etmesinden ibarettir. Faruki hilkatin birliğinden yola çıkarak bilginin tevhidinde kendine bir çıkış yolu arar. Faruki bu olayı şöyle açıklamaktadır. “İman ışığı kuşkusuz epistemolojiktir.

 

 


 

(33) El-Faruki, a.g.e. S.55

(34) El-Faruki, a.g.e. S.57

(35) IIEl-Faruki, a.g.e. S.58

Ne iman aklın üstündedir nede akıl imanın.”(36)

 

Bu musavvat temel islami bilginin kaynağını şu üç saç ayağına oturtmaktadır.

 

a-Hakikat’ın bir oluşu esasına ters düşen her şeyin ve iddianın vahiy namına yapılamıyacağına işarettir.

bI-Hakikatın bir oluşu esası, akılla vahiy arasında çelişki bulunamayacağını göstedir.

c-Hakikatın birliği esası, tabiat kanunlarının sünnetullah olduğunu ispatlar.(37)

 

Birinci esasta hakikatin bir oluşuna ters düşen hiçbir iddianın vahiy namına yapılamıyacağına işarettir. Bu anlamda beşerin ortaya koyacağı veya keşfedeceği herhangi bir tabiat kanunu ilahi yasaya muhalif olarak yorumlanamıyacaktır.

I

İkinci esasta ise hakikatın birliği ilkesi; beşerin ortaya koyduğu bilginin yanlış ve hatalı olması durumundan hakikatin birliği ilkesi ile kendisini yeniden gözden geçirmeye ihtiyaç duyacaktır.

 

Üçüncü olarak da Allah’ın hilkat tarzları sınırsızdır. Beşeri olan tüm iddialara eleştirici bir gözle bakabilmek, hiçbir zaman nihai kesinliğe sahip olmayan, tabiat kanunlarını araştırmak, islami oluşun veya gerçek bilginin olmak şartıdır. Bu şart bizi gerçek olan bilgiye vahyin kılavuzluğunda götürecIektir.

 

Faruki ilahi iradenin tecelli edeceğini şöyle anlatmaktadır. “İlahi iradenin birincisi tabiat kanunlarıdır, bu kanunlar zorunlu olarak gerçekleşirler, sabittirler ve kozmiktirler. Vahyi bilginin dışında akılla da bilinebilirler. İkincisi ise ahlak (moral) kanunlarıdır. Kişisel iradenin özgürce ifadesini sağlarlar”(38)

 

 

I

(36) El-Faruki, a.g.e. S.59

(37) El-Faruki, a.g.e. S.56

(38) El-FaIruki, a.g.e. S.61

b- Hayatta Birlik İlkesi: İslam, fizik dünyayı öteki dünyadan ayırmaz. Ama batı düşüncesi  hayatı, fizik dünya olarak görüp sırf aklın alanı olarak tanımlar. MetafiIzik alanı ise inancın alanı olarak görür. İslama göre her iki alanda dinin müdahelesine açıktır. Tekbir gerçeklik alanı vardır O da dinin alanıdır. Din-dışı (seküler) bir alan ayrımına gitmek yanlıştır. İslam iki hayat arasında bölünmeyi kabul etmez.

 

Allaht’an başka ilah yoktur ve onun dışındaki tüm varlıklar onun mahlukudur. İşte bu anlayışta islam bu dünyayı ahiretin tarlası olarak görmektedir. Bu dünyada insan yaptıklarından, her an  gözetim altında olduğunun farkında olmalıdır. İnsan yaptıklarından ve yapması gerekip de yapmadıklarındIan hesaba çekileceğini bilir. Bu temel düsturların oluşturduğu zihni bir yapı ile problemlere yaklaşır ve çözmeye çalışır.

 

BİLGİNİN İSLAMİLEŞTİRİLMESİNİ SAĞLAYACAK     ZORUNLU ADIMLAR

 

1. Adım: Modern Disiplinleri İyice Öğrenmek (Tahlil): “Batıda görülen en gelişmiş biçimleriyle disiplinler sınıflara, ilkelere, usullere sorunlara ve konulara göre ayrıştırılmalıdır. Böyle bir ayrıştırma, teknik terimler ve bIölüm başlıklarıyla doldurulamayacaktır. Öncelikli olarak teknik terimlerin ne anlama geldiği iyice anlaşılmalıdır.”(39)

 

İsmail Raci el-Faruki, bilginin islamileştirilmesini sağlayacak zorunlu adımları sayarken ilk adım olarak modern bilgi, disiplinleri ve öğrenmeyi koyması eleştirilebilir bir düşüncedir. Oysa öncelikli olarak müslümanların kendilerine ait dünya görünüşünü ve disiplinlerini öğrendikten sonra bir ikinci adım olarak modern disiplinleri öğrenmeye çalışılmalıdır.

 

2. AdımI: Disiplin Araştırması: Her disiplin konusunda araştırmalar yapılmalı, disiplinlerin tarihi gelişimi göz önünde bulundurulmalıdır. Her disiplinle ilgili araştırmayı o konuda yazılmış eserlerin biyografilerinin çıkarılmasını gerektirmektedir. Faruki bu konuda şöyle demektedir. “Disiplinlerin islamlaştırılma çabalarının konusunun tanımı, tarihi topoğrafyası ve sınırları üzerinde bir fikir birliğine varmamız gerekmektedir.”(40)

 


 

(39) El-Faruki, a.g.e. S.62

(40) EIl-Faruki, a.g.e. S.70

3. Adım: İslami Birikimi İyice öğrenmek(Antoloji): İslamın disiplinlerle ilişkisini ele almadan önce, islam kültür birikimini disiplin konusundaki görüşlerini tesbit etmek gereklidir. Faruki, “Ecdadın mirası bizim için islamla irtibatın başlangıç noktasını teşkil etmelidir.”(41) Sözü ile kümülatif bilgiye işaret etmektedir.

 

Modern eğitim görmemiş geleneksel birikime sahip bilim adamlarımız, modern disiplinleri bilmedikleri için onlardan yararlanma yolunu bulamamışlardır.

 

4. Adım: İslami Birikimi İyice Öğrenmek(Tahlil): İslami birikimin antolojik olarak yalnız toplanıp değerlendirilmesi yeterli değildir. Bu bilginin tahlil edilmesi ve sentezlenmesi gereklidir. Faruki bilim adamlarımızın “islami görüşü anlayabilmek için, bu eserleri tarihi çerçeve, söz konusu sorunun hayatın öteki bölümlerine ait tanımlanan ve açıklanan düşünmcelerle irtibatının sağlanıp tahlil edilmesidir.”(42)

 

5. Adım: İslamın Disiplinlerle Özel ilgisinin kurulması: Modern disiplinlerin tabiatları, temel yöntemleri ve ilkeleri islami birikimle irtibatlandırılıp onunla meczedilmelidir. Bu güne kadar yapılanları eleştirirken Faruki şu üç soruyu sormak gerektiğini söylemektedir. “Birincisi; Kur’andan modernistlere kadar islami bilgi mirası disiplince tasarlanan değişik konulara ne gibi katkılar yapmıştır. İkincisi; islami birikimin disipline katkısı başarıyla karşılaştırılıp tartışıldığında ne durumdadır?  Üçüncüsü; İslami birikimin pek az katkıda bulunduğu, ya da hiç katkıda bulunmadığı konularda çelişkiyi ortadan kaldırmak sorunu yeniden biçimlendirip temel görüşü genişletmek üzere müslümanların çabası hangi istikamete yöneltilmelidir.”(43)

 

Bu sorulara  cevap bulabildiğimiz ölçüde islamın geleneksel ve modern disiplinlerle ilgisini kurabilmiş oluruz.

 

 

 


 

(41) El-Faruki, a.g.e. S.70

(42) El-Faruki, a.g.e. S.73

(43) El-Faruki, a.g.e. S.91

 

6. Adım: Modern Disiplinin Eleştirilerek Değerlendirilmesi: Bu ilk altı adımla modern disiplinlerle islami birikim elden geçirlmiş, yöntemleri, ilkeleri, konuları ele aldıkları sorunlar ve başarıları belirlenmiş, araştırılıp tahlil edilmiş ve sonuç olarak islami disiplinle bağları kurulmuştur. Bundan sonra disiplinler islami açıdan eleştiriye tabi tutulacaktır. “Disiplinlerin nihai gayesi  usulüne ve ilk eldeki hedeflerine eleştiriyer olarak irtibatlandırılmalıdır.”(44)

 

7. Adım: İslami Birikimin Eleştirilerek Değerlendirilmesi(Durum Değerlendirmesi): Bundan kastedilen şey Faruki’ye göre Kuran-ı kerim ve Hazreti peygamberin sünnetinin bu işin dışında kaldığı bunların eleştiri ve değerlendirme konusu olmadığıdır. Faruki’ye göre “Kuran’ın ilahi mevki ve sünnetin biçimi tartışma üstüdür.”(45) Oysa kurandan ve sünnetten müslümanların anladıkları eleştiri ve değerlendirmeye pek tabi olarak tutulabilir. Beşeri yorumlama ilk dönemlerde islam’ın oynadığı dinamik rolü kaybettiğinden dolayı yeniden değerlendirmeye tabi tutulmalıdır.

 

Vahyin günün değişik şartlarına, sorunlarına irtibatıyla ilgili beşeri bakış açımızı üç noktada eleştiri konusu yapabiliriz. “Birincisi vahiy kaynaklarından doğrudan ve tarihte hazreti peygamber, ashabı ve onlardan sonra gelenler tarafından somut uygulamalarından belirlenebileceği kadarıyla islami görüşün ortaya çıkarılması gerekmektedir. İkincisi, dünyanın her yanındaki ümmet mensuplarının bugünkü ihtiyaçları belirlenmelidir. Üçüncüsü disiplinin temsil ettiği bütün modern bilgi yeniden gözden geçirilmelidir.”(46) Her halukarda islami birikimle irtibatsız hiçbir islami tavır ve davranış bugün geçerli değildir. Bütün bilgilerimizin kaynaklarını ilahi vahye, sahih sünnete ve sahih geleneğe dayandırmak zorundayız.

8. Adım: Ümmetin Belli Başlı Sorunlarının Soruşturulması:  Ümmetin sorunların tesbit edilmesi gerekir. Bu sorunlar ekonomik, sosyal ve siyasi problemlerin yanında, zihni ve ahlaki problemleri de birlikte ele almalıyız. “Hiçbir akademisyen disiplindeki çalışmasını fildişi kuleden boş bir merak olarak, ümmetin var oluşsal gerçeklerinden uzak bir biçimde yürütmemelidir.”(47)

 


 

(44) El-Faruki, a.g.e. S.91

(45) El-Faruki, a.g.e. S.92

(46) El-Faruki, a.g.e. S.93

(47) El-Faruki, a.g.e. S.94

Faruki bu çalışmaların amacını ortaya koyarken aslında pratik ve aynı zamanda pragmatist yaklaşımlarda bulunmaktadır. Bu yaklaşım islam dünyasının çeşitli bölgelerindeki entellektüeller tarafından tartışıldı ve eleştiriye tabi tutuldu. Bu konuda ilk çıkışı Faruki yaptığından dolayı eleştiriye tabi tutulması pek tabidir. Bu proğram geliştirilmeye açık verileri içerisinde bulundurmaktadır.

 

9. Adım: İnsanlığın Sorunlarının Soruşturulması: Yalnız islam ümmetinin sorunlarına çözüm üretmek değil, tüm insanlığın problemlerine çözümler üretmek zorundayız. Bugün gezegenimizde yaşanmakta olan evrensel krize çözüm üretmek zorundayız. Buna kayıtsız kalınamaz.

 

Faruki, evrensel krizin çözümünü islami görüşte içkin olduğunu savunur. “İslam sayesinde ve Allah’ın takdiriyle insanlığın mutluluğu ve tarih için ön şart olarak sadece ümmete sahiptir.”(48) demektedir.

 

10. Adım: Yapıcı Tahlil ve Terkip: Modern disiplinleri ve islami bilgi mirasını anlayıp iyice öğrendikten sonra islami disiplinlerle ilgisini kurarak önce ümmetin problemlerinin çözülmesi daha sonra ise insanlığın problemlerine çözümler getirilmesi gerekmektedir. Faruki’ye göre “Asırlar sürmüş az gelişmişlik uçurumu üzerine bir köprü kurmak biçiminde islami birikim ve disiplinler arasında yapıcı bir senteze inememiştir.”(49)

 

Faruki, tahlil ve terkip yaptığımız zaman şu soruları ve sorunları göz önünde bulundurmamız gerektiğini eklemektedir. “İslami birikimin belli bir konu veya soruna irtibatı ve konunun taşıdığı özel anlam söz konusu ise, müslüman’ın izlemesi meşru olan yollar nelerdir?  Önerilen çözümlerin yararlılığı hangi yöntemlerle ölçülebilir? İslam’ın şeriatı, ahlaki sistemi kültürü ve ruhu ile önümüzdeki soruna irtibatı hangi kıstasa dayanılarak tesbit edilecektir.”(50) Sorularına cevap aramamız gerektiğine inanmaktadır.

 11.Adım: Disiplinleri İslami Çerçeve İçinde Yeniden Biçimlendirmek: Üniversite ders kitaplarının yeniden yazılması gereklidir. Tabiatıyla bütün ümmetin evlatlarının aynı sonuçlara ulaşması mümkün değildir. Bu gereklide değildir. Fikir ihtilafları düşünce zenginliğini içerir.

 


 

(48) El-Faruki, a.g.e. S.96

(49) El-Faruki, a.g.e. S.96

(50) El-Faruki, a.g.e. S.98

Çünkü ‘hakka giden yollar insanların nefesleri kadardır’ sözü  bu konuyu açıklamaktadır. Yine Faruki “Disiplinin islamileştirilmesi tek bir ders kitabı ile olamaz. Müslüman zekaların zihinsel gücünü artırmak için pek çok ders kitabının yeniden yazılmasına ihtiyaç vardır.”(51)

 

Üniversite ders kitaplarının islamileştirilmesi, uzun sürecin gerçekten son halkasını teşkil etmektedir. Önceki bütün adımların hedefe ulaşması da  onunla mümkün olacaktır. 

 

12. Adım: İslamileştirilmiş Bilginin Yayılması: Bütün  merhalelerden geçirilmiş bilgilerin islam dünyasına ivedilikle yayılmasını ve okullarda okutulmasını zorunlu kılmaktadır.

 

Çalışma planın tüm basamaklarından geçirilmiş bilgi tüm müslüman akademisyenlerin eline ulaşması gereklidir. Ama bu yeterli bir çaba değildir. Bu bilginin tüm ümmetin mensuplarına ulaştırılması gereklidir.

 

Böylece islamileştirilmiş bilgi tüm müslüman düşünürlerin eline geçmesi dünyada elde edilebilecek en büyük armağandır. “İslam alemi üniversite ve yüksek okullarına, ilgili derslerin, zorunlu okumalar listesine alınması talebi ile resmen sunulmalıdır.” (52)

 

BİLGİNİN İSLAMİLEŞTİRİLMESİ İÇİN ÖTEKİ ZORUNLU ADIMLAR

 

1. Toplantı ve Seminerler: “Bir disiplinde ortaya çıkan herhangi bir sorun çözmek için planlanan bir dizi toplantı ve seminerler konunun uzmanlarının katılımı ile düzenlenmelidir.”(53)

 

2. Öğretim Üyeleri İçin Eğitim Kursları: “Üniversite ders kitaplarını yazan uzmanlarla, öğretim üyeleri bir araya gelip onlarla eserlerde olmayan konuları yazı ve kitaplarına aldıkları yeni bilgilerin birbirlerine aktarılması gerekmektedir.”(54)

 

 


 

(51) El-Faruki, a.g.e. S.98

(52) El-Faruki, a.g.e. S.98

(53) El-Faruki, a.g.e. S.100

(54) El-Faruki, a.g.e. S.100

Uygulama İle İlgili Öteki Adımlar

 

1-Müslümanların akademik gelişmeleri, başarıya ulaşmaları için karşılık beklememeleri gerekmektedir.

2-Planlanan ders kitapları en ehil akademisyenler tarafından yazılmalıdır.

3-Hazırlanması düşünülen eser konunun ağır olması durumunda bir kaç akademisyene bölünmelidir.

4-Bu eserlerin hazırlanmasındaki bütün harcamalar islam ülkelerinin birlikte oluşturacağı fonlarla karşılanmalıdır.

 

PROGRAM AÇISINDAN ÖNCELİKLİ OLAN BİLİMLER ŞUNLARDIR

 

1-Yöntembilim: Akıl, vahiy ve öbür kaynaklar açısından geliştirilmelidir.

2-Davranış Bilimleri, Toplumbilim, Antropoloji ve Psikoloji

3-Eğitim ve Siyaset Bilimleri

4-Güzel Sanatlar, Ekonomi, İdare ve İletişim Bilimleri

 

Bütün bu çalışmalar için Faruki bu tavsiyelerde bulunur. Bu tavsiyeler şunlardır.

1-Sorunun önemini kavramış, islama bağlı bilginler cemiyeti kurmak

2-Cemiyetin buluşları için laboratuar ve dershane gibi çalışma ortamı sağlayacak üniversiteler ile ilişki kurmak

3-Geleneksel anlamdaki ulema ve diğer düşünürler ile ilişki kurmak

4-Cemiyet üyeleri için doktora sonrası için özel eğitim birimleri düzenlemek.  

 

Ayrıca her disiplin için bibliyografya hazırlamak, sistematik antolojiler düzenlemek ve uzmanlar tarafından hazırlanan araştırma makalelerini yeni elemanlara sunmak, objektif bilim çevrelerinin bilim çevrelerini aktaran seminerler düzenlemek, kitaplar yayınlamaktır. Bu çalışmalar tıpkı geçmişte olduğu gibi sağlıklı bir dünya görüşünü doğuracaktır.

 

 

 

 

Faruki ‘bilginin islamileştirilmesi’ adlı eserinde “Çağdaş islami epistemolojiye ulaşmak için, sistematik bir plan çerçevesinde adım adım izlenecek bir programı önermektir.”(55)

 

Bilginin batılılaştırılması karşısında ilk önce alınması gereken tedbir kelami bir bakış açısıyla islami epistemolojinin kaynakları yeniden gözden geçirilmelidir. Bu yeni epistemoloji oluşturulurken geleneksel usulden ve modern  metodolojiden mutlaka faydalanılacaktır.

 

(55) El-Faruki, a.g.e. S.101

 

III. BÖLÜM

 

BİLGİNİN İSLAMİLEŞTİRİLMESİNE ALTERNATİF ÇIKIŞLAR VE ELEŞTİRİLER

 

Biz bu bölümde Faruki örneğine yapılan eleştirileri ve ona alternatif tezleri inceleyeceğiz. Metot olarak da tek tek kişilerin görüşlerini ele alıp bu konudaki eleştirilerini vermeye çalışacağız. İlk olarak Seyyit Nakıp El-Attas’ı ele alacağız.

 

a- Seyyid Muhammet Nakıp El-Attas: ‘Bilginin Batılılaşmaktan Kurtarılması Tezi’

 

Attas 1931 Malezya doğumlu olup, Malay Dili ve Edebiyatı profesörüdür. İslam felsefesi alanında da bir çok çalışmalar yapmış ve bazı uluslararası felsefe derneklerinin onur üyeliğine seçilmiştir. Kuala Lumpur Malay Üniversitesi Edebiyat Fakültesinin bir süre dekanlığını da yapmış olan Attas, ABD , Kanada ve İngiltere’de bazı üniversitelerde dersler vermiştir.

 

İslam bilimi konusundaki çalışmalarının formülleştirilmesi olan ‘İslamizasyon’ denilen başlıklı tez çalışmasını 1967-68 yılları arasında yapmıştır. Böylece bir bakıma Faruki’den de önce bilginin islamileştirilmesi konusunu farklı bir bakış açısıyla ortaya koymuştur. Fakat ilk olarak ‘bilginin islamileştirilmesini’ metodolojik olarak sistematize ettiğinden dolayı bu tez Faruki’nin adıyla islam dünyasında kabül görmüştür.

 

İslamizasyon kavramını, ‘İslamın ilk önce büyüsel, mitolojik, anamistik, ulusal, kültürel gelenekten ve sonra da mantığı ve dili üzerindeki seküler kontrolden kurtarılması’(56) olarak tanımlar.

 

Nakıp El-Attas da Nasr gibi tasavvuf terminolojisini kullananlardandır. Fakat ondan farklı olarak ‘İslam metafiziğinin önermelerini ve genel sonuçlarını çağımızın zihni perspektifi ve bilgi alanındaki gelişmeleriyle uygunluk içinde yeniden ifade etmektedir.’(57)

 


 

(56) El-Faruki, a.g.e. S.103

(57) El-Faruki, a.g.e. S.104

Attas’ın soruna böyle yaklaşmasının sebebi, sorunun ismi ve tanımı konusundaki farklı tespitinden kaynaklanır. O’na göre İslam dünyasındaki bunalım ekonomik, politik ve teknolojik geri kalmışlıktan kaynaklanmaz. Bundan dolayı da bu alanlarda bir yenileşmeyi, batı düşüncesini temel alarak yapmak safdillik olur. Ümmete yönelik gerçek tehdidin bilgi konusunda olduğunu söyler. ‘Çağımızda gizlice yükselen en büyük tehlike bilginin tehdididir. Yalnız bilgisizliğin zıddı olan bilginin değil, Batı uygarlığının anladığı ve bütün dünyaya yaydığı bilginin tehdidir. Çünkü bu bilginin tabiatı problemli olmuştur.(58)

 

Bu bilim insan hayatına saadet yerine bunalım getirmiştir. Ümmete yönelik gerçek tehdit bilgi konusundadır. Bilginin algılanması ve tanımlanmasındaki bozukluk ve karmaşıklıktan kaynaklanan sorunlar yüzünden ümmet, siyasi, ekonomik ve fikri bakımdan dış tehlikelere karşı koyamamıştır.

 

Attas’a göre ümmetin şu an yaşadığı süreç ‘gayri islamileşme’ sürecidir. Planlı olarak müslümanlar’a islam-dışı bir yaşayış benimsetilmeye çalışılmaktadır. Gelişmeler karşısında İslam’ın yetersizliği sürekli vurgulanarak, Batı bilgi-bilim anlayışının yerleştirilmesi önerilmektedir. Oysa Batı bilgisinin içinde olan realizm , idealizm ve pragmatizm İslami değerlere tümüyle terstir. Bu yüzden Attas iki aşamalı bir teklif ileri sürer.

 

a- Bilginin batılılaşmaktan kurtarılması:

b- İslamizasyon:

Attas’a göre Batı bilgi-bilim anlayışının temelinde üç unsur vardır                                 a- Salt Akılcılık: Duyu ve deneyi bir tarafa bırakan yalnızca akla dayalı bakış açısı

b- Laik Akılcılık: Aklı kabul etmekle beraber duyu ve deneye daha çok eğilim gösteren , sezgiyi reddeden , bilgi kaynağı olarak da vahyi kabul etmeyen görüş.

c- Felsefi ve Mantıksal Deneycilik: Bilgiyi gözlemlenebilir olgu, mantıksal yapı ve dilsel çözümleme üzerine kuran deneyci görüş.(59)

 

 

 


 

(58) El-Faruki, a.g.e. S.105

(59) kutluer, İlhan İki Denizin Birleştiği Yer S.18 Nehir Yay. İstanbul 1987

Metodik şüphecilikle elde edilen bu bilgiler zan, heva ve şek’den başka bir şey değildir. Bunlarda gerçek bilginin ve Kur’an daki hakikat anlayışının karşıtıdır. Beşeri bilimler açısından ele aldığımızda bile metodik şüphenin kişiyi doğruya götürebileceği tartışmalıdır. Doğruya ulaşmada vahiy destekli eleştirel bir düşünce gereklidir.

 

Oysa Attas’a göre ‘Batılı bilgi sisteminin hiç bir değer ve ahlaki sınır tanımayan, her şeyi içine alan şüpheciliği İslami epistemelojinin antitezidir.’(60) 

 

Attas’ın bu çıkışı şüphecilik aleyhtarlığı değildir. O bu konuda Gazzali’den atıfta bulunarak şöyle diyor: ‘Hiç bir insan şüphe etmeden gerçekten inanmış sayılmaz.’(61) Attas’ın asıl karşı olduğu batının anladığı manadaki şüpheciliğin çok derinlemesine kullanılması toplumsal ve kültürel değerlerin şüpheciliğe kurban edilmesine karşıdır.

 

Attas batı bilgi sistemi içinde çalışan müslüman bilgin ve fen adamlarını batı kültür ve medeniyetini iç eğilimlerine hız kazandırmaktan başka bir şey yapmayacağıdır.

 

Öyle ise yapılması gereken şey, Batı Medeniyetinin bilgi anlayışının tahakkümünden kurtulmaktır. Bu aşamada islamileştirme kavramı devreye girmekte, islamileşmenin gerçekleşmesi ise islami bir eğitim sistemi kurulmasıyla mümkün görülmektedir. Aslında Attas’la Faruki bu noktada aynı şeyleri söylüyorlar. İkiside islami bir eğitim anlayışının arka planını ortaya koymaya çalışmaktadırlar.

 

Bu eğitim sisteminin temel ilkelerini; din , insan, bilgi (ilim ve marifet) , hikmet , adalet , doğru amel (edep) ve üniversite olarak tespit eder. Böylece bilgideki önce batı rasyonalizmi , amprizm ve laisizm’inden kaynaklanan zararlı yönler temizlenecek , daha sonrada temizlenmiş bilginin islami değerlere ulaşacak anahtar kavramlarla bezenmesi gerekmektedir.

 

(60) El-Attas, S.M.Nakıb, İslami Eğitim, S.43 Endülüs Yay. İstanbul 1991

(61) El-Attas, a.g.e. S.55

Attas’a göre Faruki ve arkadaşları ise, günümüzdeki mevcut bilgiyi olduğu gibi kabullenerek , kimi islami bilgileri ve ilkeleri yamayarak veya aşılamaya çalışarak islamileştirme çabası içindedirler. Bu ise yanıltıcı sonuçlar ortaya çıkarmaktadır. İslami yapı yabancı unsurlarla zedelenmişken , mevcut bilginin bir kısmını almak , bir kısmını reddetmek ve bir kısmını yeniden yorumlamak bir çözüm yolu olamaz diyerek Faruki’nin tezini reddeder. O’na göre “Bilgini, bedeni islam potasında yeniden şekillendirilmeden önce bu yabancı unsurlar ve hastalık ondan sökülüp atılmalı ve sterilize edilmelidir.”(62)

 

Attas Faruki’yi eleştirirken , kendi kültürel mirasından yola çıkan bir bilgi anlayışı kurmaya çalışır ve bunu yaparken de bilim ve teknoloji konusunda Faruki kadar radikal bir tutum içerisine girmez.

 

Çünkü islam dünyası teknolojik ve ekonomik bakımdan büyük bir geri kalmışlık içindeyken , teknolojiye karşı çıkmayı sağlıklı bir davranış olarak algılamamaktadır.

 

O’na göre teknik ve doğa bilimlerinin güvenle eğitimi için , tüm öğrencilere gerekli islami temel eğitim öncelikli olarak verilmelidir.

 

‘Bilginin Batılı Mahiyetinden Kurtarılması’ adlı çalışmasında El-Attas , batılı bilgi teorisine ağır eleştiriler getirmiştir. Herhangi bir ahlaki değer ve sınır tanımayan batı eğitim sistemi, bilginin ‘her şeyi kuşatan’ şüpheciliğini islami epistemolojinin antitezi olduğunu söyler.

 

b- Ziyauddin Serdar:  ‘Umran Projesi’

Bilim felsefesi alanındaki teorik çalışmalıyla tanınan Serdar, 1951 de Pakistan’da doğdu. Ailesiyle birlikte göç ettiği  Londra’daki City Üniversity’de fizik ve iletişim bilimleri okudu. Nature dergisinin İslam Dünyası temsilciliği , New Scientist dergisinin Ortadoğu’da bilim danışmanlığı , televizyon haberciliği ve programcılığı gibi işlerde çalıştı. Chicago’daki East-West Üniversitesi, İslami Gelecek ve Politikaları Araştırmaları Enstitüsü Yayın Kurulu Başkanlığı’da yapan düşünür , çalışmalarını İslam Medeniyetinin geleceği üzerine yoğunlaştırmıştır.

 

 

 


 

(62) Kutluer, İki Denizin Birleştiği Yer S.85

Serdar’ın İslam bilimi konusunda kendine özgü müstakil bir tezi olmamasına rağmen , bu konudaki görüşlerini Faruki’nin ‘Bilginin İslamileştirilmesi’ teorisine getirdiği ağır eleştiriler üzerine kurmuştur. Serdar’a göre bilginin İslamileştirilmesi, aslında ‘İslamın Batılılaştırılması’dır. Eleştirisinin kökeninde medeniyet anlayışının çok farklı olması, Faruki’nin genel kavramları genellikle , açıklamak ve kullandığı anlamlarıyla tanımlamak yerine genel geçer biçimiyle ele almasından doğan karmaşıklıklara yol açmasında yatar.

 

Çağdaş bir İslami bilgi teorisinin ortaya çıkarılmasında sistematik bir plan sunan El-Faruki tüm süreci bir kaç adım daha ileriye götürmüştür. O’nun bilginin İslamileştirilmesi programı uzun yıllar alan çalışmalarını ürünüdür. ‘Faruki’nin yapmak istediği şey, sadece insanlığın tüm bilgi mirasını İslami perspektiften yeniden bir dökümünü yapmaktı.’(63)

 

Serdar Faruki’ye şu konuda da eleştiri getirmektedir. ‘Faruki’nin görmezlikten geldiği şey bu gün modern dünyayı yaratan , batı biliminin epistemolojisi olduğunu ve bilginin İslamileştirilmesi gibi bir programın da eninde sonuna dayanacağı yerin yine o epistemoloji olduğudur.’(64)

 

Serdar’a göre Faruki’nin modern bilimin her alanıyla islam’ın özel ilgisini kurmak görüşünü de , islamı modern bilgiye uygun hale getirerek, modern çağın değişimlerine cevap verebilir görüşü yanlıştır. Çünkü bu durumda ortaya çıkana islam denilmesi mümkün değildir diyerek reddeder.

 

Öyleyse yapılması gereken şey , islam bilgi teorisini kullanarak tabiat ve sosyal bilimler için alternatif modeller geliştirmek ve toplumun ihtiyaçlarına cevap verecek uygun disiplinleri kavrayıp kalıba dökmektir. ‘Bu zaten geçmişte müslüman bilim adamları tarafından farklı dallar altında tasnif edilerek, islami yapı içinde iş gören bir bilim anlayışı ortaya konularak yapılmıştı. Bu bilim , kökeninde, amacında , yaklaşımında ve nesneye bakışında kendine özgü bir nitelik taşımaktaydı.’(65)

 

(63) Kutluer, İki Denizin Birleştiği Yer S.85

(64) El-Attas, a.g.e. S.59

(65) Armağan, Mustafa, İslam Bilimi Tartışmaları S. 118

Serdar’a göre , bugün için müslüman  aydının önündeki ilk görev, islam epistemolojisini kullanarak doğa ve toplum bilimleri için alternatif bilgi paradigmaları geliştirmek olmalıdır. Bu hedefi açıklayan çalışmaya da ‘Umran Projesi’ adını verir.

 

İslam’ın dünya görüşü, Batınınki ile farklı olduğundan, müslümanlarında farklı bir bilime ihtiyaçları vardır. “İslam toplumundaki herhangi bir faaliyette olduğu gibi , bilimsel faaliyette de belli temel kavramlar üzerine oturur. Bunlar organik ve dinamik olarak da Kur’an’i vahyin ruhuna bağlıdır. Bu kavramlar alternatif bilim anlayışının temelini oluştururlar.”(66)

 

Serdar’ın eleştirileri yalnızca medeniyet kavramının doğru anlaşılmamış olmasından yola çıkarak yaptıklarıyla sınırlı değildir. O, İslam ve bilim kavramlarını da sorgular. O’na göre İslam yalnızca bir din değil , aynı zamanda politik bir sistem ve toplum organizasyonu yöntemidir. Bu yöntem insana ait dini , pratik ve zihni sorunları çözmeye çalışır. Hem bir medeniyet hem de dinamik ve mükemmel bir dünya görüşüdür.

 

Aynı zamanda Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinin bilimsel verilerle desteklenmesi konusunda araştırma yapan bilim adamlarını da Serdar şiddetli bir eleştiriye tabi tutmuştur. Sanki Kur’an’ın böyle bir desteğe ihtiyaç duyduğunu mu ima etmek istiyorlar diye sorar?

 

Bilginin İslamileştirilmesi üzerindeki tartışmanın en güçlü eleştirisi , tartışmaya katılan fakat bilginin islamileştirilmesini yalnızca disiplinlerle sınırlandırılmasına karşı çıkan bir gurup alimden gelir. Serdar bu alimlerden biridir. Onlara ‘İcmaliler’ denir. Bunların temel prensipleri ‘disiplinler belli bir dünya görüşü içinde doğar, büyür ve onun çerçevesi içinde anlam ve önem kazanır.’(67)

 

Serdar; modern bilimi ise şöyle tarif eder: ‘Basitçe bir model dahilinde problemlerin çözümü için geliştirilmiş bir sistem’(68) diye tanımlar. Bu aşamada kendi görüşünü desteklemek için de  Lord Lutherford’un ‘bilim , bilim adamlarının yaptığı şeydir’, sözünü alıntılar.

 


 

(66) Armağan, İslam Bilimi Tartışmaları S.118

(67) Armağan a.g.e. S.126

(68) Armağan a.g.e. S.126

Batı sisteminde bilim başlı başına asli değerdir ve her şey bilimin tapınağına kurban edilmelidir. Ama İslam’a göre bilim bir amaç değil, hedefe varmak için bir araçtır. Bundan dolayı da Serdar İslam bilimi olmadan yaşayabilmemiz mümkün olamaz. Serdar gerek görüşlerinde gerekse eleştirilerinde Batı bilim felsefesi verilerinden  hareket  etmiş olmasından dolayı ‘Kültürcü Tavrı’ sergiler.

 

Benzer eleştirileri kendi kültürel mirasından yola çıkarak yapan Nasr ise ‘özkültürcü’ bir tavır içindedir.

 

c- Seyyit Hüseyin Nasr Ve İslam Bilimi:

Tahran’da doğan Nasr, yüksek öğrenimini ABD’de Massachussetts İnstitutte  to of Technology de fizik dalında yaptı. Daha sonra Harvard Üniversitesi’nde bilim tarihi dalında ‘İslam Kozmoloji Öğretileri ‘konulu doktorasını tamamladı. 1958 de İran’a dönerek Tahran Üniversitesi’nde bilim tarihi ve felsefe konularında ders verdi. 1962-65 yılları arasında da Harvard’da bilim tarihi dersleri verdi.1972’de Tahran Üniversitesi Rektörlüğü görevini yürüttü. Daha sonra tekrar ABD’ye döndü. Halen George Washıngton ve Temple Üniversitesi’nde İslam araştırmaları profesörü olarak çalışmalarını sürdürmektedir.

 

İslam dünyasında yaşanan fikri bunalımın kaynağı , nedenleri ve çözüm yolları konusunda çalışan ve bu alanda , yazdığı birçok eserle özgün bir yeri olan Nasr , problemin süregelen nedeni olarak , İslami eğitim ile modern eğitimin hala tek bir sistem olarak kullanılmasını ileri sürer. Birçok konuda Faruki ile aynı görüşleri paylaşmaktadır. Nasr İslam toplumlarının geri kalışlarını tasavvufi düşünceye bağlamaktadır. ‘İslam’ın çöken dünyevi sistemi artık kitleleri büyük toplu girişimler için ayakta tutamazdı. O’nun yerini şahsi mistik donanımı (tasavvuf) görünmez , gizli ve kuşatıcı varlığı aldı.(69)

 

Yapılması gerekeni ise ‘İslam toplumuna özgü bir bilim anlayışı’               olarak tespit eder. ‘Adına İslami bilim denilebilecek örgütlü bir bilim yapısı vardır ve bu yapı , müslümanlar tarafından beslendiği için değil daha çok islam vahyinin ilkelerine , kurallarına ve amaçlarına uygun olduğu ve ona organik olarak bağlı olduğu için islamidir.’(70)

 


 

(69) Serdar, Ziyauddin Hilal Doğarken S.10 İnsan Yay. İst. 1994

(70) Serdar a.g.e. S.12

Nasr İslam düşünce sisteminin ancak bütünüyle ele alınmasıyla islam toplumunun bilgi ve eğitim sisteminin ‘İslamileştirilebileceğini’ belirtir.

 

İslamileştirme aşamasında modern bilgi ve bilimi reddetmenin hiç gereği olmadığını tersine modern bilimi Allah’ın yaradılıştaki fonksiyonunu inkar eden ve onu unutturmaya çalışan yönlerini dışlayarak benimsemek ve herhangi bir dalda uzmanlaşarak islamın özel misyonuna uygun bir biçimde eleştiriye ve elemeye tabi tutularak aktarmak gereğine inanır. Bu aşamada Faruki ile benzerlikler göstererek , yapılan bilginini islamileştirilmesi çalışmalarını teşvik eder. Bu konudaki tartışmaları ve eleştirileri de birer zenginlik olarak görür.

 

İslam geleneğinde felsefi ve bilimsel her ekol , islami vahiyden kuvvet alacak bir şekilde bakış açısı geliştirmesi gerektiğine inanır ve islami bilimi şöyle tarif eder: ‘İslami bilim Kur’an’dan kaynaklanmış, Kur’an’ı vahyin merkezine oturtan Tevhid doktrini üzerinde temellenmiş ve bir yandan islami evren tasavvuru, diğer yandan bilgi, tasavvuru çerçevesinde gelişmiştir.(71) Nasr’ın bu düşünceleri yine de Faruki’nin İslamileştirme anlayışını tam olarak onayladığı anlamına gelmiyordu.

 

Çünkü ona göre, islami ahlak kurallarına ne kadar uygun olduğu söylenirse söylensin islam dışı bir dünya görünüşüne dayanan bir bilim, adaptasyon sonrasında islami olamaz. Bu karşı çıkışın dayanağı ise Nasr’ın, batı dillerindeki bilim ile arapçadaki ilim kavramı arasındaki farkı göz önüne alması bunun linguistik sakıncaları olduğunu söylemesidir.

 

İslam’ın bilgi tasavvuru ise, tüm bilgilerin Allah’ın tecellisini konu edinmesi yüzünden kutsallık üzerine kurulur. Evvela islamı sayılmaya değer bir bilim, tevhidi yansıtmak ve ona götürmek zorundadır.

 

Batı düşüncesinin bir versiyonu olmayan islam biliminin orjinalliğini ve evrenselliğini anlamak için, islam biliminin tarihi seyrini iyi değerlendirmek gerekir. Nasr a göre yunan ve hellenistik mirası islam dünyasına doğrudan değil iskenderiye üzerinden gelir. Burası önemli bir merkezdir.

 

 


 

(71) Nasr S.Hüseyin, İslamda Bilim ve Medeniyet S.15-16  İnsan Yay. İstanbul 1991

Çünkü iskenderiye titiz bir mantıkla mistik öğeleri birleştirip tüm bilimleri bilgi şekli ile pek çok başka yolla ilişkiye geçiren bir hiyerarşiye dayanmıştır. Böyle bir bilgi birikiminin kur’an’dan kaynaklanan bir ruhla islam bilimine dönüştürülmesi zor olmamıştır.

 

Böyle bir bilgi birikimi islamın birleştirici perspektifi ile çeşitli bilgi şekillerinden, birikiminden, bağımsız olarak gerçekleştirilmesine izin vermemesine rağmen her türlü bilginin, bizzat hakikatin yapısını yansıtacak şekilde birbiri ile organik olarak ilişkide olduğu bir bilgi hiyerarşisi daima olmuştur. Aynı zaman da tüm varlıklarda bu hiyerarşi içinde yer almalıdır. “Bu yüzden islami ilimler varlık doğa ve insan arasındaki dengeyi koruyarak tevhid ilkesi doğrultusunda insanın çevresi ve hem cinsleriyle ilişkilerinde yön tayin edici olan, kendine özgü bir bilim anlayışı oluşturmuştur.”(72)

 

Bu oluşumda vahiy iki yön icra etmiştir. Birincisi ahlaki ve sosyal düsturlar anlamıyla bir din vazetmiştir. İkincisi, dine inanan insanların zihnini de değiştirmiş ve yabancı bir unsurun islam tarafından özümsenmesini sağlayan onunla bütünleştiren bir anlam dünyası kurmuştur.

 

Böylece Nasr’ın islam bilimi görüşünü, müslüman alimler tarafından vahyin ilkelerine uygun olarak geliştirilmiş bilgi türüdür şeklinde formüle edebiliriz.

 

Nasr bugün de islam karakterli bir bilim yapabilmek için şu beş hususu göz önünde bulundurmamız gerektiğini söylemektedir.

1-Tüm ilmin kutsallığına inanmak

2-Allah’ın bilgisini bilimsel bilginin üstünde gören bilgi hiyerarşisini kabullenmek

3-Gerçekliğin her düzeyinin birbiri ile ilişkisini kavramak

4-Doğa olaylarını Allah’ın ayetleri bilip kutsal karakterini fark etmek

5-Sorunları incelerken ikincil nedenleri inkar etmeksizin, tüm yatay nedenler üzerinde dikey neden olan ilahi iradenin üstünlüğünü kabul etmek

 

 

 


 

(72) Nasr, İslami Araştırmalar Dergisi İsla Bilimiğ Nedir? S.1  Cilt.7 Sayı.1 Kış Dönemi, 1993-94

Yine Nasr, “Ürünlerinden birini ilimlerin oluşturduğu genç bir medeniyete hayat veren güç olarak, islam’ın kendisi olmaksızın islam ilimlerini anlamak mümkün değildir.”(73)

 

Nasr, öz kimlik kavramını, batılı bilim felsefecilerinin 1950 li yılardan sonra modern bilime yönelttikleri ağır eleştirilere dayanarak değil, doğrudan doğruya özgün islam kültürünün kaynaklarında aramaktadır.

 

Çünkü batılı eleştiriler son tahlilde batı biliminde yaşanan tıkanıklığı aşmak amacı ile çalışmaktadırlar. Nasr da bugün islam biliminin, bitkisel hayattaki bir kültürün uzantısı olduğunu kabul eder ama islami bilim ve kültür değerlerinin diriltilebileceğini mümkün ve zorunlu görür. Kendi öz kültürüne dönme amacı ile yaptığı çalışmalarda, Rene Guenon’un Tradisyonalist (karşı-modernci) akımın izleyicisidir. Yani islam dünyasındaki kuvvetli gelenek taraflarının başını çekmektedir. Bu akım tasavvufi bir karakterle dünyaya bakış açısı getirir ve evrensel hikmetle Kur’anın bütünlük içinde olduğunu vurgular. Nasr tüm çalışmalarında bu akımın izlerini taşımanın ötesinde tradisyonalizmin açıklayıcısı ve yayıncısı gibi hareket eder.

 

Nasr’ın gerek bu tavrı gerekse iddiaların merkezinde yer alan gelenekçi anlayışını oldukça yoğun bir biçimde tasavvufi ifadelerle kurgulaması bir çok müslüman alimi tarafından ütopyacılıkla şuçlanmasına yol açmıştır.

 

d- Bilginin İslamileştirilmesine Karşı Diğer Tezler:

Davudi de batılı bir yazar olan Jakop Nedlernan’dan yaptığı bir alıntı ile din ve bilimin birleştirilebileceğini iddia etmektedir. Jakop Nedlernan şöyle diyor “bilim ve dinin gerçek manada birleşebilmesi için bunların önce şahsımızda birleşmesi (bütünleşmesi) gerekir. Bilim ve dinin yeni felsefeler sayesinde dışarıdan bütünleştiremezsiniz. Bu iki güç yalnızca birinde bütünleştirilerek entegre edilebilir ki bu da gerçekten bir ruh terbiyesi işidir.”(74)

 

Davudi de tıpkı Nasr’ın ve Attas’ın yaptığı gibi islam bilimine mistik ve metafizik (Tasavvufi) bir arka plan çizmiştir. O da akıl ile vahyin, din ile bilimin   intizacının yapılacağı yer olarak ruhu göstermektedir.

 


 

(74) Nasr, S.Hüseyin İnsan ve Tabiat S.42 Ağaç Yay. 1986 İstanbul

“İslam’da bilgi ve bilimin süre gelen dinamik etkileşimleri baz alındığında ruhi boyut, maddi boyuttan daima üstün olmuştur. Ruhi boyut üflenmiş ruhtan, maddi boyut ise balçıktan kaynaklandığı için bu tercihin kökleri epistemolojiktir.”(75) İslam ruhi ve maddi boyutlar arasındaki diyaloğu insan bilgi ve birikiminin temel ilkeleri olarak görür. İbn-i Haldun’da; ‘her türlü bilginin amacı Allah’a ve onun vahyine dönmeyi amaçlamaktadır.’

 

Davudi bilgiye bir metafizik boyut çizmeye çalışmakla tıpki Attas ve Nasr gibi yeni bir islam bilimi ortaya çıkarmaya çalışmıştır. Faruki’den ayrıldığı nokta ise Faruki’de bulunan metafizik derinlik yoktur. Faruki’nin tezi daha çok pratik ve pragmatisttir. Oysa bu ekol yeni bir islami bilimin oluşturulmasında gelenekten büyük olanda yaralanmıştır.

 

Lüey Safi’de ‘islami sosyal bilimler dergisi’ nde yayınlanan makalesinde “islami bir metadoloji arayışı ve bilginin islamileştirilmesi tasarısına eleştirler” getirmektedir. Safi “islamileştirme projesi hala metadoloji öncesi bir safhada bullunduğunu savunuyorum, bu durum kısmen orjinal çalışma tasarısında hesaba katılmayan bazı lojistik ve psikolojik sınırlamalardan kaçınmaktadır. Bundan dolayı temel olarak hem klasik islami, hem de modern batılı bilimsel gelenekler içinde de geliştirilmiş teknik ve metotların eleştiriyel bir sorgulamasını içeren, biraz değişik bir strateji teklif ediyorum.”(76)

 

Farukinin müslüman toplumların eğitim sistemindeki sekuler-dini ikiliğin ortadan kaldırılması gerektiğini savunurken bir yandan da seküler bilgi ile dini bilginin birleştirilmesinden bahseder. Safi, bu birleşme işini “klasik islami bilgi ile modern batılı bilginin eklektik bir karışımı değildir. Bu daha çok, insan bilgisinin tüm alanlarını islami dünya görüşünden çıkan ve ayni dünya görünüşü temel alan bir takım yeni ölçü ve sınıflara göre yeniden belirleme ve planma işidir.”(77) Bilginin islamileştirilmesi geleneksel metodolojisinin eksikliklerinden kaçınırken, islamın özünü teşkil eden bir takım ilkeler olarak dikkate alınmalıdır.

 


 

(75) Nasr, S. Hüseyin, İslam ve İlim S.3 İnsan Yay. İst. 1983

(76) Davudi, Mahmut, İslami Sosyal Bilimler Dergisi S.69 Cilt.2 İnkılap Yay. Bahar 1994 İstanbul

(77) Davudi, a.g.e. S.73

Farukinin savunduğu islami metodoloji şimdiye kadar şu üç tepki ile karşılaştı. Birincisi Muhammet Said El-Buti ve Fazlur Rahman, islami bir metodolojinin ihtiyaç olduğu iddiasını reddederler.

 

El-Buti klasik islam düşünürleri tarafından islami bir metodolojinin varlığından bahseder. Buti sudan’ın başkenti Hortum’da 1987 de ‘4.İslami metodoloji, davranış ve eğitim bilimleri konferandında’ sunulan bir tebliğ de el-Buti şöyle demektedir bilimsel metodun nesnel dünyaya ait bir hakikat olduğunu savunur.

 

Safi, bilimsel metodoloji ile ilgili çağdaş islam ilminin rolünün ne olacağını sorusuna gelince iki aşamalı bir program teklif eder “birincisi çağdaş müslüman düşünürler zaten keşfedilmiş metodu mevcut ihtiyaçlara daha uygun bir hale getirerek ikinci olarakta onu çağdaş dilde yeniden düzenlemek ve böylece islami teze ve bir kere daha kılavuzluk edebilecek seviyeye ulaşılmasıdır.”(78)

 

Fazlur Rahman da Buti gibi, bilginin islamileştirilmesine muhalif oldu. 1988 de vefat etmeden önce yayınladığı makalesinde, Rahman, batılı özellikler yansıtan çağdaş bilginin büyük bir kısmını kabul ederken, islami bilgiye ulaşmak için bir metodoloji kurulamıyacağını iddia etti. İslami bilginin oluşturulması için müslümanların tek bir yolu olduğunu ve bunun da: “islami düşünceyi geliştirmek”(79) olduğunu ısrarla savundu.

 

Fazlur Rahman’ın ‘islami ilim anlayışı’ kur’anı hareket noktası yapmak şeklinde ifade edilebilir. “Kur’anı hareket noktası olarak alıp buradaan bir düşünce ve nazariyye geliştirmeyi hedeflemeyen her metod islami olmaz.”(80)

 

İslami ilimler için kitap, sünnet, icma ve iştihad’ı temel esas olarak kabul eder. Ama geleneksel bir eğitim almasına rağmen bu sisteme daha sonraları ağır eleştirilerde bulunur. Ancak şurası da bir gerçektir ki, okuduğu her şeyi ve incelediği her eseri çağımıza olan ilgisi açısından değerlendiriyordu.

 


 

(78) Safi, Luey, İslami Sosyal Bilimler Dergisi, İslami Bir Metodoloji Arayışı S.31  Güz.1993  Cilt.1 Sayı.1 Inkılap Yay. İstanbul

(79) Safi, a.g.e. S.32

(80) Safi, a.g.e. S.37

Safi de bu eleştirileri verdikten sonra yapmamız gerekeni şöyle özetlemektedir. “şimdiye kadar tetkik etmekte olduğum problem bilginin islamileştirilmesiyle ilgili olarak, islami bilginin oluşturulmasına nasıl başlanacak üzerine, plan ve taslaklar yapmak hayaline kapılmamamız gerektiği sonucuna vardım. Gelin zamanımızı, enerjimizi ve paramızı nazariyyelerin değil, parlak zekaların yaratılmasına yatıralım.”(81) demektedir.

 

Abdulhamid, Ebu Süleyman’da Faruki’den farklı olarak müslüman düşünürlerin mevcut bilgileri için daha spesifik ve bundan dolayı da daha üstesinden gelebileceğimiz alanlar seçer. Buna göre müslümanların entelektüel krizin çözümü üç yolla açılabilir. Birincisi; “akıl ile vahiy arasındaki ilişki yeniden belirlenmelidir. Birisi bir adım ileri çıkıp diğerini kendine göre konumlandırmamalıdır. İkincisi içtihad’ın anlamı ve fakih’in rolü, entelektüel ıslah sürecinde yeniden belirlenmelidir. Bilginin bu çok yönlülüğü ve uzmanlık alanlarının çeşitliliği karşısında toplumsal ve bilimsel bilgi safhasında anlayışlar, çözümler ve alternatifler olarak içtihad çalışmalarını sadece fıkıh uzmanları tarafından yerine getirilemeyeği açıktır. Üçüncü olarak, dini-seküler ikiliği sona erdirmek gereklidir. Batı bilimi tarafından oluşturulmuş böyle bir ikilik islam düşüncesine tamamiyle yabancıdır. Eğer dini-seküler alanlar birleştirilir ve bu sayede var olan ikilik sona erdirilirse modern bilginin çeşitli alanları yeniden inşa edilmelidir.”(82)

 

Bilginin islamileştirilmesine muhalif bir tezle Türkiye’den Orhan Türkdoğa’la katılıyoruz. O, ‘bilimsel değerlendirme ve araştırma metodolojisi’ adlı eserinde Farukiye ciddi eleştiriler getirmektedir. “Biliginin islamileştirilmesi tezi bilime gerçek anlamda entelektüel bir sezgi kazandırmayı, anti bilimcilikten uzaklaşmayı ön gördüğü sürece bir akım olarak kendi sınırları içinde gelişmesi hoş görü ile karşılanabilir. Ancak islamı merkez almak suretiyle bilimin bu merkezden itibaren gelişmesini desteklemek, bunun dışında bilimsel modellerin oluşumuna karşı çıkmaktadır.”(83)

 

 


 

(81) Safi, a.g.e. S.37

(82) Fazlur, Rahman, İslam ve Çağdaşlık S.13 Ankara  Okulu Yay.  Ankara 1996

(83) Safi, a.g.e. S.37

“Daha da tehlikelisi ilim  çin’de de olsa arayınız diye evrensel bir dinin görüş alanlarını sınırlamak suretiyle İslam dışı hiçbir bilimsel gerçek kabul etmeyen yeni bir dogmatizmi gündeme getirebilir. Hatta bir örneğine Nazi döneminde rastladığımız bilimin Nazileşmesi türünden ideolojik merkezli bir saplantıya dönüşebilir.”(84) Türkdoğan İslamileştirilmiş bilginin kendisinden başka doğru olanı dışarıda bırakacağını söylemektedir. Oysa bugün batı bilimi kendi dışındaki hiçbir bilimsel bilgiye açık değildir.

 
 

(84) Türkdogan, Orhan, Bilimsel değerlendirme ve Araştırma Metodolojisi S.44 M.E.B Yay. İstanbul 1989

 

SONUÇ

 

Bilginin en çok önemsendiği ve kendisine en çok atıfta bulunulduğu bir zamanda yaşamamıza rağmen; bilginin bizzat kendisinden en çok şüpheye düşüldüğü, bu sebeple üzerinde en çok tartışma yapıldığı bir dönemden geçmekteyiz.

 

Küçük insalar’ın, küçük zihinlerin, kısır taştırmaların kör döngüleri içinde, medeniyet yarışının varlığından bile haberdar değilken, çağımızın en geçerli akçesinin bilim olduğu, bilgisizliğin maddi alanda ve manevi iklimde sefaletten başka bir şey getirmeyeceğini acaba nasıl farkedeceğiz.

 

İslam bilimi konusunda tartışma, çalışma yapan düşünürler, düşüncelerini ifade eden bilim adamlarının neredeyse tek ortak noktası, islam ülkelerinde eğitinde kullanılan yöntemlerin İslami değerlerle çatıştığı görüşülür.

 

Sorunu tespitten sağlanan ittifak, iş çözüm üretmeye gelince tamamen karmaşıklaşmaktadır. Sırf bu durum eleştirileri farklı kılmaktadır. Bütün bu karmaşıklığın temeli problemi farklı algılamalarından kaynaklanmaktadır. İncelenen tüm kişilerin ve bağlıların gerek modern bilimden gerek islami bilimden anladıkları o kadar farklı ki, ulaşmak istedikleri yerler ve yöntemlerde birbirini tamamlayıcı olmaktan uzak kalmaktadır.

 

Ulaşılması gereken hedeflerle ön görülen teklifler birbiriyle uyuşmamaktadır. Örneğin Faruki modern temel bilimleri “islamileştirme”nin dışında tutması ona göre temel bilimler islama göre problem teşkil etmezler. Oysa ‘modern bilimsel bakış açısının kendine özgü doğal ve bireysel anlayışıyla özgürleştirdiği insan tipi düşünebilen bir varlıktır ve tüm kutsallıktan yoksundur. Yalnızca bu yönün eksikliği bile Faruki’nin tezinin eleştiriye tabi tutulmasını farklı kılmaktadır. Faruki’nin programı islami epistemolojinin oluşturulmasında ki eksikliği metafizik boyuttan pay almamasındandır. Bu bakımdan modern disiplinlere karşı alternatif getirebilecek bir durumda değildir.

 

Serdar da ‘umran projesi’ ile bu görevi yerine getirmiş olmadı. Faruki’nin projesi kadar bile bir sağlıklı bir hava vermedi ve somut projelerden uzak bir görüntü vermedi.

Attas’ın iki aşamalı önerisi ise tasavvufi bir bakış açısı içerdiğinden Faruki’den çok Nasr’a yakındır. Fakat islami bir üniversitenin kurulması ve islami bir eğitimden bahsederken insan-ı kamil kavramını model olarak sufi ıstılah kullanırken bu yakınlık artmakta, batı bilimini oluşturan arka planı tasvir ederken azalmaktadır. Çünkü Attas, modern batı bilimini islamlaştırmak üzere veri alırken hiç problem yokmuş gibi rahat hareket etmektedir.

 

Nasr, batı epistemolojisine köklü bir eleştiri getirmektedir. Modern bilime metafizik bir arka plan sağlamaya çalışarak organik bir doğa felsefesine ulaşmayı amaçlamıştır. Müslümanlar geçmişte bu dengeyi kurmuşlardı, o halde çağımızda da özgün bir bilimsel bir tavırla farklı kültürler benzer biçimde de islamileştirilebilir. Yeter ki, bilgi ve hikmetin yazılmış veya yazılmamış bir tarihi ile sahih bir bağlantı kurulabilsin. Nasr’ı diğer düşürlerden daha rahat bulmaktayız. ‘özkültürcü’ bir tavırla sırtını geleneğe dayamıştı ve diğer düşünürlerde olan savunmacı tavır Nasr’da görülmemektedir. Bu nedenle Nasr’ın düşünceleri daha çok kabul görmüştür. Bilginin islamileştirilmesi çabası islam toplumlarını savunmacı pozisyondan kurtarıp özkültüre dödürücü bir işlevi yerine getirerek İslam dünyasının entellektüellerini bu konuda çalışmaya başlamalarını sağlamıştır.

 

Müslümanların yaşadığı çok boyutlu tıkanıklığı aşmada uzlaşmacı veya savunmacı kültürel tavırların yada siyasi tepkilerin başarısızlığı gören, soruna düşünce platformunda çözüm aramak isteyen mütefekkirler, farklı yıllardan yıla çıkarak değişik karakterlerde bilgi teorileri geliştirmeye çalıştırlar.

 

Fakat bütün bu tartışmaların temelinde, bilimin bir sosyo-kültürel  çevre içinde hayat bulacağı görüşü açıktır.

 

Başka bir ortak nokta ise islam biliminin kur’an’ın evren ve insan anlayışına uymak zorunludur.

 

Bu yüzden İslam medeniyetinin yaşayan kültür temsilcileri çağdaş ve İslam bilim felsefesi oluşturma yolunda birbirleriyle ve rakipleriyle yarışan kişiler olabilecekken, tüm iyi niyetlere rağmen Avrupa medeniyetinin bilgi-bilim paradigmasına sistemli bir alternatif üretememişlerdir.

 

 

Bugün islam dünyası batıdaki kuru vahiyden kopuk akılcılığa bakıp da kendisi de akıldan uzaklaşmamalı tam aksine vahiyle uyum halinde olan islami bir rasyonalite geliştirmek zorundadır. Kısacası islam ümmetinin bireyleri akılla barışmak zorunluluğunu hissetmesi gerekmektedir.

 İBLİYOGRAFYA

1-     ALVANİ, İMADÜDDİN HALİL, İSLAMİ SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ  CİLT:3  SAYI:2  İSTANBUL 1995

2-     ARMAĞAN, MUSTAFA,   İSLAM BİLİMİ TARTIŞMALARI İSTANBUL 1990

3-     BULAÇ, ALİ, NUHUN GEMİSİNE BİNMEK İSTANBUL 1992

4-     DAVUDİ, MAHMUT, İSLAMİ SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ CİLT:2  BAHAR 1994

5-     EL-ATTAS, S.NAKIP, MODERN ÇAĞ VE İSLAMİ DÜŞÜNÜŞÜN PROBLEMLERİ İSTANBUL 1989

6-     EL-ATTAS, S.NAKIP, İSLAMİ EĞİTİM İSTANBUL 1991

7-     EL-FARUKİ, İSMAİL RACİ, BİLGİNİN İSLAMİLEŞTİRİLMESİ İSTANBUL 1995

8-     FAZLUR RAHMAN İSLAM VE ÇAĞDAŞLIK ANKARA 1996

9-     GUENON, RENE, NİCELİĞİN EGEMENLİĞİ VE ÇAĞIN ALAMETLERİ İSTANBUL 1990

10- GÜNGÖR, EROL, İSLAMIN BU GÜNKÜ MESELELERİ İSTANBUL 1996

11- KUTLUER, İLHAN, MODERN BİLİMİN ARKA PLANI İSTANBUL 1985

12- KUTLUER, İLHAN, İKİ DENİZİN BİRLEŞTİĞİ YER İSTANBUL 1987

13- LUEY, SAFİ, İSLAMİ SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ CİLT:1  SAYI:1 İSTANBUL 1993

14- NASR, S.HÜSEYİN, İSLAMDA BİLİM VE MEDENİYET İSTANBUL 1991

15- NASR, S.HÜSEYİN, İSLAMİ ARAŞTIRMALAR DERGİSİ CİLT:7 SAYI:1 1993-94

16- NASR, S.HÜSEYİN, İNSAN VE TABİAT İSTANBUL 1986

17- NASR, S.HÜSEYİN, İSLAM VE İLİM İSTANBUL 1983

18- SIDDIKİ, MAZHARUDDİN, İSLAM DÜNYASINDA MODERNİST DÜŞÜNCE İSTANBUL

19- TÜRKDOĞAN, ORHAN, BİLİMSEL DEĞERLENDİRME VE ARAŞTIRMA METODOLOJİSİ İSTANBUL 1989

20- WALLERSTEİN, JEOPOLİTİK, JEOKÜLTÜR, İSTANBUL 1994

21- ZİYAUDDİN, SERDAR, HİLAL DOĞARKEN İSTANBUL 1994