LANETLENDİK

LANETLENDİK

Yıl 1453, 29 Mayıs Salı günü Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u alır. Fethettiği şehrin en görkemli ibadethanesinde ilk namazını kılmak üzere Ayasofya’nın önüne gelir. Kapının önünde beyaz atından iner ve arkasındakilerle birlikte kapıdan içeri girer. İşte o anda mekânın hâşyetinden inanılmaz bir hûşû ya kapılır ve hemen secdeye kapanır. Daha sonraki günde ilk Cuma namazını burada kılar. Çünkü Osmanlı fethettiği şehirlere girdiği zaman şehrin en büyük kilisesinde ilk namazını kılar ve orayı camiye çevirir diğerlerine hiç dokunmazdı. Ayasofya’nın da camiye çevrilip ibadete açılması için ferman buyurur.

Fatih Sultan Mehmet ibadethaneye öylesine hayran kalır ki buraya yüklü bir bedel ödeyerek tapusunu üzerine geçirir ve bir vakıf kurarak burayı vakfeder. Ve Ayasofya’nın kıyamete kadar ibadethane olması içinde bir de vasiyet bırakır. Yapıya 4 minare ilave edilerek İslami hüviyete büründürülür. 16 yy Mimar Sinan binaya payandalar ekleyerek yapıyı sağlamlaştırır ve günümüze kadar ayakta kalmasını sağlar.

*Sultan Fatih’in Ayasofya Vakfiyesi :

“Allah’ın yarattıklarından Allah’a ve O’nun rü’yetine iman eden, Ahirete ve onun heybetine inanan hiçbir kimse için, sultan olsun melik olsun, vezir olsun bey olsun, şevket ve kudret sahibi biri olsun hakim veya mütegallib (zalim ve diktatör) olsun, özellikle zalim ve diktatör idareciler tarafından tayin olunan, fasid bir tahakküm ve batıl bir nezaret ile vakıflara nazır ve mütevelli olanlar olsun ve kısaca insanlardan hiçbir kimse için, bu vakıfları eksiltmek, bozmak, değiştirmek, tağyir ve tebdil eylemek, vakfı ihmal edip kendi haline bırakmak ve fonksiyonlarını ortadan kaldırmak, ASLA HELAL DEĞİLDİR.

Kim ki, bozuk teviller, hurafe ve dedikodudan öteye geçmeyen batıl gerekçelerle, bu vakfın şartlarından birini değiştirirse veya kanun ve kurallarından birini tağyir ederse; vakfın tebdili ve iptali için gayret gösterirse;

Vakfın ortadan kalkmasına veya maksadından ve gayesinden başka bir gayeye çevrilmesine kast ederse, vakfın temel hayır müesseselerinden birinin yerine başka bir kurum ikame eylemek (temel müesseseler-den birinden taviz vermek) ve vakfın bölümlerinden birine itiraz etmek dilerse veya bu manada yapılacak değişiklik veya itirazlara yardımcı olur yahut yol gösterirse;

Veya şer’-i şerife aykırı olarak vakıfda tasarruf etmeye azm eylerse, mesela şeri’ata ve vak-fiyeye aykırı ferman, berat, tomar veya talik yazarsa veyahut tevliyet hakkı resmi ya-hut takrir hakkı resmi ve benzeri bir şey taleb ederse, kısaca batıl tasarruflardan birini işler yahut bu tür tasarrufları tamamen geçersiz olan yazılı kayıtlara ve defterlere kaydeder ve bu tür haksız işlemlerini yalanlar yumağı olan hesaplarına ilhak ederse,

AÇIKÇA BÜYÜK BİR HARAMI İŞLEMİŞ OLUR, GÜNAHI GEREKTİREN BİR FİİLİ İRTİKAB EYLEMİŞ OLUR. ALLAH’IN, MELEKLERİN VE BÜTÜN İNSANLARIN LA’NETİ ÜZERLERİNE OLSUN.

“Ebeddiyyen Cehennemde kalsınlar, onların azapları asla hafifletilmesin ve onlara ebeddiyyen merhamet olunmasın. Kim bunları duyup gördükten sonra değiştirirse, vebali ve günahı bunu değiştirenlerin üzerine ol-sun. Hiç şüphe yok ki, Allah her şeyi işitir ve herşeyi bilir.”.

-İstanbul fethedilmesiyle beraber “Sultan Şehir”, Ayetin ifadesiyle, “Beldet-üt- Tayyibe”, “Dergah-ı Selatin”, “Derseadet”, “Âsitane”, “Dar-ül Hilafe”, “Daru’s-Seade”, “Pay-ı Taht-ı Saltanat”, “Aziz İstanbul” gibi isimlerle anılmıştır.

İstanbul hem Kurân-I Kerimin senasına hem de Peygambermizin müjdesine mazhar olmuştur.

“İstanbul elbette fetholunacaktır. O’nu fetheden emir ne iyi hükümdardır, onun ordusu ne mutlu ordudur.”[1]

Ayasofya ile ilgili epey yazı yazmıştım.[2]

Bugünlerde Ayasofyanın içerisinde çirkin ve mide bulandırıcı bir uygulamanın yapılmış olması bir kere daha göstermiştir ki; bu millet hala zincirlerinden kurtulmuş değildir.

Ayasofyada namaz kılmaya yasak getirilirken, çirkin bir baleye müsaade edilmektedir.

O da maneviyatçı bir yönetimin başta olduğu bir dönemde…

1453’te Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u almasıyla camiye çevrilmiş, 1935’te müze oluncaya kadar bu amaçla kullanılmıştır.

– Dünya mimarlık tarihinin günümüze kadar ayakta kalmış en önemli anıtları arasında yer alan Ayasofya Camii, mimarisi, ihtişamı, büyüklüğü ve işlevselliği yönünden yegâne uygulama olarak görülür. Ayasofya; Osmanlı camilerine fikir bazında da olsa esin kaynağı olmuş, doğu-batı sentezinin bir ürünü olarak değerlendirilir.

– Ayasofya, inşa edildiği tarihten bu yana 916 yıl kilise, 481 yıl cami olarak hizmet verdi. Son olarak Ayasofya, 1935’te Atatürkün imzası veya imzasını taklitle müzeye dönüştürüldü.

-“ Ayasofya’nın Kıbleye bakan kapısının kanatları Nuh Peygamberin gemisinin tahtasından yapıldığı rivayet edilir. Bu sebepten sefere çıkacak tüccarlar buraya gelip kapıya ellerini sürüp dua ettikten sonra denize açıldıkları söylenir.

Ayasofya’nın içinde bir kuyu vardı ki, nefes darlığı çekenler sabahın erken saatlerinde buraya aç karna gelip bu sudan içerlerse hemen şifa bulup iyileştikleri yolunda rivayetler vardır.

Evliya Çelebi “Seyahatname” sinde unutkan olanların bu kubbe altına gelip Altıntopun altında 7 kere namaz kılıp dua ettiklerini ve 7 adet siyah üzüm yiyerek şifa bulduklarından bahseder.

Akşemseddin Hazretlerinin ilk ders verdiği yer olan “Serin Pencere” ve bu pencereden soğuk soğuk esen rüzgârın İlahiyat tahsil edecek talebelerde zihin açıklığına sebep olduğu sebebi ile buraya gelip zihin açıklığı için Allah’a dua ettikleri söylenir.

Ayasofya’nın Güney Kapısındaki dehlizde bulunan bir oyuk ise Hz İsa’nın beşiğidir diye söylenir. Hasta olan çocuklar buraya yatırılıp iyileşmeleri için Allah’tan şifa dilenirmiş.

Aynı zamanda Hz İsa’nın doğduğu zaman yıkandığı taş teknede yine buradaymış. Yeni doğan çocuklar buraya getirilip yıkanırmış.

Şark tarafındaki mahfilde ise zeminde yazılı bir taş bulunurmuş. Hanri Donaldo yazan taşın altında 1205 yılında bir Bizanslının zırhı varmış. Bu zırh Fatih Sultan Mehmet’in resmini yapan ünlü İtalyan ressam Bellinli’ye hediye edildiği belgelerde kayıtlıdır.

Orta Cümle kapısı üzerinde sarı pirinçten tabuta benzeyen bir sanduka varmış. İçinde Kraliçe Sofya’nın mumyası olduğu rivayet edilen bu sandukaya her kim elini sürmeye kalksa, o anda ibadethanede büyük bir deprem başladığına şahit olunmuş, Böylece Sofya sırrını kimseye göstermek istemezmiş.

İstanbul fethedildiği zaman Fatih Sultan Mehmet ilk Cuma namazını kılmaya Ayasofya’ya gider. Tam o sırada Terler Direkten “Ya -Vedûd” diye bir nida işitir. Direğe yaklaştığında ise parlayan bir nur görür. Birde bakar ki yerde kıbleye dönmüş bembeyaz bir beden yatmakta. Göğsünde ise kırmızı yazı ile Ya- Vedûd yazmakta. O sırada Akşemseddin Hz ve 70 evliya birden “İşte efendim İstanbul’un fethini Allahtan dua ile isteyip ruhunu teslim eden bu mübarektir. Sizi bu durumdan haberdar etmiştik.” buyururlar. Cesedi yıkamak için yerden kaldırmak istediklerinde ise yine Terler direkten “Merhum yıkanmıştır, defnedebilirsiniz” diye bir ses duyulur. Buhara erenlerinden olan Şeyh Abdül-Vedûd orada bulunanları Müslüman yapmak için Rabbinden görevlidir. Fethin 50. gününde vefat eder ve onun vefat etmesi ile birlikte İstanbul alınır.

Hz Hızır ve Ayasofya:

Söylenenlere göre Hz Hızır Ayasofya’da Top kandilin altında namaz kılarmış. Aslında Hz Hızır bütün ibadethanelere ve hazirelere istediği zaman girer istediği her yerde namaz kılabilirmiş. Hatta Ayasofya’nın mihrabında bile namaz kıldığı söylenir. İşte yine bir inanca göre 40 gün orada namaz kılan biri mutlaka onu görmesi muhtemelmiş. Hz Hızır genelde derviş kılığında gezen bir zaman gezginiymiş. Onu görmek için çok istemek ve Allah’a yakarmak gerekirmiş. Onu tanıyan biri hemen eline sarılırsa o anda kişinin dilediği mutlaka gerçekleşirmiş. Bu sebepten orada namaz kılmaya herkes pek talip olurmuş.

Yine Hz Hızır’ın Ayasofya’da bulunan “Terleyen Direk” e parmağını sokup kilisenin yönünü kıbleye çevirdiği çok bilinen ve doğrulanan bir gerçektir.

Osmanlı hükümdarları özellikle Kandil geceleri önce Topkapı sarayında iftar eder sonrada namazlarını Ayasofya’da ifa ederlermiş.

Cuma selamlıklarına da teşrifat eden Enderunlular, saraydan gelerek mahfele kadar meşalelerle etrafı aydınlatırlar, Padişahın önünde 20 tane meşale, arkasında ise kırmızı yeşil büyük fenerlerle haseki ağaları yürürmüş. Culüslar da Ayasofya, Sultanahmet ve Fatih camilerinin minarelerinden salalar verilirmiş. Görevi devralan hükümdarlar ilk Cuma namazlarını da Ayasofya’da kılarlarmış.”


Not: Serdengeçti’nin Ayasofya Müdafaası:
Yazmış olduğu”Ayasofya”. isimli şiiri yüzünden tutuklanarak Ankara Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanan Osman Yüksel Serdengeçti’ nin kendini müdafaa ederken:
“Müddei umumi(savcı) tepeden verilen emirlere göre hareket ediyor. Ayasofya`nın tekrar cami haline yetirilmesinde benim ne gibi hususi maksadım ve menfaatim olabilir? Ayasofya’yı kiraya mı vereceğim, yoksa imamı mı olacağım? Beni bu yazıdan dolayı Türk savcıları değil, Yunan savcıları itham etsin. Böyle bir yazıyı yazdığımdan dolayı kendimi müdafaa etmekten utanıyorum .” diye hayıflanarak cevap verdiğini…

*********************   

AYASOFYA

Ürperdi hayâlim bu nasıl korkulu rüya?..
Şaştım neyi temsil ediyorsun. Ayasofya?..

Çöller gibi ıssız ne hazin ülke muhitin
Yâd el gibi yurdunda garib olmalı mıydın?..

Beşyüz senelik bezmine ermekti ümidim
Çöller gibi ıssız seni ben görmeli miydim?..

Bayram Ramazan Cum’a mübârek gecelerde
Avize değil mum bile yanmaz mı içerde?..

Gâşyolmuş İbâdetlere hayrandı felekler..
Tekbirine ses verdi asırlarca melekler..

Coşmaz mı denizler gibi yâdındaki âlem?..
Göklerde melekler tutuyor hep sana mâtem..

Yâdında bin üçyüz senelik menkıbeler var.
Her menkıbe hicrânına mâtem tutar ağlar!.

Beş yüz sene âlem seni tehdid ediyorken
Devler gibi düşmanlara meydan okudun sen!..

Târihimin ömründe gönüller dolu güldün
Çılgınca esen bir acı rüzgârla döküldün!..

Paslanmada! Altın yazılar âh! O eserler.
Kabrinde kan ağlar bunu gördükçe (Kazasker)..

Fâtihleri ağlatmada hâlin Ulu Mâbed..
Yâdın kanar imânlı gönüllerde müebbed!…

Gamlı renklerle örülmüş ne hâzin çerçevesin
Bir yıkık türbe mi virâne misin yoksa nesin?

Bak hayâlimdeki âlem geliyor vecde yine
Gözlerim daldı; sütunlarla (Fetih Âyeti) ne!..

Muhteşem âbidesin: Dinimin ulviyetine
Remz idin beş asır ecdâdımızın şevketine!…

Aldı senden beş asır azmine kuvvet kaleler..
Yine hep aynı tehassüsle yücelmiş kuleler..

Nerde: Yandıkça Süreyyâlara dehşet vererek
Coşan âvizelerinden yayılan: Binbir renk!..

Çan sesinden seni kurtarmış ezanlar nerde?..
Hani bülbül gibi Kur’ân okuyanlar nerde?

0 ezanlar bütün İslâm’a şerefler verdi
Sanki her pencere lâhuta bakan gözlerdi!..

O ilâhî yüce sesler yine gelmez mi dile?
Şimdi artık işitilmez mi sönük nağme bile?

Şimdi Cennet sana sermez mi yeşil gölgesini?..
Şimdi hûriler işitmez mi ilâhî sesini?..

Nice bin hâtıra gönlümde coşup canlanıyor..
O ne parlak görünüş! Sanki hayâlim yanıyor!

Hutbeler çağlamaz olmuş şu yeşil minberden
Gamlı bir gölge yayılmakta bugün her yerden!

Gizli bir âh ile artık yanar ağlar mı için?..
Nice bin derdile kalbin doludur çünki senin!

Hangi eller sana akşamları zinci vuruyor?
Yüce feryâdını kimler boğuyor susturuyor?..

Sen ne âlemleri gördün ne ömürler sürdün..
Batı dünyasına dehşet saçıyorken daha dün.

Gizli kurşunla habersizce vuruldun mu bugün?..
Dönmeler dans ederek yapmada karşında düğün’…

Dehre meydan okuyan koskoca tarih nerde?’..
Ülkeler fetheden erler yüce (Fâtih) nerde?..

Seni Tevhide kavuşturmanın aşkıyla yanan
O şehir orduların döktüğü seller gibi kan

Heder olmuş mu desem? Ah! Dilim varmaz ki
Bugün onlar bile mâtem tutuyorlar. Belki!

Bugün ağlattın eminim ölüler âlemini
Kerbelâ tutsa gerektir yeniden mâtemini!..

Tek ziyâretçin olan gün de yol almış gidiyor
Muhteşem kubbeni zulmette nasıl terkediyor?’..

Cemiyetlerden uzak; çölde mezâr olsaydın
Orda billâhi mezarlar bile senden aydın!..

Çöllerin Ay-Güneş en hisli ziyâretçisidir
Hilkâtin Arşa çıkan zikrini her an işitir!

Şu perişan denizin inlemesinden duyulan!
Hıçkırıklarla boğulmuş tutuşan bir hicran!..

Çağıdır ağlamanın ey Ulu Mâbed ağla!..
İntikam aldı firenkler seni ağlatmakla!..

Dostun ağlarken o bir yanda da düşman gülsün
Kanamıştır yeniden kalbi hazin (Endülüs)’ün!..

Bu elim fâcia billâhi yürekler acısı
Müslüman Türkün evet şimdi bu en kanlı yası!..

Ey derin fâcia manzumeye sen sığmazsın
Tutuşup yanmada kalbim seni târih yazsın!..

Ali Ulvi KURUCU

DİLEKÇEMDİR

Sayın Yetkililer !

Bizler çoluğuyla-çocuğuyla,Kadın ve erkeğiyle,Abbasilerden beri bin yıldır bütün ırk ve milletleri içinde toplayan öyle bir milletiz ki;İslâmın bayraktarlığını âfâkın her tarafında dalgalandırıp İslâmiyetin şerefiyle şereflenip,dünyamız ve ahiretimiz itibarıyla İslâmiyetle mezc olmuş bir milletiz. İslâmiyeti yaşamayanı dahi,baştakini kendisinin dinine tercüman olacak bir kişi olarak görmek ister.

163. madde gibi bir zincir ile onu bağlamak,dini yaşayışını engellemeye çalışmak en büyük bir utanç duvarıdır. Fıtrat fıtri olmayan şeyi kabul etmez,reddeder. Fıtrata aykırı olan 163. madde ile fıtratı susturmaya çalışmak hakikatın zıddına inkilabıdır. Şimdiye kadar 141-142. maddeler ile tevkif edilenlerin bir çok menfi şiddet ve hareketleri vesikalarla sabit olduğu halde,163. madde ile tevkif edilenlerin hiç birinin menfi,emniyeti ihlal edici bir hareketinin olmaması,olmuş görünse bile bir tertib olduğu anlaşılmıştır. Birisi;tabanca,el bombası,molotof kokteyli atarken,diğeri tesbih ve takke taşımakta,fakat ne hazin bir işkencedir ki;her ikisine de uygulanan müeyyide aynıdır. İçki içmek için toplanmak serbest,dini ve imani eserleri okumak için toplanmak yasak. Tam bir vahşet…

141-142’ye müsaade etmek milleti tekrar eski 1980 öncesi hale döndürmek demektir. Çünki altında cebir ve şiddet yatmaktadır. Fikir olarak devam etse kabul. Ancak fikirden mahrum bir zihniyet söz konusu olduğu için,fikri değil sefâheti ve kademeli olarak cebri kullanacaktır. Bunu uygulayan başta Rusya olmak üzere Çin,Çekoslovakya ve Romanya’nın iflas ederek meçhul ve vahim bir akibete düşmelerine rağmen,bizde buna müsaade etmek,tekrar lüzumsuz yere kokmuş ve kokuşmuş bir batıl ideolojiyi körü körüne ihya etmek demektir.

Bu milletin beş yüz senedir yattığı veya uyutturulduğu yeter. Gerçekten bu asil ve necib milletin ruhunun tercümanlığını yapacak olan sizlerin 163. madde ve yıllardır kanayan bir yara olan ve yıllardır yüzümüze tüküren milletleri,bir şamar demek olan (Patrikhanenin bile açılmasına müsaade edildiği halde) AYASOFYA’nın açılması, değil şimdiki elli milyon bizleri belki gelecek nesillerin takdirini kazanıp hayırla yadedilmenize,tarihe altın sayfalarla şerefle geçmenize,manen alkışlamanıza vesile olacaktır.

Küfür Hz. Âdem’den beri gelmiş ve gidecektir. Ancak zulüm –hele böyle bir zulüm-,163. madde ve Fatih’in bu millete bir emanet ve yadigarı olup başka şeye dönüştürene lanet etmiş olduğu Ayasofya gibi bir mesele-asla devam etmeyecektir.

Fatih Ayasofya camiii vakfiyesinde:”Benim bu camiimi camilikten çıkaranlar,Allah’ın,meleklerin ve bütün müslümanların lanetine uğrasınlar.

Onlar hiçbir zaman hafiflemiyen azab içinde bulunsunlar. Yüzlerine bakan ve kendilerine şefaat eden hiçbir kimse bulunmasın…”demiştir.

Eğer parti olarak şimdiye kadar bilerek veya bilmeyerek yapılan seyyiatlara bir keffâret yapmak istiyorsanız –ki her akıl ve insaf sahibinin bir isteği olmalıdır.- yukarıdaki isteklerimize kulak vermenizi değil sadece bir müslüman olarak,aynı zamanda insan olarak,insaniyet gereği sizlerden istiyoruz.

 TAYYİB BU İŞE EL ATMALI

TANSU ÇİLLER-E DE SÖYLEMİŞTİM.

HZ.FATİH’İN AYASOFYA VAKFİYESİ
İşte bu benim Ayasofya Vakfiyem, dolayısıyla kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren vakfiyemi değiştirirse, bir maddesini tebdil ederse onu iptal veya tedile koşarsa, fasit veya fasık bir teville veya herhangi bir dalavereyle Ayasofya Camisi’nin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederlerse, aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterirlerse ve hatta yardım ederlerse ve kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkarlar, camilikten çıkarırlar ve sahte evrak düzenleyerek, mütevellilik hakkı gibi şeyler ister yahut onu kendi batıl defterlerine kaydederler veya yalandan kendi hesaplarına geçirirlerse, ifade ediyorum ki huzurunuzda, en büyük haram işlemiş ve günahları kazanmış olurlar.

Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse;
Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen laneti onun ve onların üzerine olsun, azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın.Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait olacaktır.Allah’ın azabı onlaradır. Allah işitendir, bilendir… ( Fatih Sultan Mehmet Han/1 Haziran 1453 ) 

****************    

HÜZNÜMÜZ HÜZNÜNDÜR HÜZNÜN HÜZNÜMÜZDÜR AYASOFYA

 Bazı sözler,cümleler sadırdan,bazıları da satırdandır.

Maalesef bu karanlık asrın,karanlık sadırlı insanları da sadır değil,satır insanlarıdır.

Bir asırdır millet mahzun… Karalar bağlamış… Kara kara düşünmede…

Ayasofya durur mu? Sevinebilir mi Ayasofya? Milletin hüznünü temsilen,oda bizim hüznümüze ortak olmuş. Ayasofyam da mahzun… Yemin etmiş,ahdetmiş,söz vermiş,va’d etmiş… Ki,sizler hüzün perdenizi kaldırmadıkça,ben de ebediyyen kaldırmam. Hüznünüz hüznümdür. Sevinciniz sevincimdir,demektedir.

Dünyanın göğsü İstanbul,İstanbulun sadrı ise Ayasofya…

Siper et göğsünü dursun bu hayasızca akın.

Sana va’dettiği günler yakındır Hakkın.

Kim bilir belki yarın,belki yarından da yakın…

Va’dedilen günü hürmetine,sadrı yıkıkların hayasızca akınına göğsünü siper etmede Ayasofya… Sadırlılara,sadrı açıklara hasret içerisinde bekleyerek…

“Elem neşrahleke sadrek”,”Sadrını açmadık mı?”

Bu fermanı ilahiye itimadımdır. “Rabbiş rahli sadri”,”Rabbım! Sadrımı-sadrımızı- aç,inşirah ver.”

Evet,sadırlar değişirse,satırlar kalır mı? Onlarda değişir,değiştirilir. Değiştir değiştirebildiğin kadar! Bin yıllık birikimde olsa…

20. asır tüm vahşetiyle sadır-sızların sadırlılara karşı olduğu bir asır…

Ey Ayasofyam! sen her gün mahzunsun. Ben ise bugün mahzunum. Bugün mahzunluk sırası bende. Bu kadar insandan sonra mahzunluk sırası bana da geldi. Bana düştü.

İmzam hüznümdür.

Millet mazlum. Ayasofya mazlum. Mazlumun duası reddedilmez. Ta arşa dek çıkarmış.

Ben ve ayasofya elimizi açmış,Rabbimize mazlumun duasıyla mazlumane ve mahzunane dua ediyoruz ve diyoruz ki:

“Allahım! Ayasofyayı güldüreni iki cihanda da güldür. Onu ağlatanı her iki dünyada da ağlat Allahım! Ağlat Allahım! Ağlat Allahım! Amin…”

Biliyor ve inanıyorum ki;saadetimiz Ayasofyanın açılmasındadır. Onun işaret ve alametidir.

Dünyayı istiyenler onu açsın ve açmalıdır. Ahireti isteyenler de onun açılmasına yardım etmelidirler. her iki hayatı ve saadeti istiyenler bir an evvel onu açmaya çalışmalıdırlar.

Ayasofyanın açılması,hristiyanlığın İslâmiyete devir-teslimin bir belgesidir.

Ayasofyanın açılması;Masonluğun çatlayan belinin kırılıb yıkılmasıdır.

Ayasofyanın açılması;kaynayan fitne kazanının durulması,bazı hesapların durmasıdır.

Ayasofyanın açılması;İslam aleminin sevinci,bağlayıcı ve boğucu bağların bağlarının çözülmesidir.

Fatihi Fatih yapan İstanbulun açılışı ve Ayasofyanın var oluşu,varlığının ortaya çıkışıdır. Maddi varlığının ötesinde mânevi varlığıdır.

Fatihin fethinden önce de İstanbul ve Ayasofya vardı. Sadece kalıbdan ve maddeden ibaret bir belde idi. ruhsuz bir cesed…

Fatihle ve fetihle o ruh kazanılmış,madde manasına kavuşmuştu.

Peki ya şimdi ki durum nedir? Madde ve manada neyi ve kimi temsil etmektedir? Ne kadar temsiliyet görevini hatırlatmaktadır?

Kısaca;Şimdiki İstanbul hangi İstanbuldur?  Fetihden önceki mi,sonraki mi? Neyiyle? Ne kadar?

İstanbul asliyetine kavuşmalı ve kavuşturulmalıdır.

İstanbul,İslambol olmalıdır. Hem madden,hem de manen…

Sur-da bir gedik açtık,mukaddes mi mukaddes.

Ey kahpe rüzgar,her nereden esersen es.

         —–

Mehmedim başlar yüksekte

Ölsek de sevinin,eve dönsek de.

Sanma bu tekerlek kalır tümsekte

Yarın elbet bizim elbet bizimdir.

Gün doğmuş,gün batmış

Ebed bizimdir…    1-2-1995 –            MEHMET   ÖZÇELİK

***********   

2007    İSTANBUL HATIRALARI

İstanbul seyahatinden muzdarib değilim.
Çöplerinden bile makalelere konu olmuş İstanbulu iki açıdan değerlendirmek gerektir.
İstanbul tüm değerleri ve medeniyetleri,çeşitleri içeresinde toplanmış büyük bir kenttir.
Sarıyer-İstinye gibi taraflarda bir yanda orman (Emirgan Koruluğu),diğer yanda deniz (Boğazın kesiştiği nokta) iki güzelliği de içerisinde toplamıştır.
Sultan Ahmet-Süleymaniye-Topkapı Sarayı-Eyüp gibi manevi güzellikleri içerisinde tapu gibi koruyan bir bölge.
İstanbul,huysuz ve tatlı bir belde.
Hareketli olup,durması ve durulması onun için bir ölümdür.
İnsanlar sürekli hareket halindeler.
Hele trafik tam bir ızdırap.İstanbulda İstanbullular herhalde hiç eve gitmiyorlar. Çünkü hep dışarıdalar,hep kuyruklar eksilmeden devam etmektedir.
İstanbulun bir zamanını keşfettim.
24-Ağustos-da bacanak ve ben küçük çocuklarımızı da yanımıza alarak sabah namazına Ortaköy camiine gittik.Yollarda gayrı meşru hayatın birkaç elemanı ve müşterisinin dışında yollar bom boş,rahat bir ortam.Manzara harika..
Ortaköy camii 154 yıl önce gayrı Müslim mimara yaptırılmasından dolayı caminin kubbesine kiliseyi hatırlatan resimler konulup,âyetlere yer verilmemiş.
25-Ağustos’ta Sultan Ahmet camiine 6’40’da kılınacak olan sabah namazına yetişmek için yine aynı kadro yola koyulduk.Yolları da pek bilmiyoruz.
Galata köprüsüne geldiğimizde köprüyü kapalı bulduk.Camiye yetişmemiz hem zorlaştı,hem de bulmamız imkansızlaştı.Arabamızı sağ tarafa sürdük.Önümüze iki yol çıktı.İçimizden de Allah’ın bizi mahcub etmemesi için dua ediyoruz.Bacanak soldan gidelim dedi.Ben ise gayrı ihtiyari sağa sürdüm.Üst geçitten tekrar aynı yöne dönmekteydik ki,sağ taraftaki tabelada Sultan Ahmed’e giden ok işaretini görerek sevinçle o tarafa sürdük.Biraz oyalandığımızdan sabah namazına yetişmemiz zordu. Ancak camiye geldikten on dakika sonra namaza başlandı.
Namazın bir kerameti idi.
26-Ağustos-Pazar günü Eyüb’e niyetlenmiştik.Harika ve haşmetli bir durumla karşılaştık.
Caminin içi,şadırvan bölümü ve en dış yerler çocuk-kadın-yaşlı-gençlerle dolu dolu idi.Beş bin kişi vardı.
Bütün beldelere bu durum örnek olabilir.Yani her belde de bulunan kimseler mesela Pazar gününü seçerek oranın en büyük veya en güzel bir camisinde sabah namazını kılmak üzere haftada bir defa toplanabilirler.
O halde haydi Bismillah demeli,bu işe koyulmalı.
İstanbulun o kadar yoruculuğu içerisinde bu son üç gün bizi dinlendirmişti.
Ortaköy-Eyüp Sultan-Sultan Ahmet-Ayasofya-Süleymaniye-(1)Beyazıd- ( 1 )Fatih-Yavuz Sultan Camileri-Topkapı Sarayı-Yere Batan Sarnıcı-Üsküdarda bulunan Aziz Mahmut Huda-i gönül dünyamızı doyuran yerlerdi.
Sultan Ahmet camiinin önünde bir ekip (www.izlerforum.com), pırıl pırıl dört genç.Turistlere bedava İngilizce Kur’an meali dağıtıyorlar.
Onlarla konuştum.
Diyanet İşleri başkanlığının ve Kültür Bakanlığının çok önemli! Ve çok büyük! İşleri olduğundan ilgilenemedikleri ve yapmadıkları ve de yapamadıkları için turistlere islamiyeti anlatacak yabancı dil bilen kişileri de getirme imkanlarının olup olmadığını sorduğumda,olmadığını söylediler.Gene de Diyanetin yapmadığını,büyük eksiklik ve ayıbını bu değerli gençler örtüyorlardı.
Oysa çok uygun bir zemin olup,rehberlerin ansiklopedik verdikleri bilgilerin yanında,manevi özelliği de verilip,çok güzel ilahiyatçı elemanlarla tebliğ görevi yapılabilir.Bakalım  bu eksiklik ne zaman kapatılacak.
Miraç ve Berat kandilini Sultan Ahmet ve Süleymaniye de geçirdik.O haşmetli görünüş,o duygulu,coşkulu cemaat gözlere ışık,gönüllere nur ve ümit vermekteydi.
İstinye-Sarıyer-Eminönü-Kapalı Çarşı-Mısır Çarşısı gibi yerler gözlerimizi dolduran yerlerdendi.
İstanbul madde ve manayı,dünya ve ahireti birleştirmiş bir yer.
Zor ve zorlu bir yer.Hep orada kalanlara dua ettim.Geçinilmesi güç bir yer. Memleketimde aldığım sekiz kiloluk bir sebzeyi orada ancak bir kilo olarak almaktaydık.
Adalar güzel olmakla beraber aslında bulunduğumuz yere göre pek de güzel değildi.Büyük adadaydık.Belki de Kosturmadan gelen matbaacı Mansur beyin dediği gibi,dışarıdan gelenler orayı ve oraları bozmuşlardı.
Durmak mümkün değil..para su gibi akıyor..kazanmak için koşturmak gerekiyor.. orada koşmayan yok..mezardakiler hariç..
Orada kalan herkes şikayetçi..içeridekiler dışarıya kaçmak isterken,dışarıdakilerde İstanbula koşmak istemektedirler.
İstanbul’da kalmadan yılda duruma göre on-on beş gün kalmaya gidilecek.
Türkiyenin idari-siyasi-kültür merkezi.
İstanbul kapsamlı olarak el atılması,tarihi yerlerinin korunarak restore edilmesi gereken değerli,müjdelendiği kadar müjdeye layık bir yer.
Orada herkes bir tezgah! kurmuş.
Bu insanlar burada nasıl idare ediyor diye çok düşündüm.Hiç bir yere gitmeyenler,sadece işten eve gidenlerle de karşılaştım.Sorduğumuz güzel yerleri bilmeyen veya gitmeyenleri gördük.
Sarıyer’de güzel bir park bulup çocuklarla oturalım dedik.Deniz ve yeşillik manzaralı.Herkesin parkettiği yere hatta biraz daha yoldan içe arabayı bıraktık.Yine de rahatsız olup arada bir arabaya bakıyordum.
Bir çekici önden geçip on metre gittikten sonra arabanın değişik plakası dikkatini çekince geri geri geldi.Bu arada bende arabaya yaklaştım.Beni görünce,senin mi dediler.Evet deyince,yolcular nasıl geçecek deyip kaldırmamı istediler.
Bende bir yandan kaldırmaya çalışırken diğer yandan da diğerlerinin de koymuş olduğunu söyleyip arabayı çektim.Onlara bir şey dememişlerdi.
Durumu kaynıma söyleyince üzüldüğüm bir uygulamadan bahsetti.Şöyle dedi:
-Onlar arabayı çekip,orada dolaşıyorlar,sonrada sahibi gelince ondan ne kadar koparabilirlerse koparıyorlar.
Benim de başıma geldi.Abimin trafik polisi olduğunu söylediğim halde bana;
Madem abin trafik polisi,o halde sen bize bir paket sigara al,yeter dediler.
Meğer bir paket sigara her birine bir paketmiş.
İstanbulda bu ve buna benzer park tezgah! larının bir an önce çözüme kavuşturulup,üzerine gidilmesi gerekmektedir.İstenilen yer park ilan edilip para kesilmekte.
İstanbul hem yoruyor ve hem de dinlendiriyor.
İnsanlar robot gibi monotom bir koşturmaca içerisindeler.
İstanbulda yorulmaya değer.
İstinye de bulunduğumuz mekanda,hemen karşımızda Emirgan koruluğu, solumuzda sahil..
İstanbulda ulaşım için tramvaylarla çepe çevre ağ kurulması gerek.
1960-70 yılları arası ve 2005’de de oradaydım.
Gitmeyenlere bu dünyadan gitmeden önce İstanbula,Mekke ve Medineye gitmelerini tavsiye ederim.

Mehmet   ÖZÇELİK


[1] Hadisin kaynakları için bak. https://sorularlaislamiyet.com/istanbulun-fethini-haber-veren-hadisi-aciklar-misiniz

[2] http://www.tesbitler.com/2015/01/02/hukumet-yikilirsa-sebebi-ayasofyadir/

http://www.tesbitler.com/wp-content/uploads/2015/01/habitat-ve-ayasofya.pdf

Loading

No ResponsesOcak 6th, 2019