Asker konuşursa...

 

-Türkiye'de asker her zaman konuşur. Konuşmak için bir üst kurumdan izin alması gerekmez.

-Türkiye'de asker her konuda konuşur. Sadece güvenlikle sınırlı kalmak gibi bir sınırlama söz konusu değildir. Tv programlarından sokak çocuklarına kadar her alanda konuşur. İç politika, dış politika, ekonomi, yolsuzluklar, din, hatta dükkan tabelaları bile askeri görüş gerektiren konulardır. Tıpkı yönetime el konduğunda askeri liderlerin her konuyu tanzim etmeye kalkışmaları gibi, konuştuklarında da her konuya dair perspektif sunarlar. Devletin tüm ilgi alanlarına, hatta ilgilenmemesi gereken alanlara bile, asker perspektifi sunulur. Total bir söylem söz konusudur.

-Türkiye'de asker konuşursa, siyasetçiler genelde susarlar... zorlamadıkça konuşmazlar. Askerin konuşmasının gerekli olup olmadığı üzerinde de, askerin getirdiği yorumların doğruluğu - yanlışlığı ve ülkeye ne kazandırıp ne kaybettirdiği üzerinde de görüş bildirmemek öncelikli tercihtir. Görüş bildirmek için zorlandıklarında da, yuvarlak ifadeleri tercih ederler. İktidar, askerden de sorumlu olduğu için genelde bir rahatsızlık içine girer ama, bu rahatsızlığı izale edecek hamleler yapmaktan kaçınır. Çünkü sistemin içinde askerin konumuna dair hep bir ukdeli durum söz konusudur. Muhalefet, asker - siyaset ilişkisi konusunda kafa karışıklığı yaşar. Bir yandan askerin konuşmasından iktidar aleyhine prim çıkarmaya çalışır, bir yandan da, bu işin demokrasi açısından sorunlu bir durum arzettiğini düşünür. Bu kafa karışıklığı içinde suskunluk en tercih edilen yoldur. (CHP bilinen demokrasi özürü ile her zaman istisnaları oynayabilir.)

-Askerin konuşması genelde iktidara rağmendir. İktidarı gölgeler. Sivil siyaseti gölgeler. İktidar bunu bilir. Ancak yutkunmayı tercih eder. (Ya da Dengir Mir Mehmet Fırat'ın sergilediği gibi uyum şahikası sözler söyler.)

-Asker konuştuğunda zaman zaman, zımnen iktidarı suçlar. İrtica tılsımlı kelimedir ve asker bunu çok kullanır. Asker, sağdaki tüm iktidarlara karşı "irtica" suçlamasını elde bir tutmuştur. Bundan rahatsız olur iktidarlar. Zaman zaman "kadrolaşma" suçlaması gelir askerden... Bu da iktidara yöneliktir. İktidarlar, bu suçlanmayı sineye çekerler genelde...

-Askerin üslubu, denetim üslubudur. Sanki her şeyin üstünde bir kurum vardır da, bu, tüm sivil alanı denetlemektedir. Bunu tüm sivil alan hisseder. (Bkz. Süleyman Demirel'in "Derin devlet askerdir" yorumları...)

-Oysa demokratik yönetimlerde asker de denetlenme alanı içindedir. Acaba Türkiye'de asker, konuştuğunda denetleneceğini düşünür mü? Ben sanmıyorum. Acaba, askeri denetleme makamında olan kurumlar, akıllarından denetlemeyi geçirirler mi? Acaba askerin üst kurumları, asker konuşması ile kendi perspektifleri arasında açı farkı doğduğunda ne yaparlar?

-AB ile uyum sürecinde, asker - sivil alan ilişkisi çok gündeme gelmiştir. AB, sivil alanın belirleyiciliği üzerinde titizlikle durmuştur. Askerin, bu bilgi içinde konuştuğunu ve buna rağmen konuştuğunu kabul etmek gerekir. Yani "asker konuşması"nın, dünyada, AB dünyasında, Türkiye'de asker etkinliğinin bir göstergesi şeklinde okunacağını bilir askerimiz. Demek ki böyle okunmasından rahatsızlık duymaz, belki "bütün uyum paketlerine rağmen Türkiye'de durumun hala böyle olması" mesajını özellikle verir.

-Böyle bir görüntü Türkiye'nin imajı açısından sağlıklı değilse, bunu -hadi medya dışında diyelim- kimse söyleyemez askere...

-"Asker niye konuşur Türkiye'de?" sorusunun cevabı da önemlidir. Sahi size göre niye konuşur? Mesela ABD ile ilişkiler konusunda hükümetten ayrı bir görüşü mü olur ve bunu ABD'ye bildirmek ister de konuşur, AB ile ilişkiler konusunda, yolsuzluklar konusunda, toplumun dinle ilişkileri konusunda.... kime özel bir mesajı vardır da konuşma gereği duyar? Bu konuşmaların amacı "Ben farklı duruyorum" mesajı vermek midir? Yoksa dünyada birileri, Türkiye'nin görüşünü öğrenmek için iktidardan ayrı, askerden ayrı mesajlar mı bekler? Peki askerin "özel duruşu" varsa, bu duruşun gerektirdiği politikayı icra etme imkanı da var mıdır? Mesela ABD ile ilişkiler babında hükümetten ayrı bir duruşu söz konusu ise, bunu hükümete rağmen icra edebilir mi? Yoksa bu mesajlar "İktidar şunu yapıyor ama biz böyle bakıyoruz, davranışlarınızı ona göre belirleyebilirsiniz" tarzında bir mesaj mı içermektedir? Evet, niye konuşur asker?

Askerin konuşması bir sorundur.

Türkiye'nin zaafını ortaya koyan, zaaf üreten bir sorundur.

Sağduyulu bir değerlendirme, askere, ülke yönetimi konusunda daha başka iletişim kanalları bulma gereğini hatırlatacaktır.

OKUR GÖRÜŞÜ: Bir süreden beri Web sitesinde Yeni Şafak yazarlarının günlük makalelerinin altına okur görüşünü belirtme imkanı sağlandı. Bunu çok faydalı buluyorum ve bana ulaşan görüşleri dikkatle değerlendiriyorum. Zaman zaman onlardan sütunumun sonuna "Okur görüşü" olarak alıntılar yapmak istiyorum. Bugün böyle bir alıntı yapacağım. İşte ismi bende saklı bir öğretim üyesinin Genelkurmay Başkanı'nın "Türkiye İslam ülkesi değildir" şeklindeki görüşüne yönelik değerlendirmesi:

"Makalenizde dile getirdiğiniz husus çok yerinde ve doğru bir teşhis. Hatta 80 öncesi, Türkiye'yi 'Dar'ül Harb' gösterenlerle aynı kulvarda olmuyor mu? Bizler bu tehlikeli yorumdan öğrencilerimizi kurtarmak için o kadar çok emek verdik ki... Şimdi emeklerimiz boşa mı gitti? 'Türkiye İslam ülkesi değildir' sözünün ülkemize getirebileceği tehlikeleri görmeyecek, sezemeyecek kadar bir hata nasıl yapılabilir, anlamakta güçlük çekiyorum. Ümit ederim ki sayın genelkurmayımız hatayı düzeltir!" A.Taşgetiren.23-4-2005.Yeni Şafak

Neden konuştu?

 

Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök önceki gün Harp Akademileri'nde bir yılın genel muhasebesine ayırdığı kapsamlı bir konuşma yaptı. Hayli uzun bir konuşmaydı bu. Türkiye'nin dış ilişkilerinden terörle mücadeleye, bürokrasideki 'irticai' yapılanmadan bedelli askerliğe kadar bir dizi konuya değindi Org. Özkök. Üzerinden koca bir 24 saat geçtikten sonra yazılan bu yazıda rahatlıkla şu soruyu sorabiliriz: "Neden?"

Askerlerin her konuyla ilgilendiği ülkelerden değil Türkiye; daha doğrusu o halde olmaktan hızla uzaklaşmaya çalışıyor. Bu çabada en büyük paylardan biri de, göreve başladığı ilk günden itibaren başında olduğu kurumu siyasetten uzak tutmaya çalıştığı görülen Org. Özkök'e ait. Türkiye'de son üç yıl içerisinde gerçekleştirilen 'demokratikleşme' amaçlı yasal düzenlemeler ile 'asker-sivil ilişkileri' yeni bir düzleme oturtulurken, Genelkurmay Başkanlığı sürece açıkça itirazda bulunmadı.

Soru bu sebeple de önemli: "Neden?"

Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) ve ABD ile ilişkileri çok boyutlu; ancak bu boyutların hemen hepsi askerlerin görüş açıklamasını gerektirmiyor. 'Avrupa ordusu' kurulması ve Türk Silâhlı Kuvvetleri'nin (TSK) o ordu içinde yer alması konusunda Org. Özkök'ün başında bulunduğu kurumun ne düşündüğü elbette önemlidir. İncirlik üssünün komşularımıza askerî müdahale söz konusu olduğunda ABD tarafından ikili anlaşmalar dışı kullanıma açık tutulması da, yine askerî görüş almayı gerektiren bir sorundur. Hükümetin, ilgili bürokrasinin, o konulardaki çalışmalarını Genelkurmay Başkanlığı görevlileriyle eşgüdüm halinde sürdürdükleri kuşkusuz. Olgunlaştıkça, varolan kanallardan, konuların hükümetin bilgisi dahiline girdiği de düşünülebilir. Milli Güvenlik Kurulu (MGK) esasen bu amaca hizmet eden bir devlet organı.

Ülke yönetimini demokratik yollardan emanet alan siyasî iktidar, Org. Hilmi Özkök'ün konuşmasından sonra, AB ve ABD ile olan ilişkilerde frene mi basmak zorunda? AB'ye dönüp, "Madem sizin içinizde hakkımızda iyi düşünmeyenler var, biz de yokuz" dendiği veya Washington'a, "Bizi 'ılımlı İslâm ülkesi' gören gözler kör olsun" üslubuyla yaklaşıldığı zaman, bunun kime ne faydası dokunacak? TSK'nın bütün öncelikleri ve ileriye dönük planları Türkiye'nin AB üyeliği perspektifine ve ABD ile ittifak ilişkisi içinde bulunacağı varsayımına göre yapılmadı mı yoksa?

Şu 'irtica' kavramından da hepimize gına geldi. Papa 2. John Paul'ün cenaze töreni, yeni papanın seçim sürecinde dünya medyasının yaptığı yayınlar, eğer hükmümüz oralara da geçseydi, acaba 'irtica' kınaması için vesile yapılacak mıydı? Ölen ve yerine seçilen papanın her ikisi de, seçimde oy kullanan kardinaller de birer din adamı; sürecin bütününe egemen olan hava da 'mânevî' idi, hepimizin fark ettiği gibi... Dünyanın hiçbir yerinde kimse çıkıp "Bugünün dünyasında böyle inançlara ve törenlere yer yok" diyebildi, meydanları dolduran dindarların kılık kıyafetiyle alay edebildi mi? Oysa, 'irtica' diye bir kavramın varlığına inananların bunu yapması gerekirdi. Yoksa, sorun, bazılarının iddia ettiği gibi yalnızca İslâm ile mi irtibatlı?

Konuşmanın hangi unsurunu ele alırsak alalım, böyle bir çıkışı hak edecek bir durum, "Neden?" sorusuna cevap teşkil edecek bir özellik bulmakta zorlanıyoruz. Hiç sanmıyoruz ama, AB ve ABD ile ilişkilerde zor günler yaşayan siyasî iktidarın elini güçlendirme amacıyla yapılmış taktik bir çıkışsa, o başka... Öyle bile olsa, saygınlığını her zaman ve her durumda koruması gereken bir kurum adına yapılan çıkışların daha önemli bir sebebi bulunması beklenir...

Her konuşmanın neden yapıldığını tahmin etmek güç değildir; Org. Özkök, keşke, bu son durum muhasebesini neden yapma ihtiyacı duyduğunu da konuşmasında açıklasaydı. (Fehmi Koru.22-4-2005.Yeni Şafak

 

Özkök'ün açıklamalarını nasıl okumalı?

 

 

Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök'ün Harp Akademileri Komutanlığı'nda yaptığı değerlendirme konuşmasına nereden bakacağım konusunda doğrusu bir tereddüt yaşıyorum. Konuşma büyük bölümüyle devletin ve siyasi iktidarın 'resmi' politikalarını yansıtıyor. Özkök'ün bir bakıma siyasi iktidarın politikalarının izahını yaptığını söyleyebiliriz.

Mesela, Özkök AB konusunda, "Şimdi AB'nin askeri birliğinin de oluşmakta olduğunu izliyor ve ona da katılmayı arzu ediyoruz. Türkiye'nin menfaati AB'nin asli üyesi olmaktır." Amerika ile ilişkiler konusunda da, "Bu geniş coğrafyada Türkiye'nin ABD'ye, ABD'nin de Türkiye'ye ihtiyacı vardır" diyor. Bu cümlelere kimsenin itirazı olamaz. Üstelik, Genelkurmay Başkanı çağdaş bir dil kullanarak geleneksel askeri yaklaşımlardan farklı bir konuşma yapmıştır.

Burada önemli olan, Genelkurmay Başkanı'nın, özellikle dış politik konularda neredeyse tek 'iradi güç' olarak konuşmuş olmasıdır. Oysa, demokratik ülkelerde bu işin tek adresi siyasi iradedir. Dolayısıyla, konuşması gereken de siyasi iktidardır.

Ayrıca, Hilmi Özkök'ün konuşması sadece askeri ve 'güvenlik' alanıyla sınırlı bir konuşma değildir. Özkök, AB politikalarından ABD ilişkilerine, Güneydoğu'dan kültür politikalarına, ekonomiden yolsuzluklara kadar pekçok konuyu, bir bakıma 'güvenlik' çerçevesi içinde değerlendirmiştir. Böylesine askeri merkezli bir yaklaşım, Brüksel'den bakıldığında doğal olarak özellikle 'asker-sivil' ilişkileri açısından farklı yorumlara neden olabilir.

Özkök'ün açıklamaları esas itibariyle makul ve rasyonel açıklamalar. Mesela Özkök diyor ki; "Türkiye laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletidir. Türkiye bir İslam devleti değildir." Evet bunlar kabul, ama Özkök hemen bu cümlelerin arkasından, "Türkiye bir İslam ülkesi değildir" diyor. Gerçi, Genelkurmay Başkanı'nın değerlendirmelerinin geneline bakıldığında, Özkök'ün bunu 'Türkiye İslamcı devlet' değildir anlamında kullandığı anlaşılıyor. Çünkü, zaten cümlenin başında, Türkiye'nin "nüfusunun yüzde 99'a yakınının Müslüman" olduğunu bizzat kendisi söylüyor. Muhtemelen Özkök, 'ılımlı İslam ülkesi modeli'ne karşı çıkmak için böyle bir yaklaşım sergiliyor.

11 Eylül sonrasındaki yeni dünya şekillenmesinin istikameti dikkate alındığında, 'ılımlı İslam modeli'nin küresel bir 'sömürü aracı' olarak kullanılmak üzere icad edildiği anlaşılacaktır. Dolayısıyla, Özkök'ün itirazı yerindedir.

Ancak yine de, Özkök'ün, "Türkiye İslam ülkesi değildir" cümlesi izaha muhtaçtır. Çünkü bu durumda, Türkiye Cumhuriyeti devletinin temel istikametinde bir sapma var demektir. Oysa cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Türkiye'ye yön veren ve yöneten sivil siyasal iktidarlar, hatta darbe yönetimleri Türkiye'yi bir 'İslam ülkesi' olarak görmüşlerdir.

Böyle olduğu içindir ki, Türkiye, İKÖ'nün başından beri kurucu ülkelerinden birisidir, şimdi de Genel Sekreterliği'ni yapmaktadır. Yani, İslam ülkeleri dışındaki ülkelerin üye dahi olamadığı İKÖ'nün şu anda patronu Türkiyedir. Çünkü Türkiye İslam ülkesidir.

Kısacası, Özkök'ün "Türkiye İslam ülkesi değildir" değerlendirmesiyle, Türkiye'nin 'İslam ülkesi' sıfatıyla halen İKÖ içinde varolmasını izah etmek mümkün değildir. (22-4-2005.Yeni Şafak.M.Ocaktan.

22-4-2005.Yeni Şafak/A.Bayramoğlu

Askeri zihniyet

 

Samet Ağaoğlu'nun "Demokrat Partisi'nin Yükseliş ve Çöküş Sebepleri" adlı eserinden bir bölümü birlikte okuyalım:

"Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa (Çakmak), bir çok noktada alınması düşünülen olumlu ekenomik adımların önüne çıkmıştı. Mesela demir çelik sanayinin kurulması konusunda İktisat Bakanlığı'nın ekonomik işletme prensipleriyle tesis yeri olarak seçtiği Karadeniz Ereğli'sini sırf askerlik bakımından savunulması zor düşüncesiyle kabul etmemiş, demir sanayinin ekonomik şartları zor bir bölgede Karabük'te kurulmasını sağlamıştı...

Doğu ve Güney illerinde sanayi kurulmasını, yollar yapılmasını istememiş, yol yapıldığı takdirde bir savaş halinde bu sınırlardan gelecek düşmanın memleketi kolaylıkla işgal edebileceğini ileri sürmüştü...

Mareşal'a göre Doğu illerinde okul açılması da bu iller halkını uyandıracak, Kürtlük gibi bir takım bölücü akımlara yol verecekti...Cehaletin, geriliğin Türk milliyetçiliğini başka milliyetçi akımlara karşı koruyabilecek bir silah olabileceği gibi zararlı, tehlikeli zanlara kapılmıştı Fevzi Paşa!..."

Soralım:

Çeşitli bakanlıkların arşivlerinde de yer alan bu vetolar, "milli güvenlik " gerekçesiyle alınan "bu kararlar Güneydoğu sorununu bastırdı mı yoksa azdırdı mı?"

O yıllarda okullaşma ve kalkınma hamleleri yapılsaydı, Güney Doğu bugün bu acıyı yaşar mıydı? Bu bölgenin entegrasyonunda yol alınmış olmaz mıydı?

İkinci soruya geçelim:

1924-1944 yılları arası Genelkurmay Başkanlığı yapan Fevzi Çakmak, "siyaseti sınırlama ve tanımlama" anlamına gelen "veto ya da dayatma yetkisi"ni neye dayanarak kullanıyordu?

Fevzi Paşa bunları 3 Mart 1924 tarihli Genelkurmay Başkanı'nın yetkilerini düzenleyen yasaya dayanarak yapıyordu. Bu yasanın 11. Maddesi, Genelkurmay Başkanı'na, hiçbir "tanım ve sınırlama" getirmeden, "vazifesine giren konularda her bakanlıkla doğrudan ilişki kurma, yazışma" imkanı, yani "siyasi kararları güvenlik ve savunma gerekleri açısından gözden geçirme yetkisi" veriyordu...

Orduyu siyasetin merkezine oturtan, bu çerçevede ülke ekonomisini, eğitimini, kültürünü Milli Mücadele'den kalma, 1920'lerden kalma "savaş yönetim modeline" göre şekillendiren bu düzenleme, Türk siyasal sisteminin, "bugünü de kuşatan en kilit düzenlemelerinden birisi"dir.

Evet, milli güvenlik ve askeri gereklerin siyasi alanı sınırlaması ve ana siyasi kararların temel referansları oluşturması, Türk siyasal sisteminin faturası bugünlere uzanan eski bir geleneği...

Bu gereklerin tanım ve uygulama olarak askeri otoritenin uhdesinde bulunması, bu çerçevede "askeri otoritenin devlet alanı içinde, siyasetin üzerinde yer alan, siyasi kararları denetleme işlevi üstlenen özerk bir saha ve yapılanmaya sahip olması" da öyle...

Güney Doğu örneğindeki gibi topluma, talebe, siyasete, kültüre, hatta özgürlüğe ve bireye salt asayiş gözlüğüyle bakan bu "milli güvenlik mantığının yol açtığı tahribat" da ortada...

Şimdi şunu görmek gerek:

Bu "gelenek" ve siyasetçiyi suçlamak için kullanılan bu "tahribat", sürekliliğin de ötesinde, her dönemde biraz daha keskin düzenlemelere yol açarak, askerin devlet içindeki özerk alanının genişlemesi ve pekişmesine işaret eder ve "Türk siyasi tarihini olası okumalarından biri" olarak karşımıza çıkar.

Fevzi Paşa'yı yıllarca MGK ikame etti. Güneydoğu politikasının ekonomik ve sosyal yönleriyle neler olması gerektiğine, TRT'de ne tür program yapılması icap ettiğine, ceza yasasındaki değişikliklerin istikametine, eğitim ilkelerine, vatandaşlık ve laiklik yorumlarının nasıl olacağına, MGK karar verdi.

2002 yılı sistemin sivilleştiği, MGK'nın işlevlerinin budandığı yıl oldu.

Peki ne değişti?

Genelkurmay Başkanı'nın önceki gün yaptığı ayrıntılı hükümet programını andıran konuşması, siyasi sorunun ve siyasi dokunun aynı yerde durduğunu göstermiyor mu?

Asker ve iktidar

 

Siyasi iktidar Genelkurmay Başkanı'nın konuşmasına ilginç tepkiler veriyor...

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Fırat, daha ilk gün Org. Hilmi Özkök için "tam bir devlet adamı gibi konuşmuş, böyle bir paşamız olduğu için iftihar etmeliyiz" demişti. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ise dün aynı konuşma için "geneli itibariyle olgunca yapılmış bir değerlendirmedir" diyordu.

Bu değerlendirmeler sadece ilginç değil, aynı zamanda gariptir...

Olgunluk düzeyi ve üslubu ne olursa olsun Genelkurmay Başkanı'nın konuşması, askeri otoritenin siyasi alana tam müdahalesini ifade eden, hükümetin meşruiyetini yaralayan, askeri vesayet düzeninin fiilen de olsa devam ettiğini ima eden bir konuşmaydı.

Bu konuşma temel siyasi kararlar ve tercihlerin ana eksenlerini tanımlıyor, yürütmenin yetki alanını tümüyle, bilerek ve belli amaçlarla kapsıyordu.

Aynı konuşma hükümeti, varlığı, kimliği ve politikalarını asker adına eleştiriyor ve gözaltında tuttuğunu belirtiyordu.

Kısacası siyasi iktidar hem dolaylı hem doğrudan bir biçimde bu konuşmanın hedefini oluşturuyordu.

Böyle durumlarda siyasi iktidarların tepki vermeleri bir politikadır.

Zaman zaman hiç konuşmamaları da bir politikadır.

Alkışlayan ve destek veren konuşmalar ise "kaçınılmaz bir boyun eğiş"in ilk sinyalleridir.

Bu ülkede siyasi iktidarlar, hükümetteyken de iktidarlarını kaybedebilirler.

İktidar sahipleri ne gazetelerin haberi kendi politikalarına göre okuyan yayın yönetmenleridir, ne de kendi bakış açılardan hareketle durumu anlamaya ve aktarmaya çalışan köşe yazarlarıdır. Onlar her şeyden önce demokratik ilkelerin vazettiği üzere kendi alanlarını savunmak durumunda olan aktörlerdir. Basının ve diğer kurumların sessizliği, faydacı tavrı siyasi iktidarın bu sorumluluğunu ortadan kaldırmaz.

Başbakan, Org. Hilmi Özkök'ün değerlendirmesini "olgun" bulmuş...

Bu, görece olarak doğrudur, nitekim iki gün önce çıkan yazımızda biz de bu farkın altını çizmiş, özetle şöyle demiştik:

"Konuşma askerin bildik sert, meydan okuyan, gerginlik üretici konuşmalarından farklıydı. Dış politik meselelerde çatışma dilinden uzak duran, hükümet politikalarından ayrışma vurgusu içermeyen, böylelikle askerden çok devletin görüşünü dile getiren bir çerçeveye oturuyordu..."

Ancak bu durum bir gerçeği, yine o yazıda şu cümlerle ifade ettiğimiz "asli sorunu" ortadan kaldırmıyor:

"Bu fark asli sorunu değiştirmemekte, konuşma, içeriği ve politikasıyla asker-sivil ilişkisindeki ters yapılanmanın devam ettiğini göstermektedir. Üslubu ne denli makul olursa olsun, Genelkurmay Başkanı'nın siyasi iktidarın alanına girmesi demokratik hukuk devletlerinde kabul edilebilir bir durum değildir..."

Siyasi iktidar bu farkı siyasi tavır ve hamle açısından elbette dikkate almalıdır.

Bu fark Özkök'ün ordu içindeki "hava"yı alma amacı olarak da değerlendirilebilir, bir boşluğu doldurmak ya da toplum düzeyinde asker için yeni bir dille yeni bir meşruiyet üretme arayışı olarak da...

Ancak iktidar açısından siyasi olarak görülmesi ve ilkesel olarak itiraz edilmesi gereken es geçtiği "asıl durum"dur. Siyasi alana yeni bir "askeri sorti" yapılmış olmasıdır.

Bu "askeri sorti" karşısında AB sürecinde benzer sortilere medya başta olmak üzere tavır almış olan kesim ve organların bu kez aynı tavrı göstermemesi dikkat çekicidir.

Nitekim kafaların da oldukça karışık olduğu ortada.

Öylesine ki, tutumları itibariyle düşüncelerini açıkça ifade etme durumunda olmayan kimi yazarlar beni bile devreye sokuyorlar. Yazımdaki biri üslup farkının altını çizen ve iç siyaseti anlamaya yönelen, diğeri ilkesel ve siyasi itirazı dile getiren iki farklı düzey ve vurguyu, ayrıştırarak ya da karıştırarak kendi tutumlarına destek olarak kullanıyorlar. Bu konuşmadan benim bile çok rahatsız olmadığımı ima ederek kendi söylemediklerini bana söyletmeye çalışıyorlar.

Kabul edilemez olandan rahatsız olmamak mümkün olabilir mi?

Ama umarız en azından başbakan kafa karışıklığından kurtulur.

Genelkurmay Başkanı'nın konuşmasındaki bu iki farklı düzeyi görür ve kendi alanını korumayı bilir...

Aksi halde Türkiye'yi herkes için zor günler bekler. (23-4-2005/A.Bayramoğlu)