image_pdfimage_print

MÜNAZARAT

image_pdfimage_print

MÜNAZARAT


Bu eser, Müellif Bediüzzaman Said Nursi’nin “Eski Said” döneminde, 1329 (M. 1911) yılında Şarktaki aşiretlerin suallerine cevap olarak hazırladığı bir risaledir. Eser, “Azametli bahtsız bir kıt’anın, şanlı tali’siz bir devletin, değerli sahipsiz bir kavmin reçetesi” olarak takdim edilmiştir.
Muhtevası, bir münazara (soru-cevap) formatında ilerler ve dönemin en mühim içtimaî, siyasî ve dinî meselelerini ele alır.

1. Hürriyet, Meşrutiyet ve Dinin Muhafazası
Eserin başlangıcı, Meşrutiyet’in ilanı sonrası “Dine zarar gelir mi?” endişesine cevap verir.
• Dinin Mahiyeti: Bediüzzaman, bu endişeye karşı meşhur cevabını verir: “İslâmiyet Güneş gibidir, üflemekle sönmez. Gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan, yalnız kendine gece yapar.” Dinin himayesinin, bozulmuş reislere veya memurlara değil , “efkâr-ı âmme-i milletin” ve “hissiyat-ı İslâmiyenin” (s. 4-5 ) vicdanına bırakılmasının daha iyi olacağını belirtir.
• Hürriyetin Tarifi: Hürriyetin sefahet ve rezalet olmadığını , “Nâzenin hürriyet, âdâb-ı şerîatla müteeddibe ve mütezeyyine olmak lazımdır.” (s. 14) diyerek şer’î bir daire çizer. Sefahat ve rezaletteki hürriyeti “hayvanlıktır, şeytanın istibdadıdır” (s. 14 ) şeklinde tenkit eder.
• İman ve Hürriyet İlişkisi: Hürriyetin, imanın bir hâssası (özelliği) olduğunu izah eder. “Râbıta-i îman ile Sultân-ı Kâinâta hizmetkâr olan adam, başkasına tezellül ile tenezzül etmeğe… izzet ve şehamet-i îmâniyyesi bırakmadığı gibi; başkasının hürriyet ve hukukuna tecavüz etmeği dahi, o adamın şefkat-i îmâniyesi bırakmaz.” (s. 18 ).
• Büyüklere Karşı Hürriyet: Veli, şeyh veya âlime karşı nasıl hür olunacağı sualine, “Velâyetin, şeyhliğin, büyüklüğün şe’ni tevâzu’ ve mahviyettir. Tekebbür ve tahakküm değildir.” (s. 18 ) cevabını verir; tekebbür edenin “sabiyy-i müteşeyyih” (şeyhlik taslayan çocuk) olduğunu söyler (s. 18 ).

2. Gayr-ı Müslimler, İttihad-ı İslâm ve İçtimaî Meseleler
Eser, Osmanlı içindeki gayr-ı müslimlerin (Rum, Ermeni) hürriyetleri ve Müslümanlarla münasebetleri konusundaki endişelere geniş yer ayırır.
• Gayr-ı Müslimlerin Hürriyeti: Onların hürriyetinin “onlara zulmetmemek ve rahat bırakmaktır. Bu ise, şer’îdir.” (s. 19) der. Bu hürriyetin, ecnebilerin esareti altındaki “üçyüz milyondan ziyâde” (s. 19 ) Müslümanın hürriyetinin “rüşvetidir” (s. 20 ) ve ecnebilerin “müthiş istibdâd-ı mânevînin” (s. 20 ) kaldırılması için bir anahtar olduğunu belirtir.
• Müsâvât (Eşitlik): Gayr-ı müslimlerle eşitliğin, “fazilet ve şerefte değil” , “hukuktadır” (s. 24 ) olduğunu; hukukta ise “şah ve gedâ birdir” (s. 24 ) diyerek İmam-ı Ali (R.A.) ve Salahaddin-i Eyyûbî’nin adaletini misal verir (s. 25 ).
• Dostluk Meselesi: Kur’an’daki (Mâide 51) Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeme nehyinin (s. 26 ), onların “zatı için” değil, “yahudiyet ve nasraniyet olan âyineleri hasebiyledir” (s. 27 ) diye izah eder. Onlarla dostluğun, “medeniyet ve terakkilerini istihsan ile iktibâs etmek” ve “âsâyişi muhafaza” (s. 27 ) için olduğunu ve bunun nehy-i Kur’ânîye dahil olmadığını (s. 27 ) belirtir.
• Gerilemenin Sebepleri: Müslümanların fakir, gayr-ı müslimlerin zengin olmasının (s. 31 ) iki sebebini zikreder:
• Sa’y (çalışma) ve tevekkül mefhumlarını yanlış anlamak (s. 31-32 ).
• Maîşet için “tarîk-ı tabiî” olan san’at, ziraat ve ticareti bırakıp; “gayr-i tabiî” olan “me’muriyet ve her neviyle imarettir” (s. 32-33 ) yoluna girmek.

3. Milliyet Fikri, Ahlâkî Tenkitler ve Çözüm Yolları
Bediüzzaman, kavmî (Kürt, Türk) ve dinî (İslâm) milliyet mefhumlarını mukayese ederek geri kalmışlığın ahlâkî sebeplerini tenkit eder.
• Ermeni Fedâîsi Mukayesesi: “Fikr-i milliyetle uyanmış bir Ermeninin himmeti, mecmu-u millettir.” (s. 52 ) diyerek onun canını milleti için feda ettiğini , hâlbuki (o dönemdeki) bir Müslüman yiğidin “yalnız bir menfaat veya bir garaz… veya bir aşiretin namusunu” (s. 53 ) düşündüğünü, “kısa düşünürdü” (s. 53 ) der.
• İslâmiyet Milliyeti: Çözüm olarak “İslâmiyet milliyeti”ni gösterir. Bu milliyetin “üçyüz milyon İslâmın uhuvvetlerini” (s. 53) kazandırdığını, bu şuurla hareket edilse binler ruhun feda edilebileceğini (s. 53 ) belirtir.
• Zekâtın Rolü: Milletin kuvvetini toplamak için “havz-ı mârifet ve muhabbet” (s. 55 ) yapılmasını, bu havuzu dolduracak en mühim çeşmenin ise “Zekât” (s. 55 ) olduğunu söyler. Sadece zenginlerin değil, “ezkiya (zekîler) zekâvetlerinin zekâtını” ve “ağniya, velev zekâtın zekâtını” (s. 57 ) milletin menfaatine sarf etseler, diğer milletlere yetişilebileceğini (s. 57 ) ifade eder.

4. Şeyhlerin ve Âlimlerin Tenkidi
Eserde, bid’alara sapan müteşeyyihler (şeyhlik taslayanlar) ile hakiki mürşidler arasındaki farka dair sert tenkitler bulunur.
• Müteşeyyihin Tarifi: Hakiki şeyhin mesleği “muhabbet”, meşrebi “mahviyet” ve tarikatı “hamiyet-i İslamiye” (s. 71-72 ) iken; sahte şeyhin (müteşeyyih) mesleğini şöyle tarif eder: “tenkis-i gayr ile meziyetini izhar ve husumet-i gayr ile muhabbetini telkin” (s. 72 ) eder.
• İhtilafın Sebebi: Şeyhlerin ve âlimlerin birbirini inkâr etmelerini “Ey dîvâneler!” (s. 69 ) diyerek tenkit eder. “İnnemâ’l-mü’minûne ikhvetun” (s. 69 ) (Mü’minler ancak kardeştirler) nâmus-u İlâhîsinin , küçük inkâr meseleleriyle nasıl kırılabildiğini (s. 69 ) sorar.
• Muhabbet ve Adâvet: “Muhabbeti iktiza eden İslâmiyet ve insaniyet Cebel-i Uhud gibidir. Adâveti intâc eden esbab, bâzı küçük çakıl taşları gibidir.” (s. 71 ).

5. Medresetüzzehra Projesi
Eserin en mühim bölümlerinden biri, Müellif’in “havâss” (elit tabaka) (s. 76 ) olarak gördüğü İttihad ve Terakki’den (s. 76, 83 ) talep ettiği eğitim projesidir.
• Talep: “Câmi-ül-Ezher’in kızkardeşi olan, Medresetüzzehra namıyla dâr-ül-fünunu mutazammın pek âli bir medresenin Bitlis’te ve iki refikasıyla Bitlis’in iki cenahı olan Van ve Diyarbekir’de tesisini isteriz.” (s. 77 ).
• Usûl: Bu medresenin en mühim şartını, “Fünun-u cedideyi, ulûm-u medaris ile mezc ve derc” (s. 77 ) (modern fenleri, medrese ilimleriyle birleştirmek) olarak açıklar.
• Felsefesi: Bu birleştirmenin hikmetini şöyle izah eder: “Vicdanın ziyası, ulûm-u dîniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizaciyle hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit; birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder.” (s. 78 ).
• Diğer Şartlar: Lisan olarak “lisân-ı Arabî vâcib, Kürdî câiz, Türkî lâzım kılmak.” (s. 77 ) ve “Ekradın istidatları ile istişare etmek” (s. 79 ) gibi 8 şart sıralar.
• Vâridât (Gelirler): Bu devâsa projenin gelir kaynağı olarak “Evkaf” (Vakıflar) , “Zekât” (s. 80 ) ve “İslâmiyetin iânât-ı milliyesi olan nüzur ve sadakat” (s. 80) gösterilir.
6. Geleceğe Hitap ve Atâletin Sebepleri
Eser, çağdaşlarından ümidini kesen (sizinle konuşmayacağım” (s. 41 ) bir bölümle istikbale seslenir:
• İstikbale Sesleniş: “Ey üçyüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş… Saidler, Hamzalar, Ömerler… Sizlere hitap ediyorum.” (s. 41 ). “Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennet-âsâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır.” (s. 42-43 ).
• Atâletin Sebepleri (Sekiz Düşman): “Zindan-ı atâlete düştüğümüzün sebebi nedir?” (s. 87 ) sualine cevaben, “Hayat bir faaliyet ve harekettir. Şevk ise matiyyesidir (binek).” (s. 87 ) der. Himmetin (çalışma azmi) önüne çıkan ve kuvve-i mâneviyeyi kıran sekiz düşmanı sıralar:
• Yeis (Ümitsizlik).
• Meylüttesevvuk (Başkalarına üstün görünme meyli).
• Aculiyet (Acelecilik).
• Fikr-i infiradî (Bireyselcilik, bencillik).
• Başkalarının tembelliğinden görenek almak (cesaret almak).
• İşi birbirine bırakmak.
• Allah’ın vazifesine müdahale etmek.
• Meylürrahat (Rahat meyli, tembellik) (s. 87-89 ).
Her bir düşmana karşı $لَا تَقْنَطُوا$, $وَاصْبِرُوا$, $لَيْسَ لِلْإِنْسَانِ إِلَّا مَا سَعَى gibi âyetleri kılıç olarak gösterir (s. 87-89 ).
Zeyl (Ek Bölüm)
Eserin sonunda, asıl metinden ayrı olarak “Hulusi Bey’in Fıkraları” (s. 91-94 ) başlıklı bir bölüm yer alır. Bu bölümde, Risale-i Nur’un ilk talebelerinden Hulusi Bey’in, Üstadı’na yazdığı mektuplardan iktibaslar bulunur. Bu mektuplarda Risale-i Nur’un derslerine olan bağlılık ve Üstad’ın “Tarikat zamanı değil, imanı kurtarmak zamanıdır.” (s. 93 ) dersi teyid edilir.

Loading

No ResponsesKasım 17th, 2025

NUR ALEMİNİN BİR ANAHTARI

image_pdfimage_print

NUR ALEMİNİN BİR ANAHTARI

Eser, Bediüzzaman Said Nursi tarafından yazılmış ve farklı zamanlarda talebelerine gönderilmiş mektuplardan/derslerden oluşmaktadır. 1960 yılında İstanbul’da Sinan Matbaası’nda basılmıştır.
Kitabın genel muhtevası, Tevhid (Allah’ın birliği) hakikatini, hususiyetle “hava” unsurunun ve radyo teknolojisinin bir delil olarak kullanıldığı dersler vasıtasıyla isbat etmektir. Eser, Risale-i Nur’un diğer bölümlerinden (Hüve Nüktesi, On Dördüncü Sözün Zeyli, Siracunnur’un başındaki münâcât gibi) iktibaslar ve bunlara dair izahlar ihtiva eder.
İşte eserin muhtevasının bölümlere göre izahı:

1. Bölüm: “Tahiyyat”ın Dört Unsur ile İzahı (s. 3-16)
Bu bölüm, Medresetüzzehra erkânlarının arzusuyla verilen bir dersin hülasasıdır. Namazdaki “Tahiyyat” duasının küllî manasını izah eder.
• Dersin Mevzuu: Peygamber Efendimiz’in (Aleyhissalâtü Vesselâm) Miraç Gecesi’nde , bütün mahlûkat namına selam yerinde “Ettehiyyâtü’l-mübârekâtü’s-salevâtü’t-tayyibâtü lillâh” demesidir.
• Dört Unsur ile İzah: Müellif, teşehhüdde “Ettehiyyâtü” 8derken, kendi hususî dünyasının dört unsuru olan toprak, su, hava ve nur (nar) unsurlarının lisan-ı hal ile bu kelimeleri nasıl söylediklerini hayalen gördüğünü belirtir:
• Toprak Unsuru (Ettehiyyâtü): Toprak unsurunun her bir avucu, bütün zîhayatlara (canlılara) menşe ve saksılık etmesi cihetiyle, bütün zîhayatların hayat hediyelerinin Allah’a mahsus olduğunu lisan-ı hal ile söyler. Bu, ancak bir Kadîr-i Mutlak’ın kudretiyle mümkündür.
• Su Unsuru (El-Mübârekât): Su unsurunun katreleri, nutfelerin, çekirdeklerin ve tohumların intibahında (uyanmasında) gördükleri harika vazifelerle “El-Mübârekât” derler. Bu vaziyetler, su zerrelerinin hadsiz ilim ve hikmet sahibi olmasını gerektirir ki bu muhaldir; öyleyse bu, bir Kadîr-i Zülcelâl’in kudret ve rahmetiyle olur.
• Hava Unsuru (Es-Salevât): Hava unsurunun her bir zerresi, bütün duaları, salavatları ve ibadetleri nakletme vazifesiyle “Es-Salevâtü lillâh” der. Her zerrenin umum dilleri bilmesi, her şeyi işitmesi ve görmesi ancak Sâni-i Hakîm’i göstermesiyle mümkündür.
• Nar ve Nur Unsuru (Et-Tayyibât): Maddi ve manevi nur unsuru (hararetli ve hararetsiz) , bütün güzel manaları, Esmâ-i Hüsnâ’nın cilvelerini, ehl-i imanın hamd, şükür ve tesbihlerini lisan-ı hal ile “Et-Tayyibâtü lillâh” diyerek takdim eder.
• Selam Bahsi: Peygamberimiz’in (A.S.V.) bu dört kelimeyi söylemesinden sonra, Cenab-ı Hakk’ın “Esselâmü aleyke eyyühe’n-nebiyyü” demesi ve Resûl-ü Ekrem’in (A.S.V.) “Esselâmü aleynâ ve alâ ibâdillâhi’s-sâlihîn” diyerek selamı ümmetine ve bütün salih kullara tamim etmesi izah edilir. Ümmetin her namazda bunu tekrar etmesi, o selam-ı İlâhî’ye bir imtisal, biat tazelemesi, tebrik ve teşekkürdür.

2. Bölüm: “Hüve Nüktesi” ve Radyo Delili (s. 17-25)
Bu bölüm, gizli dinsizlerin “Hüve Nüktesi”ni hedef almalarının sebebini ve bu nükteden “Üç Nokta”yı izah eder.
• Birinci Nokta (Havanın Kudsî Vazifesi): Havanın en mühim vazifesi, “İleyhi yes’adu’l-kelimü’t-tayyib” (Güzel sözler O’na yükselir) ayetinin sırrıyla, kelimat-ı tayyibeyi (başta Kur’an) bütün küre-i havada neşretmektir. Radyo , bu büyük nimete karşı şükür olarak, en başta Kur’an, iman ve ahlak dersleri için kullanılmalıdır. Eğer böyle olmazsa, nimet nikmete (azaba) dönüşür.
• İkinci Nokta (Zerre ve Kâinat): “Kâinatı halk edemeyen bir zerreyi halk edemez” hakikatinin bir delili radyodur. Bir avuç havanın , yüzlerce merkezden gelen farklı sesleri, şiveleri ve harfleri karıştırmadan, bozulmadan kulağımıza getirmesi, o havanın her zerresinin hadsiz bir ilim, irade, kudret, göz ve kulak sahibi olmasını gerektirir. Bu ise muhaldir. Demek ki bu, bütün kâinatı ihata eden bir Kadîr-i Mutlak’ın ilim ve iradesiyledir.
• Üçüncü Nokta (Marifetullah ve Huzur-u Daimî): Havadaki her bir zerre, Cenab-ı Hakk’ı sıfatıyla isbat eder. Bir cam zerreciğinin güneşi göstermesi gibi , havadaki her zerre de tevhidin cilvesini gösterir. Risale-i Nur bu hakikati isbat ettiği için, bir Nurcu daimî huzuru kazanmak için “Lâ mevcûde illâ Hû” (O’ndan başka varlık yoktur) veya “Lâ meşhûde illâ Hû” (O’ndan başka görünen yoktur) demeye mecbur olmaz. Belki, “Ve fî külli şey’in lehû âyetün tedüllü alâ ennehû Vâhidün” (Her şeyde O’nun bir olduğuna delâlet eden bir ayet/işaret vardır) hakikatiyle, her şeyde doğrudan doğruya Allah’ı bilen bir tevhid penceresi bulur.

3. Bölüm: Ondördüncü Söz’ün Zeylinden Bir İlâve (s. 25-28)
Bu bölüm, ehl-i dalâletin (inançsızların) temerrüdünü (inatçılığını) ve hamakatını (ahmaklığını) tenkit eder.
• Ehl-i Dalâletin Hamakatı: Kâinat Sultanı’nın, insanları dehşetli isyanlarından vazgeçirmek için su, hava, elektrikten gelen zelzele, fırtına ve harp-i umumî (dünya savaşı) gibi dehşetli afetleri yüzlerine çarptığı halde, insan suretindeki ahmak şeytanların (inançsızların) buna “tabiattır, tesadüfîdir, bir madenin patlamasıdır” demelerini eleştirir.
• Esbab (Sebepler) Perdesi: Sebeplerin yalnız birer bahane ve perde olduğunu ; dağ gibi bir çam ağacını küçücük bir çekirdekten çıkaran Sâni’in (Sanatkâr’ın) fiilini, sebeplere isnat etmenin büyük bir hamakat olduğunu belirtir.
• İsim Takmakla Hakikati Gizlemek: Gayet derin ve hikmetli bir hakikate “elektrik çarpmasıdır” gibi fennî bir isim takarak, güya mahiyeti anlaşılmış gibi âdileştirip hikmetsiz, mânasız tesadüfe ve tabiata havale etmelerinin Ebu Cehil’den daha büyük bir cehalet olduğunu vurgular.

4. Bölüm: Siracunnur Münâcâtı ve Radyo Hakikati (s. 28-33)
Bu bölüm, müellifin bir tesemmüm (zehirlenme) vesilesiyle yakalandığı “nisyan-ı mutlak” (tam unutkanlık) hastalığı sırasında, Siracunnur’un başındaki münâcâtı yeniden okumasıyla ülfet (alışkanlık) perdesi altında gizlenen hakikatleri nasıl gördüğünü anlatır.
• Ülfet Perdesi: Ehl-i gaflet ve ehl-i tabiatın, “âdetullah kanunları” perdesi altında kudret mucizelerini görmeyip, dağ gibi hakikatleri zerre gibi âdi sebeplere isnat ettiklerini belirtir.
• Radyo ve Hakikat: Radyo namı verilen hakikatin, havadaki her bir zerrenin hadsiz ayrı kelimeleri karıştırmadan, bozulmadan alıp vermesiyle, içinde hadsiz ilim ve irade bulunan bir kudret-i ezeliyenin cilvesi olduğunu ispat ettiğini söyler.
• Nimet ve Küfran (Nankörlük): Çam veya incir ağacı gibi binler harika sanatı ihtiva eden bir mucize-i kudreti, nohut gibi iki çekirdeğe isnat etmek ne kadar hamakat ise; küre-i havayı bir dershane hükmüne getiren bu Rahmanî hediyeye “radyo” veya “elektrik temevvücatı” (dalgalanması) namını takıp âdileştirmenin ve nimete karşı küfran (nankörlük) perdesini çekmenin , maddiyyunların hadsiz bir divaneliği olduğunu ifade eder.
• Hücumun Sebebi: Gizli düşmanların, Rehber’deki “Hüve Nüktesi” gibi, Siracunnur’un başındaki bu “Münâcât”ın da intişar etmemesine (yayılmamasına) çalışmalarının sebebinin, bu tevhid hakikatlerini güçlü bir şekilde isbat etmesi olduğunu belirtir.

5. Bölüm: “Hüve Nüktesi” (Tevhidin Kolaylığı, Şirkin İmkansızlığı) (s. 33-41)
Bu bölüm, “Hüve” lafzındaki tevhid nüktesini, yine hava unsurunu kullanarak izah eder. İman yolunun ne kadar kolay, şirk ve dalâlet yolunun ise ne kadar müşkilatlı ve imkansız olduğunu gösterir.
• Toprak ve Hava Misali: Bir avuç toprağın yüzlerce çiçeğe saksılık etmesi , eğer tabiata havale edilse, o topraktaki her bir zerrenin bir ilah gibi hadsiz ilim ve iktidara sahip olmasını gerektireceği gibi; bir “Hû” nefesteki havanın da bütün dünyadaki telefon, telgraf ve radyoların merkezleri gibi iş görmesi, eğer Sâni-i Zülcelâl’e verilmezse, her bir zerrede hadsiz kabiliyetlerin bulunmasını gerektirir. Bu ise, zerreler adedince muhaldir.
• Tevhidin Kolaylığı: Eğer hava, Sâni-i Zülcelâl’e verilse, bütün zerreleriyle O’nun emirber bir neferi olur. Bir tek zerrenin vazifesi kadar kolayca, hadsiz küllî vazifelerini Hâlık’ının izni ve kuvvetiyle yapar. Hava, kalem-i kudretin bir sahifesi , zerreler o kalemin uçları olur.
• Hava Unsurunun Şehadeti: Müellif, hava unsurunda yaptığı fikrî seyahatte, her bir zerreye binler kelime girdiği halde karışmadığını , ağır yükler altında zaaf göstermediğini ve fırtınalar içinde vazifesini şaşırmadığını aynelyakîn müşahede ettiğini söyler. Bu durum, o zerrelerin “Lâ ilâhe illâ Hû” ve “Kul hüvallâhü ehad” dediklerini isbat eder.
• Havanın Diğer Vazifeleri: Havanın sadece sesleri değil; elektrik, câzibe, ziya gibi letaifi nakletmesi , aynı zamanda bitki ve hayvanlara teneffüs (solunum) ve telkih (döllenme) gibi hayatî vazifeleri de intizamla görmesi, onun “emir ve irade-i İlâhiyenin bir arşı” olduğunu kat’î surette isbat eder.

6. Bölüm: Nur Anahtarının Bir Haşiyesi (Radyo ve Melek Tesbihatı) (s. 41-47)
Bu bölüm, bir otomobilde iki üniversiteli Nur talebesiyle radyo dinlerken yapılan bir sohbeti ve izahı ihtiva eder.
• En Cüz’î En Küllî Olur: Tırnak kadar bir havanın , sadece dinlenilen mevlüdü değil, binler istasyondaki milyonlarca kelimeyi aynı anda dinleyip söyleyebilmesi , “en cüz’î en küllî olur” hakikatini gösterir. Bu, eğer Kudret-i Ezeliyeye verilmezse, bir şeyin kendi zıddına (cüz’înin küllîye, âcizin muktedire) inkılabı gibi binler muhal ve hurafe bir durum ortaya çıkar.
• Hadîs-i Şerif ile İzah: Bu hakikati, “Bir melek var, kırk bin başı var. Her başında kırk bin dil var. Her bir dilde kırk bin tesbihat yapıyor” (toplam 64 trilyon tesbihat ) meâlindeki Hadîs-i Şerif ile izah eder. Küre-i hava, bu melek gibidir ; her kelime-i tayyibe hava sahifesinde bu adedce yazılır. Bu iş, ancak her yerde hâzır nâzır bir kudret-i ezeliyenin cilvesidir.
• Hikmet-i Felsefe vs. Hikmet-i Kur’aniye: Felsefenin, hilkat-i insaniye (insanın yaratılışı) gibi umumî kudret mucizelerini “âdiyat” (sıradanlık) perdesi altında gizleyip, kaideden çıkmış iki başlı bir insan gibi cüz’î şeylere hayret etmesini; Hikmet-i Kur’aniye’nin ise o âdiyat perdesini yırtarak umumî harikaları ders verip Allah’ı tanıttırdığını karşılaştırır.
• Beşerin “İcad” Hatası: Beşerin cüz-i ihtiyarîsiyle yaptığı “söylemek” fiilinde dahi icad edemeyip, sadece havayı harflerin mahrecine soktuğunu , Cenab-ı Hakk’ın o kelimeleri halk ettiğini belirtir. Bu kadar âciz olan insanın, radyo gibi bir ilham-ı İlâhî olan keşiflere “icad etti” demesinin büyük bir hata ve küfran-ı nimet (nimete nankörlük) olduğunu vurgular.

7. Bölüm: Müellifin Hayatındaki Harikaların Hikmeti (Beş Nümune) (s. 47-56)
Bu bölüm, Mevlüd-ü Şerif tebriğiyle başlar ve müellifin hayatında dostlarının “velâyet” , muarızlarının “deha” veya “sihir” zannettiği harikaların gerçek hikmetini izah eden “Beş Nümune”yi sunar. Müellif, bu harikaların kendisinden değil, ileride gelecek olan Risale-i Nur hizmetine bir “çekirdek” hükmünde olduğunu belirtir.
• Birinci Nümune (İlim Tahsili): 15 senelik medrese ilmini üç ayda bitirmiş gibi görünmesinin hikmeti; ileride, medreselerin azalacağı bir zamanda , ulûm-u imaniyeyi kısa bir zamanda verebilecek bir tefsir-i Kur’anî (Risale-i Nur) çıkacağına ve kendisinin ona hizmet edeceğine işaret olduğunu söyler.
• İkinci Nümune (Âlimlerle Münazara): Çocukken büyük âlimlerin en müşkil suallerine doğru cevap vermesinin hikmeti; ileride Risale-i Nur’a karşı en çok ulemanın (hocaların) tenkit ve rekabet etmesi beklenirken, o eski hadisenin onların cesaretini kırması ve Nur’a karşı mukabil eser yazmamaları olduğunu belirtir.
• Üçüncü Nümune (Hediye Kabul Etmemek): Çocukluğundan beri fakir olduğu halde sadaka, hediye ve zekâtı kabul etmemesinin hikmeti; âhir ömründe Risale-i Nur gibi kudsî bir hizmeti dünyaya ve şahsî menfaatlere âlet etmemek , hakikî ihlası kırmamak için olduğunu ifade eder.
• Dördüncü Nümune (Zulme Karşı Sabır): 28 sene boyunca eşedd-i zulme ve işkencelere karşı emsalsiz bir sabır ve tahammül göstermesinin hikmeti; ehl-i siyasetin “dini siyasete âlet ediyor” vehmiyle yaptığı zulümlerin, aslında Kader-i İlâhî’nin “Nur hizmetini şahsî kemalâtına ve belalardan kurtulmaya âlet yapma” diyen şefkatli tokatları olduğunu belirtir.
• Beşinci Nümune (Yazısının Kötü Olması): Çok muhtaç olduğu halde yazısının yarım ümmî gibi olmasının hikmeti; ileride dehşetli manevî hücumlara karşı, şahsî ve cüz’î hizmeti yerine, güzel yazı sahiplerini (Nur talebelerini) hizmetine şerik edip, binler kalemi bulmak ve benliğini o mübarek havuz (hizmet) içinde eriterek hakikî ihlası elde etmek olduğunu söyler.

8. Bölüm: Talebe Mektupları (s. 56-65)
Eserin sonunda, Risale-i Nur’un serbestiyetini ve müellifin beraatini tebrik eden iki talebe mektubu yer alır:
• Ali Ulvi’nin Mektubu (Medine-i Münevvere’den): Risale-i Nur’un beraetini; ruhun maddiyata, nurun zulmete, imanın küfre galip gelmesi olarak vasıflandırır. Risale-i Nur’un, diğer irşad hareketlerinin göremeyeceği mühim işi gördüğünü ve bu yolda yürüyeceklerin müellifteki sarsılmaz iman, irfan, ihlâs ve feragate sahip olmaları gerektiğini belirtir.
• İstanbul Nur Talebeleri’nin Mektubu: Risale-i Nur’un serbest intişarını, iman davasının tahakkuku olarak görürler. Risale-i Nur’u, “bu muazzam ve korkunç imansızlık savaşının kurtarıcı atomu” olarak nitelerler. Müellifin çektiği çilelere rağmen, artık bu davayı devam ettirecek “istikbalin genç Saidleri”nin yetiştiğini müjdelerler. Ayrıca, “Tarihçe-i Hayat”ın tab edilmesinden duydukları sevinci ifade ederler.
Bu muhteva izah

Loading

No ResponsesKasım 17th, 2025

SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBİ

image_pdfimage_print

SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBİ


Risale-i Nur Külliyatı’nın hakkaniyetini ve makbuliyetini teyid eden gaybî (görünmeyen) işaretleri, kerametleri, ilahî inayetleri ve tevafukları (denklikleri) bir araya getiren bir derlemedir. Eser, bu “tasdik”leri (doğrulamaları) hem Kur’an-ı Kerim’den, hem Hadis-i Şeriflerden, hem de İmam-ı Ali (r.a.) ve Gavs-ı A’zam (k.s.) gibi büyük evliyanın asırlar öncesinden gelen ihbaratından (haber vermelerinden) iktibas eder.
Kitabın muhtevası, büyüklüklerine ve kapsamlarına göre şu ana bölümler halinde tasnif edilebilir:

1. Ana Bölüm: İşarât-ı Gaybiye (Gaybî İşaretler)
Eserin temel direğini, Risale-i Nur’un doğrudan Kur’an ve büyük evliyalar tarafından işaret edildiğini isbat etmeye çalışan üç büyük bölüm (Şua ve Lem’a) oluşturur.

🥇 Birinci Şua: İşarât-ı Kur’aniyye
Bu bölüm, “Risale-i Nur Kur’anın hakikî bir Tefsiridir… görelim O (Kur’an) ne diyor?” sualine cevap olarak kaleme alınmıştır.
• Kapsamı: Bu şuada, Kur’an-ı Kerim’den otuz üç (33) muhtelif ayetin , hem mana-yı işarî (işaret yoluyla verdiği mana) hem de ilm-i cifir (ebced hesabı) yoluyla Risale-i Nur’a ve müellifine işaret ettiği izah edilir.
• Misaller: Nur Suresi’ndeki “Ayet-in-Nur” , Hud Suresi’ndeki “فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ” (Emrolunduğun gibi dosdoğru ol) ayeti , Ankebut Suresi’ndeki “وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا” (Bizim uğrumuzda cihad edenler) ayeti ve daha pek çok ayet tahlil edilir.
• İhtar: Bu bölümde, cifir hesabının ilmî bir düstur olduğuna dair “Beş Noktalı” bir izah da bulunur.

🥈 Sekizinci Şua: Keramet-i Aleviyye
Bu bölüm, İmam-ı Ali’nin (r.a.) meşhur “Kaside-i Celcelûtiye”sinde Risale-i Nur’a dair “üçüncü bir kerametini” izah eder.
• Kapsamı: Kasidede geçen Süryanî lisanındaki esmaların ve zikredilen surelerin tertip numaralarının, Risale-i Nur Külliyatı’ndaki “Sözler”in tertibine ve muhtevasına tam olarak tevafuk ettiği gösterilir.
• Misaller:
• Kasidenin 29. mertebesinde “Tekvir Suresi” (ُكِّوَرَتْ) ile Kıyametten bahsetmesi, “Yirmidokuzuncu Söz”ün Haşir bahsine bakması.
• 30. mertebede “Zâriyât Suresi” (ذَارِيَاتِ) ile zerrattan bahsetmesi, “Otuzuncu Söz” olan “Zerrat Risalesi”ne işaret etmesi.
• 31. mertebede “Necm Suresi” (وَالنَّجْمِ إِذَا هَوَىٰ) ile Mi’rac’dan bahsetmesi, “Otuzbirinci Söz” olan “Mi’rac Risalesi”ne tevafuk etmesi.
• Remizler: Bu analiz, “Yedi Remiz” halinde detaylandırılarak “Yedinci Şua” (Âyet-ül-Kübrâ) ve “Asâ-yı Mûsa” gibi diğer risalelere olan işaretler de incelenir.

🥉 Sekizinci Lem’a: Keramet-i Gavsiyye
Bu bölüm, “Kutb-u A’zam” Şeyh Abdülkadir-i Geylânî’nin (k.s.), vefatından sekiz yüz sene sonra Risale-i Nur ve müellifi hakkında verdiği gaybî haberleri (ihbar-ı gaybî) tahlil eder.
• Kapsamı: Gavs-ı A’zam’ın bir kasidesinde yer alan ve istikbaldeki bir müridinden bahseden fıkralar incelenir.
• Misaller:
• “Vaktin Abdülkadirîsi ol” (وَكُنْ قَادِرِيَّ الْوَقْتِ) fıkrasındaki “Kadirî” (ىِرِداَق) kelimesinin cifir hesabının, “Nursî” (ىِسْرُو ن) kelimesine tam tevafuk etmesi.
• Kasidede “Said” (اًدي عَسُش ي عَت) isminin sarahaten (açıkça) zikredilmesi.
• “Korkma, Sözlerini söyle” (فَقُلْ وَلَا تَخَفْ) emrinin, Risale-i Nur’un “Sözler” namına ve müellifin mücahedesine işaret etmesi.

2. Ana Bölüm: Tevafukat, Kerametler ve Talebelerin Fıkraları
Bu kısım, kitabın büyük bir bölümünü teşkil eden ve “Risale-i Nur’dan parlak Fıkralar ve bir kısım güzel Mektublar” başlığı altında toplanan, talebelerin müşahede ettiği (gördüğü) İlahî inayetlerin ve kerametlerin bir derlemesidir.
• Bereket ve İkram-ı İlahî: Talebelerin (Emin, Feyzi, Husrev vb.) şahit olduğu hadiseler. Az bir yemeğin (peynir, şeker, tereyağı) aylarca bitmemesi gibi bereket hadiseleri veya tam ihtiyaç anında (tayinat) beklenmedik yerden rızkın gelmesi.
• İlahî Muhafaza ve İkazlar (Tokatlar):
• Risale-i Nur’a hizmet edenlerin İlahî muhafaza altında olması. (Misal: Hulûsi Bey’in kaybettiği 19. Mektub’u yağmur ve çamur altında hiç lekelenmemiş bulması ).
• Hizmette kusur edenlerin veya muhalefet edenlerin “şefkat tokadı” veya “tokat” yemeleri. (Misal: Mehmed Feyzi’nin “Mu’cizat-ı Ahmediye”yi yazmada tenbellik edince askere alınması; Risale-i Nur aleyhinde çalışanların iflas etmesi, yanması veya hapse girmesi ).
• Rü’ya-yı Sâdıka (Sadık Rüyalar): Talebelerin gördüğü ve Risale-i Nur’un makbuliyetine işaret eden rüyalar. (Misal: Risale-i Nur şakirdlerinin “imansız ölmezler, kabre Îmanla girerler” müjdesi veya Peygamber Efendimiz’i (A.S.M.) rüyada görüp Risale-i Nur’a iltifat ettiğine şahit olmaları ).
• Belâların Def’i: Risale-i Nur’un “bir Vesile-i Def’-i Belâ” olduğu. Özellikle Risale-i Nur’a veya talebelerine sıkıntı verildiği zamanlarda büyük zelzelelerin (Erzincan, İzmir, Gerede, Bolu) vuku bulması ve kuraklık zamanlarında Risale-i Nur’un beraeti veya serbestiyeti gibi hadiselerin (Leyle-i Regaib veya Mi’rac gibi) mübarek gecelere tevafuk ederek kesretli (bol) rahmet yağmurunun yağması.

3. Ana Bölüm: Muhtelif Mektublar, Nükteler ve İzahlar
Kitabın son kısmını ve aralarına serpiştirilmiş metinleri, Risale-i Nur’un mahiyetine ve hizmet düsturlarına dair mühim izahlar oluşturur.
• Yirmi Sekizinci Mektub’dan Yedinci Mes’ele: Bu bölüm, “Sikke-i Tasdik-i Gaybî”de neden bu kadar çok İlahî inayetin ve kerametlerin izhar edildiğini (açıklandığını) “Yedi Sebeb” ile izah eder. Sebeplerden en mühimi, bu iyiliklerin müellifin şahsına değil, doğrudan Kur’an’ın bir mu’cize-i mâneviyesi olan Risale-i Nur’a ait olduğunu göstermek ve bunun bir iftihar değil, “Tahdis-i Ni’met” (nimeti ilan etme) olduğunu belirtmektir34.
• “Mahrem Bir Suale Cevap”: Risale-i Nur’daki “Sözler”in neden diğer müfessirlerin ve ariflerin sözlerinden daha kuvvetli ve tesirli olduğu sualine cevaptır. Cevapta, eski eserlerin imanın neticelerinden bahsettiği, ancak bu zamanda hücumun doğrudan imanın esaslarına (köklerine) yapıldığı, Risale-i Nur’un ise “taklid” değil “tahkik” (araştırarak doğrulama) olduğu ve “Sırr-ı Temsil” (analoji sırrı) ile en derin hakikatleri isbat ettiği belirtilir.
• Hizmet ve Siyaset Düsturları: Talebelerin neden cihan harbi gibi siyasi hadiselerle meşgul olmamaları gerektiği izah edilir. Zira “Hayat-ı Ebediyeyi” kurtarma davasının, küre-i arzın hâkimiyeti davasından (yani savaştan) daha büyük olduğu vurgulanır.
• Nükteler (Hüve ve Na’büdü Nükteleri): “Hüve” (O) ve “Na’büdü” (Biz ibadet ederiz) kelimeleri üzerinden derin tefekkürler (tefekkür-ü îmanî) sunulur. “Na’büdü”deki “Biz” zamirinin, camideki cemaatten başlayıp rûy-i zemindeki (yeryüzü) bütün mü’minlere, oradan bütün kâinatın zikir halkasına ve nihayet insanın kendi vücudundaki zerrelerin ubudiyetine kadar genişleyen üç küllî cemaate işaret ettiği izah edilir.
• Risale-i Nur ve Bediüzzaman Kimdir?: Eserin sonlarına doğru, Müceddid’in (yenileyici) “mübtedi'” (bid’at çıkaran) değil, “müttebi'” (tabi olan) olduğu; Risale-i Nur’un müellifin kendi zekâsının değil, doğrudan Kur’an feyzinden gelen “ilham” olduğu; “Bediüzzaman” lakabının dahi şahsına değil, Risale-i Nur’un mânevî bir ismi olduğuna işaret edilir.
Elhasıl, “Sikke-i Tasdik-i Gaybî,” Risale-i Nur Külliyatı’nın, Kur’an ayetleri, evliya kerametleri (Hz. Ali ve Gavs-ı A’zam) ve talebelerin bizzat şahit olduğu İlahî inayetler ve tevafuklar yoluyla “tasdik” edildiğini (onaylandığını) isbat ve ilan eden bir eserdir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
16/11/2025

 

 

Loading

No ResponsesKasım 17th, 2025

ASAR-I BEDİİYYE

image_pdfimage_print

ASAR-I BEDİİYYE


Asar-ı Bediyye (veya “Asar-ı Envâr”) adlı bu hacimli kitap, Müellifi Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin 1926’da Barla’ya nefyedilmesinden evvelki, “Eski Said” devri olarak bilinen döneme ait risalelerini, nutuklarını ve makalelerini bir araya getiren bir mecmuadır.
Bu mecmuanın “Takdim” kısmında belirtildiği üzere, bu eserler müellifin ilk te’lif yıllarından itibaren yazdığı ve o dönemin siyasi ve içtimaî hadiselerine (Büyük inkılâblar, umumî harbler, çöküşler) karşı sunduğu ilmî ve manevî reçeteleri ihtiva etmektedir.
Kitabın genel muhtevasını, ihtiva ettiği başlıca risale ve bölümlere göre şu şekilde izah edebiliriz:

📜 Nokta Risalesi
Bu bölüm, Müellif’in “İfade-i Meram” başlığı altında belirttiği gibi, imanın altı rüknünden dördünü isbat etmeye odaklanır.
• Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Birliği): Mârifetullahın (Allah’ı tanımanın) layühad (sonsuz) bürhanlarından (delillerinden) dört muazzam bürhanı izah eder:
• Birinci Bürhan: Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın risaleti ve İslâmiyeti.
• İkinci Bürhan: “Kitab-ı kebîr” (büyük kitap) ve “insan-ı ekber” (en büyük insan) olarak tasvir edilen kâinat.
• Üçüncü Bürhan: Kur’ân-ı Azîmüşşan.
• Dördüncü Bürhan: Akla bir pencere olan ve fıtrat-ı zîşuur (şuurlu yaratılış) olarak adlandırılan vicdan.
• Melâike ve Haşir: Bu iki iman rüknüne dair bir kısım delillere de işaret edilir. “Melâike Tasdiki” bölümü , maddenin asıl olmadığını , hayatın esas olduğunu ve semavatın da sâkinleri (melâikeler) olduğunu izah eder. “Haşir” bölümü ise, ahiretin varlığını dört esasla isbat eder: Muktazi mevcuttur (gerektirici sebep vardır), Fâil muktedirdir (yapanın gücü yeter), Mahall kabildir (yaratılacak olan buna müsaittir) ve Mâni’ yoktur (engel yoktur).
• Vahdetü’l-Vücud: Bu bahiste ayrıca “Vahdetü’l-Vücudu nasıl görüyorsun?” sualine cevap verilir; bunun tevhidde bir istiğrak (derinleşme) olduğu, ancak ehl-i fikir ile evliyanın vahdetü’l-vücud anlayışının birbirinin zıddı olduğu beş cihetle izah edilir.
🌟 Şuââtü Mârifet-in Nebîyy (Şuâât)
Bu risale, “Nokta Risalesi”nde birinci bürhan olarak işaret edilen Peygamber Efendimiz’in (A.S.M.) hakikatini ve O’nun Sâni’in (Sanatkâr Yaratıcı) varlığına ve birliğine nasıl en parlak delil olduğunu izah etmeye hasredilmiştir.
Muhtevası, Peygamber Efendimiz’in (A.S.M.) sıdkını (doğruluğunu) altı “Şua” (ışık hüzmesi) halinde tasvir eden altı ana delil üzerine kuruludur:
• Birinci Şua: Bütün enbiyanın (peygamberlerin) O’nun nübüvvetine olan şehadetleri ve beşaretleri.
• İkinci Şua: O’nun Zât-ı Nuranîsi; yani O’nda toplanan bütün ahlâk-ı âliyenin (yüce ahlâkın) O’nun sıdkına delil oluşu.
• Üçüncü Şua: Zaman-ı Mâzî; yani O’nun ümmîliğiyle beraber geçmiş peygamberlerin ahvallerini Kütüb-ü Sâlife’nin (önceki kitapların) ihtilaf noktalarını düzelterek haber vermesi.
• Dördüncü Şua: Asr-ı Saadet; yani O’nun irşadıyla bedevî bir kavmin kısa zamanda ahlâken ve medeniyetçe nasıl en yüksek seviyeye çıktığını gösteren inkılâb-ı azîm.
• Beşinci Şua: Zaman-ı Müstakbel; yani O’nun getirdiği Şeriatın (hukuk, ahlâk, siyaset, aile) asırlar geçtikçe tazelenen ve beşerin terakkisine rehberlik eden yapısı.
• Altıncı Şua: Başta Kur’ân-ı Mu’ciz olmak üzere, İnşikak-ı Kamer (Ay’ın yarılması) , Mi’rac , parmaklarından su akması ve ağacın konuşması gibi hissî mu’cizeleri.
🔑 Rumûz
Bu kısa risale, Müellif’in “âlem-i mânâda” karşılaştığı iki suale verdiği cevaplardan oluşur.
• Birinci Sual: “İ’câz-ı Kur’ân’ı îcâz ile (kısaca) beyan et!”.
• Cevap: Kur’ân’ın i’cazının (mu’cizeliğinin) “yedi menabi-i küllîden” (yedi küllî kaynaktan) geldiğini izah eder: 1) Lafzındaki fesahat ve nazmındaki cezalet , 2) Gaybdan haber vermesi , 3) Hârika câmiiyeti (çok mânâları, ilimleri ve ahkâmı içermesi) , 4) Her asra ve her tabakaya taze bir şekilde hitap etmesi , 5) İhbarat-ı sâdıkası , 6) Tesis ettiği Din-i İslâm , 7) Bu altı kaynağın imtizacından (birleşmesinden) doğan zevk-i i’câz.
• İkinci Sual: “Bürhanınıza şekk-i itiraz geldikçe; imanınız sarsılmaz mı?”.
• Cevap: İmanın tek bir bürhana (delile) yüklenmediğini; bilakis milyonlarca ehl-i hakikatin ittifakı , kâinatın bütün şehadetleri ve vicdandaki fıtrat gibi sarsılmaz kaynaklardan beslenen bir “hads” (sezgi/derin anlayış) üzerine bina edildiğini izah eder.
Risale ayrıca sa’y (emek) ile sermayenin mücadelesine ve bu ikisini barıştırmanın çaresinin “vücûb-u zekat” ve “hurmet-i riba” olduğuna işaret eder.
💰 İşârât
Bu risale, و مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ (Onlara rızık olarak verdiklerimizden infak ederler) âyetinin tefsiriyle başlar.
• Zekat ve Riba: Ayetteki يُنْفِقُونَ kelimesinin, يَتَصَدَّقُونَ (sadaka verirler) yerine kullanılmasının hikmetlerini ve sadakanın altı şartını izah eder. Zekatın “الزَّكَاةُ قَنْطَرَةُ الْإِسْ َلام” (Zekât İslâm’ın köprüsüdür) hadîsini şerh eder. Beşerin bütün fesadının aslı olan iki kelimeyi teşhis eder:
• “Ben tok olsam, başkası açlıktan ölse bana ne!” (Bunun devası zekattır) 5353.
• “İstirahatim için zahmet çek; sen çalış ben yiyeyim!” (Bunun devası hurmet-i ribadır) .
• Aşura (Ruhun Bekası): عَاشُورَا başlığı altında, “Ölsen yine sen misin? Bedenin inhilali (dağılması) ruhun şahsiyetine tesir etmez mi?” sualine cevap verir. Müellif, “Ben” dediği hakikatin, her sene beden libasını değiştirmesine ve müselsel kıyametler geçirmesine rağmen daima bâki kaldığını izah eder.

🌅 Tulûât
Bu risale, “telepati nev’inden” meçhul bir şahsın sorduğu muhtelif suallere verilen cevapları (Tulûât – Doğuşlar) ihtiva eder.
• Muhtevası: Âlem-i İslâm üleması arasındaki ihtilafların sebepleri; Hristiyanlığın gelecekte ya sönüp (intıfa) ya da İslâmiyetin hakikatlerini kabul ederek (ıstıfa) silâh bırakacağı; “cerbeze”nin (mugalata, demagoji) mahiyeti; Anadolu’daki Millî Mücadele aleyhine İstanbul’da verilen fetvanın neden kaza hükmünde olup şer’an yanlış olduğu; İngiliz (İ.G.Z.) siyasetinin neden fitnekârlık ve ihtilaftan istifade üzerine kurulu olduğu ; ve İslâm âlemindeki ihtilafın çaresinin, üzerinde ittifak edilen ulvî maksatlara (Allahımız bir, Peygamberimiz bir, Kur’ânımız bir) odaklanmak olduğu gibi konuları işler.

👣 Hutuvât-ı Sitte
1920’de İstanbul’un İngiliz işgali sırasında yazılan bu risale, “insan suretindeki şeytanın vekili” (el-hannas) olarak tasvir edilen işgalci İngiliz siyasetinin, Âlem-i İslâm’ı ifsad etmek için attığı “altı adım” (hutuvat) ve propagandaya karşı altı reddiyedir.
Risale, İngilizlerin şu altı vesvesesini çürütür:
• “Musibete müstehaksınız, kaderinize razı olun”.
• “Bize de dost olun”.
• “Eski idarecileriniz fenaydı, biz daha iyiyiz”.
• “Anadolu’dakilerin niyeti din değildir”.
• “Hilâfetin iradesi bizimle beraberdir”.
• “Mukavemetiniz beyhudedir”.
💡 Sünûhât
Bu risale, “Rü’yada Bir Hitabe” bölümüyle öne çıkan, Müellif’in çeşitli içtimaî ve imanî konulardaki “sünûhat”ını (kalbe doğan fikirleri) içerir.
• Rü’yada Bir Hitabe: Müellif, manevî bir mecliste İslâm’ın istikbaline dair suallere cevap verir. Batı medeniyetinin (medeniyet-i habise) beş menfî esas (kuvvet, menfaat, cidal, unsuriyet, heva) üzerine kurulduğunu; Kur’ân’ın medeniyetinin ise beş müsbet esas (hak, fazilet, teavün, rabıta-i dinî, hüda) üzerine kurulacağını müjdeler.
• Diğer Konular: Kur’ân’ın hâkimiyet-i mutlakası , meşveretin zarureti , İslâm âleminin uyanışı , siyasetin dine hizmetkâr olması ve musibetin (Harb-i Umumî) İslâm âlemindeki uhuvveti nasıl ta’cil ettiği gibi konuları ele alır.

🌸 Deva-ül Ye’s
Bu risale, Hutbe-i Şâmiye’ye zeyl olup , Müslümanları geri bırakan ve ye’se (ümitsizliğe) düşüren “İslâmiyet terakkiye mânidir” şeklindeki desiseyi çürütür.
• Muhtevası: Avrupa’nın terakkisinin ve İslâm âleminin tedennisinin (gerilemesinin) hakiki sebeplerini izah eder. Avrupa’nın ilerlemesinin sebebinin dinlerine salabetleri (bağlılıkları) değil, medenî hasletler ve rekabet olduğunu; İslâm’ın gerilemesinin sebebinin ise dine za’fiyetleri (zayıfça sarılmaları) olduğunu belirtir. Hindistan, Mısır, Kafkas gibi İslâm beldelerinin, İngiliz ve Rus “mekteplerinde” talim gördüklerini ve şehadetnamelerini (diplomalarını) aldıktan sonra İslâmiyet bayrağını âfâk-ı kemâlâtta dalgalandıracaklarını müjdeler.

⚖️ Muhâkemat
Bu eser, Müellif’in “Unsur-ul Akîde” ve “Unsur-ul Belâgat”ı da ihtiva eden en hacimli ve metodolojik risalelerinden biridir. “Mariz bir asrın, hasta bir unsurun, alîl bir uzvun reçetesi” 88 olarak takdim edilir.
• Maksadı: İslâmiyet ile “mesail-i fünûn” (fen bilimlerinin meseleleri) arasında tevehhüm edilen (vehmedilen) müsademet ve münakazatı (çatışma ve zıtlığı) izale etmektir.
• Metodu: “Maksada urûc etmek” (maksada yükselmek) için “oniki basamaklı bir merdiven” olan On İki Mukaddeme (Önerme) sunar. Bu mukaddemeler, doğru tefekkür ve tefsir usulünün esaslarıdır (Örn: “Akıl ve nakil taâruz ettikleri vakitte, akıl asıl itibar ve nakil tevil olunur. Fakat o akıl, akıl gerektir.”; “Mazîde nazarî olan birşey, müstakbelde bedihî olabilir.”, “İsrailiyatın… daire-i İslâmiyet’e duhûl etmeleriyle… efkârı ihtilâle verdiler.” ).
• Tatbikatı (Unsur-ul Hakikat): Bu usulü kullanarak, fenne muhalif zannedilen meseleleri (Küreviyet-i Arz , Sevr ve Hut kıssası , Kaf Dağı , Ye’cüc ve Me’cüc , yedi kat sema , anasır-ı erbaa vb.) izah eder.
• Unsur-ul Belâgat ve Akîde: Risale, belâgatın ruhuna ve akidenin esaslarına dair iki mühim makale ile son bulur.

🗣️ Münâzarat
Bu eser, Müellif’in 1908 Meşrutiyet inkılabından sonra Doğu vilayetlerindeki aşiretlerle yaptığı bir “münâzara” (tartışma, diyalog) ve sual-cevap şeklindedir.
• Muhtevası: Kürdlerin “Ey Seyda! Bize ne getirdin?” sualiyle başlar. Müellif, “Müjde getirdim” diyerek, Meşrutiyeti (Anayasal yönetimi) “hakikî adalet ve meşveret-i şer’iye” olarak tarif eder ve onu müdafaa eder. İstibdadı (tek adam yönetimini) “tahakküm” ve “zulmün temeli” olarak reddeder.
• Üç Düşman: Kürdlerin ve İslâm âleminin üç esas düşmanını “fakr” (fakirlik), “cehil” (cehalet) ve “ihtilaf” (bölünme) olarak teşhis eder.
• Çare: Bu düşmanlara karşı üç silâhı “san’at” (veya maarif), “marifet” (eğitim) ve “ittifak” (birlik) olarak gösterir. Ermenilerle ve Türklerle husumeti reddeder; “Milliyetimiz bir vücûddur. Ruhu İslâmiyet, aklı Osmaniyet, cismi Türklük ve Kürd’lüktür” diyerek ittihad-ı İslâm’ı vurgular.
• Hürriyet: Hürriyet-i Şer’iyeyi “Kanun-u adalet ve te’dibden başka, hiç kimse kimseye tahakküm etmesin” şeklinde tarif eder ve “iman ne kadar mükemmel olursa, o derecede hürriyet parlar” der.

🕌 Hutbe-i Şâmiye
Müellif’in 1911’de Şam’daki Câmi-i Emevî’de, içinde yüz ehl-i ilim bulunan on bin kişilik bir cemaate irad ettiği Arabî bir hutbenin tercümesidir.
• Muhtevası: Âlem-i İslâm’ın geri kalmasının “altı tane hastalık”tan kaynaklandığını teşhis eder:
• Ye’sin (ümitsizliğin) içimizde hayat bulması.
• Sıdkın (doğruluğun) içtimaî hayatta ölmesi.
• Adavete (düşmanlığa) muhabbet.
• Ehl-i imanı birbirine bağlayan rabıtaları (bağları) bilmemek (tefrik-i efkâr).
• Sâri (bulaşıcı) bir hastalık olan istibdad.
• Himmeti (gayreti) yalnız menfaat-ı şahsiyesine hasretmek.
• Devası: Bu altı hastalığın devasını altı “hakikat” kelimesiyle sunar: Emel (ümit) , Sıdk (doğruluk) , Muhabbet , Uhuvvet-i İslâmiye , Hürriyet-i Şer’iye ve Meşveret-i Şer’iye.
• Müjdeler: Hutbe, “İstikbalde… yalnız İslâmiyet hâkim olacaktır” ve “Avrupa ve Amerika, İslamiyetle hâmiledir; günün birinde bir İslâmî devlet doğuracak” gibi istikbale dair kuvvetli müjdeler içerir.

🩺 Teşhis-ül İllet
Bu risale, Hutbe-i Şâmiye’nin bir zeylidir (ekidir).
• Muhtevası: Hamiyet-i diniye mi, yoksa hamiyet-i milliye mi (dinî gayret mi, millî gayret mi) daha kuvvetlidir sualine cevap verir. İkisinin bizzat müttehid olduğunu, “din milliyetin hayatı ve ruhudur” der.
• Şimendifer Temsili: Meşhur “şimendifer” (tren) temsilini kullanarak , kâinattaki nizamı (mesela trenin bir nizamla hareket ettiğini) bilen imanlı bir çocuğun trenin tehdidinden korkmamasını; ancak bu nizamı bilmeyen ve kaba kuvvete (şimendiferin ateşine, gürültüsüne) bakan Herkül ve Rüstem gibi kahramanların bile korkup kaçacağını anlatır. Buradan hareketle, imanın verdiği kuvve-i maneviyeyi ve küfrün verdiği dehşeti izah eder.

🏛️ İki Mekteb-i Musîbetin Şehâdetnâmesi (Divan-ı Harb-i Örfî)
Bu risale, Müellif’in 31 Mart Hadisesi (1909) sonrası yargılandığı Divan-ı Harb-i Örfî’deki (Sıkıyönetim Mahkemesi) müdafaasıdır.
• Muhtevası: Kendisine isnad edilen “onbir buçuk cinayeti” tek tek sayar ve bunların cinayet değil, meşrutiyet-i meşruayı (şeriata uygun anayasal yönetimi) müdafaa ve milleti irşad etme gayretleri olduğunu isbat eder.
• İsnad Edilen “Cinayetler”: Kürd aşiretlerine meşrutiyeti muhafaza etmeleri için telgraf çekmek ; camilerde meşrutiyetin şeriata uygunluğunu anlatan nutuklar vermek; “İttihad-ı Muhammedî” cemiyetine (ki bunu “umum mü’minlerin ittihadı” olarak tarif eder) intisap etmek; ve isyan eden askerleri itaate davet etmek gibi fiilleridir.
• Müdafaası: “Ben şeriatın bir tek meselesine ruhumu feda etmeye hazırım” diyerek şeriatı istediğini kabul eder, ancak şeriatın istibdada zıt, meşveret ve adalete taraftar olduğunu savunur. “Meşrutiyet-i hakikiyenin müsemmasına ahd ü peyman ettiğimden, istibdad ne şekilde olursa olsun… meşveret-i şer’iye olan o meşrutiyetin düşmanıyım” diyerek tavrını ortaya koyar.

📰 Nutuklar ve Makaleler
Bu bölümde, Müellif’in 1908-1909 ve 1920’li yıllarda çeşitli gazete (Misbah, Volkan, İkdam, Kürd Teavün ve Terakki Gazetesi vb.) ve meclislerde irad ettiği hitabe ve yazıları toplanmıştır.
• Muhtevası: Muhtevaları, Münâzarat ve Hutbe-i Şâmiye’deki içtimaî reçetelerle paralellik arz eder. “Hürriyete Hitab” , “Kürdler Neye Muhtaçtır?” , “Mebusana Hitab” , “İttihad-ı Muhammedî”yi evhamdan müdafaa eden “Redd-ül Evham” ve “Lemeân-ı Hakikat” gibi yazılar ile 31 Mart’ta askerlere itaati emreden nutukları ve Şerif Paşa’nın Ermenilerle yaptığı itilafı reddeden “Kürdler ve Osmanlılık” ve “Kürdler ve İslâmiyet” makaleleri bu bölümdedir.

Lemeât
Bu bölüm, Müellif’in “Risale-i Nur Şakirdlerine küçük bir mesnevî ve imanî bir divandır” takdimiyle sunduğu, nazım (şiir) şeklinde kaleme alınmış hikmetli sözlerini içerir.
• Muhtevası: Risale, Müellif’in “Yıkılmış bir mezarım ki…” diye başlayan meşhur “Eddaî” manzumesiyle başlar. İmanın ve felsefenin muhtelif konularını veciz bir nazımla işler.
• Konu Başlıklarından Bazıları: “Sebeb Sırf Zahirîdir” , “Tabiat, Bir San’at-ı İlahiyedir” , “Vicdan, Cezbesiyle Allah’ı Tanır” , “Nübüvvet Beşerde Zaruriyedir” , “Nasraniyet İslâmiyete Teslim Olacak”, “Kur’ân Âyine İster, Vekil İstemez” , “Maddiyyunluk, Bir Taun-u Manevîdir” , “Tekrar-ı Kur’ân’ın Bir Sırrı” , “Tevhidin İki Bürhan-ı Muazzamı” (Sûre-i İhlas’ın bir tefsiri), “Şeriatla Medeniyet-i Hazıranın Müvazenesi” , ve “Hakiki Bütün Elem Dalalette, Bütün Lezzet İmandadır” gibi pek çok imanî ve felsefî bahsi ihtiva eder.

🌰 Hakikat Çekirdekleri (1 ve 2)
Bu iki bölüm, Müellif’in “zuhûrat-ı kalbiyesinden ibaret olan te’lifatından müntehab bir kısım vecizelerdir”. Bu vecizelerin hangi risalelerden (Nokta, Sünûhat, Münazarat, Muhakemat vb.) iktibas edildiği baş harflerle gösterilmiştir.
• Muhtevası: Risale-i Nur Külliyatı’nın nüvelerini taşıyan kısa ve hikmetli sözlerden oluşur. Misaller:
• “Tabiat, misalî bir matbaadır, tâbi’ değil. Nakıştır, nakkaş değil…”.
• “Fıtrat yalan söyleyemez.”.
• “Beşerin fıtratı mükerrem olduğundan, kasden hakkı arıyor. Bâzan gelir eline bâtılı hak zanneder…”.
• “Güzel gören, güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır.”.
• “Herşeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise maneviyatta kördür.”..
• “Medeniyet-i hazıranın beş menfi esası…”.
• “Rızk, hayat kadar kudret nazarında ehemmiyetlidir.”
• “Vicdanın anasır-ı erbaası… irade, zihin, his, latife-i Rabbâniye…”.
👤 Tercüme-i Hal ve Zeyli
Kitabın son bölümü, Müellif’in biraderzadesi (yeğeni) Abdurrahman-ı Nursî’nin kaleme aldığı kısa bir “Tercüme-i Hal” (Biyografi) ve onun “Zeyli”nden (Eki) oluşur.
• Muhtevası: Bediüzzaman’ın 1293’te Nurs’ta tevellüdünü (doğumunu) , 9 yaşında başladığı tahsil hayatını, “İzhar”ı okuduktan sonraki süratli tahsilini, Molla Fethullah nezdindeki derslerini , Şirvan’da kardeşi Molla Abdullah ile imtihanını , Van’daki tahsilini, “Bediüzzaman” lakabını almasını , İstanbul’a “Medreset-üz Zehra” projesi için gelişini , tevkifhane ve tımarhaneye (akıl hastanesi) girişini , Bitlis’te Ruslara esir düşmesini ve esaretten firarını anlatır.
• Zeyl: Esaretten dönüşü sonrası Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye’ye aza tayin edilişini , oradaki vazifesini ve “Ben sevâd-ı a’zama tabi’ olmak isterim” diyerek yaşadığı sade hayatı izah eder.
Ayrıca bu bölümde, Müellif’in “Asar-ı Bediyye”deki bazı kelimeleri (“Ekrad” yerine “Vilayat-ı Şarkiye” , “Said-i Kürdî” yerine “Said-i Nursî” ) bizzat tashih ettiğini gösteren vesikalar yer almaktadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
16/11/2025

Loading

No ResponsesKasım 17th, 2025

MESNEVİ-İ NURİYE

image_pdfimage_print

MESNEVİ-İ NURİYE

Risale-i Nur Külliyatı’nın “bir nevi çekirdeği ve fidanlığı hükmünde” olan ve müellifi Bediüzzaman Said Nursî’nin “Eski Said”den “Yeni Said”e inkılab etmesi zamanında Arabça te’lif ettiği risalelerin bir mecmuasıdır. Kitabın mütercimi Abdülmecid Nursî’dir.

Kitabın Fihristine ve bölümlerin kendi mukaddemelerine göre genel muhtevası şu şekildedir:
1. Mukaddeme
Bu bölüm, eserin tamamının bir takdimi olup “Beş Nokta”dan müteşekkildir. Bu noktalarda şu hususlar izah edilir:
• Birinci Nokta: Müellifin (Eski Said) aklî ve felsefî ilimlerle meşguliyetinden , nasıl “Üstad-ı Hakikî Kur’an’dır” hakikatine vasıl olduğu beyan edilir.
• İkinci Nokta: Aslı Farisî olan Mesnevî-i Şerif gibi, bu Arabça Mesnevî’nin de (Katre, Hubab, Habbe, Zühre, Zerre, Şemme, Şu’le vb. ) nefis ve şeytanla mücadele esasları üzerine yazıldığı; Risale-i Nur’un ise bu eserin geniş ve küllî bir sureti hükmüne geçtiği belirtilir.
• Üçüncü Nokta: Bu Arabî Mesnevî mecmuasının, Risale-i Nur’un “bir nevi çekirdeği ve fidanlığı hükmünde” olduğu ve ehl-i dalaleti tam ilzam ve iskât ettiği ifade edilir.
• Dördüncü Nokta: Eserin üslûbunun neden gayet muhtasar ve kısa cümlelerle yazıldığı, “eğer tam izah olsa idi, Risale-i Nur’un mühim bir vazifesini görecekti” denilerek açıklanır.
• Beşinci Nokta: Eserde sıkça geçen “İ’lem” (Bil ki) tabirlerinin her birinin, bir risale olacak derecede ehemmiyetli hakikatlerin “şifresi” hükmünde olduğu belirtilir.

2. Lem’alar
Bu bölüm, baştan sona Tevhid hakikatine dairdir. Risale-i Nur Külliyatı’ndaki Yirmi İkinci Söz’ün esası ve bir cihette Arabçasıdır. “Ondört Lem’a”dan oluşur ve başlıca şu delilleri sunar:
• Esbabın (Sebeplerin) Perdedarlığı: Kâinattaki işlerin hakikî malikinin Kudret-i Ezeliye olduğu, esbabın ise “ancak o Kudretten gelen Hakikî Tesirleri ilân ve neşretmekle muvazzaf” perdeler olduğu izah edilir.
• Tevhid-i Hakikî: “Allah birdir, mülk Onundur, Vücud Onundur, her şey Onundur” manasındaki hakikî tevhidin delilleri sunulur.
• Sikke ve Hâtemler: Her bir masnûun yüzündeki “Sikke-i İ’caz” (mucizelik mührü) , canlı mahlukattaki “hayat hâtemi” (hayat mührü) ve kâinatın heyet-i mecmuasındaki “Hâtem-i Vâhidiyet” ve “Sikke-i Ehadiyet” delilleriyle Allah’ın birliği ispat edilir.

3. Reşhalar
Bu risale, Nübüvvetin hakikatini ve hususan Nübüvvet-i Ahmediye’yi (A.S.M.) ispat etmeye odaklanır. Risale-i Nur’daki On Dokuzuncu Söz’ün (Mu’cizat-ı Ahmediye Risalesi) esasıdır. “Onbir Reşha”dan müteşekkildir:
• Şahsiyet-i Maneviye: Hazret-i Muhammed’in (A.S.M.) nasıl “sath-ı arz, o Zâtın Mescid-i Aksa’sı” , “Mekke… Mihrabı, Medine… Minberi” olan bir şahsiyet-i maneviyeye mâlik olduğu beyan edilir.
• Deliller: O Zât’ın (A.S.M.) davasının hakkaniyetine delil olarak; İrhasat (peygamberlik öncesi harikalar), Kütüb-ü Semaviyenin beşaratı (müjdeleri) , mu’cizeleri (İnşikak-ı Kamer, suyun parmaklarından akması vb.) ve getirdiği Şeriatın hakkaniyeti zikredilir.
• Nurun Tesiri: O Zât’ın (A.S.M.) nuruyla kâinatın nasıl bir “matem-i umumî” görünümünden çıkıp “Mescid-i Zikir ve Şükür” haline geldiği izah edilir.
• Dua ve Ubudiyeti: O Zât’ın (A.S.M.) umum zevilhayat namına yaptığı duanın , Dâr-ı Ahiretin icadına nasıl bir vesile olduğu açıklanır.

4. Lâsiyyemalar
Bu bölüm, Risale-i Nur’daki Onuncu Söz (Haşir Risalesi) ve Yirmi Sekizinci Söz’ün Arabî ikinci makamının esasıdır. Ana mevzusu İman-ı Haşir (Ahirete iman) bahsidir.
• Telazum (Zorunlu Bağlantı): “Uluhiyet, Risalet, Ahiret, Kâinat arasında Hakikatta telazum vardır” kaidesiyle, bu erkândan birinin sübutunun diğerlerini de zorunlu kıldığı ispat edilir.
• Ahiretin İktizası: Cenab-ı Hakk’ın Saltanatının , Hikmet ve Adaletinin , Sehavet-i Mutlakasının (cömertliğinin) , Cemalinin , Şefkatinin ve Hafîziyet (muhafaza) sıfatının Ahiretin ve Haşrin vücudunu nasıl zarurî kıldığı izah edilir.
• Haşr-i Nebatî: Arz yüzünde her baharda vukua gelen nebatî haşirlerin (bitkisel dirilişlerin) , Haşr-i İnsanîye (insanın dirilişine) kat’î bir delil olduğu beyan edilir.

5. Katre
Bu risale, bir Mukaddeme, dört Bab ve bir Hâtime’den müteşekkildir.
• Mukaddeme: Müellifin “kırk sene ömründe, otuz sene tahsilinde” öğrendiği “dört Kelime” (Mana-yı Harfî, Mana-yı İsmî, Niyet, Nazar) ve “dört Kelâm”ı (“Ben kendime mâlik değilim” , “Ölüm haktır” , “Rabbim birdir” , “Ene” ) hülâsa eder.
• Birinci Bab: Lâ ilâhe illâllah hakikatini, yani Allah’tan başka ilah olmadığını, kâinatın bütün erkân ve zerratının “ellibeş lisan ile” nasıl şehadet ettiğini izah eder.
• Hâtime: “Yeis” (ümitsizlik) , “Ucb” (kendini beğenme) , “Gurur” ve “Sû’-i zan” (kötü zan) gibi dört mühim manevî hastalığı ve tedavi çarelerini beyan eder.
• Katre’nin Zeyli: “Remz” (sembol) başlıkları altında , namazdaki huşûdan Sünnet-i Seniyye’ye ittibanın (bağlılığın) ehemmiyetine kadar müteferrik hakikatleri içerir.

6. Hubab
Bu risale, Ankara’da millî mücadele yıllarında, galibiyetle sarhoş olan ehl-i imanın efkârını “müdhiş bir zındıka fikri”nden korumak maksadıyla te’lif edilmiştir.
• Medeniyet Mukayesesi: Kâfirlerin medeniyeti (“dışı süs içi pis, sureti me’nus sîreti makûs bir şeytan” ) ile Mü’minlerin medeniyetini (“bâtını Nur zahiri Rahmet… cazibedar bir Melek” ) mukayese eder.
• İçtihad Risalesi: Risale-i Nur’da Yirmi Yedinci Söz olan İçtihad Risalesi’nin bir hülâsasını ihtiva eder ve o zamanda içtihad kapısının neden kapalı olduğuna dair “altı mani”yi (örneğin, “fırtınaların şiddetli olduğu bir vakitte, dar delikler dahi seddedilir; yeni kapılar açmak… kâr-ı akıl değil” ) izah eder.
• Zeyl-i Hubab (Hutbe): Birinci Zeyli, Farisî bir Münacat ile başlar ve devamında, Meclis-i Meb’usan’a hitaben Türkçe te’lif edilmiş, onları şeair-i İslâmiyeye (İslâm’ın sembollerine) riayete davet eden meşhur hutbeyi ihtiva eder.

7. Habbe
Bu risale, iki zeyli ile birlikte mühim hakikatleri ihtiva eder:
• Hakikat-ı Muhammediye (A.S.M.): Kâinat bir kitaba benzetilirse, Nur-u Muhammedî’nin (A.S.M.) o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebi; kâinat bir şecere (ağaç) ise, o nurun hem çekirdeği hem de semeresi (meyvesi) olduğunu beyan eder.
• Ene ve Tabiat: İnsanın “Ene” (benlik) ve kâinattaki “Tabiat” tagutlarıyla mücadelesini anlatır.
• Zeyl-üz Zeyl (Tabiat Risalesi): Habbe’nin ikinci zeyli , Risale-i Nur’da Yirmi Üçüncü Lem’a olarak bilinen Tabiat Risalesi’nin muhtasar bir Arabçasını ihtiva eder. Bu bölümde, “Her şey kendi kendine teşekkül etmiştir”, “Mûcid ve müessir esbabdır” ve “Tabiat iktiza etti” şeklindeki üç dalalet yolunun aklen ne kadar muhal (imkânsız) olduğunu ispat eder.

8. Zühre
Bu risale, Risale-i Nur Külliyatı’nda “On Yedinci Lem’a” namıyla bilinen On Beş Nota’nın Arabça aslı ve esasıdır.
• Muhtevası: Fani şeylere kalb bağlamanın manasızlığı , Avrupa’nın sefih medeniyeti (“felsefe-i tabiiyenin zulmetiyle… beşeri sefahete ve dalalete sevkeden bozulmuş ikinci Avrupa” ) ile Kur’an hidayetinin (“iki cihanın saadetine giden… ikinci yol” ) mukayesesi yapılır.
• İsm-i Hafîz: İsm-i Hafîz’in (koruyan Allah’ın) tecellisi olarak, bahar mevsiminde serpilen karışık tohumların hatasız bir surette muhafaza edilip neşv ü nema bulmasının , insanların amellerinin de muhafaza edilip Haşir’de muhasebesinin görüleceğine kat’î bir delil olduğu izah edilir.

9. Zerre
Bu risale, şeytanın ve ehl-i ilhadın bazı vesveselerini defeden müteferrik “İ’lem” (Bil ki) başlıklarından oluşur.
• Tevafuk ve Tehalüf: İnsanların yüzlerindeki teşahhusat (farklılıklar) ve esas azalarındaki tevafuk (benzerlik), Sâni’in hem “Vâhid-i Ehad” (bir ve tek) hem de “Muhtar ve Hakîm” (dilediğini hikmetle yapan) olduğuna delil olarak sunulur.
• Tabiat ve Vesvese: Hayvanların (inek gibi) zahiren miskin görünmelerine aldanan şeytanî vesveseyi çürütür.

10. Şemme
Bu risale, müteferrik ve mühim hakikatleri beyan eder:
• Şehadet-i Kâinat: Kâinatın mecmuundan zerreye kadar her bir mevcudun, Allah’ın Rab, Mâlik, Müdebbir, Mutasarrıf gibi Esmâ’sına nasıl şehadet ettiği izah edilir.
• Tayy-ı Mekân ve Bast-ı Zaman: Evliyalarda görülen “Tayy-ı Mekân” (mekânı aşma) ve “Bast-ı Zaman” (zamanın genişlemesi) hakikatlerinin, Mi’rac ve rüya hadiseleriyle misallendirilerek açıklandığı bölümdür.
• Ene’nin Mahiyeti: “Ene”nin (Benliğin) hakikatini, birinin Ubudiyete, diğerinin felsefe ve şirke baktığı “iki vechi”ni izah eden mühim bahisleri ihtiva eder.

11. Onuncu Risale
Bu bölüm, diğerlerine nisbetle daha hacimli olup, “Sözler” mecmuasından bazı bahislerin hülâsalarını ve müteferrik “İ’lem”leri barındırır.
• Recm-i Şeyâtîn: …rucûmen liş-şeyâtîn (şeytanlara atış taneleri) âyetinin tefsirini “Yedi Basamak” ile yapar; semavattaki nizamın ve şeytanların recmedilmesinin hikmetlerini açıklar.
• Dört Hatve: Müellifin Kur’an feyzinden istifade ettiği “dört hatve”den (adımdan) ibaret olan (Nefsi tezkiye etmemek , hizmette öne geçip ücrette geri kalmak , kusurunu bilmek ve fâniliğini idrak etmek gibi) kısa sülûk yolunu beyan eder.
• Dua ve İbadet: Duanın icabet sırrı , ibadetin “Netice-i Nimet-i Sâbıka” (geçmiş nimetin neticesi) olup “Mukaddeme-i Mükâfat-ı Lâhika” (gelecek mükâfatın öncüsü) olmadığı gibi mühim esasları izah eder.

12. Ondördüncü Reşha
Bu bölüm, “Mu’cize-i Kübradan Birkaç Katreyi Tazammun Eden Ondördüncü Reşha” başlığını taşır ve Kur’an-ı Kerim’in İ’caz (mu’cizelik) vecihlerini hülâsa eder.
• Tekraratın Hikmeti: Kur’an’ın bir “Zikir Kitabı, bir Dua Kitabı, bir Davet Kitabı” olması cihetiyle tekrarların belâgatça zarurî olduğu; her bir surenin “küçük bir Kur’an” hükmünde olması ve manevî ihtiyaçların tekrarı gibi hikmetler “Altı Nokta”da izah edilir.
• Kur’an ve Felsefe: Kur’an’ın kâinattan neden felsefenin üslûbuyla değil de (çünkü felsefe “mana-yı ismiyle”, Kur’an “mana-yı harfiyle” bakar ), kendi İrşad üslûbuna göre bahsettiğini açıklar.

“Mukaddeme” 1 bölümü
.
📖 Mukaddeme (Ön Söz)
Bu bölüm, “Beş Nokta” halinde, eserin te’lif (yazılış) sebebini, Risale-i Nur Külliyatı içindeki yerini ve üslûbunun hususiyetlerini izah eder.

Birinci Nokta
Bu nokta, müellifin “Eski Said” olarak isimlendirdiği devresindeki fikrî seyahatini tasvir eder.
• Müellif, kırk elli sene evvel ziyadesiyle aklî ve felsefî ilimlerle meşgul olduğu için, hakikate ulaşmada Ehl-i Tarîkat ve Ehl-i Hakikat gibi bir meslek aradığını belirtir.
• Aklı, felsefî hikmetle “bir derece yaralı” olduğu için, yalnız kalben harekete kanaat edememiştir.
• İmam-ı Rabbanî’nin gaybî bir işaretiyle “Tevhid-i Kıble et!” (Yalnız bir üstadın arkasından git) ikazını almıştır.
• Bunun üzerine, kalbine “Üstad-ı Hakikî Kur’an’dır. Tevhid-i Kıble bu Üstadla olur.” hakikati gelmiş ve bu suretle hem kalbi hem de aklı Kur’an’ın irşadıyla sülûke başlamıştır.
• Risale-i Nur’un, bu Kur’an dersiyle bulunan hakikat yolunu gösterdiği ifade edilir.

İkinci Nokta
Bu nokta, eserin (Arabî Mesnevî’nin) nasıl bir “inkılab” neticesinde te’lif edildiğini açıklar.
• Eski Said’in Yeni Said’e inkılab etmesiyle , aslı Farisî olan Mesnevî-i Şerif gibi, bu Arabça eseri (Katre, Hubab, Habbe, Zühre, Zerre, Şemme, Şu’le vb. risaleleri) te’lif ettiğini belirtir.
• Bu ilk te’liflerin, “dâhilî nefs ve şeytanla mücadeleye bedel”, sonradan te’lif edilen Risale-i Nur’un ise “hariçte muhtaç mütehayyirlere ve dalalette giden ehl-i felsefeye karşı” geniş ve küllî Mesnevîler hükmüne geçtiğini ifade eder.

Üçüncü Nokta
Bu nokta, bu Arabî Mesnevî mecmuasının, Risale-i Nur ile olan alâkasını ve vazifesini izah eder.
• Bu mecmuanın, Risale-i Nur’un “bir nevi çekirdeği ve fidanlığı hükmünde” olduğu vurgulanır.
• Eserin esas olarak, “dâhilî nefis ve şeytanla mücadelesi” üzerine yoğunlaştığı ve nefs-i emmarenin şüphelerinden tamamıyla kurtardığı belirtilir.
Dördüncü Nokta
Bu nokta, eserin üslûbunun neden girift ve anlaşılmasının zor olduğuna dair bir izahattır.
• Eski Said’in, İlm-i Hikmet ve İlm-i Hakikatin çok derin meseleleriyle meşgul olması ve eseri, medresenin yüksek derslerini gören talebelerinin seviyesine göre yazması sebebiyle üslûbun yüksek olduğu belirtilir.
• Eserin, “gayet kısa cümlelerle ve gayet muhtasar bir ifade ile uzun Hakikatlara kısa kelimelerle işaretler nev’inde” yazıldığı, bu yüzden “en müdakkik Alimler de zorla anlayabilir” denilir.
• Bu fidanlık Mesnevî’nin, daha çok enfüsî (iç âlem) ve dâhilî cihette çalıştığı; bahçesi olan Risale-i Nur’un ise hem enfüsî hem de âfâkî (dış âlem) cihette “Marifetullaha geniş ve her yerde yol açmış” olduğu ifade edilir.
Beşinci Nokta
Bu nokta, eserde sıkça kullanılan “İ’lem” (Bil ki!) tabirinin hikmetini açıklar.
• Müellif, Eski Said’den Yeni Said’e inkılab ettiği o “dağdağalı” zamanda, binlerce hakikati kısa bir sürede te’lif ettiğini belirtir.
• Her bir hakikat “bir Risaleye mevzu olacak kıymette iken” , müellif bu hakikatleri “İ’lem, İ’lem, İ’lem” başlıklarıyla, bazen birkaç satırda, bazen bir sahifede zikretmiştir.
• Bu “İ’lem”lerin her birinin, “bir Risalenin şifresi” hükmünde ve “muhtelif İlimlerin ve Hakikatların fihristeleri hükmünde” olduğu vurgulanır.
Bu Mukaddeme’den sonra, Tevhid bahsinin ele alındığı “Lem’alar” bölümü başlamaktadır.

Kitabın “Lem’alar” bölümü

📖 Lem’alar
Bu bölüm, Fihrist’te de belirtildiği gibi, bütünüyle Tevhid (Allah’ın birliği) hakikatine dairdir ve Risale-i Nur Külliyatı’ndaki Yirmi İkinci Söz’ün Arabça esasıdır. “Ondört Lem’a”dan (Parıltıdan) müteşekkildir.
Bölüm, kâinattaki hadiseleri esbaba (sebeplere) isnad eden “gafil ve cahil” insanlara bir hitapla başlar. Esbabın hakikî mal sahibi olmadığını, onların vazifesinin “ancak o Kudretten gelen Hakikî Tesirleri ilân ve neşretmekle” vazifeli birer perde olduğunu izah eder.
• İzzet ve Azamet Perdeyi İktiza Eder: Allah’ın izzet ve azametinin, kudret elinin zahiren görünmemesi için esbabı bir perde kıldığını , Tevhid ve Celal’in ise esbabın hakikî tesirini reddettiğini belirtir.
• Hastalıklar ve Musibetler Perdesi: Bu perdedarlığa misal olarak, Hazret-i Azrail’in (A.S.) ruhları kabzetme vazifesinden dolayı insanların şikâyetçi olacaklarını beyan etmesi üzerine, Cenab-ı Hakk’ın cevaben “Senin ile ibadımın (kullarımın) ortasında musibetler, hastalıklar perdesini bırakacağım. Tâ şekvaları onlara gidip sana küsmesinler” buyurmasını zikreder .
Bu girişten sonra, “Lem’alar” iki çeşit tevhidi ayırarak, eserin “Hakikî Tevhid”i ispat edeceğini belirtir:
• Âmiyane Tevhid (Avamî Tevhid): “Allah’ın şeriki yok ve bu Kâinat Onun mülküdür” demekten ibarettir ki, bu tevhid sahiblerinin “gaflet ve dalalete düşmeleri korkusu vardır”.
• Hakikî Tevhid: “Allah birdir, mülk Onundur, Vücud Onundur, her şey Onundur” demektir ve sarsılmaz bir itikaddır. Bu tevhid sahibi, her şeyin üzerinde Cenab-ı Hakk’ın sikkesini (mührünü) görür.
Bölüm, bu “Hakikî Tevhid”in delillerini “Ondört Lem’a” halinde sunar:
1-3. Lem’alar: Hayat Üzerindeki Mühürler
• Birinci Lem’a: Hayat üzerindeki “Sikke-i İ’caza” (mucizelik mührü) dikkat çeker. Bir şeyden (su) pek çok şeyin (azaların) icad edilmesi ve pek çok şeyden (muhtelif yemekler) tek bir cismin husule getirilmesi, “ancak her şeyi halkeden… Sâni’a mahsus bir sikkedir”.
• İkinci Lem’a: Hayat hâteminden (mühründen) bahseder. Her canlı mahluk, kâinatın “küçük bir misali” ve “nüvesidir” (çekirdeğidir). Bu sebeple bir zîhayatı (canlıyı) halketmek, bütün kâinatı tasarrufunda tutan Zât’tan başkasına isnad edilemez.
• Üçüncü Lem’a: “Şems-i Ezelî”nin (Ezelî Güneş’in) Tecelli-i Ehadiyetini (birliğinin tezahürünü) izah eder. Nasıl ki güneşin cilvesi sayısız su katresinde ve cam parçasında görünür; Allah’ın Esmâ’sının tecellisi olan “Hayat” da her bir canlıda O’nun birliğini gösterir. Bunu inkâr edip esbaba isnad etmek, “her bir şeffaf zerrede hakikî bir şemsin vücudunu iddia etmek gibi gülünç bir hamakattır” (ahmaklıktır).
4-5. Lem’alar: Kâinat Kitabı
• Dördüncü Lem’a: Kâinatı bir kitaba benzetir. El yazması bir kitabın tek kaleme ihtiyacı varken, matbaada basılan bir kitabın pek çok demir kaleme (harflere), ustalara ve âletlere ihtiyacı vardır. Kâinatı bir Vâhid-i Ehad’in (Bir ve Tek Olan’ın) “Kalem-i Kudretiyle” yazılmış görmek “pek rahat ve kolay” bir yoldur. Onu tabiata ve esbaba isnad etmek ise, “tek bir zîhayatın tab’ ve bastırılması için ekser Kâinatın tab’ını lâzım olan techizat lâzımdır” hükmünü gerektireceği için imkânsız bir yoldur.
• Beşinci Lem’a: Bir kitabdaki harf, kendine “yalnız bir cihetle” delalet eder; kâtibine ise “çok cihetlerle” delalet eder ve onu tarif eder. Kâinat kitabındaki her bir kelime (mahluk) de, “âdeta Sâniini medh için yazılmış bir kasidedir”.
6-9. Lem’alar: Kâinatın Umumunda ve Cüz’lerinde Görünen Mühürler
• Altıncı Lem’a: Arzın her baharda ihyasındaki (diriltilmesindeki) “Hâtem-i İlahî”ye (İlahî Mühür) bakar. Her sene “üç yüz binden fazla saha-i vücuda getirilen mahlukatın nevilerinde Haşir ve Neşirler vardır”. Bu kadar karışık nevilerin hatasız, noksansız, “Kemal-i İmtiyaz” (mükemmel bir seçkinlik) ile iade edilmesi, nihayetsiz bir kudrete ve muhit (her şeyi kuşatan) bir ilme delildir.
• Yedinci Lem’a: Kâinatın heyet-i mecmuasındaki (bütünündeki) “Hâtem-i Tevhid”i (birlik mührünü) gösterir. Kâinatın muntazam bir fabrika veya mükemmel bir şehir gibi olduğu ; eczası arasında “hakîmane bir muarefe” (tanışma) ve “kerimane bir muavenet” (cömertçe yardımlaşma) bulunduğu belirtilir. Misal olarak yıldızların arza yardımı ve “bulut ile arz arasında cereyan eden su alış-verişi” zikredilir. Bu durum, onların “kerim bir Müdebbir’in hademesi ve amelesi” olduğunu ispat eder.
• Sekizinci Lem’a: Rızıkların “vakt-i muayyeninde” (belirli vaktinde) ve “vakt-i ihtiyaçta” (ihtiyaç anında) muntazam bir surette sevk edilmesinin, “her şeyin Mürebbisi”nin hâtemi (mührü) olduğunu belirtir.
• Dokuzuncu Lem’a: Dağınık neviler ve muhit unsurlar (tarla ve tohum misali) üstündeki “Hâtem-i Ehadiyet”e (birlik mührü) işaret eder.
10-14. Lem’alar: Tevhidin Aklî ve Mantıkî Esasları
• Onuncu Lem’a: “Sühulet-i Hârika” (harika kolaylık) sırrını izah eder. Tek bir semere (meyve) ile koca bir ağacın yaratılışı, “bir merkeze bakar, bir kanuna bağlıdır” sırrıyla, Vâhid-i Ehad için birdir, zorluğu yoktur. Kesrete (çokluğa) isnad edilirse, bir meyvenin icadı, bir ağacın icadı kadar zorlaşır.
• Onbirinci Lem’a: Efrad arasındaki “Tevafuk” (benzerlik) ve enva’ (neviler) arasındaki “müşabehet” (benzeme), Sâni’in “kalemin Vahdetine” (kalemin birliğine) delalet eder. Yaratılıştaki bu “sühulet-i mutlaka” (mutlak kolaylık), Sâni’-i Vâhid’i (Tek Yapıcı’yı) zarurî kılar.
• Onikinci Lem’a: Yalnız hayatın değil, mevtin (ölümün) dahi Sâni’in devam ve bekasına delil olduğunu belirtir. Akan nehirlerin kabarcıkları misal verilir: Kabarcıkların vücudu güneşin vücuduna delalet ettiği gibi, o kabarcıkların “ölüp, söndükten sonra yerlerine müteselsilen gelip geçen emsalleri” de güneşin “devam ve Bekasına” şehadet eder. Kâinatın ölümü, zevali ve teceddüdî (yenilenerek) teselsülü de Sâni’in ezelî ve ebedî Vâhidiyetine (birliğine) şehadet eder.
• Onüçüncü Lem’a: Zerrelerden seyyarelere kadar her şeyin, kendi zâtında sabit olan “acz ve fakr” (acizlik ve fakirlik) lisanıyla Sâni’in “Vücub-u Vücudunu” (varlığının zorunluluğunu) ilân ettiğini belirtir.
• Ondördüncü Lem’a: Eserin kemalinin, fiilin kemaline; fiilin kemalinin, ismin kemaline; ismin kemalinin, sıfatın kemaline; sıfatın kemalinin, şe’nin (zatî keyfiyetin) kemaline ve onun da “Zâtın Kemalini” gösterdiğine delalet ettiğini, böylece kâinattaki kemalâtın Sâni’-i Zülcelal’in kemaline delalet ettiğini izah eder.
Bu bölümden sonra, Nübüvvet-i Ahmediye’nin ispatına odaklanan “Reşhalar” bölümü gelmektedir.

📖 Reşhalar
Bu risale, imanın en mühim rükünlerinden biri olan Nübüvvet (Peygamberlik) hakikatini ve hususan Nübüvvet-i Ahmediye’yi (A.S.M.) ispat etmeye odaklanır. Fihrist’te belirtildiği gibi, bu bölüm Risale-i Nur’daki On Dokuzuncu Söz’ün (Mu’cizat-ı Ahmediye Risalesi) esasıdır.
Bölüm, Hâlık-ı Âlem’i (Âlemin Yaratıcısını) bize tarif eden üç büyük bürhan (delil) olduğunu belirterek başlar:
• Kitab-ı Kebir-i Kâinat (Büyük Kâinat Kitabı)
• Hâtem-i Divan-ı Nübüvvet (Peygamberlik Divanının Mührü) olan Hazret-i Muhammed (A.S.M.)
• Kur’an
Bu risale, “Onbir Reşha” (serpinti) halinde, bu bürhanların ikincisi olan Hazret-i Muhammed’in (A.S.M.) hakkaniyetini ve O’nun davasının delillerini izah eder.
Reşhaların Muhtevası
• Birinci Reşha: Hazret-i Muhammed’in (A.S.M.) “Şahsiyet-i Maneviyesi”ni tarif eder. O’nun, “sath-ı arz, o Zâtın Mescid-i Aksa’sı, Mekke-i Mükerreme O’nun Mihrabı, Medine-i Münevvere onun Minber-i Fazl-ı Kemalidir” şeklinde tarif edilen küllî bir makamı olduğu belirtilir. En büyük davası olan Tevhid’in (Lâ ilâhe illâllah) , zaman ve mekânı kuşatan bir icma ile bütün ehl-i iman tarafından tasdik edildiğini vurgular.
• İkinci Reşha: O’nun (A.S.M.) davasını tasdik eden haricî delilleri sıralar. Bunlar arasında:
• Peygamberlikten evvel zuhur eden harikulâde haller (“İrhasat”).
• Kütüb-ü Semaviyenin (İlahi Kitapların) O’nu müjdelemesi (“beşarat”).
• Ay’ın yarılması (İnşikak-ı Kamer), parmaklarından suların fışkırması, ağaçların davetine icabeti, az yemekten çokların doyması ve hayvanatın konuşması gibi yüzlerce “mu’cizelerinin delalet ve şehadeti”.
• Getirdiği ve “dünya ve Ahiret Saadetlerini temine kâfil, kâfi olan Şeriatı”.
• Üçüncü Reşha: O Zât’ın (A.S.M.) kendi nefsinde ve zâtında bulunan “enfüsî” (şahsî) delillere odaklanır. Bütün “Ahlâk-ı Hamîdenin” (övülmüş ahlâkın) en yükseklerinin O’nda içtima etmiş olması ve en yüksek derecedeki “takva ve Ubudiyeti”nin, O’nun hakkaniyetine kat’î delil olduğu belirtilir.
• Dördüncü Reşha: Okuyucuyu “Tayy-ı Zaman ve Mekân ile, hayalen Ceziret-ül Arab’a” davet eder. O’nu (A.S.M.) minberinde, elinde “Kitab-ı Mu’ciz-ül Beyan” (Kur’an) ile “Hutbe-i Ezeliyeyi” okurken hayal etmeye çağırır. Bu hitabın, kâinatın sırrını açtığı ve aklın “Siz kimlersiniz? Nereden geliyorsunuz? Nereye gidiyorsunuz?” şeklindeki üç dehşetli sualine cevap verdiği ifade edilir.
• Beşinci Reşha: O Zât’ın (A.S.M.) getirdiği iman nuruyla kâinatın nasıl bir “matem-i umumî” görünümünden, “Mescid-i Zikir ve Şükür” haline geldiğini izah eder. O’nun nuru olmasaydı, mevcudatın birbirine düşman, cemadatın (cansız varlıkların) birer cenaze suretinde görüneceğini belirtir. Bu hakikate delil olarak Levlâke levlâke lemâ halektü’l-eflâk (Sen olmasaydın, sen olmasaydın eflâkı yaratmazdım) Hadîs-i Kudsî’sini zikreder.
• Altıncı Reşha: O Zât’ın (A.S.M.) vazifesini; “Saltanat-ı Rububiyetin mehasininin Dellâlı” (Rabbin saltanatının güzelliklerini ilan edici) ve “Esma-i İlahiyenin gizli definelerinin Keşşafı” (Allah’ın isimlerinin gizli hazinelerini keşfeden) olarak tarif eder.
• Yedinci ve Sekizinci Reşhalar: O Zât’ın (A.S.M.) hususan “Ceziret-ül Arab’da yaptığı inkılab”a dikkat çeker. “Diri diri kızlarını toprağa gömüp öldürürlerken müteessir bile olmayan” vahşi kavimlerin , kısa bir zamanda “ahlâk-ı seyyielerini kaldırarak Ahlâk-ı Hasene ile tebdil” ettiğini; o vahşi insanların “insan Aleminde insanlara Muallim” ve “medenîlere Üstad” olduklarını belirtir. Bu harika icraatın, “bu zamanın yüzlerce feylesofları”nın elli senede yapamayacağı bir muvaffakiyet olduğu vurgulanır.
• Dokuzuncu Reşha: O’nun (A.S.M.) davasındaki ciddiyetini ve hakkaniyetini ispat eder. “Büyük bir Vazife ile vazifedar… pek şedid hasımların karşısında” iddia ettiği bir davada “yalan ve hilaf-ı hakikat söyleyebilir mi?” diye sorar. İn hüve illâ vahyün yûhâ (O, ancak vahyolunan bir vahiydir) âyetine atıfla, “Hak hileye muhtaç değil” der.
• Onuncu Reşha: O Zât’ın (A.S.M.) haber verdiği dehşetli hakikatlere (İzesh-shemsu kuvviret gibi) ve müjdelediği ebedî saadete dikkat çeker. Bütün enbiya, evliya ve sıddıkînin O’nu tasdik ettiğini yineler.
• Onbirinci Reşha: O Zât’ın (A.S.M.) ubudiyetinin ve duasının, Haşir ve Ahiretin icadına nasıl bir vesile olduğunu izah eder. O’nun, “nev’-i beşere İmam” olduğu, “Mescidi, yalnız Ceziret-ül Arab değildir, Küre-i Arzdır” denilir. O’nun “Saadet-i Ebediyeyi” istediği duasına, “yalnız o Cemaat değil, belki Arz ve Sema ve bütün mevcudat آمين söyler”. O Zât’ın (A.S.M.) tek duasının, “Cennet’in İcadına ve îtasına kâfidir” hükmüyle, Risaletinin bu dünyanın açılmasına sebep olduğu gibi, ubudiyetinin de “öteki Dâr-ı Saadetin açılmasına sebebiyet” verdiği belirtilir.
• Onikinci Reşha: Ebu Hanife, Şafiî, İmam-ı Gazalî, Abdülkadir-i Geylanî, İmam-ı Rabbanî gibi binlerce “Nuranî Ziyadar Yıldızlar”ın o Asr-ı Saadet güneşinden feyiz alarak âlem-i beşeri tenvir ettiklerini belirterek bölümü hatmeder.
Bölüm, mu’cizat-ı Ahmediye’ye (A.S.M.) işaret eden uzun bir Salavat-ı Şerife ile sona erer.

📖 Lâsiyyemalar (Bilhassa, Özellikle)
Bu bölüm, Risale-i Nur Külliyatı’ndaki Onuncu Söz (Haşir Risalesi) ve Yirmi Sekizinci Söz’ün Arabî ikinci makamının esasıdır. Ana mevzusu, imanın en mühim rükünlerinden olan Haşir ve Ahiret inancının kat’î delillerle ispatıdır.
Risale, temel bir kaide üzerine kuruludur: “Arkadaş! Uluhiyet, Risalet, Ahiret, Kâinat arasında Hakikatta telazum vardır.”. Yani, bu dört esastan birinin varlığı, mantıken diğerlerinin de varlığını zorunlu kılar. Bölüm, bu zorunlu bağlantıları ispat ederek ilerler.
1. Uluhiyet, Risaleti İktiza Eder (Allah’ın Varlığı, Peygamberliği Gerektirir)
Risale, “Uluhiyet de tezahürsüz olamaz. Tezahürü ise, İrsal-i Rusül ile olur” kaidesiyle başlar. Allah’ın varlığının, peygamber göndermeyi nasıl zorunlu kıldığını şöyle izah eder:
• Kemal-i Cemal: Hadd-i kemale (mükemmellik seviyesine) ulaşan bir güzellik ve hüsn-ü san’at (sanat güzelliği), “Resullerin delaletiyle” ve “tarifi lâzımdır”.
• Rububiyet-i Âmme: Kâinatı terbiye eden bir Rab’lık (Rububiyet), kulluk (Ubudiyet) ister. Bu kulluğun nasıl olacağını bildirmek ise, ancak Resuller vasıtasıyla olur.
• Hazinelerin Keşfi: Bir Zât’ın cevahirle dolu gizli hazinelerini açıp halka göstermek için “Emir ve tayin edilmiş bir memur lâzımdır. İşte o memur Resuldür”.
• Netice: Bu vazifeleri en mükemmel surette görebilecek tek Zât’ın Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm olduğu belirtilir.
2. İman-ı Billah, Ahiret İmanını İktiza Eder (Allah’a İman, Ahirete İmanı Gerektirir)
Risale, asıl mevzusu olan Haşir bahsine “Aziz arkadaş! ‘İman- Billah’ ile ‘Ahiret İmanı’ arasındaki telazuma geldik. Hazır ol, dinle!” diyerek geçer. Allah’ın varlığına ve sıfatlarına iman etmenin, Ahiret’in varlığını nasıl zorunlu kıldığını şu delillerle ispat eder:
• Saltanatın İktizası: Bir sultan, itaat edenlere mükâfat ve isyan edenlere mücazat etmezse saltanatı çöker. Allah’ın Rububiyet Saltanatı ise mükâfat ve mücazatı ister. Bu mükâfat ve mücazat menzilleri ise ancak Ahiret’tir.
• Hikmet ve Adaletin İktizası: Yüksek bir hikmet ve adalet sahibi olan Sultan-ı Ezelî’nin, hâkimiyetinin haşmetini göstermek ve hukuk-u ibadı (kulların hukukunu) muhafaza etmek için bir Mahkeme-i Kübra kurması adaletin gereğidir. Zira bu fâni dünya menzili, o “büyük Adalet-i Hakikiyeye mazhar olamaz”.
• Sehavet (Cömertlik) ve Rahmetin İktizası: Dopdolu hazinelere ve sehavet-i mutlakaya (sınırsız cömertliğe) sahip bir Zât için, “umumî ve daimî bir dâr-ı ziyafet lâzımdır”. O’nun her şeyi kuşatan Rahmet-i Vasiası (geniş rahmeti) , bu kısa, fâni, zahmetli dünya hayatıyla tatmin olmaz; ebedî bir ziyafetgâhı ister.
• Cemal’in İktizası: “Daimî bir cemal, zâil ve muvakkat bir müştaka razı olmaz. Onun da devamını ister. Bu da Ahireti ister”.
• Hıfz (Muhafaza) Sıfatının İktizası: Mülkünde cereyan eden her hâdisenin suretlerini ve “milletinin bütün a’mallerini, efallerini” kaydeden ve muhafaza eden (Hafîz) bir Sultan , elbette bu kayıtları “bir muhasebenin, bir muhakemenin” vukua geleceği yer olan Ahiret için yapmaktadır.
• Va’d ve Tehdidin İktizası: Allah, kudretine ağır gelmeyen Haşir hakkında pek çok defa va’dde bulunmuştur. Va’dinden dönmek (hulf-ül va’d) ise “Kudretin İzzetine zıddır”.
• Esma-i Hüsna’nın İktizası: Sadece “Hakîm, Kerim, Rahîm, Adil, Hafîz” isimleri değil, “belki Kâinatın tedbiriyle alâkadar olan her bir İsim, Ahiret ve Haşri iktiza eder”.
3. Kâinatın Şehadeti (Haşr-i Nebatî)
Risale, Allah’ın sıfatlarının Ahiret’i gerektirdiğini izah ettikten sonra, bizzat kâinatın kendisinin de Haşr’e delil olduğunu, bilhassa “Haşr-i Nebatî” (bitkisel diriliş) misaliyle açıklar:
• Allah’ın, “dar ve muvakkat şu arz meydanında, Âlem-i Ahiretin büyük meydanının çok misallerini, nümunelerini her vakit gösterdiği” belirtilir.
• “Bahar mevsiminde arzın sathında yapılan nebatî haşirlere dikkat lâzımdır”. Ölmüş, çürümüş, karışmış “üçyüz bin kadar” nebatat nev’inin tohumlarının, altı gün zarfında hatasız ve noksansız surette yeniden iade edilmesi . Haşr-i İnsanî’nin de “göz işareti kadar kolay” olduğunu ispat eder.
• Bu hakikate Fenzur ilâ âsâri rahmetillâhi keyfe yuhyi’l-arda ba’de mevtihâ inne zâlike lemuhyi’l-mevtâ ve hüve alâ külli şey’in kadîr (Allah’ın rahmet eserlerine bak! Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor. Şüphesiz O, ölüleri de elbette diriltecektir. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.) âyeti delil getirilir.
Bu bölümden sonra, Tevhid bahsinin ele alındığı “Katre” bölümü gelmektedir.

📖 Katre (Damla)
Bu risale, fihristte de belirtildiği gibi, “Tevhid Denizinden” bir damla olarak takdim edilir. Eser, bir Mukaddeme, (Fihrist’e göre dört babdan oluşan) bir ana bölüm ve bir Hâtime’den müteşekkildir.
Katre’nin Mukaddemesi
Müellif, bu bölümde “kırk sene ömründe, otuz sene tahsilimde” öğrendiği “dört Kelime” ile **”dört Kelâm”**ı hülâsa eder.
• Dört Kelime:
• Mana-yı Harfî: Kâinata ve mahlukata, “Onun (Allah’ın) hesabına bakmak”tır. Yaratılana bakıp Yaratıcı’yı görmek, san’ata bakıp Sâni’i (Sanatkârı) bilmektir .
• Mana-yı İsmî: Kâinata ve esbaba (sebeplere) “esbab hesabına bakmak”tır ki, bu “hatadır” ve “cehalettir”.
• Niyet: Niyetin, eşyanın mahiyetini değiştirdiğini; “âdi bir hareketi İbadete çevirir” ve “gösteriş için yapılan bir İbadeti günaha Kalbeder”.
• Nazar (Bakış): Maddiyata sebepler (esbab) hesabıyla bakılırsa cehalet, Allah hesabıyla bakılırsa “Marifet-i İlahiyedir”.
• Dört Kelâm:
• “Ben kendime mâlik değilim.”: İnsanın hakikî mâliki kâinatın mâlikidir. İnsandaki bu mevhum (varsayımsal) mâlikiyet hissi, Mâlik-i Hakikî’nin sıfatlarını anlamak için bir “vâhid-i kıyasî”dir (ölçü birimidir) .
• “Ölüm haktır.”: Bu hayatın ve bedenin ebedî olmadığını, zira “et, kan ve kemik gibi mütehalif şeylerden terekküb etmiş” olup dağılmaya mahkûm olduğunu ifade eder .
• “Rabbim birdir.”: İnsanın bütün saadetlerinin, bir “Rabb-ı Rahîm’e olan Teslimiyete bağlı” olduğunu, aksi takdirde “pek çok rablere muhtaç” olacağını belirtir.
• “Ene” (Benlik): “Ene”nin, Cenab-ı Hakk’ın sıfatını ve şuunatını (keyfiyetlerini) bilmek için bir “vâhid-i kıyasî” (ölçü birimi) olduğunu ifade eder .
Birinci Bab
Bu bab, Lâ ilâhe illâllah (Allah’tan başka ilah yoktur) kelime-i mübarekesinin beyanındadır.
Bu bölümde, Allah’ın varlığı ve birliğine (Vücub-u Vücud ve Vahdetine) dair üç büyük bürhan (delil) zikredilir:
• Birinci Şahid (Hazret-i Muhammed A.S.M.): O Zât’ın (A.S.M.), bütün Enbiya ve Evliyanın tasdiklerine mazhar olarak bu Tevhid davasını ilan ettiği belirtilir .
• İkinci Şahid (Furkan-ı Hakîm – Kur’an): Kur’an’ın “Ehl-i Keşf ve İlhamca Ayn-ı Hidayet” olduğu ve “delail-i akliye ile müeyyed” (aklî delillerle desteklenmiş) olarak Tevhid’i ilan ettiği ifade edilir .
• Üçüncü Şahid (Kitab-ı Kebir-i Kâinat): Kâinatın, “ihtiva ettiği bütün enva’ıyla, erkânıyla, azâsıyla, eczasıyla, hüceyratıyla, zerratıyla, esîriyle” (Fihrist’e göre ellibeş lisan ile) Allah’ın birliğine şehadet ettiği ispat edilir.
Katre’nin Hâtimesi
Hâtime (sonuç) bölümü, “dört çeşit hastalıkları beyan eder ve tedavi çarelerini gösterir”.
• Birinci Hastalık: “Ye’s” (Ümitsizlik): İbadete muvaffak olamayanın azaptan korkarak yeise düşmesi ve “ilân-ı isyan ederek İslâm Dairesinden” çıkması tehlikesine karşı, Lâ taknetû min rahmetillâh (Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin) âyetiyle cevap verilir.
• İkinci Hastalık: “Ucb” (Kendini Beğenme): Yeisten kurtulmak için kendi yaptığı hasenat ve kemalâtına bel bağlamaktır ki, bu “insanı dalalete atar”. İnsanın, vücudu dahi emanet olduğu için “mülkü değildir, onlara güvenemez”
• Üçüncü Hastalık: “Gurur”: Kendi kemalâtını kâfi ve yüksek görmekle, “Eslaf-ı İzamın (büyük seleflerin) İrşadat ve Keşfiyatlarından mahrum” kalmaktır.
• Dördüncü Hastalık: “Sû’-i zan” (Kötü Zan): İnsanın hüsn-ü zanna memur olduğu, “kendiside bulunan sû’-i ahlâkı, sû’-i zan saikasıyla başkalara teşmil etmemesi” gerektiği belirtilir .
Bu hastalıklardan sonra bölüm, “Nokta” ve “Nükte” başlıkları altında müteferrik hakikatleri (mesela, “İman bütün eşya arasında hakikî bir uhuvveti… tesis eder” ) izah ederek devam eder.
Katre’nin Zeyli (Eki)
Bu zeyl, “Remz” (sembol) başlıkları altında, müteferrik fakat mühim hakikatleri beyan eder.
• Birinci Remz: Namazda vaktin evvelinde, Kâ’be’yi hayalen nazara alarak kılmanın, Mescid-i Haram’daki safları ve bütün âlem-i İslâm’ı ihata eden “Cemaat-ı Uzma”yı (büyük cemaati) hayal etmenin faziletini ve bunun “hücum eden evham ve vesveselere karşı manevî bir kalkan” vazifesi gördüğünü anlatır .
• Diğer Remzler: “Resul-i Ekrem’in (A.S.M.) Sünnetleri”nin dalalet yollarında birer lamba vazifesi gördüğü, küfür yolunun “buzlar üzerinde yürümekten daha zahmetli” olduğu ve dünyanın üç vechi (Ahirete, Esma-i Hüsna’ya ve nefse bakan vecihleri) gibi birçok farklı hakikati izah eder.
Bu bölümden sonra, Nübüvvet ve Mu’cizat-ı Ahmediye’yi (A.S.M.) ispat eden “Reşhalar” bölümü gelmektedir.

📖 Hubab (Kabarcık)
Bu risale, “Kur’an-ı Hakîm’in ummanından” bir “hubab” (su kabarcığı) olarak takdim edilir. Fihrist’te belirtildiği üzere, bu eser müellifin Ankara’da bulunduğu sırada, Millî Mücadele’nin zafer sarhoşluğu içindeki ehl-i imanın fikirlerini zındıka (dinsizlik) ve dalaletten muhafaza etmek maksadıyla te’lif edilmiştir. Risale, “İ’lem Eyyühel-Aziz!” (Ey Aziz Kardeşim Bil ki!) başlıkları altında müteferrik ve mühim hakikatleri izah eder.
Hubab’ın Muhtevası
• İspat ve Nefy Muvazenesi: Bir meseleyi ispat edenin sözünün, nefyedenin (inkâr edenin) sözüne tercih edilmesi gerektiği, zira ispat edenin yardımcıları (diğer ispat edenler) varken, nefyedenin tek kaldığı izah edilir. İmanî meselelerde ehl-i hidayetin sözlerinin birbirini takviye ettiği, ehl-i dalaletin inkârlarının ise “haber-i vâhid” (tek kişinin haberi) hükmünde kalarak kuvvetsiz olduğu belirtilir .
• Cüz’ ve Küll Münasebeti: Bir ağacın yaratılması için ne lâzım ise, bir meyvenin yaratılması için de aynı şeylerin lâzım olduğu; bu yüzden meyvenin Hâlık’ının, ancak bütün kâinatın Hâlık’ı olabileceği ifade edilir.
• Şahsiyet-i Maneviye: Peygamberimizin (A.S.M.) hakikatine bakarken, O’nun bidayet-i hayatındaki (hayatının başlangıcındaki) beşerî ahvaline takılıp kalmamak gerektiği vurgulanır. O’nun maddî hayatı “ince bir kışır, nazik bir kabuk” gibidir ki, “o kışır içerisinden, iki Alemin Güneşi ve Tûbâ gibi Şecere-i Muhammediye (A.S.M.) çıkmıştır”. O Zât’ın (A.S.M.) Tecelliyat-ı İlahiyeye “mazhar ve makes” (görünme yeri ve ayna) olduğu, “masdar ve menba'” (kaynak) olmadığı belirtilir .
• İki Medeniyetin Mukayesesi: Kâfirlerin medeniyeti ile Mü’minlerin medeniyeti arasında derin bir fark olduğu belirtilir:
• Kâfirlerin Medeniyeti: “Medeniyet libasını giymiş korkunç bir vahşettir. Zahiri parlıyor, bâtını da yakıyor. Dışı süs içi pis, sureti me’nus sîreti makûs bir şeytandır”.
• Mü’minlerin Medeniyeti: “Bâtını Nur zahiri Rahmet, içi Muhabbet, dışı Uhuvvet, sureti Muavenet, sîreti Şefkat, cazibedar bir Melektir”. İman nurunun, kâinatı bir “Mehd-i Uhuvvet” (kardeşlik beşiği) olarak gösterdiği ifade edilir.
• İçtihad Bahsi (Altı Mani): Bu bölümde, Risale-i Nur’da Yirmi Yedinci Söz olarak yer alan İçtihad Risalesi’nin bir hülâsası sunulur. “İçtihad kapısı açıktır. Fakat, şu zamanda oraya girmeğe altı mani vardır” denilerek bu maniler şöyle sıralanır:
• Kışta, fırtınaların şiddetli olduğu bir vakitte yeni kapılar açmanın tehlikeli olması gibi, “münkerat zamanında… dalaletin tahribatı hengâmında, İçtihad nâmıyla Kasr-ı İslâmiyetten yeni kapılar açmak… İslâmiyete cinayettir”.
• Dinin “Zaruriyatı” (kesin ve temel hükümleri) terk edilirken, “nazariyat kısmında… heveskârane yeni İçtihadlar yapmak; bid’atkârane bir hıyanettir”.
• Eski zamanda fikirler Ahkâm-ı Diniyeye odaklıyken, bu zamanda “bütün istidadlar fünun-u hazıra ve hayat-ı dünyeviyeye müteveccihtir”.
• İçtihada meyledenin maksadı takva değil de “zaruriyatı terk ve hayat-ı dünyeviyeyi, hayat-ı uhreviyeye tercih” ise, bu “meyl-üt tahribdir” (yıkma meylidir).
• Zamanın “umumî bir beliyye” haline getirdiği bazı haramların, zaruret hükmüne giremeyeceği, “sû’-i ihtiyar ile haram bir tarzda kendini sarhoş etse… mazur olamaz” misaliyle açıklanır.
• (Bu kısım Fihristte zikredilmiş ancak metinde altıncı mani olarak ayrı bir numara konulmamıştır. Hutbenin Türkçe okunması bahsi, Beşinci Mani’nin devamında yer almaktadır.) Hutbenin Türkçe okunmasını istemek, “ahval-i siyasiye yalandan, hileden, şeytanî fikirlerden hâlî değildir” gerekçesiyle reddedilir; hutbe makamının “Ahkâm-ı İlahiyenin tebliği için” olduğu vurgulanır .
Hubab’ın Birinci Zeyli (Farisî Münacat ve Türkçe Hutbe)
Bu zeyl, müellifin “hiç Farisî tahsil etmediği halde” te’lif ettiği, Afgan Sefiri tarafından takdirle karşılanan Farisî bir Münacat ile başlar .
Bu münacatın hemen ardından, 1339 (1923) tarihinde Meclis-i Meb’usan’a hitaben yazılan Türkçe Hutbe yer alır. “Ey Mücahidîn-i İslâm! Ey Ehl-i Hall ü Akid!” hitabıyla başlayan bu hutbede, meb’uslara “on söz” ve “birkaç nasihat” verilir:
• Evvelâ: Kazanılan muzafferiyetin, “Kur’anın en sarih ve en kat’î Emri olan Salât (Namaz) gibi Feraizi imtisal etmeniz” suretiyle şükrünün eda edilmesi gerektiği belirtilir.
• Sâniyen: Âlem-i İslâm’ın teveccühünün devamının, “Şeair-i İslâmiyeyi iltizam ile” (İslâmî sembollere bağlı kalmakla) mümkün olacağı ifade edilir.
• Râbian (Dördüncüsü): Milletin, başlarındakini “mütedeyyin görmek” istediği, “Acaba Namaz kılıyor mu?” diye sordukları, kılarsa emniyet ettikleri, kılmazsa “nazarlarında müttehemdir” (itham altındadır) denilir.
• Hâmisen (Beşincisi): “Şarkı ayağa kaldıracak Din ve Kalbdir, akıl ve felsefe değil” tespiti yapılır.
• Âşiren (Onuncusu): Farz namaz gibi zaruriyat-ı diniyede “yüzde doksandokuz ihtimal-i necat var” iken, bunların terkinde “doksandokuz ihtimal-i zarar var” denilerek, meclisin şahsiyet-i maneviyesinin hem saltanat hem de hilafet manasını deruhte etmesi gerektiği, aksi halde “inşikak-ı asâya” (bölünmeye) sebebiyet verileceği ihtar edilir .
Zeyl-ül Hubab (Hubab’ın İkinci Zeyli)
Bu ek bölüm, “İ’lem Eyyühel-Aziz!” başlıkları altında müteferrik hakikatleri izah etmeye devam eder. Hayatın, ömrün ve zamanın sür’atle geçtiği ; insanın vazifesinin sadece dua olduğu ; ve Esma-i Hüsna’nın tecellisinde cüz’î-küllî veya küçük-büyük farkının olmadığı gibi derin Tevhid hakikatleri bu bölümde yer alır.
Bu bölümden sonra, Hakikat-ı Muhammediye (A.S.M.) ve Tabiat Risalesi’nin esaslarını ihtiva eden “Habbe” bölümü gelmektedir.

📖 Habbe (Habbe)
Bu risale, “Cennet-i Kur’aniyenin semeratından bir semerenin ihtiva ettiği” hakikatler olarak takdim edilir. “İ’lem Eyyühel-Aziz!” (Ey Aziz Kardeşim Bil ki!) başlıkları altında, “Ene” (Benlik) ve “Tabiat” gibi mühim mevzuların yanı sıra “Hakikat-ı Muhammediye”nin (A.S.M.) kâinattaki merkezî yerini izah eden derin hakikatleri içerir.
Risalenin Muhtevası
• Hakikat-ı Muhammediye (A.S.M.): Risalenin en mühim bahislerinden biridir. Kâinat, müellifin nazarıyla farklı suretlerde tahayyül edilir ve her surette Hazret-i Muhammed’in (A.S.M.) nurunun merkeziyeti vurgulanır:
• Kâinat “büyük bir Kitab” ise, Nur-u Muhammedî (A.S.M.) o kitabın kâtibinin “Kaleminin mürekkebidir”.
• Kâinat bir “şecere” (ağaç) ise, o Nur hem o ağacın “çekirdeği”, hem de “semeresi”dir (meyvesidir).
• Kâinat “mücessem bir zîhayat” (canlı bir varlık) ise, o Nur onun “Ruhu”dur.
• Kâinat “pek büyük bir saray” ise, o Nur, “o Sultan-ı Ezelî’nin… saraya Nâzır ve Münadi (ilan edici) ve Teşrifatçı”sıdır; halkı o sarayın Sâni’ine (Sanatkârına) davet eder.
• Kalbin Mahiyeti ve Ene (Benlik): İnsan, hilkat şeceresinin meyvesi; kalb ise insanın çekirdeğidir. Bu kalb, “Ebed-ül Âbâda müteveccih açılmış bir penceredir. Bu fâni dünyaya razı değildir”. Eğer bu kalb çekirdeği “İslâmiyet ile iska edilmekle İmanla intibaha gelirse”, nuranî bir ağaç olur; aksi halde “kuru bir çekirdek kalarak Nura inkılab edinceye kadar ateş ile yanması lâzımdır”.
• İki Tagut: Ene ve Tabiat: Müellif, “Otuz seneden beri iki tagut ile mücadelem vardır. Biri insandadır, diğeri Âlemdedir. Biri ‘Ene’dir, diğeri ‘Tabiat’tır” der. Kur’an feyziyle bu mücadelenin, “mevhum olan tabiat perdesi parçalanarak” altında “Şeriat-ı Fıtriye-i İlahiye”nin (İlahi Yaratılış Kanununun) tecellî etmesiyle neticelendiğini belirtir.
• Dünya Hayatının Fâniliği: Dünyanın aldatıcılığına karşı uyarır: “Dünyanın lezaizi zehirli bala benzer. Lezzeti nisbetinde elemi de vardır”.
• Musibet ve Teslimiyet: Kaderden gelen musibetlere karşı teslimiyetin lüzumunu, “Mer’ayı tecavüz eden koyun sürüsünü çevirtmek için çobanın attığı taşlara musab olan” koyunun haliyle izah eder. O koyun gibi “Biz çobanın emri altındayız… Madem onun rızası yoktur, dönelim” diyerek, musibet taşı geldiğinde İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn (Biz Allah’a aidiz ve O’na döneceğiz) demeyi telkin eder.
📖 Zeyl-ul Habbe (Habbe’nin Zeyli)
Bu bölüm, “Habbe” risalesindeki müteferrik “İ’lem” başlıklarını devam ettirir.
• Tevafuk ve Tehalüf: Mahlukat arasındaki “Tevafuk” (uyum, benzerlik), Sâni’in (Sanatkârın) “Vâhid, Ehad” (Bir ve Tek) olduğuna; aralarındaki “Tehalüf” (farklılık, teşahhus) ise Sâni’in “Muhtar ve Hakîm” (İradesinde serbest ve Hikmet sahibi) olduğuna şehadet eder.
• İsm-i Hafîz’in Tecellisi: “Bir incir tohumunu tavırdan tavıra hıfzeden… himaye eden… elbette ve elbette, Halife-i Arz ünvanını alan nev’-i beşerin a’malini ihmal etmez, hıfzeder”.
• Ruhun Bekası: Maddenin değişmesine rağmen mananın bâki kalması gibi, “Cesed ölüp dağılırsa da Ruh bâki kalır” hakikati vurgulanır .
• Toprağın Sırrı: Toprak unsurunun kâinattaki merkezî yerine işaret edilir. “Arz, Âlemin Kalbi olduğu gibi, toprak unsuru da arzın Kalbidir.” Toprağın, “tevazu, mahviyet” (alçakgönüllülük) sırrıyla, “en yüksek Semavattan Hâlık-ı Semavat’a daha yakın bir yol” olduğu belirtilir.
• Bu’diyet ve Kurbiyet (Uzaklık ve Yakınlık): Allah’ın kâinattan sonsuz “uzaklığı” (Zâtının benzememesi cihetiyle) ile, aynı anda sonsuz “kurbiyeti” (İlim ve Kudretiyle her şeyin bâtınında olması cihetiyle) arasındaki sır izah edilir .
📖 Zeyl-üz Zeyl (Zeylin Zeyli)
Bu ek bölüm, “Habbe”nin muhtevasını tamamlar ve Risale-i Nur’daki Tabiat Risalesi’nin (Yirmi Üçüncü Lem’a) Arabça bir esasını teşkil eder .
Bu bölüm, ehl-i dalaletin sığındığı “üç kelime”yi çürütmek üzerine kuruludur:
• “Her şey kendi kendine teşekkül etmiştir.”
• “Mûcid ve müessir esbabdır.” (Yaratıcı ve tesir edici sebeplerdir.)
• “Tabiat iktiza etti.” (Tabiat gerektirdi.)
Risale, bu üç iddianın da aklen imkânsız (muhal) olduğunu ispat eder:
• Esbabın (Sebeplerin) İcad Edememesi: İnsanın vücuda gelmesini sebeplere veya tabiata isnad etmek, “insanın bir hüceyresinde Âlemin eczası ictima edebilir” demek gibi imkânsızdır. Zira bir şeyi (mesela insanı) yaratmak için, o şeyin alâkadar olduğu bütün kâinatı bilmek ve idare etmek lâzımdır.
• Tabiatın Hakikî Tarifi: Risale, felsefenin “tabiat” dediği şeyin hakikatini şöyle izah eder:
• Tabiat; “nakıştır, nakkaş değil” (sanat eseridir, sanatkâr değil).
• “Kabildir, fâil değil” (tesir edilendir, tesir eden değil).
• “Mistardır, masdar değil” (şablondur, kaynak değil).
• “Nizamdır, nâzım değil” (düzendir, düzenleyici değil).
• “Kanundur, Kudret değil”.
• Hakikati ise, “bir Şeriat-ı Kübra-yı İlahiyedir” (Allah’ın büyük yaratılış kanunudur).
• Tevhidin Zarureti: “Bir şeyi halkeden her şeyi halketmiştir.” Bu sebeple, “bir şeyi yapan Vâhid, Ehad, Ferd, Samed olmak zarurîdir”.
Bu bölümden sonra, Risale-i Nur’da “On Yedinci Lem’a” olarak bilinen “Zühre” bölümü gelmektedir.

📖 Zühre (Çiçek, Parlak Yıldız)
Bu risale, “Eski Said”in “Yeni Said”e inkılab ettiği dönemde, müellifin “Marifet-i İlahiyede bir Hareket-i Fikriye ve bir Seyahat-ı Kalbiye” neticesinde gördüğü Tevhid hakikatlerinin “Notalar” suretinde kaydedildiği bir eserdir.
Risale-i Nur Külliyatı’nda bu bölüm, bazı izahlar ve tertip değişiklikleri ile “Onyedinci Lem’a” namıyla yer almaktadır. Eser, “Onbeş Nota”dan müteşekkildir.
Bölümün Muhtevası
• Birinci, İkinci ve Üçüncü Notalar: Müellifin nefsine hitaben yaptığı uyarılardır. Kalbi, dünyadan ve fâni şeylerden çevirmeyi telkin eder. İnsanın hususî dünyasının, “hayatın ve ömrün” 5aynasına yansıyan bir yansıma olduğunu; ayna (yani ömür) kırılınca o dünyanın da yıkılacağını, bu yüzden o fâni dünyaya kaldıramayacağı yükleri (ebedî emelleri) yüklememek gerektiğini izah eder.
• Dördüncü Nota: Haşir (diriliş) hakikatine dairdir. Fâtır-ı Hakîm’in (Hikmetli Yaratıcı’nın) âdetinin, “ehemmiyetli ve kıymetdar şeyleri aynıyla iade etmek” olduğunu belirtir. Nasıl ki mevsimlerin değişmesiyle kıymetli şeyler (meyveler, çiçekler) aynen iade ediliyor; “Hilkat Şeceresinin en mükemmel meyvesi insan” 8olduğundan, “beşerin herbir ferdi aynıyla, cismiyle, ismiyle, resmiyle iade edilecektir” hükmünü ispat eder.
• Beşinci Nota: Risalenin en geniş bölümlerinden biridir. “Bozulmuş ikinci Avrupa”nın manevî şahsiyeti ile müellifin “Seyahat-ı Ruhiyede” yaptığı bir muhavereyi (konuşmayı) içerir.
• İki Avrupa: Müellif, Avrupa’yı ikiye ayırır: Birincisi, İsevîlik din-i hakikisinden ve İslâmiyet’ten feyiz alarak “hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye nâfi’ san’atları ve Adalet ve Hakkaniyete hizmet eden fünunları” takip eden Avrupa’dır. İkincisi ise, “felsefe-i tabiiyenin zulmetiyle, medeniyetin seyyiatını mehasin zannederek, beşeri sefahete ve dalalete sevkeden” Avrupa’dır.
• Avrupa’nın Hediyesi: Bu ikinci Avrupa’nın, “yalancı bir cennet içinde cehennemî bir azab” hediye ettiğini; bu derde karşı bulduğu ilâcın ise “muvakkaten ibtal-i his hizmeti gören cazibedar oyuncakların ve uyutucu hevesat” olduğunu söyler.
• İki Yolun Mukayesesi: Felsefenin yolunu, her adım başında mazlumların feryatlarının işitildiği “umumî bir matem” yoluna benzetir. Kur’an’ın yolunu ise, “Sultan-ı Âdil’in müstakim askerleri”nin bulunduğu bir yola benzetir ki, bu yolda vefiyat (ölümler), “Sultan’ın ziyaretine… dönmesi cihetinde gayet memnun” olunan bir “terhisat-ı askeriye”dir.
• İki Şakirdin Mukayesesi: Felsefe şakirdini (öğrencisini) “hodfüruş” (kendini beğenen), menfaati için “şeytanın ayağını öper” derecede alçalan “zelil bir firavun” olarak tarif eder. Kur’an şakirdini ise, Cennet’i dahi ibadetine gaye yapmayan “Abd-i Aziz” (aziz bir kul) ve Seyyidinin (Efendisinin) kuvvetine dayanan “Zaîf-i Kavî” (kuvvetli bir zayıf) olarak tarif eder.
• Altıncı Nota: Kâfirlerin çokluğunun ve inkârda ittifak etmelerinin bir kıymeti olmadığını izah eder. “Kıymet ve ehemmiyet, kemmiyette ve aded çokluğunda değil”. Nefyedenlerin (inkâr edenlerin) ittifakı kuvvetsizdir, zira her biri “Benim nazarımda yoktur” der. İspat edenler ise “Nefs-ül Emirde, göğün yüzünde hilâl vardır” diyerek aynı hakikati tasdik ettikleri için kuvvetlidirler.
• Sekizinci Nota: “Hizmetin mükâfatını, Hizmet içinde dercetmiştir” hakikatini izah eder. Arıdan sineğe, tavuktan şems ve kamere kadar her şeyin, vazifesini “Kemal-i Lezzetle” yaptığını belirtir. “Rahat, zahmette; zahmet, rahattadır” cümlesinin darb-ı mesel olduğunu hatırlatır.
• Dokuzuncu Nota: Nübüvvetin, beşerdeki “hayır ve Kemalâtın Fezlekesi ve Esasıdır”. Cemaatle kılınan namazın sırrını izah eder; bayram namazlarında milyonlarca insanın “Allahu Ekber” demesinin, “Küre-i Arz tamamıyla büyük bir insan olup” zikretmesi hükmüne geçtiğini belirtir.
• Onikinci Nota: Müellifin, Eski Said’den Yeni Said’e geçişi sırasında yazdığı “hazîn bir Münacat”tır (duadır). “Ey Rabb-i Rahîmim… Benim sû’-i ihtiyarımla ömrüm ve gençliğim zayi’ olup gitti… elem verici günahlar… kalmıştır… kabre yakınlaşıyorum” gibi ifadelerle başlar ve kabir kapısında “Beni günahlarımın ağır yüklerinden halas eyle!” diye feryad eden bir kulun tazarru ve niyazını dile getirir.
• Onüçüncü Nota: Birbiriyle karıştırılan “beş mühim mes’ele”yi izah eder:
• Vazifeye Karışmamak: İnsanın kendi vazifesi olan ubudiyeti (kulluğu) yapıp, neticeyi yaratan Cenab-ı Hakk’ın vazifesine (zafer veya mağlubiyet gibi) karışmaması gerektiği.
• Amelin Niyeti: Evrad ve zikirlerin (Cevşen, Şah-ı Nakşibendî virdi gibi) “faidelerin bazılarını maksud-u bizzât niyet ederek” değil, “sırf Rıza-yı İlahî için” okunması gerektiği. O faidelerin, amelin illeti (sebebi) değil, “istenilmeyerek verilen semereler” olduğu.
• Haddini Bilmek: “Ne mutlu o adama ki, kendini bilip haddinden tecavüz etmez”. “Medar-ı necat ve halas, yalnız İhlastır”.
• Esbab (Sebepler) Perdesi: Sebepler eliyle gelen nimeti, sebebin hesabına almamak. Sebebin, o nimetin “illeti” (asıl sebebi) değil, sadece onunla “iktiran” etmiş (beraber gelmiş) bir şart olduğu.
• Cemaatin Hakkı: Cemaatin sa’yi ile hasıl olan bir şerefi, reise veya üstada vermenin “zulüm” olduğu. Üstadın “masdar ve menba” (kaynak) değil, “mazhar ve ma’kes” (görünme yeri ve ayna) olduğunun bilinmesi gerektiği.
• Ondördüncü Nota: Tevhide dair “Dört küçük remiz” (işaret) içerir. İnsanın kâinatın bir sarayı olduğu, kalbin Bâki Zât’a ayna olduğu ve dünyanın kabir gibi dar olduğu gibi hakikatleri izah eder.
• Onbeşinci Nota: “İsm-i Hafîz”in (Muhafaza eden Allah’ın) tecellisini ispat eder. Birbirine benzeyen karışık tohumların toprağa atıldığında, “Kemal-i İmtisal ile hatasız olarak” kendi ağaç ve çiçeklerini vermelerinin; bu “hadsiz hârika muhafazayı yapan Zât-ı Hafîz”in , “Ebedî Tesiri… bulunan” insanın amellerini de “kemal-i dikkat ile muhafaza edip, muhasebesi görülecek” olduğuna kat’î bir delil olduğunu ispat eder.
Bu bölümden sonra, Zerrelerin Tevhid delillerini inceleyen “Zerre” bölümü gelmektedir.

📖 Zerre
Bu risale, “Hidayet-i Kur’aniyenin Şuâından” (Kur’an hidayetinin ışınından) bir “zerre” olarak takdim edilir. Fihristte de belirtildiği gibi, “şeytanın ve ehl-i ilhadın bazı vesveselerini tard eden müteferrik mes’elelerden bahseden hârika” bir risaledir. Eser, “İ’lem Eyyühel-Aziz!” (Ey Aziz Kardeşim Bil ki!) başlıkları altında Tevhid hakikatlerini ve ahlâkî esasları izah eder.
Risalenin Muhtevası
• Tevhid Yollarının Çokluğu: Cenab-ı Hakk’a vasıl olan yolların kâinatın tabakaları adedince olduğu, “âdi bir yol kapandığı zaman, bütün yolların kapanmış olduğunu tevehhüm etmek, cehaletin en büyük bir şahididir” denilerek, bir delildeki şüphe ile Tevhid’den şüpheye düşmemek gerektiği vurgulanır.
• Zahir ve Bâtın Farkı: Her şeyin bâtınının (iç yüzünün), zahirinden (dış yüzünden) “daha âlî, daha kâmil, daha latif, daha güzel, daha müzeyyen olduğu” ve hayatça daha kuvvetli olduğu belirtilir. Zahirde görünen hayatın, “ancak bâtından zahire süzülen zaîf bir tereşşuhtur” (sızıntıdır).
• İnsan Yüzündeki Deliller (Tevafuk ve Tehalüf): İnsan yüzünün, “geçmiş ve gelecek bütün insanların adedince kendisini onlardan ayıran… nişan ve alâmetleri hâvi” olduğu belirtilir.
• Tevafuk (Benzerlik): Bütün insanlarda esas azaların (göz, kulak vb.) ittifakı, Sâni’in “Vâhid-i Ehad” (Bir ve Tek) olduğuna delalet eder.
• Tehalüf (Farklılık): Simalardaki bu farklılıklar ise, Sâni’in “Muhtar ve Hakîm” (dilediğini hikmetle yapan) olduğuna delalet eder.
• Vesvesenin Reddi: Şeytanın, “Yahu, şu koyun veya inek, eğer Kadîr ve Alîm-i Ezelî’nin nakşı… olsa idi; bu kadar miskin bîçare olmazlardı” şeklindeki vesvesesi çürütülür. Cevaben, “Cenab-ı Hak, her şeye lâyıkını veriyor ve maslahata göre veriyor” denir. Aksi halde, “senin eşeğinin kulağı senden ve senin Üstadlarından daha akıllı… olması lâzımdı”.
• Tevhidin Zarureti: Kâinatın yaratılışı hakkında iki ihtimalin olduğu belirtilir: Ya “Mûcibe-i Külliye” (yani, bütün eşyanın Hâlıkı Allah’tır) sadıktır, ya da “Sâlibe-i Külliye” (yani, Allah hiçbir şeyin Hâlıkı değildir) sadıktır. “Zira Sâni’ Vâhid-i Hakikî olmazsa, kesîr-i hakikî olacaktır. Kesîr-i hakikî ise gayr-ı mütenahîdir” denilerek, şirkin imkânsızlığı ve Tevhidin zarureti ispat edilir.
• San’attaki Sühulet: Sinekten file kadar, “hilkatçe daha güzel, san’atça daha tam” olan küçük hayvanların ömrünün kısa, büyük hayvanlarınkinin uzun olması; “hilkat-i eşyada Sâniin külfeti olmadığına” ve her şeyin Kün (Ol) emriyle vücuda geldiğine “bahir bir bürhandır” (parlak bir delildir).
• Ene’nin Mahiyeti: “Ene”nin (Benliğin) “iki vechi vardır. Bir vechini Nübüvvet almıştır. Bir vechini de felsefe almıştır”6.
• Birinci Vecih (Nübüvvet): “Ubudiyet-i Mahzaya menşe’dir”. İnsanın vazifesi, Hâlık’ın sıfatlarını fehmetmek için bir “mizan ve bir mikyas” olmaktır7.
• İkinci Vecih (Felsefe): “Ene”nin vücudunu “aslî ve kendisini müstakil” zannetmektir. Bu “siyah yüzünden” şirkler ve dalaletler (örneğin firavunlar, nemrudlar, maddiyyunlar) çıkmıştır.
• Amellerde Niyet: “Hayrat ve Hasenatın hayatı Niyet iledir. Fesadı da ucb, riya ve gösteriş iledir”.
• Şecere-i Hilkat: Kâinat bir şecere (ağaç) ise, anasır (elementler) onun dalları, nebatat yaprakları, hayvanat çiçekleri, insanlar ise “semereleridir” (meyveleridir). Bu meyvelerin en parlağının ise “Seyyid-ül Enbiya… Hazret-i Muhammed’dir” (A.S.M.).
Bu bölümden sonra, kâinatın Tevhid lisanlarını beyan eden “Şemme” bölümü gelmektedir.

📖 Şemme (Bir Koku)
Bu risale, “Hidayet-i Kur’aniyenin Nesîminden” (Kur’an hidayetinin esintisinden) bir “şemme” (koku) olarak takdim edilir. Risale, “İ’lem Eyyühel-Aziz!” (Ey Aziz Kardeşim Bil ki!) başlıkları altında, kâinatın zerrelerinden Esmâ-i Hüsna’nın tecellilerine, zamanın genişlemesinden “Ene” (Benlik) bahsine kadar çok çeşitli ve derin hakikatleri izah eder.
Risalenin Muhtevası
• Kâinatın Tevhid Lisanları:
Risalenin başında, kâinatın bir bütün olarak Lâ ilâhe illâllah (Allah’tan başka ilah yoktur) diyerek Tevhid’i ilan ettiği belirtilir. Bu ilan, bir silsile halinde, kâinatın en büyük tabakalarından en küçük parçalarına kadar indirgenir:
• Tabakat ve Enva’ (Tabakalar ve Neviler): Aralarındaki “tesanüd” (dayanışma) lisanıyla Allah’ın birliğini ilan eder.
• Erkân (Rükünler/Elementler): Aralarındaki “müşabehet” (benzerlik) lisanıyla Lâ Rabbe illâ Hû (O’ndan başka Rab yoktur) der.
• A’za (Organlar): Aralarındaki “Temasül” (benzerlik) lisanıyla Lâ Mâlike illâ Hû (O’ndan başka Mâlik yoktur) der.
• Ecza (Parçalar): Aralarındaki “Teavün ve Tedahül” (yardımlaşma ve iç içe girme) lisanıyla Lâ Müdebbire illâ Hû (O’ndan başka idare edici yoktur) der.
• Hüceyrat (Hücreler) ve Zerrat (Zerreler): Aralarındaki “Tevafuk” (uygunluk) lisanıyla Lâ Mürebbiye illâ Hû (O’ndan başka terbiye edici yoktur) ve Lâ Nâzıme illâ Hû (O’ndan başka nizam veren yoktur) derler.
• Şikâyete Hakkın Olmaması:
“Hiç bir insanın Cenab-ı Hakk’a karşı hakk-ı itirazı yoktur ve şekva ve şikayete de haddi yoktur”. Zira bir ferdin hevesine muhalif olan kâinat nizamında “binlerce Hikmet vardır” ve “Bir ferdi razı etmek için, bin Hikmet feda edilemez”.
• Hıfz (Muhafaza) ve Beka-yı Ruh:
Allah’ın, en küçük “hevam” (böcek) ve “balık gibi küçük hayvanların yumurtalarını” ve bitkilerin tohumlarını “pek büyük bir Rahmetle… hıfzeden” bir Hafîz (Koruyucu) olduğu belirtilir. Bu Sâni’-i Hakîm’in, “Halife-i Arz” olan insanın, Ahirette semere verecek amellerini “ihmal etmez, hıfzeder”.
Nasıl ki lafızlar değişse de mana, kabuk parçalansa da lüb (iç), cesed ölse de ruh bâki kalır; aynı şekilde insanın “ene”si (benliği) de “ölüm hendeğini de atlayarak sâlimen ebed yoluna devam edecektir” .
• Kur’an Üslûbunun Hikmeti:
Kur’an-ı Kerim’in “ekseriyet-i mutlakayı teşkil eden avam-ı nâsın fehimleri”ni müraat ettiği (gözettiği) belirtilir. Bu sebeple kâinattan bahsederken, delilin neticeden daha açık olması kaidesince, avamın fehmine “en me’nus en karib ciheti” zikreder. Mesela, Ve’l-cibâle evtâdâ (Dağları birer kazık yapmadık mı?) âyetiyle, dağların en zahirî hikmeti olan arzı sarsıntılardan koruma vazifesi zikredilir. Halbuki bu vazifenin arkasında “suların mahzeni” ve “havanın tarağı” olmak gibi daha derin, fakat avama gizli hikmetleri de vardır.
• Bast-ı Zaman ve Tayy-ı Mekân:
Evliyalar arasında görülen zamanın genişlemesi (Bast-ı Zaman) ve mekânın dürülmesi (Tayy-ı Mekân) hakikatlerinin garip karşılanmaması gerektiği izah edilir. Buna en açık misalin rüya olduğu belirtilir: “rü’yada bir saat zarfında bir senenin geçtiğini ve pek çok işler görüldüğünü görüyorsun”. Bu haletin, evliya için “Halet-i Yakazada” (uyanıklık halinde) inkişaf ettiği, zira “Ruh zâten zaman ile mukayyed değildir” denilir. Mi’rac hadisesinin bu hakikatin en büyük bürhanı olduğu ifade edilir.
• “Ene”nin (Benliğin) Mahiyeti ve İki Vechi:
Bu risalede “Ene” bahsi tekrar ve daha derinlemesine ele alınır. “Ene”, kâinatın kapılarını açan bir “miftah” (anahtar) olarak tarif edilir.
• Birinci Vecih (Hayra Bakan Yüzü): Bu yüzde “Ene” fâil değildir, “yalnız kabil-i feyizdir” (feyzi kabul edicidir). Mahiyeti “harfiye”dir (başkasına işaret eder), müstakil değildir. Vazifesi, Hâlık’ın mutlak sıfatlarını anlamak için bir “mizan” (ölçü) olmaktır. Enbiya (Peygamberler) bu vecihle bakıp her şeyi Allah’a teslim etmişlerdir.
• İkinci Vecih (Şerre Bakan Yüzü): Bu yüzde “Ene” kendisini “fâil bilir” ve “müstakil ve mâlik-i hakikî” zanneder. Felsefe bu vecihi esas almıştır. Bu “siyah yüzünden” şirkler, firavunlar ve maddiyyunlar (materyalistler) doğmuştur.
• “Ene”, “şiddetli bir terbiye ile başı kırılmaz ise büyür, insanın vücudunu yutar”.
• Şecere-i Hilkat (Yaratılış Ağacı):
Kâinat bir şecere (ağaç) olarak tasvir edilir: “Anasır (elementler) onun dallarıdır. Nebatat yapraklarıdır. Hayvanat onun çiçekleridir. İnsanlar onun semereleridir”. Bu meyvelerin “en ziyadar, nurlu, ahsen, ekrem, eşref, eltaf” olanı ise “Seyyid-ül Enbiya… Hazret-i Muhammed’dir” (A.S.M.).
Bu bölümden sonra, müellifin “Onuncu Risale” olarak isimlendirdiği bölüm gelmektedir.

📖 Onuncu Risale
Bu risale, diğer bölümlere nispeten daha hacimlidir ve Fihrist’te de belirtildiği gibi, “Sözler” mecmuasından bazılarının hülâsalarını ve müteferrik mevzulardan ibaret pek çok “İ’lem” (Bil ki!) başlığını ihtiva eder.
Risalenin Muhtevası
• Rucûmen liş-şeyâtîn Âyetinin Tefsiri:
Bölüm, …rucûmen liş-şeyâtîn (…şeytanlara atış taneleri…) âyetinin sırrını “Yedi Basamak” ile tefsir ederek başlar.
• Birinci Basamak: Küre-i arzın küçüklüğüne rağmen canlılarla dolu olmasının, semavatın da “zevîl-idrak” (idrak sahibi varlıklar) yani “Melaike” ile dolu olmasını gerektirdiğini belirtir.
• İkinci Basamak: Arz ile semavat arasında (gelen ziya, bereket; giden dualar, ruhlar gibi) bir “alâka” ve “muamele” olduğunu, bunun da “Semaya çıkmaya bir yol” (Enbiya ve Evliyanın urucu/yükselişi) olduğunu gösterir.
• Üçüncü Basamak: Semavattaki nizam ve sükûnet, oradaki sâkinlerin (meleklerin) “Kemal-i İtaatle imtisal” ettiklerini, arz ehli gibi ihtilaflı olmadıklarını gösterir.
• Dördüncü Basamak: Allah’ın bazı Esmâ’sının, “Melaike ile şeyatîn… arasında muharebenin vukuunu” iktiza ettiğini (gerektirdiğini) belirtir.
• Beşinci Basamak: Şeytanların, semadaki ahyarı (iyileri) takliden oraya çıkmak istemeleri üzerine “Ehl-i Sema” tarafından defedildiklerini; bu manevî mübarezenin insanlara ilanı için de “Recm-i Nücum” (yıldızların atılması) hadisesinin alâmet kılındığını ifade eder.
• Tarîk-ı Kur’an’dan İstifade Edilen “Dört Hatve” (Dört Adım):
Müellif, tarîkata girmeden Kur’an feyzinden istifade ettiği “dört hatve”den ibaret kısa bir yolu beyan eder:
• Birinci Hatve: Felâ tüzekkû enfüseküm (Nefislerinizi temize çıkarmayın) âyetinden alınmıştır. Bu mertebede nefsin tezkiyesi, “ancak adem-i tezkiyesiyle olur” (yani, kendini tezkiye etmemekle olur).
• İkinci Hatve: Ve lâ tekûnû kellezîne nesûllâhe feensâhum enfüsehum (Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın) âyetinden alınmıştır. Bu mertebede tezkiye, “Hizmet zamanında geri kaçar. Ücret vaktinde ileri safa hücum” eden nefsin bu fiilini “aksetmekle olur”.
• Üçüncü Hatve: Mâ esâbeke min hasenetin feminallâh ve mâ esâbeke min seyyietin femin nefsik (Sana gelen her iyilik Allah’tandır, sana gelen her kötülük nefsindendir) âyetinden alınmıştır. Bu mertebede tezkiye, “Kemalinin adem-i kemalinde, Kudretinin aczinde, Gınasının fakrında olduğunu bilmekten ibarettir”.
• Dördüncü Hatve: Küllü şey’in hâlikün illâ vecheh (O’nun Zâtı’ndan başka her şey helâk olucudur) âyetinden alınmıştır. Bu mertebede tezkiye, “vücudunda ademini, ademinde vücudunu bilmekle” olur.
• Ubudiyetin Mahiyeti:
“Ubudiyet, sebkat eden Nimetin neticesi ve onun fiatıdır. Gelecek bir Nimetin mükâfat mukaddemesi ve vesilesi değildir”. Peşin alınan (vücud, iman, hayat gibi) ücretlere mukabil, hizmete devam etmek lüzumu vurgulanır.
• İki Hayatın Levazımatı:
İnsanın sabavetten (çocukluktan) Ebede kadar yolcu olduğu belirtilir. Her iki hayatın (dünya ve ahiret) levazımatının Allah tarafından verildiği, fakat insanın “cehlinden dolayı tamamen bu hayat-ı fâniyeye sarfediyor” olması tenkit edilir. “Lâakal onda biri dünyevî hayata, dokuzu Hayat-ı Bâkiyeye sarfetmek gerektir”. Yirmidört saatin “hiç olmazsa bir saatı da beş Namaza ve Bâki ve Sonsuz Uhrevî Hayata sarfetmek lâzım” olduğu ifade edilir.
• Vazifeye Karışmamak:
“Gafil olan insan, kendi vazifesini terkeder, Allah’ın Vazifesiyle meşgul olur”. İnsanın vazifesinin “Ubudiyet”, “Terk-i Kebair” (büyük günahları terk) ve “Cihad” (nefis ve şeytanla uğraşması) olduğu; rızkı tedarik etmenin ise “Allah’ın Vazifesi” olduğu belirtilir. İnsanın çalışmasının, “atalet, betalet azabından kurtul”ması için bir meşguliyet olduğu izah edilir.
• Duanın İcabet Sırrı:
“Bazı Dualar icabete iktiran etmez (kabul olmaz)” iddiası reddedilir. “Dua bir İbadettir. İbadetin semeresi Âhirette görünür”. Dünyevî maksadların ise, o dua ibadetinin vakitleri olduğu belirtilir (Yağmursuzluğun, Yağmur Namazına vakit olması gibi). “İcabet Ayn-ı Kabul değildir”, yani Allah duaya mutlaka cevap verir, “fakat Matluba olan is’af (isteğin yerine getirilmesi) ise, Mucîbin Hikmetine tâbidir”.
• Ehl-i Dalaletin Daveti ve Kur’an’ın Cevabı:
Müslümanları ecnebî âdetlerine ve Şeair-i İslâmiyeyi terke davet eden “felsefe talebesiyle medeniyet tilmizleri”ne karşı Kur’an Nurcularının müdafaası dile getirilir:
“Eğer dünyadan zeval ve ölümü ve insandan acz ve fakrı kaldırmaya iktidarınız varsa, pekâlâ, Dini de terk ediniz… Ve illâ dilinizi kesin, konuşmayınız”. Kur’an’ın Sadâsıyla “ecel arslanı bir Burak olur”, “i’dam sehpaları… Sefine-i Nuh gibi” kurtuluş gemisi olur; fakr ve acz ise “Rahmet-i Rahmanın ziyafetine şevk” ve “Kadîr-i Mutlak’ın Dergâh-ı İzzetine iltica” vesilesi olur.
• Cismanî Rızıkların Ahirete Delaleti:
Dünyanın, Ahiret’e bir “fihriste” hükmünde olduğu; bu fâni dünyada “cismanî olan Rızıklardaki lezzetleri” tatmak için insana verilen (havass, hissiyat, cihazat gibi) âletlerin, Âlem-i Âhirette de “Ebediyete lâyık cismanî ziyafetler olacağına” işaret ettiği belirtilir.
Bu bölümden sonra, Kur’an-ı Kerim’in mu’cizeliğini hülâsa eden “Ondördüncü Reşha” bölümü gelmektedir.

📖 Ondördüncü Reşha
Bu bölüm, “Mu’cize-i Kübradan Birkaç Katreyi Tazammun Eden Ondördüncü Reşha” başlığını taşır. Esas olarak Kur’an-ı Kerim’in İ’caz (mu’cizelik) vecihlerini hülâsa eder. Bu bölüm “Altı Katre”den (Damladan) müteşekkildir.
Risalenin Muhtevası
• Birinci Katre:
Nübüvvet-i Ahmediye’yi (A.S.M.) ispat eden delillerin sayılamayacağı ve bu konunun “Şuaat”, “Lemaat” ve “İşarat-ül İ’caz” gibi müellifin diğer eserlerine havale edildiği belirtilir.
• İkinci Katre:
“Kur’an nedir?” sualine cevap olarak, Kur’an’ın küllî bir tarifini yapar. Kur’an’ın;
• “Kâinatın bir Tercüme-i Ezeliyesi” ve “Âyât-ı Tekviniyenin Tercümanı” olduğu,
• Arz ve semavat sahifelerinde gizli olan “Esma-i Hüsnanın Definelerini Keşşaf” (açıcı) olduğu,
• “Âlem-i Şehadete Âlem-i Gaybdan bir Lisan” olduğu,
• “Âlem-i İslâmın Güneşi olduğu gibi, Âlem-i Âhiretin de Haritası” olduğu,
• “Nev’-i beşerin Şeriat Kitabı, Hikmet Kitabı, Dua Kitabı, Davet Kitabı, İbadet Kitabı…” olduğu belirtilir2.
• Üçüncü Katre:
Kur’an-ı Kerim’de görülen tekrarların hikmetlerini “Altı Nokta” halinde izah eder:
• Kur’an’ın bir “Zikir Kitabı, bir Dua Kitabı, bir Davet Kitabı” olması cihetiyle, bu maksatlar (sevab kazanmak, merhameti celbetmek, tesiri artırmak) tekrarı zarurî kılar.
• Herkesin her zaman Kur’an’ın tamamını okumaya vakti olmadığından, lüzumlu esasların tekrar edilmesiyle “her bir Sure hemen hemen bir küçük Kur’an hükmünde olsun” istenmiştir.
• Cismanî ihtiyaçların (hava, su, gıda gibi) farklı vakitlerde tekrar etmesi gibi, insanın manevî ihtiyaçları da (Hû, Bismillah, Lâ ilâhe illâllah gibi) farklı zamanlarda tekrar eder. Âyetlerin tekrarı, bu ihtiyaçların tekrarından ileri gelir.
• Kur’an, İslâmiyet’in esaslarını “tesis” eden bir kitab olduğu için, müessis (kurucu) bir zâtın “Esasları güzelce yerleştirmek için tekrarlara çok ihtiyacı” olur.
• Kur’an, “pek büyük mes’elelerden” ve “çok ince Hakikatlerden” bahsettiği için, bu hakikatlerin kalplerde ve fikirlerde “tesbit ve takriri için” değişik üslûblarla tekrarı gerekir.
• Her âyetin zahir, bâtın, had, muttala’ gibi çok vecihleri (yönleri) ve her kıssanın çok hükümleri olduğu için, bir âyet başka bir yerde başka bir mana ve faide için zikredilebilir. Bu durumda “zahiren tekrar görünse bile Hakikatte tekrar değildir”.
• Dördüncü Katre:
Kur’an’ın, kevnî (kâinata dair) meselelerden neden felsefe gibi tafsilatlı bahsetmediğini “Altı Nükte” ile izah eder:
• Maksat Farkı: Felsefe, kâinata “mana-yı ismiyle” (kendi namına) bakar. Kur’an ise “Mana-yı Harfiyle” (Hâlık’ı namına) bakar. Kur’an’ın maksadı kâinattan bahsederek Sâni’i (Sanatkârı) ispat etmektir.
• Delilin Açıklığı: İstidlalde (delil getirmede) “delilin neticeden daha zahir ve malûm olması lâzımdır”. Eğer Kur’an, avamın anlamadığı fennî meselelerle (mesela “Şemsin sükûnuna, arzın hareketine bakmakla Allah’ın Azametini anlayınız” deseydi), “delil müddeadan daha hafî olurdu” ve ekseriyet inkâra düşerdi.
• İrşadın Belâgatı: Belâgat-ı irşadiye (irşadın belâgatı), “avamın nazarına… Cumhurun fehmine göre” hareket etmeyi gerektirir.
• “Sirac” (Lâmba) Tabiri: Şems’in (Güneş’in) “sirac” olarak tavsif edilmesi, kâinatı bir saray, güneşi de “o saray halkını tenvir eden İlahî bir lüküs” olarak göstermek içindir. Bu tabirle, müşriklerin taptığı o kocaman güneşin “müsahhar bir memur ve bir hizmetkâr” olduğu ilan edilir.
• Altıncı Katre:
Kelâmın kuvvet ve ulviyetinin “Mütekellim, Muhatab, Maksad, Makam” olmak üzere dört şeye baktığını belirtir. Kur’an kelâmı bu dört cihetten de en yüksek mertebede olduğu için başka kelâmlarla mukayese edilemez. Mesela, Kur’an’ın Yâ ardu’bleî mâeki ve yâ semâu akliî (Ey yer suyunu yut, ey gök suyunu tut) âyetinin Sema ve Arz’a verdiği emirdeki “İrade ve Kudretin Derece-i Kuvveti”, o kelâmın ulviyetini gösterir.
Bu bölümden sonra, Esmâ-i Hüsna’nın tecellilerini izah eden “Şu’le” bölümü gelmektedir.

📖 Şu’le (Alev, Parıltı)
Bu risale, “İ’lem Eyyühel-Aziz!” (Ey Aziz Kardeşim Bil ki!) başlıkları altında, Esmâ-i Hüsna’nın tecellilerinden duanın kısımlarına ve acz (acziyet) yolunun ehemmiyetine kadar çeşitli hakikatleri izah eder.
Risalenin Muhtevası
• Lafza-i Celal’in (Allah Lafzının) Câmiiyeti:
Risale, “Allah” lafzının hususiyetiyle başlar. Bütün Esmâ-i Hüsna’nın (Allah’ın güzel isimlerinin) ve Sıfat-ı Kemaliye’nin (mükemmellik sıfatlarının), “Allah” lafzının manasında “bil-iltizam” (zorunlu olarak) dâhil olduğu belirtilir. Bu sebeple, Lâ ilâhe illâllah (Allah’tan başka ilah yoktur) kelime-i tevhidi, “binlerce Kelâmları tazammun ediyor” (içinde barındırıyor). Bu kelimeyi söyleyen bir zât, aynı anda Lâ Hâlıka illâllah (O’ndan başka yaratıcı yoktur), Lâ Rezzâka illâllah (O’ndan başka rızık verici yoktur) gibi Esmâ-i Hüsna adedince kelâmı da söylemiş hükmüne geçer.
• Esbab-ı Zahiriyenin (Görünür Sebeplerin) Hikmeti:
Dünyada “esbab-ı zahiriye vaz’edilmiş ve gözlere de gaflet perdesi örtülmüştür”. Bunun hikmeti, kâinattaki hadiselerin insanın hevesine muhalif olan kısmı daha çok olduğu için, insanın “Müsebbib-ül Esbab’dan gaflet etmese, itirazlarını tamamen Allah’a tevcih” edecek olmasıdır . Bu perdeler, insanın isyanını doğrudan Allah’a yöneltmesine mâni olur.
• Duaların Üç Kısmı:
Duaların üç kısım olduğu belirtilir:
• Kavlî Dualar: İnsanın lisanıyla veya hayvanatın “kendi hususî lisanlarıyla çıkardıkları sadâlar” ile yaptığı dualardır.
• İhtiyacî Dualar: Nebatat (bitkiler) ve ağaçların, bilhassa bahar mevsiminde “lisan-ı ihtiyaçla” (ihtiyaç diliyle) yaptıkları dualardır.
• İstidadî Dualar: Tohumlar ve yumurtalar gibi “Tahavvül, tekemmül şe’ninde olan şeylerin, lisan-ı istidad ile” (potansiyel diliyle) yaptıkları dualardır.
• Mana-yı Harfî ve Mana-yı İsmî Farkı:
Mü’min, kâinata “Mana-yı Harfiyle” (Allah namına, O’nu gösteren bir âlet nazarıyla) bakar. Kâfir ise “mana-yı ismiyle” (kendi kendine var olan müstakil bir varlık nazarıyla) bakar. Ehl-i Kelâm (İslâm âlimleri), kâinata mana-yı harfiyle ve istidlal (delil çıkarma) maksadıyla baktıkları için, onların felsefî meselelerdeki reyleri “edna ve zaîf görünür. Amma mesail-i İlahiyede demirden daha metindir”.
• Acz ve Aşk Yolu:
“Acz de aşk gibi Allah’a îsal eden yollardan biridir. Amma acz yolu, aşktan daha kısa ve daha Selâmettir”.
• Nisyan (Unutkanlık) ve Nefis:
İnsanın en kötü unutkanlığının “nefsin unutulması” olduğu belirtilir. Fakat burada iki farklı durum vardır:
• Hizmet ve Tefekkür Zamanı: Bu anlarda nefsi unutmak (ona bir iş vermemek) “dalalettir”.
• Mükâfat ve Ücret Zamanı: Hizmet bittikten sonra, neticede “nefsin unutulması Kemaldir”.
Ehl-i dalalet ile ehl-i kemal, bu iki durumda birbirinin zıddı hareket eder .
• Bast-ı Zaman ve Tayy-ı Mekân:
Evliyalar arasında görülen zamanın genişlemesi (Bast-ı Zaman) ve mekânın dürülmesi (Tayy-ı Mekân) hakikatlerinin garip karşılanmaması gerektiği izah edilir. Buna en açık misalin rüya olduğu belirtilir: “rü’yada bir saat zarfında bir senenin geçtiğini ve pek çok işler görüldüğünü görüyorsun”. Bu haletin, evliya için “Halet-i Yakazada” (uyanıklık halinde) inkişaf ettiği, zira “Ruh zâten zaman ile mukayyed değildir” denilir. Mi’rac hadisesinin bu hakikatin en büyük bürhanı olduğu ifade edilir.
📖 Şu’le’nin Zeyli (Şu’le’nin Eki)
Bu kısa ek bölüm, Tevhidin zaruretine dair şu hakikatleri vurgular:
• Kâinatı ihata eden bir Nur’dan (İlim ve Kudret) hiçbir şeyin gizlenemeyeceği ve “gayr-ı mütenahî bir Daire-i Kudretten bir şey hariç kalamaz” olduğu belirtilir.
• “Azamet-i Mutlaka şirketi aslâ kabul etmez”.
• Âlemde tesadüfün olmadığı; “bilhassa bahar mevsiminde” görülen harika nizamın, tesadüfü imkânsız kıldığı vurgulanır.
• Tevhid kabul edilmezse, yani “bütün eşyayı, Vâhid-i Ehad’e isnad etmediğin takdirde, Âlemde bulunan bütün efradın mazhar oldukları Tecelliyat-ı İlahiye adedince ilahları kabul etmek mecburiyetindesin” denilerek şirkin muhaliyeti (imkânsızlığı) gösterilir19.
Bu bölümden sonra, müellifin “Nokta” ismini verdiği bir diğer risale gelmektedir.

📖 Şu’le (Alev, Parıltı)
Bu risale, “İ’lem Eyyühel-Aziz!” (Ey Aziz Kardeşim Bil ki!) başlıkları altında, Esmâ-i Hüsna’nın tecellilerinden duanın kısımlarına ve acz (acziyet) yolunun ehemmiyetine kadar çeşitli hakikatleri izah eder.
Risalenin Muhtevası
• Lafza-i Celal’in (Allah Lafzının) Câmiiyeti:
Risale, “Allah” lafzının hususiyetiyle başlar. Bütün Esmâ-i Hüsna’nın (Allah’ın güzel isimlerinin) ve Sıfat-ı Kemaliye’nin (mükemmellik sıfatlarının), “Allah” lafzının manasında “bil-iltizam” (zorunlu olarak) dâhil olduğu belirtilir. Bu sebeple, Lâ ilâhe illâllah (Allah’tan başka ilah yoktur) kelime-i tevhidi, “binlerce Kelâmları tazammun ediyor” (içinde barındırıyor). Bu kelimeyi söyleyen bir zât, aynı anda Lâ Hâlıka illâllah (O’ndan başka yaratıcı yoktur), Lâ Rezzâka illâllah (O’ndan başka rızık verici yoktur) gibi Esmâ-i Hüsna adedince kelâmı da söylemiş hükmüne geçer.
• Esbab-ı Zahiriyenin (Görünür Sebeplerin) Hikmeti:
Dünyada “esbab-ı zahiriye vaz’edilmiş ve gözlere de gaflet perdesi örtülmüştür”. Bunun hikmeti, kâinattaki hadiselerin insanın hevesine muhalif olan kısmı daha çok olduğu için, insanın “Müsebbib-ül Esbab’dan gaflet etmese, itirazlarını tamamen Allah’a tevcih” edecek olmasıdır . Bu perdeler, insanın isyanını doğrudan Allah’a yöneltmesine mâni olur.
• Duaların Üç Kısmı:
Duaların üç kısım olduğu belirtilir:
• Kavlî Dualar: İnsanın lisanıyla veya hayvanatın “kendi hususî lisanlarıyla çıkardıkları sadâlar” ile yaptığı dualardır.
• İhtiyacî Dualar: Nebatat (bitkiler) ve ağaçların, bilhassa bahar mevsiminde “lisan-ı ihtiyaçla” (ihtiyaç diliyle) yaptıkları dualardır.
• İstidadî Dualar: Tohumlar ve yumurtalar gibi “Tahavvül, tekemmül şe’ninde olan şeylerin, lisan-ı istidad ile” (potansiyel diliyle) yaptıkları dualardır.
• Mana-yı Harfî ve Mana-yı İsmî Farkı:
Mü’min, kâinata “Mana-yı Harfiyle” (Allah namına, O’nu gösteren bir âlet nazarıyla) bakar. Kâfir ise “mana-yı ismiyle” (kendi kendine var olan müstakil bir varlık nazarıyla) bakar. Ehl-i Kelâm (İslâm âlimleri), kâinata mana-yı harfiyle ve istidlal (delil çıkarma) maksadıyla baktıkları için, onların felsefî meselelerdeki reyleri “edna ve zaîf görünür. Amma mesail-i İlahiyede demirden daha metindir”.
• Acz ve Aşk Yolu:
“Acz de aşk gibi Allah’a îsal eden yollardan biridir. Amma acz yolu, aşktan daha kısa ve daha Selâmettir”.
• Nisyan (Unutkanlık) ve Nefis:
İnsanın en kötü unutkanlığının “nefsin unutulması” olduğu belirtilir. Fakat burada iki farklı durum vardır:
• Hizmet ve Tefekkür Zamanı: Bu anlarda nefsi unutmak (ona bir iş vermemek) “dalalettir”.
• Mükâfat ve Ücret Zamanı: Hizmet bittikten sonra, neticede “nefsin unutulması Kemaldir”.
Ehl-i dalalet ile ehl-i kemal, bu iki durumda birbirinin zıddı hareket eder .
📖 Şu’le’nin Zeyli (Şu’le’nin Eki)
Bu kısa ek bölüm, Tevhidin zaruretine dair şu hakikatleri vurgular:
• Kâinatı ihata eden bir Nur’dan (İlim ve Kudret) hiçbir şeyin gizlenemeyeceği ve “gayr-ı mütenahî bir Daire-i Kudretten bir şey hariç kalamaz” olduğu belirtilir.
• “Azamet-i Mutlaka şirketi aslâ kabul etmez”.
• Âlemde tesadüfün olmadığı; “bilhassa bahar mevsiminde” görülen harika nizamın, tesadüfü imkânsız kıldığı vurgulanır.
• Tevhid kabul edilmezse, yani “bütün eşyayı, Vâhid-i Ehad’e isnad etmediğin takdirde, Âlemde bulunan bütün efradın mazhar oldukları Tecelliyat-ı İlahiye adedince ilahları kabul etmek mecburiyetindesin” denilerek şirkin muhaliyeti (imkânsızlığı) gösterilir.
Bu bölümden sonra, müellifin “Nokta” ismini verdiği bir diğer risale gelmektedir.

📖 Nokta
Bu risale, “Marifetullahın (Allah’ı tanımanın) bir bürhanı” olarak takdim edilir ve fihristte belirtildiği gibi, İmanın altı rüknünden dördünü (Tevhid, Nübüvvet, Haşir ve Melekler) ele alır. Eser, bir “İfade-i Meram” (Maksadın İfadesi) ile başlar.
İfade-i Meram (Mukaddeme)
Bu kısa girişte müellif, bu risalede Tevhid’in (Allah’ın birliğinin) “lâyuhad berahininden” (sınırsız delillerinden) yalnızca “dört muazzam bürhanına” (dört büyük deliline) işaret edeceğini belirtir.
• Mütekellim ve Muhatab: Müellif, bu eserde konuşanın “âciz Kalbimdir”, muhatabın ise “âsi nefsimdir” ve dinleyicinin “Müteharri-i Hakikat bir Japon” (Hakikati araştıran bir Japon) olduğunu ifade eder.
• Dört Büyük Bürhan: Bu dört delilin şunlar olduğunu sıralar:
• Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm
• Kitab-ı Kebir (Büyük Kitap) olan Kâinat
• Kur’an-ı Azîmüşşan
• Fıtrat-ı Zîşuur (Şuurlu yaratılış) olan Vicdan
Risalenin Muhtevası: Dört Büyük Bürhan
Risale, bu dört bürhanı sırayla ele alarak Allah’ın varlığını ve birliğini ispat eder:
• Birinci Bürhan (Hakikat-ı Muhammediye):
Bu delil, Risalet ve İslâmiyet ile mücehhez olan Hazret-i Muhammed’dir (A.S.M.).
• Risalet Yönü: Bütün enbiyanın (peygamberlerin) şehadetini ve en muazzam icma ve tevatür sırrını içinde barındırır.
• İslâmiyet Yönü: Vahye dayanan bütün semavî dinlerin ruhunu ve tasdiklerini taşır.
• Netice: Bu kadar tasdiklere mazhar olan, “Hakaik-Aşina bir gözün gördüğü Hakikat, Hakikat olmamak hiç ihtimali var mı?” diyerek O Zât’ın (A.S.M.) davet ettiği Tevhid’in hakkaniyetini ispat eder.
• İkinci Bürhan (Kâinat Kitabı):
Bu delil, “insan-ı ekber” (büyük insan) olan kâinatın kendisidir.
• Zerrelerin Şehadeti: Kâinatın bütün zerreleri, ayrı ayrı ve birleşik olarak Allah’ın varlığına ve birliğine “elsine-i mahsusaları” (kendilerine mahsus lisanları) ile şehadet ederler. Her bir zerre, “hadsiz imkânat mabeyninde mütereddid iken; birdenbire bir ciheti takib… ederek hayretbahşa hikemi intac ettiğinden” Sâni’in Vücub-u Vücuduna (varlığının zorunluluğuna) şehadet eder.
• Nazmın Şehadeti: Kâinat kitabının bütün harfleri ve kelimeleri (mahlukları) birbiriyle öyle bir “tesanüd-ü nazmı” (düzenli dayanışması) vardır ki, “bir noktayı yerinde İcad etmek için bütün Kâinatı İcad edecek bir Kudret-i Gayr-ı Mütenahî lâzımdır”.
• Netice: “Sivrisineğin gözünü halkeden, güneşi dahi o halketmiştir. Pirenin midesini tanzim eden Manzume-i Şemsiyeyi de o tanzim etmiştir” diyerek, kâinatın zerrelerinin Tevhid’i ilan ettiği belirtilir.
• Üçüncü Bürhan (Kur’an-ı Azîmüşşan):
Bu delil, “Bürhan-ı Nâtık” (Konuşan Delil) olan Kur’an’dır.
• Tevhid’in Esas Olması: Kur’an, Tevhid’i (Lâ ilâhe illâllah) o kadar emin bir surette ilan eder ki, onu “bütün Hakaika Esas addederek” diğer bütün hakikatleri ona bina eder.
• Altı Cihetin Şeffaflığı: Kur’an’ın “altı ciheti de şeffaftır”. Üstünde “İ’caz”, altında “mantık ve delil”, sağında “Aklı istintak” (sorgulama), solunda “Vicdanı istişhad” (şahit tutma), hedefinde “hayır ve saadet” ve istinad noktası “Vahy-i Mahz”dır. “Vehmin ne haddi var ki girebilsin.”
• Kur’an’ın Yolu: Kur’an’ın gösterdiği yolun (Mi’rac-ı Kur’anî), diğer felsefî ve tasavfî yollardan “en parlağı… en kısası ve… en eşmeli” (kapsamlısı) olduğu belirtilir. Bu yolun iki esası Delil-i İnayet (San’attaki hikmet ve faydaları gösterme) ve Delil-i İhtira’dır (hiçbir maddeye ve örneğe dayanmadan, yoktan var etme).
• Dördüncü Bürhan (Vicdan-ı Beşer):
Bu delil, “Fıtrat-ı Zîşuur” (şuurlu yaratılış) olan vicdandır ve “Dört Nükte” ile izah edilir:
• Fıtrat Yalan Söylemez: Bir çekirdekteki “meyelan-ı nümuv” (büyüme meyli) nasıl “Sünbülleneceğim” der ve doğru söylerse; fıtrattaki meyelanlar da “İrade-i İlahiyeden gelen Evamir-i Tekviniyenin Tecellileridir”.
• Hiss-i Sâdise ve Sâbia: İnsanda beş duyudan başka, “Saika” (sevk eden his) ve “Şaika” (şevk veren his) gibi gayba açılan pencereler ve hisler vardır.
• Nokta-i İstinad ve İstimdad: Fıtrat ve vicdanda bir “Nokta-i İstinad” (dayanak noktası) ve “Nokta-i İstimdad” (yardım isteme noktası) ihtiyacı vardır. Bu iki nokta, zorunlu olarak bir Sâni’i (Sanatkârı) gösterir.
• Vicdanın Sânii Unutamaması: Akıl dursa bile, “Vicdan Sânii unutamaz”. Hads (sezgi), ilham, arzu, iştiyak ve “Aşk-ı İlahî” insanı daima Marifetullah’a sevk eder.
Risale, bu dört büyük bürhanın şehadetiyle Allah’ın Vâcib-ül Vücud, Ezelî, Vâhid, Ehad… olduğunu ispat ettikten sonra, “Vahdet-ül Vücud” (Varlığın Birliği) meselesini izah eder. Bu meselenin, “Tevhidde istiğraktır” (Tevhid denizinde boğulmaktır) ve “nazara sığmayan bir Tevhid-i Zevkîdir” olduğunu belirtir. Maddeci felsefenin “Vahdet-ül Vücud”u ile Evliyanın “Vahdet-ül Vücud”unun, “tamamen birbirinin zıddıdır” diyerek aralarındaki “beş cihetten farkı” izah eder (Biri Hüdaperest, diğeri hodperesttir vb.).
Risalenin fihristte1, “Nokta”nın Haşir, Melekler ve Beka-yı Ruh’a ait ikinci kısmının, bu hakikatler “Yirmidokuzuncu Söz” ve “Onuncu Söz”de parlak bir surette izah edildiği için buraya dercedilmediği belirtilmiştir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
16/11/2025

Loading

No ResponsesKasım 17th, 2025

MUHAKEMAT

image_pdfimage_print

MUHAKEMAT


Bediüzzaman Said Nursi’nin telif ettiği bu eser, isminden de anlaşıldığı üzere, temel İslâmî meseleler üzerine kapsamlı bir “muhakeme” (değerlendirme, yargılama) yapmayı hedefler. Eserin gayesi, “Mariz Bir Asrın, Hasta Bir Unsurun, Alîl Bir Uzvun Reçetesi” olmak ve “Saykal-ül İslâmiyet” (İslâm’ın Cilası) adıyla İslâm hakikatlerinin üzerini kaplayan yanlış telakkileri, hurafe ve tenkitleri temizlemektir.
Eser, “üç makale” ve (bu makalelerin üzerine bina edileceği) “üç kitab” üzerine tertip edilmiştir. Tarafınızdan sunulan bu nüsha, “Üç Makale” kısmını tafsilatlı olarak ihtiva etmektedir.
İşte bu makalelerin muhtevaları:
📖 Birinci Makale: Unsur-u Hakikat
Bu, eserdeki en hacimli bölümdür. Temel gayesi, İslâmiyet’i tenkitlerden arındırmak ve hakikate ulaşmak için gereken zihniyet ve usûl (metodoloji) temellerini atmaktır. Bu makale iki ana kısımdan oluşur:

1. On İki Mukaddeme (Önerme)
Bu on iki mukaddeme, bir meselenin nasıl tahlil edilmesi gerektiğini izah eden fikrî bir hazırlıktır. Başlıca konuları şunlardır:
• Akıl ve Nakil: Akıl ile naklin (vahiy) çatıştığı iddia edilen yerlerde, aklın “akıl” olması şartıyla nasıl bir tevil yapılması gerektiği.
• Bilginin Gelişimi: Geçmişte nazarî olan nice meselenin, zamanla ve “telahuk-u efkâr” (fikirlerin birikimi) ile bedihî (apaçık) hale gelmesi.
• İsrailiyat ve Felsefenin Tesiri: İsrailiyat (Yahudi ve Hristiyan kaynaklı rivayetler) ve hikmet-i yunaniyenin (Yunan felsefesi) İslâm efkârına karışarak bazı hakikatlerin yanlış anlaşılmasına sebep olduğu.
• Mecazın Hakikate Dönüşmesi: Belâgat için kullanılan “mecaz” ve “teşbihlerin” , cehlin eline düştüğünde lafzen anlaşılarak hurafelere kapı açtığı (Örn: Ay tutulmasını “yılanın Ay’ı yutması” olarak anlatan annesinin teşbihi).
• Mübalağa ve Taassup: Hakikatleri olduğundan fazla göstermenin (“mübalağa”) veya noksan bırakmanın (“tefrit”), hakikatin kendisinden daha zararlı olduğu.
• Geçmiş ve Geleceğin Mukayesesi: Geçmiş asırların (“ebnâ-yı mâzi”) hissiyata , geleceğin (“ebnâ-yı müstakbel”) ise efkâra (fikirlere) ve hakikate dayandığı ve istikbalde yalnız “Hakikat-ı İslâmiyetin” hâkim olacağı.

2. Sekiz Mes’ele (veya Şüpheye Cevap)
Bu mukaddemelerde oturtulan usûl ile, İslâm’a yöneltilen veya Müslümanlarca yanlış anlaşılan sekiz temel kozmolojik ve tefsirî mesele muhakeme edilir:
• Arz’ın Küreviyeti (Dünyanın Yuvarlaklığı): Bunun bedihî bir mesele olduğu ve İmam-ı Gazalî gibi İslâm muhakkiklerinin bunu kabul ettiğini belirterek, bunu dine aykırı görmenin “sadîk-ı ahmak” (ahmak dost) işi olduğunu söyler.
• Sevr ve Hut Mes’elesi (Dünyanın Öküz ve Balık Üzerinde Durması): Bunun İsrailiyat’tan giren bir hurafe olduğunu, eğer hadis olsa bile mecazî manaları (öküzün ziraata , balığın deniz mahsullerine veya melek ya da burçlara işaret etmesi) olduğunu izah eder.
• Kaf Dağı Mes’elesi: Bunun da Âlem-i Misal’deki veya hayaldeki bir tasavvurdan ibaret olduğunu veya Himalaya Silsilesi’ne işaret edebileceğini belirtir.
• Sedd-i Zülkarneyn ve Ye’cüc-Me’cüc: Sedd-i Çin olabileceğini veya manevî bir sed olabileceğini, Ye’cüc ve Me’cüc’ün ise Moğol ve Mançur kabileleri gibi medeniyeti yıkan garetçi taifeler olduğunu tahlil eder.
• Cehennem’in Yeri: “Yer altındadır” ifadesinin, kürenin merkezi (arzın çekirdeğindeki yüksek hararet) olabileceğine işaret eder.
• Cibal-i Evtâd (Dağların Kazık Olması): Dağların arzın müvazenesini koruyan demir ve direkler ve dâhilî inkılapları (depremleri) önleyen “teneffüs” vesileleri olduğunu belirten mecazî bir ifade olduğunu açıklar.
• Kur’an’daki Bazı Zahirî İfadeler: (Örn: تَغْرُبُ الشَّمْسُ فِي عَيْنٍ حَمِئَةٍ “Güneşin balçıklı bir pınarda batması” ) gibi ifadelerin, cumhurun hissiyatına ve zahirî bakışına riayet eden Tenezzülât-ı İlahiye ve yüksek belâgat nükteleri olduğunu izah eder.
• Zahirperestlerin Hataları: İmkân-ı vehmî (hayalî imkân) ile imkân-ı aklîyi (aklî imkân) karıştırmaları gibi hataları tenkit eder.
✒️ İkinci Makale: Unsur-u Belâgat
Bu makale, “On İki Mes’ele” halinde belâgatın (söz sanatının/retoriğin) ruhunu ve felsefesini inceler.
• Temel Tez: Hakikî belâgatın “nazm-ı maânî” (manaların dizilişi ve ahengi) olduğunu savunur.
• Tenkit: Arap olmayan (“a’cam”) veya Arapçaya sonradan vâkıf olanların (“acemîler”), mananın derinliğinden ziyade “nazm-ı lafz” (lafızların süslenmesi) ve dış görünüşüyle ilgilenerek belâgatı yozlaştırdığını (“lafızperestlik”) ileri sürer.
• Analiz: Kelâmın (sözün) hayatlanması , üslûbu , kuvveti , serveti , semeratı (meyveleri) ve selâseti (akıcılığı) gibi unsurları, mananın hakikatiyle olan rabıtası (bağlantısı) açısından tahlil eder.
🕌 Üçüncü Makale: Unsur-u Akîde
Bu makale, ilk iki makalede kurulan metodoloji ve belâgat anlayışını kullanarak, İslâm akidesinin (inanç esaslarının) temel direklerini isbat etmeye odaklanır. Kur’an’ın dört temel maksadı olan İsbat-ı Sâni’ (Allah’ın isbatı), Nübüvvet, Haşr-i Cismanî (Cismanî diriliş) ve Adalet üzerine kuruludur.
1. Birinci Maksad: Delâil-i Sâni’ (Allah’ın Varlığının Delilleri) 68Bu bölüm “Ecvibe-i Japoniye” (Japonlara Cevaplar) başlığını da taşır.
• Delil-i İnayet: Kâinattaki mükemmel nizam , her şeyin bir gayeye hizmet etmesi ve faydalar gözetilmesi , Sâni’in kasd ve hikmetini isbat eder.
• Delil-i İhtira’: Her mahlukun, kendisine mahsus bir vücuda ve kemale sahip olarak, tesadüfen değil, bir Sâni’-i Hakîm’in kudretinden “ihtira” (icat) edildiğini gösterir.
• Ayrıca sofiyenin “vahdet-üş şuhud” (birlikte şahitlik) meşrebi ile maddiyyunun “vahdet-ül vücud” (varlığın birliği) mesleğinin tamamen farklı olduğunu; birinin Allah’a hasr-ı nazar etmekten , diğerinin maddeye hasr-ı nazar etmekten kaynaklandığını izah eder.

2. İkinci Maksad: Nübüvvet (Peygamberliğin İsbatı) Bu maksad, “Muhammed Aleyhisselâm, Sâni’-i Zülcelal’e Bürhan-ı İnnîdir” tezi üzerine kuruludur. Peygamberimizin (A.S.M) sıdkını (doğruluğunu) “Beş Meslek” (Beş Yol/Metot) ile isbat eder:
• Zâtı ve Ahlâkı: Bütün yüksek ahlâkı (Ahlâk-ı Âliye) şahsında toplamış birinin, bu ahlâkın zıddı olan “kizb” (yalan) ve hileye tenezzül etmesinin fıtraten muhal (imkânsız) oluşu.
• Maziden İhbarı (Geçmiş Zaman): Ümmî (okuma yazma bilmeyen) olmasına rağmen, geçmiş peygamberlerin ahvalini Kütüb-ü Salife (Önceki Kitaplar) ile mutabık ve hatta onların ihtilaflarını “musahhih” (düzeltici) bir tarzda haber vermesi.
• Asr-ı Saadet (Halihazır Zaman): En vahşî ve mutaassıp bir kavimde , kısa bir zamanda , en köklü âdetleri (ve’d-i benat/kız çocuklarını diri diri gömme gibi ) kaldırarak en yüksek ahlâkı tesis etmesi ve büyük bir devlet kurması şeklindeki “İnkılab-ı Azîm”.
• Şeriatı (Gelecek Zaman): Getirdiği Şeriatın , beşerî kanunların aksine fıtrata uygun , ebede kadar uzanan ve Siyaset-ül Medeniye, Tedbir-ül Menzil, Terbiyet-ül Vicdan gibi sayısız fünunu (bilimi) ihtiva etmesi.
• Mu’cizat-ı Mahsuse (Özel Mucizeler): Parmaklarından su akması , ağaç ve taşın konuşması ve en başta “İnşikak-ı Kamer” (Ay’ın yarılması) gibi hissi mucizeler.

3. Üçüncü Maksad: Haşr-i Cismanî (Cismanî Diriliş) Bu son bölümde, cismanî haşrin hak olduğuna dair on bir adet aklî ve Kur’anî delil sıralanır. Bunların başlıcaları:
• Kâinattaki mükemmel nizam , hikmet , abesiyetsizlik ve israfsızlık.
• Gece-gündüz ve kış-bahar gibi tekrarlanan dirilişler.
• İnsanın sonsuz istidadı, emelleri ve Allah’ın sonsuz rahmetinin ebedî bir hayatı zarurî kılması.
• Peygamberimizin (A.S.M) ve Kur’an’ın bu meseleyi en kuvvetli şekilde haber vermesi.
Eser, tam da Haşir bahsinin ikinci bir delilini izah edeceği yerde “Nahnu…” (Biz…) diyerek durur. Son sayfada müellifin kardeşi Abdülmecid Nursî’nin düştüğü bir notla, müellifin bu bahsi 30 sene sonra Risale-i Nur Külliyatı’ndan “Dokuzuncu Şua” ile tamamladığı belirtilerek nihayete erer.

 

 

Loading

No ResponsesKasım 17th, 2025

TARİHÇE-İ HAYAT

image_pdfimage_print

TARİHÇE-İ HAYAT


Bu eser, Risale-i Nur Külliyatı’nın müellifi Bediüzzaman Said Nursi’nin hayatını ve bilhassa Risale-i Nur’un telif ve neşir hizmetinin safhalarını tasvir eden bir kitaptır. Eserin muhtevası, büyüklüğüne göre şu ana bölümlerden müteşekkildir:

Önsöz
Kitap, Medine-i Münevvere’de bulunan mühim bir âlim (Ali Ulvi Kurucu) tarafından kaleme alınan teferruatlı bir “Önsöz” ile başlamaktadır. Bu bölümde:
• Bediüzzaman Said Nursi’nin, Risale-i Nur Külliyatı’nın ve Nur Talebelerinin mahiyeti ve eserin (Tarihçe-i Hayat) “muazzam” kapsamı ele alınır.
• Bediüzzaman’ın şahsiyetini tekvin eden (oluşturan) faziletler ve üstün meziyetler (İman, sabır, irade ) başlıklar halinde incelenir. Bu meziyetler:
• Feragatı (Dünya lezzetlerinden ve şahsi menfaatlerden yüz çevirmesi) .
• Şefkat ve Merhameti (Onu İrşad ve Cihad meydanına sevk eden amil) .
• İstiğnası (Maddî menfaatlere tenezzül etmemesi, hediye kabul etmemesi) .
• İktisatçılığı (Yalnız maddî değil, vakit ve fikir gibi mânevî kıymetleri de israf etmemesi) .
• Tevazuu ve Mahviyetkârlığı (Kendi nefsini muhatap alması, şahsına “Kutbül-Arifîn” süsü vermemesi) .
• Ayrıca müellifin ilmî , fikrî (gayesi Hâlık-ı Kâinatın vahdaniyetini ilandır) , tasavvufî ve edebî cepheleri tahlil edilir.

Giriş
Eseri “Hazırlayanlar” tarafından yazılan “Giriş” bölümü, kitabın telif maksadını ve muhtevasını izah eder.
• Bu bölümde, eserin Bediüzzaman’ın şahsından ziyade, “doğrudan doğruya Kur’an hesabına” olan Risale-i Nur hizmetine odaklandığı belirtilir . Zira Üstad’ın, “şahsî Kemalât ve meziyetlerin Hizmet-i Îmaniyede Şahs-ı Mânevî kadar te’siri olmadığını” ve “bütün Kıymet ve Faziletin Risale-i Nurda tecelli eden Hakikat-ı Kur’aniyyeye aid olduğunu” ihtar ettiği nakledilir.
• Bediüzzaman’ın “Ben de öyle kuru çubuk hükmündeyim” sözüne yer verilerek, eserdeki medih ve senaların (övgülerin) şahsına değil, Kur’an’ın hakikatlerine ve Risale-i Nur’a ait olduğu ve bunların zikredilmesinin sebebinin, “din düşmanlarının müfsit hücumlarının def edilmesi” ve “insafsız hücum ve asılsız iftiralara karşı mecburiyetle müdafaaya geçilmesi” olduğu ifade edilir.
• “Giriş” bölümü, Üstad’ın hayatını “iki büyük safha” olarak tasnif eder:
• Birinci Safha: Doğumundan (1293 Rumi) ömrünün ellinci senesine kadar olan tahsil, siyasî hayat, harb-i umumiye iştirak, esaret ve Ankara’daki faaliyetlerini kapsayan “mukaddeme” (hazırlık) devri .
• İkinci Safha: Barla’ya nefyedilmesiyle başlayan ve “Risale-i Nurun Zuhuru ve İntişarıdır” diye tarif edilen, “Hizmet-i İmaniyye ve manevî Cihad-ı Diniyye” devri .

Kitabın Ana Bölümleri (Kısımlar)
Kitabın gövdesi, “Giriş” bölümünde yapılan bu iki safhalı tasnife ve kronolojik sıraya göre tertip edilmiştir:

Birinci Kısım: İlk Hayatı
Bu bölüm, Bediüzzaman’ın 1293 (Rumi) senesinde Nurs köyündeki doğumundan başlayarak 1925’te Barla’ya nefyedilmesine kadar olan “Birinci Safha”yı teferruatıyla anlatır.
• Tahsil Hayatı: Hocalara sual sormaması, ancak sorulanlara cevap vermesi . Yirmi senelik tahsili üç ayda ikmal etmesi . Zekâsı ve hâfızasının harikalığı .
• İlmî Şahsiyeti: “Bediüzzaman” lâkabını alması . Fünun-u cedideyi (fen bilimlerini) de tahsil etmesi .
• Van ve İstanbul: Van’da “Medresetüz-Zehra” kurma teşebbüsü . İngiliz müstemleke nazırının Kur’an hakkındaki sözlerine karşı “Kur’ânın sönmez ve söndürülmez mânevî bir güneş hükmünde olduğunu, ben dünyaya isbat edeceğim ve göstereceğim!” diye ahdetmesi. İstanbul’da kapısına astığı “BURADA HER MÜŞKÜL HALLEDİLİR; HER SUALE CEVAP VERİLİR, FAKAT SUAL SORULMAZ” levhası.
• Siyasî Hayatı: Hürriyetin ilanı üzerine “Hürriyete Hitab” nutku , İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti , 31 Mart Hâdisesi ve Divan-ı Harb-i Örfî’deki müdafaası (“İki Mekteb-i Musibet Şehadetnamesi”) .
• Hizmetleri: Şam’da Câmi-ül-Emevî’de irad ettiği “Hutbe-i Şâmiye” (İslâm âleminin altı hastalığını ve altı çaresini beyan eder) . Birinci Harb-i Umumî’de “Gönüllü Alay Kumandanı” olarak iştiraki , harpte “İşârâtül-İ’caz” tefsirini telifi , Rusya esareti . İstanbul’da “Darülhikmetil-İslâmiye” azalığı ve İngiliz işgaline karşı “Hutuvât-ı Sitte” eseri .
• Ankara Devri: Ankara’ya davet edilmesi , mebuslara namaza dair beyannamesi ve M. Kemal Paşa ile münakaşası (“Namaz kılmayan haindir”) . Teklif edilen mebusluk, Diyanet azalığı ve Vaiz-i Umumîlik gibi vazifeleri kabul etmeyerek Van’a inzivaya çekilmesi .

İkinci Kısım: Barla Hayatı
Bu bölüm, Bediüzzaman’ın “İkinci Safha”sının başlangıcıdır.
• Van’daki inzivasından alınarak 1925-1926’da Burdur’a, ardından Isparta’nın Barla nahiyesine nefyedilmesi .
• Bu devrin, “Risale-i Nurun Zuhuru ve İntişarıdır” olduğu belirtilir.
• Risale-i Nur’un “dehşetli bir dinsizlik devri” ve “eşedd-i zulüm ve istibdad-ı mutlak” altında, müellifin “yarım ümmî” olmasına rağmen Kâtipler vasıtasıyla, el yazısıyla telif ve neşir faaliyetleri anlatılır.
• Bu bölümde, o dönemde telif edilen risalelerden ve yazılan mektuplardan (Altıncı Mektub , Yirmi İkinci Lem’a vb.) iktibaslar yer alır.

Sonraki Kısımlar (Üçüncü’den Sekizinci’ye)
Kitap, kronolojik olarak Bediüzzaman’ın hayatının sonraki safhalarını ve hizmetlerini takip eder:
• Üçüncü Kısım (Eskişehir Hayatı): 1935’teki Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi ve hapishane hayatı. Müdafaatından parçalar ihtiva eder.
• Dördüncü Kısım (Kastamonu Hayatı): Eskişehir hapsinden sonra Kastamonu’ya nefyedilmesi , sekiz yıllık “göz hapsi” , “Âyet-ül Kübra” gibi mühim risalelerin telifi ve “Lâhika Mektubları” ile hizmetin idaresi anlatılır.
• Beşinci Kısım (Denizli Hayatı): 1943’te 126 talebesiyle Denizli Ağır Ceza Mahkemesine sevki , hapiste “Meyve Risalesi”ni telifi ve beraat etmesi .
• Altıncı Kısım (Emirdağ Hayatı): Denizli’den sonra 1944’te Emirdağ’a nefyedilmesi , orada tekrar zehirlenmesi , Risale-i Nur’un teksir makineleriyle ve üniversite gençliği arasında yayılması .
• Yedinci Kısım (Afyon Hayatı): 1947’de tekrar tevkif edilerek Afyon Ağır Ceza Mahkemesine sevki , hapiste “Elhüccetüz-Zehrâ”yı telifi ve mahkemede yaptığı müdafaalar .
• Sekizinci Kısım (Isparta Hayatı): 1950 sonrası dönemi, “Üçüncü Said” devri olarak belirtilir. Demokrat Parti iktidarı, Ezan-ı Muhammedî’nin serbestiyeti , Risale-i Nur’un matbaalarda (yeni harflerle) basılması ve 1952’deki “Gençlik Rehberi” mahkemesi gibi hadiseler anlatılır.

Son Bölümler
• Tahliller: Kitabın sonunda, Eşref Edib , Cevat Rifat Atilhan , Hasan Feyzi gibi müellifin muasırı olan şahsiyetlerin Bediüzzaman ve Risale-i Nur hakkındaki tahlil ve makalelerine yer verilir.
• Risale-i Nur ve Hariç Memleketler: Risale-i Nur’un Pakistan, Mısır (Cami-ül-Ezher), Hindistan gibi dış memleketlerde tanınması ve neşredilmesi anlatılır.

Hülâsa olarak bu eser, Bediüzzaman Said Nursi’nin şahsından ziyade, onun “Risale-i Nur” adını verdiği Kur’an tefsirinin telif, neşir ve muhafaza mücahedesinin tarihçesidir.

 

 

Loading

No ResponsesKasım 17th, 2025

ŞUALAR

image_pdfimage_print

ŞUALAR

Kitap, müellifi Bediüzzaman Said Nursî’nin farklı zamanlarda te’lif edilmiş “Şua” tabir edilen müstakil risalelerin bir araya gelmesinden teşekkül etmektedir. Her bir Şua, imanın muhtelif rükünlerini (esaslarını) ve Kur’an hakikatlerini hususi delillerle (hüccetlerle) tasvir ve isbat etmeye odaklanır.
Muhtevada yer alan başlıca bölümler ve kapsamları şöyledir:

İkinci Şua
(Sayfa 3-39)
Bu bölüm, “Eskişehir Hapishanesinin Son Meyvesi” olarak takdim edilmiştir. Temel konusu Tevhid (Allah’ın birliği) hakikatidir. Muhtevası üç ana “Makam” (mertebe) üzerine bina edilmiştir:
• Birinci Makam: Tevhidin “Üç Meyvesi”ni izah eder . Bu meyveler, Vahdet (birlik) nazarıyla bakıldığında Cemal-i İlahî ve Kemal-i Rabbanî’nin nasıl tezahür ettiğini , kainatın kemalâtının ancak Tevhid ile anlaşılabileceğini ve insanın mahlukatın en bedbahtı olmaktan ancak Tevhid sırrı ile kurtulup en mükemmel meyve olabileceğini tasvir eder.
• İkinci Makam: Tevhidin zaruretini (lüzumunu) gösteren “Üç Muktazi” (gerektirici sebep) üzerine odaklanır . Bunlar; kainattaki Hâkimiyet, Kibriya ve Kemal gibi sıfatların iştiraki (ortaklığı) kabul etmemesi , Vahdet’te (birlikte) icad etmenin Vücub (zorunluluk) derecesinde kolay olması ve şirkte (ortak koşmada) imkansızlık derecesinde zorluk bulunması ve her şeyin bir küçük nümune, bir fihriste olması hasebiyle birini yapanın ancak bütünü yapan olabilmesi hakikatleridir .
• Üçüncü Makam: Tevhidin “Üç Küllî Alâmeti”ni (işaretini) beyan eder . Bunlar; her şeydeki “Vahdet” (birlik) sikkesi , kainattaki kusursuz “İntizam, İnsicam ve Mizan” (düzen, uyum ve ölçü) ve her mahlukun yüzündeki hususi “Sikke-i Tevhid” (birlik mührü) ve “Hâtem-i Ehadiyet”tir (Allah’ın birliğinin damgası) .

Üçüncü Şua
(Sayfa 40-57)
Bu Şua, bir “Münacat” (Dua ve yakarış) şeklindedir. İmanın esaslarını (Esasat-ı İmaniye) kainatı tefekkür (düşünce) yoluyla isbat eder. Eser, bir seyyahın nazar ve bakışıyla:
• Semavatı (gökleri)
• Cevv-i Semayı (atmosferi; bulutlar, şimşekler, rüzgarlar ve yağmurlar ile)
• Arzı (yeryüzünü; hayvanat ve nebatatıyla)
• Bahirleri (denizleri ve nehirleri)
• Dağları (cibali)
• Ağaçları ve Nebatatı (bitkileri)
• Zîhayatları (canlıları; hayvan ve insanları)
• Enbiya, Evliya ve Asfiyayı (Peygamberleri, velileri ve alimleri)
birer birer tefekkür ederek her birinin Hâlık’ın Vücub-u Vücuduna (varlığının zorunluluğuna), Vahdetine (birliğine), Kudretine, Rahmetine, Hâkimiyetine, İlim ve Hikmetine nasıl şehadet ettiklerini izah ve tasvir eder.

Dördüncü Şua
(Sayfa 58-89)
Bu bölüm, “Ayet-i Hasbiye”nin (Hasbünallahu ve Ni’mel Vekil) mühim bir nüktesini ve tefsirini ihtiva eder. Müellifin kendi müşahedatı üzerinden, insanın fıtratındaki (yapısındaki) “Aşk-ı Beka” (ebediyet arzusu) , “hadsiz acz” (acizlik) ve “nihayetsiz fakr” (muhtaçlık) gibi derin dertlerine karşı bu ayetin nasıl kâfi bir deva ve nokta-i istinad (dayanak noktası) olduğunu “Mertebe-i Nuriye-i Hasbiye” başlıkları altında izah eder.

Beşinci Şua
(Sayfa 576-594)
Not: Kitabın muhtevasında bu bölüm, diğer Şualardan sonra yer alsa da, silsile olarak Beşinci Şua’dır.
Bu risale, “Sedd-i Zülkarneyn” ve “Ye’cüc Me’cüc” gibi Âhirzaman hâdisatından (Eşrat-ı Kıyamet) bahseden yirmiüç meseleyi ve müteşabih (manası kapalı) hadîslerin tevillerini (yorumlarını) ihtiva eder. Mukaddimesinde, bu tür gaybî (bilinmeyen) haberlerin neden perdeli ve tevili icab ettiğini izah eder .

Altıncı Şua
(Sayfa 90-95)
Bu Şua, “Yalnız iki Nükte”den ibarettir ve Namazdaki “Teşehhüd” ile alâkalıdır.
• Birinci Nükte: Mi’rac gecesinde Cenab-ı Hak ile Resul-i Ekrem’in (A.S.M.) mukalemesi (konuşması) olan Teşehhüd kelimelerinin , her mü’minin namazında tekrar edilmesinin hikmetini ve bu kelimelerin (Tahiyyat, Mübarekat, Salavat, Tayyibat) nasıl umum mahlukatın ibadetlerini temsil ettiğini izah eder.
• İkinci Nükte: Namazdaki Salavatta (Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed…) neden Hazret-i İbrahim (A.S.) ile bir mukayese yapıldığını ve Makam-ı Mahmud için yapılan duanın sırlarını beyan eder.

Yedinci Şua
(Sayfa 96-177)
Bu, “Âyet-ül Kübra” namı verilen, kitabın en hacimli ve en ehemmiyetli bölümlerinden biridir. Bir “Mukaddime” ve “İki Makam”dan teşekkül eder. Kâinattan Hâlık’ını (Yaratıcısını) soran bir “Seyyah”ın müşahedatıdır. Bu seyyah, Allah’ın Vücub-u Vücudunu (varlığının zorunluluğunu) ve Vahdetini (birliğini) isbat etmek için sıra ile:
Semavattan , Cevv-i Semadan , Arzdan (Yeryüzü) , Bahirlerden (Denizler) ve nehirlerden , Dağlardan ve sahralardan , Eşcar ve Nebatattan (Ağaçlar ve bitkiler) , Hayvanat ve Tuyurdan (Hayvanlar ve kuşlar) , Enbiyadan (Peygamberler) , Asfiya ve Sıddıkînden (Alimler ve sadıklar) , Evliyadan (Veliler) , Melaikeden , Akıl ve Kalblerden , Vahiy ve İlhamdan , Resul-i Ekrem Muhammed (A.S.M.)’dan ve Kur’an-ı Hakîm’den deliller (hüccetler) ve şehadetler alır. Eser, baştan sona Tevhid ve İmanın isbatına odaklanmış bir tefekkür ve hüccetler mecmuasıdır.

Dokuzuncu Şua
(Sayfa 178-189)
Onuncu Söz’e (Haşir Risalesi) mühim bir “Zeyl” (ek) mahiyetindedir . “Mukaddime” kısmı, Haşir Akidesinin (Ahirete imanın) insanın şahsî ve içtimaî (sosyal) hayatı için ne derece lüzumlu ve zarurî olduğunu dört küllî delil ile izah eder. Bu deliller, ahiret inancının Çocuklar , İhtiyarlar , Gençler ve Aile Hayatı için nasıl elzem bir teselli ve nizam (düzen) kaynağı olduğunu gösterir. İkinci Nokta ise, imanın diğer beş rüknünün (esasının) da (Allah’a, Peygamberlere, Kitaplara, Meleklere ve Kadere iman) delilleriyle Haşri nasıl kat’î olarak isbat ettiğini beyan eder .

Onbirinci Şua
(Sayfa 190-275)
“Meyve Risalesi” namını taşır ve Denizli Hapsi’nde te’lif edilmiştir . Bir “müdafaaname” olarak da takdim edilen bu bölüm, “Onbir Mes’ele”den müteşekkildir. Bu meseleler:
• Birinci Mes’ele: Namazın ehemmiyeti ve hapis müddetini nasıl ibadete çevireceği .
• İkinci Mes’ele: Ölümün hakikati ve İman-ı Haşrî ile ölümün “i’dam-ı ebedî”den “terhis tezkeresi”ne dönüşmesi .
• Üçüncü Mes’ele: Gençlik ve sefahetin (eğlencenin) elli sene sonraki (kabirdeki) elîm vaziyetlerini tefekkür etme .
• Dördüncü Mes’ele: Cihan harbi gibi dünyevî hâdiselerle lüzumsuz meşguliyet yerine, insanın asıl davası olan “İmanını kurtarma” davasına odaklanmanın lüzumu .
• Beşinci Mes’ele: Gençlik nimetinin İffet ve İstikamet dairesinde sarf edilmesi gerektiği .
• Altıncı Mes’ele: Okunan fenlerin (tıp, makine, iaşe, askerî, elektrik vb.) lisanıyla Hâlık’ı (Yaratıcıyı) nasıl tanıttığı.
• Yedinci Mes’ele: Ahiretin (Haşrin) Allah’ın İsimleri (Rahman, Hakîm, Âdil, Hafîz vb.) ile nasıl kat’î olarak isbat edildiği.
• Sekizinci Mes’ele: Ahirete imanın hem dünya hem ahiret saadetine medar olan faideleri (çocuklar, ihtiyarlar, gençler, hastalar, mahpuslar ve aile hayatı üzerindeki tesirleri) .
• Dokuzuncu Mes’ele: İmanın altı rüknünün (esasının) birbirinden ayrılmaz bir küll olduğu .
• Onuncu Mes’ele: (Emirdağı Çiçeği) Kur’an’daki tekrarların hikmetlerine dair ehemmiyetli bir izah .
• Onbirinci Mes’ele: İmanın rükünlerinin, hususan Meleklere ve Kadere imanın cüz’î ve hususî meyveleri (faydaları).

Onikinci Şua
(Sayfa 276-290)
Bu bölüm, “Denizli Mahkemesi Müdafaatından” parçalar ihtiva eder. Risale-i Nur’un siyasetle alâkası olmadığını, amacının İmana hizmet olduğunu, cemiyetçilik isnadının asılsız olduğunu beyan eden müdafaalardır .

Onüçüncü Şua
(Sayfa 291-344)
Bu bölüm, Müellifin (Üstadın) Talebelerine hapishaneden gönderdiği “Nurlu Mektublar”dan teşekkül eder. Bu mektublar, musibet zamanında sabır, şükür, teselli, uhuvvet (kardeşlik) ve tesanüd (dayanışma) üzerine mühim dersleri ihtiva eder. Hapishaneyi “Medrese-i Yusufiye” (Hz. Yusuf’un medresesi) olarak vasıflandırır .

Ondördüncü Şua
(Sayfa 345-575)
Bu, kitabın en hacimli bölümlerinden biridir ve “Afyon Mahkemesi Müdafaası”nı ve o mahkemeye sunulan müdafaatları, itiraznameleri ve lâhikaları (ekleri) ihtiva eder. Üstadın “Dokuz Esas” üzerinden yaptığı müdafaayı, Denizli ve Eskişehir mahkemelerindeki beraat kararlarına rağmen tekrar aynı suçlamalarla (cemiyetçilik, siyaset, rejim aleyhtarlığı, Beşinci Şua’daki tefsirler) muahaze edilmesinin kanunsuzluğunu beyan eder. Ayrıca Hüsrev , Tahirî , Zübeyr , Mustafa Sungur gibi talebelerinin müdafaalarını da ihtiva eder.

Onbeşinci Şua
(Sayfa 595-681)
“Elhüccetüzzehra” (Parlak Delil) namını taşır . İki “Makam”dan ibarettir:
• Birinci Makam: “Yirminci Mektub’un Hülâsat-ül Hülâsası” olarak, Tevhid kelimesi olan “Lâ ilâhe illallah…” cümlesinin on bir kelimesinin (Vahdehu, Lâ şerike lehu, Lehül mülk, Lehül hamd, Yuhyî, Yümît, Hayyun Lâ yemût, Biyedihil hayr, Alâ külli şey’in Kadîr, Ve ileyhil masîr) her birinin İmanın rükünlerine (esaslarına) dair nasıl kuvvetli birer hüccet (delil) olduğunu izah eder .
• İkinci Makam: Fatiha Suresi’nin ve Namazdaki Teşehhüd’ün (Et-Tahiyyatü…) kelimelerinin İmanın esaslarına, bilhassa Risalet-i Muhammediye’ye (A.S.M.) dair hüccetlerini izah eder. Ayrıca, Sure-i Nur’daki Âyet-i Nur (Nur Ayeti) ile Âyet-i Zulümat (Karanlıklar Ayeti) arasında bir muvazene (karşılaştırma) yapar .

Hülasa olarak, “Şualar” kitabı, Risale-i Nur Külliyatı’nın en mühim ve merkezi eserlerinden olup, ağırlıklı olarak Tevhid (Allah’ın birliği) ve Haşir (Ahiret ve yeniden dirilme) başta olmak üzere İmanın rükünlerini (esaslarını) aklî ve tefekkürî delillerle (hüccetlerle) isbat eden risaleleri; bu risaleler sebebiyle açılan mahkemelerdeki müdafaaları ve müellifin talebelerine gönderdiği mektubları ihtiva eden bir mecmuadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
16/11/2025

Loading

No ResponsesKasım 17th, 2025

RİSALE-İ NUR KÜLLİYATI VE TAHLİLİ

image_pdfimage_print

ESERLER:

1-MEKTUBAT

2-ŞUALAR

3-TARİHÇE-İ HAYAT

4-MUHAKEMAT

5-MESNEVİ-İ NURİYE

6-ASAR-I BEDİİYYE

7-SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBİ

8-NUR ALEMİNİN BİR ANAHTARI

9-MÜNAZARAT

 

Loading

No ResponsesKasım 17th, 2025

MEKTUBAT

image_pdfimage_print

MEKTUBAT

Bu eser, müellifin muhtelif zamanlarda talebelerine ve dostlarına yazdığı veya suallerine cevap olarak kaleme aldığı mektupların toplanmasından meydana gelmiştir.
Kitabın genel muhtevası, her bir mektubun müstakil bir risale gibi belirli konuları izah etmesi üzerine kuruludur. Eserin sonunda yer alan fihristeye istinaden, kitabın bölümlerini teşkil eden mektupların başlıca muhtevaları şu şekildedir:
Temel İmanî Suallere Cevaplar
Kitabın ilk mektupları, temel itikadî suallere cevaplar ihtiva eder.
• Birinci Mektub: Dört mühim suale cevap verir:
• Hazret-i Hızır Aleyhisselâm’ın hayatta olup olmadığı ve “Meratib-i Hayat”ın (hayat mertebelerinin) beş derece olduğu.
• $خَلَقَ الْمَوْتَ وَ الْحَيُوةَ$ (O, ölümü ve hayatı yarattı) âyetine istinaden, mevtin (ölümün) de hayat gibi mahluk ve bir nimet olmasının sırrı
• Cehennem’in nerede olduğuna dair, Cehennem-i Suğrâ ve Cehennem-i Kübrâ izahları.
• Dünyaya karşı olan aşk-ı mecâzînin (mecazî aşkın), Aşk-ı Hakikîye (hakikî aşka) nasıl inkılab edebileceği.
• Onikinci Mektub: Üç mühim suale cevap verir:
• Hazret-i Âdem’in Cennet’ten ihracı (çıkarılması) ve kâfirlerin Cehennem’e idhalinin (sokulmasının) hikmeti (Tavzîftir – vazifelendirmedir).
• Şeytanların ve şerlerin (kötülüklerin) yaratılmasının hikmeti (“Halk-ı şer, şer değil, belki kesb-i şer şerdir” kaidesi).
• Masumlara ve hayvanlara gelen musibetlerin (belâların) ve belâların hikmeti (“Mülk Onundur. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder.”).
• Onbeşinci Mektub: Altı mühim suale cevap verir. Bunlar arasında Sahabeler devrindeki fitnelerin hikmeti, Cemel ve Sıffin vak’alarının mahiyeti, Hazret-i İsa’nın (A.S.) nüzulü, Deccal meselesi ve “Her şey helâk olacaktır” âyetinin Cennet ve Cehennem’e şümulü olup olmadığı gibi derin mevzular bulunur.
Şeâir-i İslâmiye ve İbadetlere Dair Hikmetler
Eser, İslâm şeâirinin (sembollerinin) ve ibadetlerin hikmetlerine dair derin izahlar ihtiva eder.
• Yirmidokuzuncu Mektub (İkinci Kısım – Ramazan Risalesi): Ramazan orucunun, Cenab-ı Hakk’ın rububiyetine, insanın hayat-ı içtimaiyesine, nefsin terbiyesine ve nimetlerin şükrüne bakan “Dokuz Nükte” (hikmet) ile izah edildiği bir risaledir .
• Yirmidokuzuncu Mektub (Yedinci Kısım – İşarat-ı Seb’a): Şeâir-i İslâmiyeyi (Ezan ve Kamet gibi) tağyire (değiştirmeye) teşebbüs eden ehl-i bid’anın delillerini “Yedi İşaret” ile çürütür.
Nübüvvet ve Velâyet Mevzuları
Kitabın en hacimli ve mühim bölümlerinden biri, Risalet-i Ahmediye’nin (A.S.M.) isbatına ve velâyet yolunun (Tarîkat) mahiyetine dairdir.
• Ondokuzuncu Mektub (Mu’cizat-ı Ahmediyye): Eserin en mufassal bölümlerinden biridir. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın üç yüzden fazla mu’cizesini beyan eder. Bu bölümde İrhasat (peygamberlik öncesi harikalar) , İhbarat-ı Gaybiye (gelecekten haber vermesi) , parmaklarından su akması , az yemekle çok orduların doyması , ağaçların ve hayvanların Ona itaat etmesi, Şakk-ı Kamer (Ay’ın yarılması) ve Mi’rac gibi yüzlerce delil tasnif edilmiştir.
• Beşinci Mektub: İmam-ı Rabbânî’den iktibaslarla Hakaik-i Îmaniye (iman hakikatleri) ile Tasavvuf yolunu mukayese eder; imanı gıdaya, tasavvufu meyveye benzetir.
• Onsekizinci Mektub: Ehl-i keşfin müşahedelerinin (Muhyiddin-i Arabî gibi) Âlem-i Misal ile alâkasını ve Vahdet-ül Vücud meşrebinin Sahabe mesleği olan Cadde-i Kübra yanında nâkıs (noksan) bir mertebe olduğunu izah eder.
• Yirmidokuzuncu Mektub (Dokuzuncu Kısım – Telvihat-ı Tis’a): Velâyet ve Tarîkatın mahiyetini, Sünnet-i Seniyeye ittiba’nın ehemmiyetini , Vahdet-ül Vücud gibi meşreblerin vartalarını (tehlikelerini) ve Tarîkatın dokuz mühim semeresini (meyvesini) “Dokuz Telvih” (Dokuz İşaret) ile beyan eder. Bu kısmın zeylinde “Acz, fakr, şefkat, tefekkür” yolu en kısa ve selâmetli yol olarak tarif edilir.
Şahsî ve İçtimaî Hayata Dair Mektuplar
• İkinci Mektub: İlim ve din hizmetinde bulunanların hediyeleri kabul etmemesi, istiğna (minnet almama) prensibini açıkla.
• Onaltıncı Mektub: Müellifin siyasetten neden içtinab ettiğini (kaçındığını) , istiğna ve bereket ile nasıl yaşadığını izah eder.
• Yirmibirinci Mektub: Hanede bulunan ihtiyar valideyn ve akrabaların bereket direği, rahmet vesilesi ve musibet def edicisi olduğunu beyan eder.
• Yirmiikinci Mektub: Ehl-i iman arasındaki uhuvveti (kardeşliği) esas tutup, adavet (düşmanlık) ve hırsın zararlarını ve gıybetin çirkinliğini izah eder.
• Yirmialtıncı Mektub (Birinci Mebhas): Şeytanın desiselerini çürüten “Hüccet-ül Kur’an Aleşşeytan” bölümüdür. (Üçüncü Mebhas) Menfî milliyet (negatif milliyetçilik) fikrinin zararlarını ve müsbet milliyetin (pozitif milliyetçiliğin) İslâmiyet’e hâdim (hizmetkâr) olması gerektiğini beyan eder.
Kader, Haşir ve Tevhid’e Dair Derin Mevzular
• Yirminci Mektub: Sabah ve akşam namazlarından sonra okunan ve İsm-i A’zam mertebesini taşıyan Kelâm-ı Tevhidin (“La ilahe illallah vahdehu…”) on bir kelimesinin her birindeki müjdeyi (Birinci Makam) ve Tevhid bürhanını (İkinci Makam) izah eden en mühim Tevhid risalelerinden biridir.
• Yirmidördüncü Mektub: Kâinatın en mühim muammalarından olan mevt (ölüm), zeval (yok olma) ve firak (ayrılık) meselesinin; Rahîm, Hakîm ve Vedud isimleriyle nasıl telif edileceğini “Beş Remiz” ve “Beş İşaret” ile halleden bir risaledir.
• Hakikat Çekirdekleri: Eserin sonunda yer alan, müellifin 35 sene evvel yazdığı 111 adet hikmetli vecizesini ihtiva eden bir bölümdür .

Bu mektup, sabah ve akşam namazlarından sonra okunan ve İsm-i A’zam mertebesini taşıdığı rivayet edilen şu Kelâm-ı Tevhidin:
$لَا إِلٰهَ إِلَّا اللهُ وَحْدَهُ لَا شَرِيكَ لَهُ، لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ، يُحْيِى وَيُمِيتُ، وَهُوَ حَىٌّ لَا يَمُوتُ، بِيَدِهِ الْخَيْرُ، وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ، وَإِلَيْهِ الْمَصِيرُ$
on bir kelimesinin tefsiridir. Bu tefsir “İki Makam” olarak sunulmuştur:
• Birinci Makam (On Bir Müjde):
Bu bölümde, Kelime-i Tevhid’in on bir cümlesinin her birinde, insanın ruhu için ne kadar büyük bir müjde, teselli ve şifa olduğu izah edilir.
• $لَا إِلٰهَ إِلَّا اللهُ$ (Allah’tan başka ilah yoktur) cümlesi; hadsiz ihtiyaçlara müptela ve nihayetsiz düşmanların hücumuna hedef olan insan ruhuna, bütün ihtiyaçlarını temin edecek bir hazine-i rahmet kapısını açar ve bütün düşmanlarından emin kılacak bir Kudret-i Mutlaka sahibini tanıttırır4.
• $وَحْدَهُ$ (O birdir) cümlesi; kâinatla alâkadar olan insan ruhunu, perişaniyetten ve keşmekeşten kurtarır. Mâlik’in bir olduğunu bilmekle, başka şeylere müracaat edip minnet çekmekten kurtarır
• $لَهُ الْمُلْكُ$ (Mülk umumen Onundur) cümlesi; insanın kendini ve sevdiği kâinatı başıboş ve sahipsiz telakki etmesinden doğan dehşetli ızdırabı izale eder. Mülkü sahibine teslim ederek, cefasını değil, safâsını çekmeyi temin eder
• Diğer kelimeler de (O’na hamd etmek, hayatı O’nun vermesi , ölümü O’nun vermesi , O’nun Hayy-ı Lâyemut olması , bütün hayrın O’nun elinde olması vb.) bu minvalde ruha müjdeler veren birer pencere olarak izah edilir.
• İkinci Makam (On Bir Bürhan):
Bu makam, İsm-i A’zam noktasında Tevhid’in isbatına dairdir. Kâinatta görünen her bir fiilin, ismin ve eserin, doğrudan doğruya Vâhid-i Ehad olan Allah’ı nasıl gösterdiğini delillerle ortaya koyar.
• Kâinattaki umumî nizam ve mizan (ölçü), O’nun Vâhid (Bir) olduğunu gösterir.
• En küçük bir eserin (mesela bir sineğin) yaratılması, bütün kâinatın yaratılması kadar O’nun kudretine kolaydır. Bu ise O’nun Vahdetine (birliğine) ve Ehadiyetine (her şeyde bizzat O’nun tecelli ettiğine) delildir.
• Her şeyin hayatını veren O olduğu gibi (Muhyî), ölümünü veren de O’dur (Mümît). Bu fiillerin O’ndan başkasına havalesi imkânsızdır.
• Bütün kâinatın bir Sâni’-i Vâhid’e verilmesi, vücub (zorunluluk) derecesinde kolay iken; müteaddid sebeplere veya tabiata havale edilmesi, imtina’ (imkânsızlık) derecesinde müşkilâtlıdır.
Mektubat’ın diğer yerlerinde de (mesela Onsekizinci Mektub’da ve Yirmidokuzuncu Mektub’da ) Tevhid hakikati, Vahdet-ül Vücud meşrebi ve Şeâir-i İslâmiye bağlamında izah edilir.
Haşir (Yeniden Diriliş) Hakkındaki İzahlar
Haşir mevzuu da Mektubat’ta müteaddid yerlerde, Tevhid ile bağlantılı olarak ve kat’î delillerle izah edilir.
• Onuncu Mektub (İkinci Sual):
“Meydan-ı Haşir nerededir?” sualine cevap verilir. Bu izaha göre, Küre-i Arz’ın senelik hareketiyle (yörüngesiyle), ileride Meydan-ı Haşr-i Ekber olacak (en büyük toplanma meydanı olacak) bir dairenin hududu çizilmektedir. Dünya bir çekirdek gibidir; Haşir ise o çekirdeğin, içindekilerle beraber bir ağaç veya sünbül (başak) suretinde açılmasıdır. Dünya tarlası, o büyük Haşir meydanını dolduracak manevî mahsulatı yetiştirmekte ve o meydana göndermektedir.
• Yirminci Mektub (Onuncu Kelime):
Haşir hakikati, $وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ$ (O, her şeye kadirdir) cümlesinin bir tefsiri olarak ele alınır.
• En mühim delil, Haşr-i Baharîdir. Her bahar mevsiminde, yeryüzünde hayvanat ve nebatatın üç yüz binden fazla nev’ini (türünü) kemal-i intizam ile haşredip neşreden (diriltip yayan) bir Kudret-i Mutlaka için , insanın haşri de o bahar kadar kolaydır.
• $مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ إِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ$ (Sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz de, ancak tek bir nefsin yaratılması [ve diriltilmesi] gibidir) âyetinin sırrıyla, bütün insanların haşri, tek bir nefsin ihyası (diriltilmesi) kadar O Kudrete kolay gelir.
• Yirmidördüncü Mektub (İkinci Makam):
Kâinattaki zeval (yok oluş) ve firak (ayrılık), ilk bakışta Rahmet ve Hikmet’e zıt görünse de, hakikatte durumun böyle olmadığı izah edilir.
• Eşya ademe (hiçliğe) gitmiyor, belki Daire-i Kudretten Daire-i İlme geçiyor.
• Bu dünya, Âlem-i Beka’ya (ebediyet âlemine) ve Âhiret pazarına münasip mahsulatı yetiştiren bir mezraa (tarla) hükmündedir.
• Bu dünyada yaşananlar, Cennet’te ebedî manzaralar şeklinde müşahede edilecektir. Dolayısıyla fâni mevcudatın bir an görünüp gitmesi, o ebedî manzaraları teşkil etmek ve kaydetmek içindir.

Mektubat’taki izahlara göre Şeâir-i İslâmiye’nin mahiyeti ve ehemmiyeti:

Şeâir-i İslâmiye Nedir ve Ehemmiyeti Nereden Gelir?
Şeâir-i İslâmiye, şahsî bir mesele değil, “Hukuk-u Umumiye” (kamu hukuku) nev’inden sayılır. Yani o, bir şahsın değil, bütün Müslümanların ortak malı ve hakkıdır. Eser, bu hakikati şöyle vurgular:
• Hukuk-u Umumîdir: Şeâire ilişmek, umumun hukukuna tecavüzdür. Onların en cüz’îsi dahi (sünnet kabilinden bir mesele bile olsa) en büyük bir mesele hükmünde ehemmiyetlidir.
• Tarihî Bir Zincirdir: Bu şeâirler, Asr-ı Saadet’ten (Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm’ın devrinden) şimdiye kadar bütün Eâzım-ı İslâm’ın (İslâm büyüklerinin) bağlandığı “Nuranî Zincirleri” teşkil eder. Onları tahrib ve tahrif etmeye (bozmaya) çalışanların “dehşetli bir hataya” düştükleri belirtilir.
Mektubat’ta Zikredilen Başlıca Şeâir Örnekleri
Eserde, ehemmiyeti vurgulanan başlıca şeâirler şunlardır:
• Ramazan Orucu (Savm): Yirmidokuzuncu Mektub’un İkinci Kısmı (Ramazan Risalesi), Ramazan orucunun İslâmiyet’in beş şartından biri olmasının yanı sıra, “Şeair-i İslâmiyenin A’zamlarındandır” (İslâm şeâirlerinin en büyüklerindendir) diye tarif edilir.
• Ezan ve Kamet: Yirmidokuzuncu Mektub’un Yedinci Kısmı’nda, Ezan ve Kamet gibi şeâirlerin başka dillere tercüme edilerek değiştirilmesine teşebbüs eden ehl-i bid’at şiddetle tenkit edilir.
• Hatt-ı Kur’anî (Kur’an Yazısı): Yirmidokuzuncu Mektub’un Üçüncü Kısmı, Kur’an yazısının (Arapça harflerin) muhafazasının ehemmiyetine işaret eder.
Şeâir Neden Değiştirilemez? (Taabbüdîlik Sırrı)
Mektubat’ta şeâirlerin neden değiştirilemeyeceği, bilhassa Yirmidokuzuncu Mektub’un Birinci Kısmı’ndaki Dokuzuncu Nükte’de izah edilir. Bu izaha göre Şeriat meseleleri iki kısımdır:
• Ma’kul-ül Mana (Manası Akılla Anlaşılan): Bir hikmeti ve maslahatı (faydası) olan hükümlerdir.
• Taabbüdî (İbadet Yönü Ağırlıklı): Aklın muhakemesine bağlı olmayan, illeti (hakikî sebebi) sadece “Emir” olan hükümlerdir.
Şeâir-i İslâmiye, bu ikinci kısım olan Taabbüdî ciheti ağır basan hükümlerdendir.
• Onların hikmeti ve maslahatı (faydası), onların hakikî illeti (varlık sebebi) değildir. Bu sebeple, yüz bin maslahat gelse dahi, o taabbüdî olan şeâiri değiştiremez.
• Eserde buna misal olarak Ezan verilir: “Ezanın hikmeti, Müslümanları namaza çağırmaktır; şu hâlde bir tüfek atmak kâfidir” denilemez. Çünkü bu fayda, Ezan’ın binler hikmetinden sadece biridir.
• Ezan’ın asıl hikmeti; “nev’-i beşer namına… Hilkat-i Kâinatın Netice-i Uzması… olan İlân-ı Tevhid ve Rububiyet-i İlahiyeye karşı İzhar-ı Ubudiyete vasıta” olmasıdır. Bir tüfek sesi asla bunun yerini tutamaz.
Şeâirlerin Başka Lisana Tercümesi Meselesi
Yirmidokuzuncu Mektub’un Yedinci Kısmı, şeâirleri başka lisana tercüme etme fikrini şiddetle reddeder:
• Lafızlar Sadece Kılıf Değil, Canlı Cilttir: Bu mübarek lafızlar (Ezan, Kamet, Namaz tesbihatı vb.), manalarına “camid libas değil; cesedin hayatdar cildi gibidir.” Cilt değişirse vücut zarar görür.
• Alemdirler (İsimdirler), Tercüme Edilemezler: Bu lafızlar, zamanla örfî-şer’î manalarına alem (özel isim) hükmüne geçmiştir. Alem ve isim ise değiştirilemez. Mesela $سُبْحَانَ الله$ diyen hangi milletten olursa olsun, Cenab-ı Hakk’ı takdis ettiğini anlar15.
• İhtiyaç Yoktur: Dünyevî bir menfaat için bir günde elli kelime yabancı lisan öğrenen bir Müslüman’ın, elli senedir her gün elli defa tekrar ettiği bu mübarek kelimelerin muhtasar bir mealini bir-iki haftada öğrenmemesi “hayvandan daha aşağı” bir durum olarak tarif edilir ve böylelerinin tembelliği hatırına şeâirlerin bozulması “kâr-ı akıl değildir” denir.
• İmam-ı A’zam’ın Fetvası Hususîdir: İmam-ı A’zam’ın, “ihtiyaç halinde Fatiha yerine Farisî tercümesi caizdir” fetvasının umumi olmadığı; merkez-i İslâm’dan uzak diyar-ı baîdede (uzak ülkelerde) olanlara, hakikî ihtiyaca binaen, Fatiha’ya mahsus ve kuvvet-i imandan gelen bir hamiyetle verilmiş hususî bir ruhsat olduğu, fakat bunu za’f-ı imandan ve Arapça’ya nefretten ileri gelen bir tahrif arzusuna alet etmenin “dini terk ettirmek” olduğu ifade edilir.

 

 

Loading

No ResponsesKasım 17th, 2025

Zerre

image_pdfimage_print

Zerre

Nasıl ki “Ene”, insanın manevi mahiyetinin anahtarıdır; “Zerre” de kâinatın maddi yapısının ve yaratılışındaki faaliyetin en mühim anahtarıdır. Bediüzzaman Hazretleri, Otuzuncu Söz’ün “İkinci Maksat”ında bu konuyu; maddeci felsefenin “tesadüf” zannettiği hareketliliğin, aslında ilahi bir kalem ve bir dokuma olduğunu isbat eder.

1. Kur’an-ı Kerim’de “Zerre” Hakikati
Cenab-ı Hak, ilminin ve kudretinin her yere nüfuz ettiğini, en küçük yapı taşı olan zerreye dahi hakim olduğunu Kur’an’da şöyle beyan eder.
Sebe Suresi 3. Ayet şöyledir:
> “…Rabbimden göklerde ve yerde zerre ağırlığınca bir şey bile gizli kalmaz. Bundan daha küçüğü ve daha büyüğü yoktur ki, hepsi apaçık bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) bulunmasın.” (Sebe, 34/3)
>
Bu ayet, maddenin en küçük parçasının dahi başıboş olmadığını, “Levh-i Mahfuz” denilen ilahi kader defterinde kayıtlı bir memur olduğunu gösterir.

2. Zerre’nin Hareketi: Tesadüf mü, Tahavvülât mı?

Maddeci düşünce (Hikmet-i Tabiiye), atomların hareketini anlamsız bir kaos veya kör bir tesadüf olarak görür. Risale-i Nur ise bu hareketi “Tahavvülât-ı Zerrat” (Zerrelerin Dönüşümü/Hareketi) olarak tanımlar ve hikmetini şöyle açıklar:
* İlahi Kalem Uçları: Zerreler, Kudret kaleminin uçlarıdır. Kâinat kitabını yazmak için sürekli hareket halindedirler.
* Dokuma Mekikleri: Her bir zerre, sanatlı bir kumaşın dokunmasında işleyen bir mekik gibidir.
* Talim ve Terbiye: Cansız (camid) zerreler, hayat mertebesine çıkmak, nurlanmak ve şereflenmek için bir seyahattedirler. Topraktan bitkiye, bitkiden hayvana, oradan insana geçen bir zerre, adeta rütbe alır.

3. Risale-i Nur’dan İktibas: Zerrelerin Vazifesi

Bediüzzaman Hazretleri, zerrelerin bu baş döndürücü hareketinin hikmetini muazzam bir tasvir ile şöyle anlatır:
> “her bir zerre, eğer memur-u İlahî olmazsa ve onun izni ve tasarrufu ile hareket etmezse ve ilim ve kudretiyle tahavvül etmezse o vakit her bir zerrenin nihayetsiz bir ilmi, hadsiz bir kudreti, her şeyi görür bir gözü, her şeye bakar bir yüzü, her şeye geçer bir sözü bulunmak lâzım gelir. Çünkü anâsırın her bir zerresi, her bir cism-i zîhayatta muntazaman işler veya işleyebilir. Eşyanın intizamatı ve kavanin-i teşekkülatı birbirine muhaliftir. Onların nizamatı bilinmezse işlenilmez, işlenilse de yanlışsız yapılmaz. Halbuki yanlışsız yapılıyor. Öyle ise o hizmet eden zerreler, ya bir ilm-i muhit sahibinin izin ve emriyle ve ilim ve iradesiyle işliyorlar veyahut kendilerinde öyle bir muhit ilim ve kudret bulunmak lâzım geliyor.
…….Nihayetsiz tecelliyat-ı esma-i İlahiyenin nakışlarını göstermekle, o esmanın cilvelerini ifade için mahdud bir zeminde hadsiz nukuş göstermek, küçük bir sahifede nihayetsiz maânîleri ifade edecek olan hadsiz âyâtları yazmak için Nakkaş-ı Ezelî zerratı, kemal-i hikmetle tahrik edip kemal-i intizamla tavzif etmiştir.
……..
Sâni’-i Hakîm, anâsırı tahrik edip tavzif ederek (onlara bir ücret-i kemal hükmünde) madeniyat derecesine çıkarmasıyla ve madeniyata mahsus tesbihatları onlara bildirmesiyle ve madeniyatı tahrik ve tavzif edip nebatat mertebe-i hayatiyesinin makamını vermesiyle ve nebatatı rızık ederek tahrik ve tavzif ile hayvanat mertebe-i letafetini onlara ihsan etmesiyle ve hayvanattaki zerratı tavzif edip rızık yoluyla hayat-ı insaniye derecesine çıkarmasıyla ve insanın vücudundaki zerratı süze süze tasfiye ve taltif ederek tâ dimağın ve kalbin en nazik ve latîf yerinde makam vermesiyle bilinir ki harekât-ı zerrat hikmetsiz değil belki kendine lâyık bir nevi kemalâta koşturuluyor.
……Madem Sâni’-i Hakîm, her şey için o şeye münasip bir nokta-i kemal ve ona lâyık bir mertebe-i feyz-i vücud tayin edip ve o şeye, o nokta-i kemale sa’y edip gitmek için bir istidat vererek ona sevk ediyor. Ve bütün nebatat ve hayvanatta şu kanun-u rububiyet cari olmakla beraber, cemadatta dahi caridir ki âdi toprağa, elmas derecesine ve cevahir-i âliye mertebesine bir terakkiyat veriyor ve şu hakikatte muazzam bir kanun-u rububiyetin ucu görünüyor. “> (Sözler, Otuzuncu Söz, İkinci Maksat.)
>
4. Tefekkürün Özü: İki Anahtarın Birleşimi
Önceki adımda incelediğimiz “Ene” ile şimdi incelediğimiz “Zerre” şöyle birleşir:
* Ene (Benlik): İnsana, “Ben kimim? Sahibim kim?” sorusunu sordurur ve Rabbini tanıtır.
* Zerre (Atom): “Ben başıboş değilim, bir Kadîr-i Mutlak’ın emriyle hareket eden bir memurum” diyerek kâinatın sahibini gösterir.
Ene, ilahi sıfatların anlaşılması için bir mikyas (ölçü), Zerre ise ilahi kudretin faaliyetini gösteren bir aynadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
16/11/2025

 

 

Loading

No ResponsesKasım 16th, 2025

Tefekkür yolculuğu – Kâinatı ve İnsanı anlama.

image_pdfimage_print

Tefekkür yolculuğu – Kâinatı ve İnsanı anlama.

Bu yeni ufukta, Âfâk (dış âlem) ve Enfüs (iç âlem) dengesi üzerine bina edilen tefekkür ile ilgili Âyet-i Kerime, Kur’an-ı Kerim’in muhtevasındaki hakikatin, hem dış dünyada (kâinat) hem de insanın derûnî dünyasında (vicdan/ene) tasdik edildiğini beyan eder.

1. Âyet-i Kerime’nin Meali
Fussilet Suresi 53. Ayet şöyledir:
> “Varlığımızın delillerini, (kâinattaki) uçsuz bucaksız ufuklarda ve kendi nefislerinde onlara göstereceğiz ki, o Kur’an’ın gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. Rabbinin, her şeye şahit olması yetmez mi?” (Fussilet, 41/53)
>
2. Âfâkî Tefekkür: Kâinatın Şehadeti (Dış Dünya)

Âfâk; ufuklar, dış dünya ve bizden hariç olan kâinatın tamamıdır. Bu dairede tefekkür, cihan şümul bir nazarla, kâinat kitabını okumayı gerektirir.
* Külli Nazar: Âfâkî tefekkürde, Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellileri külli (bütüncül) olarak görünür. Bir çiçekte cemal isminin nakşını gören insan, bahar mevsimindeki bütün çiçeklerde o ismin ihtişamlı tecellisini müşahede eder.
* Tabiatın Dili: Tabiat dediğimiz bu muazzam sanat eseri, tesadüf ve karmaşadan uzak, tam bir nizam içindedir. Her bir mevcudat, Hâlık’ının varlığına ve birliğine bir isbat ve burhandır.
* Büyük İnsan (İnsan-ı Ekber): İslâm düşünce geleneğinde kâinat, “Büyük İnsan” olarak tavsif edilir. Zira kâinatta dağınık halde bulunan bütün hakikatler, insanda toplanmıştır.

3. Enfüsî Tefekkür: Nefsin Şehadeti (İç Âlem)

Enfüs; insanın nefsi, derûnî dünyası, mahiyeti ve manevi cephesidir. Bu dairedeki tefekkür, insanın kendi varlığı üzerinden Rabbini tanımasıdır.
* Ene ve Enaniyetin Sırrı: İnsandaki “Ene” (benlik), Cenab-ı Hakk’ın mutlak sıfatlarını anlamak için verilmiş bir vahid-i kıyasîdir (kıyas birimi). İnsan, kendi cüz’i ilmiyle Allah’ın külli ilmini, kendi cüz’i kudretiyle O’nun mutlak kudretini idrak eder.
* Küçük Âlem (Âlem-i Asgar): İnsan, kâinatın bir misal-i musağğarıdır (küçültülmüş örneği). Kâinatta ne varsa, numunesi insanda mevcuttur.
* Vicdanın Sesi: İnsanın derûnî yapısında, yalan söylemeyen bir vicdan vardır. Bu vicdan, daima bir Yaratıcı’ya olan ihtiyacı haykırır ve hakikati arar.

4. Risale-i Nur’dan İktibas: Hakikatin İki Yüzü

Bediüzzaman Hazretleri, bu iki tefekkür metodunun (Enfüs ve Âfâk) birbirini nasıl tamamlaması gerektiğini, insanın mahiyetindeki “Ene”nin (Benlik) anahtar rolü üzerinden şöyle tasvir eder:
> “İ’lem eyyühe’l-aziz! İnsanın bir ferdi, ihata-i fikriyesiyle, aklıyla, kalbinin vüs’atiyle bir nevi külliyet kesbeder. Ve keza insanın bir ferdi, hilafet hususunda âlemin eczasıyla şuurca alâkadar olduğundan nebatî olsun hayvanî olsun pek çok nevilerde tasarruf sahibi bulunduğundan nev’i gibidir. Ve bu itibarla insanın bir ferdi neviler sırasına geçer.”
“Binaenaleyh gerek hayvanatın, gerek semeratın nevilerinde vukua gelen mükerrer kıyametler, hevam ve haşeratta vücuda gelen senevî haşir ve neşirler, insanın da her bir ferdinde caridir.” Mesnevi-i Nuriye.
>
5. Netice ve Tefekkürün Meyvesi

Bu yolculukta “Enfüs” ve “Âfâk” birbirine zıt değil, bilakis birbirini tamamlayan iki tasvir alanıdır. Kur’an-ı Kerim, bu âyetiyle bizleri:
* Dış dünyadaki (Âfâk) ilahi sanatları ibretle temaşa etmeye,
* İç dünyamıza (Enfüs) dönüp, acizliğimizi ve Rabbimize olan ihtiyacımızı idrak etmeye,
* Neticede, her iki dairede de parlayan “Tevhid” nurunu görmeye davet eder.
Dışarıda (Zahirde) gördüğümüz nizam, içeride (Dahilde) hissettiğimiz manayla birleşince iman, “tahkiki” bir mertebeye ulaşır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
16/11/2025

Loading

No ResponsesKasım 16th, 2025

SON DERS VE VASİYET: VEDA DEĞİL, DEVAM EMRİ

image_pdfimage_print

SON DERS VE VASİYET: VEDA DEĞİL, DEVAM EMRİ

Bediüzzaman Hazretleri, 1960 yılının Mart ayında, ağır hastalığına rağmen yanındaki talebelerine “Beni Urfa’ya götürün” demiştir. Urfa’ya vardığında, vefatından birkaç gün önce, talebelerine son bir ders vermiş ve bu dersi kaleme aldırmıştır. Bu ders, Risale-i Nur hizmetinin kıyamete kadar sürecek olan “Hareket Metodu”nu belirler.

1. Son Dersin Özü: Müsbet Hareket ve Asayiş

Üstad’ın son nefesinde dahi üzerinde titrediği en büyük mesele **”Müsbet Hareket”**tir. O güne kadar kendisine yapılan onca zulme, işkenceye ve zehirlemeye rağmen; talebelerine intikamı, sokağa dökülmeyi veya devlete isyan etmeyi değil; sabrı, asayişi ve sadece iman hizmetini vasiyet etmiştir.
Son Ders’te geçen şu ifadeler, bu hareketin manifestosudur:
> “Bizim vazifemiz müsbet harekettir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlahîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlahiyeye karışmamaktır. Bizler asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde, her sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.” (Emirdağ Lahikası-II, RNK Neşriyat).
>
Bediüzzaman, “Dahilde (ülke içinde) kılıç çekilmez” düsturunu yerleştirerek, anarşiye ve teröre set çekmiştir. Cihadın; kılıçla değil, “Sözler”le, yani ilimle ve ikna ile yapılacağını (Manevi Cihad) göstermiştir.

2. Gizli Kabir Vasiyeti: Şahsı Değil, Kitabı Sevmek

Tarihte birçok büyük zatın kabri türbe haline getirilmiş, insanlar zamanla o zatın “fikrinden” ziyade “şahsına” bağlanmış, hatta bazen tevhid inancını zedeleyecek derecede kabirperestlik oluşmuştur.
Bediüzzaman Hazretleri, hayatı boyunca “teveccüh-ü nas”tan (insanların ilgisinden) kaçtığı gibi, vefatından sonra da şahsının putlaştırılmasını engellemek için kabrinin gizli kalmasını vasiyet etmiştir.
Vasiyetinde şöyle der:
> “Dostlar uzaktan ruhuma Fatiha okusunlar, manevi dua ve ziyaret etsinler. Kabrimin yanına gelmesinler. Fatiha uzaktan da olsa ruha gelir. Risale-i Nur’daki azamî ihlası kırmamak için ve o ihlasın sırrıyla, kabrimi bildirmemeyi vasiyet ediyorum.”
>
Nitekim kader-i İlahi bu vasiyeti infaz etmiş; 1960 ihtilalinden sonra kabri meçhul bir yere nakledilmiştir. Bugün Said Nursi’nin belirli bir mezarı yoktur; fakat Risale-i Nur külliyatı her evde, her kalpte yaşamaktadır. Bu durum, insanların “Fani Said”e değil, “Baki Kur’an Hakikatlerine” bağlanmasını sağlamıştır.

3. Genel Değerlendirme: Çizdiğimiz Harita

Bu tefekkür serisi boyunca, Risale-i Nur Külliyatı üzerinden muazzam bir harita çıkardık. Geriye dönüp baktığımızda şu manzarayı görüyoruz:
* Ontolojik Temel (Varlık): Ene ve Zerre, Tabiat Risalesi, Hüve Nüktesi ile maddenin ve benliğin hakikatini, tesadüfün imkânsızlığını ve Allah’ın varlığını isbat ettik.
* Teolojik Zirve (İman): Haşir, Mirac, Kader, Esma-i Hüsna ile imanın en derin meselelerini akıl ve kalp dengesinde çözdük.
* Sosyolojik Reçete (Toplum): Uhuvvet, Hutbe-i Şamiye, Münazarat ile İslam birliğinin, kardeşliğin ve meşrutiyetin (hürriyetin) formüllerini inceledik.
* Psikolojik Destek (İnsan): Gençlik, İhtiyarlık, Hastalar, Meyve Risalesi ile hayatın her evresine ve her haline özel teselliler bulduk.
* Metodolojik Kılavuz (Yol): Muhakemat, Lahikalar, Sikke-i Tasdik ile Kur’an’ı anlama usulünü ve iman hizmetinin prensiplerini öğrendik.

Netice: Sözler Sizin Malınızdır
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, eserlerinin son sözünü okuyucusuna bırakır ve onları bu davanın “sahibi” ilan eder.
> “Sözler (Risale-i Nur), şahsi malım değildir. Kur’an’ın malıdır, Kur’an’ın denizinden tevellüd etmiştir… Sizler de bu Nurlara sahip çıkınız.”
>
Bizim bu çalışmamız; bir okyanustan alınan bir bardak su misalindedir. Asıl kaynak, o eserlerin kendisidir ve her okuyuşta yeni manalar açılmaya devam edecektir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
15/11/2025

 

 

Loading

No ResponsesKasım 16th, 2025

RUH VE BEDEN DENGESİ

image_pdfimage_print

RUH VE BEDEN DENGESİ

Bu, mahlukatın en câmi (kapsamlı) numunesi olan insanın aslı ve fıtratını (yapısını) teşkil eden gayet mühim bir husustur. Ruh ve beden, birbirine hem muhtaç hem de bazen zıt görünen, fakat küllî bir hikmetle bir araya getirilmiş iki ayrı hakikattir.

Bu izahı, sırasına göre ve hikmet zaviyesinden ele alalım:

1. Bedenin Ruha Katkıları

Beden, ruhun bu şehadet âlemindeki (görünen dünyadaki) hanesi, bineği ve aletidir. Ruh, manevî ve “emrî” (emirden gelen, soyut) bir hakikat olduğundan, maddî âlemle doğrudan temas edemez. Bedenin ruha sağladığı en mühim katkı, faaliyet sahası sunmaktır.
* Tecrübe ve İlim Vasıtası: Beden, ruhun “havâss-ı hamse” (beş duyu) dediğimiz pencereleridir. Ruh; göz ile nazar eder (bakar), kulak ile işitir, dil ile tadar. Bu faaliyetler neticesinde maddî âlemden malumat toplar. Bu malumat, ruhun marifet (Allah’ı tanıma) ve tefekkür (düşünce) faaliyetinin hammaddesidir.
* Fiilî İbadet Mahalli: Ruhun derûnî (iç) ibadetleri (tefekkür, muhabbet gibi) olsa da, secde etmek, oruç tutmak gibi fiilî ubudiyet (kulluk) ancak beden ile mümkündür.
Beden, ruhun niyetini fiiliyata döken bir âlettir.
* Esmâ’ya Aynadarlık: Beden, Cenab-ı Hakk’ın Musavvir (Şekil veren), Sâni (Sanatkâr), Rezzak (Rızık veren) ve Şâfî (Şifa veren) gibi isimlerinin tecelligâhıdır. Ruh, bizzat kendi bedeninin harika sanatına, nizamına ve idaresine bakarak Rabbini tanır.
Lehinde (Yararı): Beden, ruhun ebedî hayatını kazanması için lüzumlu olan “kesb” (kazanım) ve faaliyeti icra etme imkânı sunar. Ahiretin tarlasıdır.
Aleyhinde (Zararı): Beden, aynı zamanda kayıtlayıcıdır. Topraktan yaratıldığı için ihtiyaçları (yemek, uyku, şehvet) vardır. Ruh, bedenin bu zahirî (dış) ve nefsanî arzularına tâbi olursa, ulvî (yüce) faaliyetinden düşer. Beden, ruha bir “hicap” (perde) veya “zindan” olabilir.

2. Ruhun Bedene Katkıları

Ruh, Cenab-ı Hakk’ın “emir âleminden” gelen bir “latîfe-i Rabbaniye” (İlahî, latif bir hakikat) olup, bedene hayat veren asıldır.
* Hayat ve Şuur: Beden, ruh olmadan bir et ve kemik yığınından ibarettir, “cemed” (cansız) hükmündedir. Bedene hayatı, şuuru, idraki ve hissetmeyi veren ruhtur. Bedenin bütün azaları, ruhun emriyle faaliyet gösterir.
* Kıymet ve Mana: Bir avuç toprağı “ahsen-i takvim” (en güzel suret) mertebesine çıkaran, ona kıymet ve mana kazandıran, ruhtur. Ruh, bedeni basit bir maddî yapı olmaktan çıkarıp, kâinatın manasını anlayan ve tefsir eden bir muhatap haline getirir.
* İrade ve Hareket: Bedeni sevk ve idare eden “sultan” ruhtur. İrade, karar, düşünce ruha aittir; beden bu kararları icra eden “hizmetkârdır”.
Lehinde (Yararı): Ruh, bedeni “canlı” kılar, onu âlemle alakadar eder ve ona en yüksek payeyi verir.
Aleyhinde (Zararı): Ruhun yüksek hassasiyetleri, bedene de tesir eder. Mesela, derûnî bir korku, kaygı veya hüzün (ruhun halleri), bedenin de rahatsızlanmasına (psikosomatik hastalıklar) sebep olabilir. Hayvanlarda bulunmayan endişe-i istikbal (gelecek kaygısı) gibi derûnî acılar, ruh vasıtasıyla bedene de tesir eder.

3. Terakki, Acı ve Tatlı Mertebeleri

Ruh ve bedenin bu birlikteliği, bir imtihan ve terakki (yükseliş) vesilesidir. Bu terakki, acı ve tatlı (haz) tecrübeleriyle gerçekleşir.
Acı ve Mertebe:
* Bedenin çektiği zahirî acılar (hastalık, açlık, yorgunluk), ruha mühim dersler verir. Bu acılar ruha aczini (güçsüzlüğünü) ve fakrını (ne kadar muhtaç olduğunu) hissettirir.
* Aczi ve fakrını anlayan ruh, gurur ve enaniyeti (benliği) bırakıp, hakiki teselli makamı olan tevekküle ve duaya yönelir. Böylece ruh, bu bedeni acılarla terakki eder, manen temizlenir.
* Zahirî hastalıklar, ruhun derûnî hastalıklarına (manevî kirlerine) bir nevi kefaret ve şifa olur. Beden acı çekerken, ruh sabır ve rıza makamlarında yükselir.

Tatlı (Haz) ve Mertebe:

* Bedenin hissettiği zahirî lezzetler (lezzetli bir yemek, güzel bir manzara), aslen ruha aittir. Ruh, bu lezzetler vasıtasıyla, o nimeti yaratan Mün’im-i Hakiki’ye (Nimetin Gerçek Sahibine) intikal etmelidir.
* Eğer ruh, bu lezzeti şükür ve tefekkür için bir vesile yaparsa, o basit bedensel haz, ruh için bir marifet dersine dönüşür ve ruh terakki eder.
* Aleyhte olan cihet şudur: Eğer ruh, bu zahirî ve fani lezzetlere takılır kalırsa, bedenin esiri olur. Lezzetleri “nefis” hesabına alırsa, bu durum ruhun tedennî etmesine (alçalmasına), ulvî faaliyetlerini unutmasına sebep olur.
Kısacası, beden bir imtihan aletidir. Ruh, bu aleti hayra (şükür, sabır, ibadet) kullanırsa mertebesi yükselir; şerre (isyan, gaflet, nefsanîlik) kullanırsa mertebesi düşer.

4. Hikmet ve İbret Cihetleri

Bu birlikteliğin hikmeti (yaratılış gayesi) ve bize verdiği ibret (ders) ise şudur:
Hikmet Ciheti
Cenab-ı Hak, kâinatı maddî (mülk âlemi) ve manevî (melekût âlemi) olarak iki cihette yaratmıştır. Bu iki âlemi de anlayabilen, her ikisinden de ders alabilen câmi bir nüsha yaratmak murad etmiştir.
* İnsanın Câmiyeti (Kapsayıcılığı): İnsan, bedeniyle maddî âlemin bir hulâsası (özeti), ruhuyla da manevî âlemin bir fihristidir. Bu ikisinin birleşmesiyle insan, kâinatın “küçük bir modeli” ve “halifesi” olma şerefini kazanmıştır.
* İmtihanın Aslı: Hikmet, bu iki zıt unsurun (maddî beden ve manevî ruh) mücadelesidir. Ruh, bedenin arzularına esir mi olacak, yoksa ruh bedeni ulvî gayelere mi yönlendirecek? İmtihanın aslı budur.
* Marifetullah (Allah’ı Tanıma): En büyük hikmet, marifettir. Ruh, hem kendi bedenindeki harika sanata (zahire) hem de kendi fıtratındaki sonsuz acz ve fakra (derûna) bakarak, sonsuz kudret ve zenginlik sahibi olan Yaratıcısını bulmak ve tanımak için bu bedene yerleştirilmiştir.
İbret Ciheti
Bu birliktelikten alacağımız en mühim ders (ibret) şudur:
* Bedenin Fâniliği, Ruhun Bâkiliği: Bedenin hastalanması, zayıflaması, yorulması ve nihayetinde ölmesi; ruhumuza, bu bedenin fani (geçici) bir “han” olduğunu, asıl ebedî olanın kendisi olduğunu ihtar eder. Bedenin zevali (yok oluşu), ruha Bâki olanı araması için bir tenbihtir (uyarıdır).
* Aslolanın Ruh Olması: Beden ne kadar süslense veya kuvvetlense de, ruh olmadığında bir kıymeti yoktur. İbret şudur ki, kıymet ve şeref, maddede değil manadadır. İnsanın aslı “ruh”tur; beden ise o ruha verilmiş bir “libas” (elbise) veya “hizmetkâr”dır.
* Hizmetin Neticesi: Bu dünyada ruhuna hizmetkârlık eden, onun ibadetlerine ve terakkisine alet olan beden, o hizmetinin mükâfatı olarak ahirette ruha münasip, ebedîliğe layık bir surette yeniden yaratılacaktır. İbret odur ki, fani olan, Bâki’ye hizmet ettiği nisbette bekaya (ebedîliğe) mazhar olur.

✧✧

Ruh ve beden arasındaki o hassas dengeye “nefs”in dâhil olması, meselenin tam da esası ve imtihanın merkezidir.
Nefs, beden ve ruh izahımızda, her ikisiyle de doğrudan alakadar olan, fakat mahiyeti farklı bir kuvvettir.

Nefsin Mahiyeti ve Dengedeki Yeri

Eğer ruh “emir âleminden” gelen ulvî (yüce) bir sultan ise ve beden o sultanın bu dünyadaki “maddî hanesi ve aletleri” ise, nefs o hanenin içinde yaşayan ve bedenin ihtiyaçlarını (yemek, içmek, uyumak, cinsellik gibi) kendi hesabına talep eden, enaniyete (benliğe) dayalı bir kuvvettir.
O, bedenin zahirî (dış) ihtiyaçlarını ve arzularını asıl gaye zanneder. Ruhun ulvî gayelerinin (marifet, muhabbet, ebedî saadet gibi) zıddına, fani ve dünyevî lezzetlerin peşindedir.

Ruh-Beden Dengesindeki Faaliyeti

Ruh ve beden arasındaki alaka, “nefs” vasıtasıyla bir mücadele alanına döner.

1. Bedeni Alet Olarak Kullanması (Leh ve Aleyhte):
* Aleyhte Cihet (Tedennî / Alçalma): Nefs, bedeni kendi arzuları için bir “binek” olarak kullanır. Gözü, harama bakmak için; dili, gıybet ve malayani (boş söz) için; mideyi, sadece lezzet için (şükür için değil) kullanmaya sevk eder. Bu durumda beden, ruhun ulvî faaliyetlerine değil, nefsin süflî (alçak) arzularına hizmetkâr olur. Bedenin “tatlı” bulduğu hazlar, ruh için “zehir” olur ve onu tedennî ettirir.
* Lehte Cihet (Tezkiye / Temizlenme): Eğer ruh, aklın ve kalbin yardımıyla nefsi terbiye ederse (buna “tezkiye-i nefs” denir), o vakit nefsin şiddetli talepleri, terakkinin (yükselişin) en mühim vasıtası olur.

2. Acı ve Tatlının Mertebesini Değiştirmesi:
Nefs, acıdan kaçar ve tatlıya (haz, lezzet) koşar.
* Tatlı (Lezzet): Ruh, bir nimetteki lezzeti şükür için ister; nefs ise sadece zevk için ister. Eğer ruh galip gelirse, o bedensel lezzet “tatlı” bir şükür olur, ruhu yükseltir. Eğer nefs galip gelirse, o lezzet “acı” bir gaflete dönüşür, ruhu esir eder.
* Acı (Meşakkat): Ruh, ibadetin meşakkatine (zahmetine) sabreder; nefs ise bu “acıdan” kaçmak ister. Ruh, hastalığın “acısına” sabreder; nefs ise feryat edip isyana sürükler. Eğer ruh galip gelirse, o “acı” tecrübe, sabır vasıtasıyla ruha “tatlı” bir manevî mertebe kazandırır.
Terakki ve Mücadele (İmtihanın Aslı)
İnsanın terakkisi, yani manevî yükselişi, ruhun nefse karşı verdiği bu mücadeleye bağlıdır.
* Meleklerin nefsi olmadığı için mertebeleri sabittir; mücadeleleri yoktur.
* Hayvanların ruhu ulvî gayeler için değil, sadece bedeni idare etmek için olduğundan ve nefisleri akılla terbiye edilmediğinden, onların da imtihanı ve terakkisi yoktur.
* İnsan ise, hem melek gibi ulvî bir ruha hem de hayvanî arzuları talep eden bir nefse sahiptir.
İmtihan şudur: Ruh mu nefsi terbiye edip bedeni hayra kullanacak, yoksa nefs mi ruhu esir alıp bedeni şerre alet edecek?
Bu mücadele sayesinde insan, “esfel-i sâfilîn” (aşağıların en aşağısı) mertebesinden “âlâ-yı illiyyîn” (yücelerin en yücesi) mertebesine çıkabilecek bir potansiyele sahip kılınmıştır. Nefs, bu terakkinin dinamosu ve yakıtıdır. Ona karşı kazanılan her muvaffakiyet, ruhu bir mertebe yükseltir.

Hikmet ve İbret Cihetleri

Cenab-ı Hakk’ın insana böyle cidal (mücadele) edici bir nefs vermesinin hikmet ve ibretleri vardır:
Hikmet Ciheti:
* Nefsin varlığı, “faziletlerin” (erdemlerin) ortaya çıkması için zaruridir.
* Eğer nefsin şehvet talebi olmasaydı, “iffet” denilen ulvî ahlakın bir manası kalmazdı.
* Eğer nefsin hiddet ve gazap kuvveti olmasaydı, “şecaat” (cesaret) veya “hilm” (yumuşak huyluluk) gibi faziletler tezahür etmezdi.
* Eğer nefsin tembellik arzusu olmasaydı, “ibadetteki sebat” bir kıymet ifade etmezdi.
* Demek ki hikmeti, insandaki sonsuz terakki kabiliyetlerini fiiliyata çıkarmak ve Esma-i İlahiyenin zıt cilvelerini (Celal ve Cemal gibi) tek bir fıtratta göstermektir.
İbret Ciheti:
* İnsanın alacağı en mühim ibret, en büyük düşmanının dışarıda değil, kendi içinde (derûnunda) olduğudur.
* Nefs, insana daima kendi acziyetini ve Rabbine ne kadar muhtaç olduğunu hatırlatır. Zira insan, tek başına nefsiyle başa çıkamaz; daima Allah’a sığınmak (istiaze) zorundadır.
* İbret şudur ki, bu dünyadaki en büyük cihad (mücadele), insanın kendi nefsiyle olan cihadıdır. Bu cihadı kazanan, ebedî saadeti kazanır; kaybeden ise hem bedenine hem ruhuna zulmetmiş olur.
Hulasaten nefs; ruhu, bedenin fani lezzetlerine çeken bir kuvvet; aynı zamanda ruhun, terbiye ederek üzerine basıp yükselebileceği bir basamaktır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
13/11/2025

Loading

No ResponsesKasım 16th, 2025

ESMA’NIN FARKLI YANSIMALARI

image_pdfimage_print

ESMA’NIN FARKLI YANSIMALARI

“ÜÇÜNCÜ NÜKTE

Cenab-ı Hakk’ın esmasına karşı olan muhabbetin tabakatı var: Sâbıkan beyan ettiğimiz gibi; bazen âsâra muhabbet suretiyle esmayı sever. Bazen esmayı, kemalât-ı İlahiyenin unvanları olduğu cihetle sever. Bazen insan, câmiiyet-i mahiyet cihetiyle hadsiz ihtiyacat noktasında esmaya muhtaç ve müştak olur ve o ihtiyaçla sever.

Mesela, sen bütün şefkat ettiğin akraba ve fukara ve zayıf ve muhtaç mahlukata karşı, âcizane istimdad ihtiyacını hissettiğin halde; biri çıksa, istediğin gibi onlara iyilik etse o zatın in’am edici unvanı ve kerîm ismi ne kadar senin hoşuna gider, ne kadar o zatı, o unvan ile seversin. Öyle de yalnız Cenab-ı Hakk’ın Rahman ve Rahîm isimlerini düşün ki sen sevdiğin ve şefkat ettiğin bütün mü’min âbâ ve ecdadını ve akraba ve ahbabını dünyada nimetlerin envaıyla ve cennette enva-ı lezaiz ile ve saadet-i ebediyede onları sana gösterip ve kendini onlara göstermesiyle mesud ettiği cihette o Rahman ismi ve Rahîm unvanı, ne kadar sevilmeye lâyıktırlar ve ne derece o iki isme ruh-u beşer muhtaç olduğunu kıyas edebilirsin. Ve ne derece

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلٰى رَحْمَانِيَّتِهٖ وَ عَلٰى رَحٖيمِيَّتِهٖ

yerindedir anlarsın.

Hem alâkadar olduğun ve perişaniyetlerinden müteessir olduğun senin bir nevi hanen ve içindeki mevcudat, senin o hanenin ünsiyetli levazımatı ve sevimli müzeyyenatı hükmünde olan dünyayı ve içindeki mahlukatı kemal-i hikmet ile tanzim ve tedbir ve terbiye eden zatın Hakîm ismine ve Mürebbi unvanına senin ruhun ne kadar muhtaç, ne kadar müştak olduğunu dikkat etsen anlarsın.

Hem bütün alâkadar olduğun ve zevalleriyle müteellim olduğun insanları, mevtleri hengâmında adem zulümatından kurtarıp şu dünyadan daha güzel bir yerde yerleştiren bir zatın Vâris, Bâis isimlerine, Bâki, Kerîm, Muhyî ve Muhsin unvanlarına ne kadar ruhun muhtaç olduğunu dikkat etsen anlarsın.

İşte insanın mahiyeti ulviye, fıtratı câmia olduğundan binler enva-ı hâcat ile bin bir esma-i İlahiyeye, her bir ismin çok mertebelerine fıtraten muhtaçtır. Muzaaf ihtiyaç, iştiyaktır. Muzaaf iştiyak, muhabbettir. Muzaaf muhabbet dahi aşktır. Ruhun tekemmülatına göre meratib-i muhabbet, meratib-i esmaya göre inkişaf eder. Bütün esmaya muhabbet dahi –çünkü o esma Zat-ı Zülcelal’in unvanları ve cilveleri olduğundan– muhabbet-i zatiyeye döner.

Şimdi yalnız numune olarak bin bir esmadan yalnız Adl ve Hakem ve Hak ve Rahîm isimlerinin bin bir mertebelerinden bir mertebeyi beyan edeceğiz. Şöyle ki:

Hikmet ve adl içindeki Rahmanu’r-Rahîm ve Hak ismini a’zamî bir dairede görmek istersen şu temsile bak: Nasıl ki bir orduda dört yüz muhtelif taifeler bulunduğunu farz ediyoruz ki her bir taife beğendiği elbiseleri ayrı, hoşuna gittiği erzakı ayrı, rahatla istimal edeceği silahları ayrı ve mizacına deva olacak ilaçları ayrı oldukları halde; bütün o dört yüz taife, ayrı ayrı takım, bölük tefrik edilmeyerek belki birbirine karışık olduğu halde onları kemal-i şefkat ve merhametinden ve hârikulâde iktidarından ve mu’cizane ilim ve ihatasından ve fevkalâde adalet ve hikmetinden, misilsiz bir tek padişah onların hiçbirini şaşırmayarak, hiçbirini unutmayarak bütün ayrı ayrı onlara lâyık elbise, erzak, ilaç ve silahlarını muînsiz olarak bizzat kendisi verse o zat acaba ne kadar muktedir, müşfik, âdil, kerîm bir padişah olduğunu anlarsın. Çünkü bir taburda on milletten efrad bulunsa onları ayrı ayrı giydirmek ve teçhiz etmek çok müşkül olduğundan bilmecburiye, ne cinsten olursa olsun, bir tarzda teçhiz edilir.

İşte öyle de Cenab-ı Hakk’ın adl ve hikmet içindeki ism-i Hak ve Rahmanu’r-Rahîm’in cilvesini görmek istersen bahar mevsiminde zeminin yüzünde çadırları kurulmuş, muhteşem dört yüz bin milletten mürekkeb nebatat ve hayvanat ordusuna bak ki bütün o milletler, o taifeler, birbiri içinde oldukları halde, her birinin libası ayrı, erzakı ayrı, silahı ayrı, tarz-ı hayatı ayrı, talimatı ayrı, terhisatı ayrı oldukları halde ve o hâcatlarını tedarik edecek iktidarları ve o metalibi isteyecek dilleri olmadığı halde, daire-i hikmet ve adl içinde, mizan ve intizam ile Hak ve Rahman, Rezzak ve Rahîm, Kerîm unvanlarını seyret, gör. Nasıl hiçbirini şaşırmayarak, unutmayarak, iltibas etmeyerek terbiye ve tedbir ve idare eder.

İşte, böyle hayret verici muhit bir intizam ve mizan ile yapılan bir işe, başkalarının parmakları karışabilir mi? Vâhid-i Ehad, Hakîm-i Mutlak, Kādir-i külli şey’den başka, bu sanata, bu tedbire, bu rububiyete, bu tedvire hangi şey elini uzatabilir? Hangi sebep müdahale edebilir? “(Sözler.32. Söz.)

✧✧

Varlık ile Yaratıcı arasındaki en mühim rabıtanın, yani muhabbetin, nasıl Esma-i İlahiye (Allah’ın İsimleri) üzerinden tezahür ettiğini ve insanın bu tecelliler karşısındaki hususi vaziyetini tasvir etmektedir.

1. Allah’ın Esması (İlahi İsimler)

Esma-i İlahiye, Cenab-ı Hakk’ın Kemalât-ı İlahiyesinin (İlahi mükemmelliklerinin) unvanlarıdır. Onlar, Zat-ı Zülcelal’in (Yüce Zat’ın) sonsuz sıfatlarını ve faaliyetlerini bize tanıtan başlıklar hükmündedir.
İnsan, metinde “câmiiyet-i mahiyet” (mahiyetinin/yapısının toplayıcılığı, kapsamlılığı) olarak ifade edilen bir fıtrata sahiptir. Bu kapsamlı yapı, “hadsiz ihtiyacat” (sınırsız ihtiyaçlar) doğurur. İnsan, fıtraten (doğuştan) bu “binler enva-ı hâcat” (binlerce çeşit ihtiyaç) ile “bin bir esma-i İlahiyeye” muhtaçtır.
Metnin vurguladığı nokta şudur: Bizim Esma’ya olan muhabbetimizin aslı, onlara olan fıtrî ihtiyacımızdır. Bu ihtiyaç “muzaaf” (katlanmış) oldukça “iştiyak” (şiddetli arzu), iştiyak katlandıkça “muhabbet” (sevgi) ve muhabbet katlandıkça “aşk” haline gelir.

2. Esmanın Farklı Tecellisi (İsimlerin Farklı Görünümleri)

Tecelli, bir ismin kâinatta görünür hale gelmesi, faaliyete geçmesidir. Metin, bu tecellilerin tek bir tarzda olmadığını, farklı “mertebeleri” ve “tabakatı” (katmanları) olduğunu belirtir.
En mühim nokta, Esma’nın genellikle birlikte ve birbiri içinde tecelli etmesidir. Metnin sonundaki temsilde (orduda ve bahar mevsiminde) bu durum çok net izah edilir:
* Tecelli, “adl ve hikmet içinde” gerçekleşir.
* “İsm-i Hak ve Rahmanu’r-Rahîm’in cilvesi” birlikte görünür.
* “Hak ve Rahman, Rezzak ve Rahîm, Kerîm unvanları” hep beraber seyredilir.
Bu, şu demektir: Kâinattaki bir fiilde sadece Adl (Adalet) ismi değil, o adaletin içinde Hakîm (Hikmetle yapan), Rahman (Merhamet eden) ve Rezzak (Rızık veren) isimleri de iç içe tecelli eder. Bir çiçeğin yaratılışında hem Musavvir (Şekil veren) hem Müzeyyin (Süsleyen) hem Latîf (Güzel yapan) isimleri birlikte faaliyet gösterir.

3. Tecellinin Eşyada Makes Bulması (Görünümün Varlıklarda Yansıması)

Eşya (varlıklar, yaratılmış her şey), Esma’nın tecellileri için bir “makes” yani yansıma mahallidir. Metin, buna “âsâr” (eserler) der. Muhabbetin ilk tabakası, “âsâra muhabbet suretiyle esmayı sevmektir.”
Metindeki bahar mevsimi temsili, eşyanın bu yansımayı nasıl gösterdiğini harika bir şekilde tasvir eder:
* Eşya: “Zeminin yüzünde çadırları kurulmuş, muhteşem dört yüz bin milletten mürekkeb nebatat (bitkiler) ve hayvanat ordusu.”
* Makes (Yansıma): Bu eşyanın (tüm canlı türlerinin) “birbiri içinde oldukları halde” her birinin;
* Libası (elbisesi/görünüşü) ayrı,
* Erzakı (rızkı) ayrı,
* Silahı (savunma mekanizması) ayrı,
* Tarz-ı hayatı (hayat tarzı) ayrı,
* Talimatı (görev programı) ayrı,
* Terhisatı (görevinin bitişi) ayrıdır.
* Yansıyan Esma: Bu muazzam ve “hayret verici muhit bir intizam ve mizan” (kuşatıcı düzen ve ölçü) ile yapılan idare; Hak, Rahman, Rezzak, Rahîm, Kerîm, Adl, Hakîm isimlerinin “şaşırmayarak, unutmayarak, iltibas etmeyerek” (karıştırmayarak) tecelli ettiğini gösterir.
Kısacası, her bir varlık (eşya), bu isimlerin bir veya birkaçını parlak bir surette yansıtan bir ayna hükmündedir.

4. İnsanın Zatındaki Farklı ve Farklılık Oluşturan Tecelli

İşte bu nokta, metnin kilit noktasıdır ve meselenin de aslıdır. Eşya (diğer varlıklar) Esma’ya “makes” olur, ancak insanın “zatı” (özü, mahiyeti) farklı bir makes bulur. Bu farklılığı oluşturan iki temel unsur vardır: Câmiiyet (Kapsayıcılık) ve İhtiyaç (Bilinçli Muhtaçlık).

1. Câmiiyet (Kapsayıcılık) Cihetiyle Farklılık:

Metin, “insanın mahiyeti ulviye, fıtratı câmia olduğundan” der. Diğer varlıklar (eşya) Esma’nın bir kısmını yansıtır. Mesela bir elma ağacı Rezzak ismini gösterir, bir dağ Azamet ve Celal ismini gösterir.
Ancak insan, “câmiiyet-i mahiyet” (kapsamlı yapı) cihetiyle, adeta bütün Esma’ya ayna olabilecek bir kabiliyettedir. Sadece bu da değil, bütün Esma’ya muhtaçtır.

2. İhtiyaç ve Şuur Cihetiyle Farklılık:
Diğer eşya, isimleri şuursuzca yansıtır (icraatın makesidir). İnsan ise bu isimleri şuurlu olarak idrak eder ve onlara olan ihtiyacını hisseder.
Metin bu farklılığı şöyle izah eder:
* Sen, şefkat ettiğin “akraba ve fukara” için Rahman ve Kerîm isimlerinin tecellisine muhtaçsın ve bunu seversin.
* Dünyanın ve içindeki mahlukatın “kemal-i hikmet ile tanzim ve tedbir” edilmesine bakıp, perişaniyetten kurtulmak için Hakîm ismine ve Mürebbi (Terbiye eden) unvanına muhtaçsın.
* Sevdiğin insanların “mevtleri hengâmında (ölüm anında) adem zulümatından (yokluk karanlığından) kurtulması” için Vâris, Bâis, Bâki, Kerîm, Muhyî ve Muhsin isimlerine ruhun muhtaçtır.
Farklılık oluşturan tecelli şudur: Hayvanat ve nebatat (eşya), Rezzak isminin fiilî tecellisine mazhardır (rızıklanır). İnsan ise, hem fiilî tecelliye mazhardır (rızıklanır) hem de Rahman ve Rahîm isimlerinin muhabbet ve şefkat tecellisine şuurlu bir muhtaçlıkla ayna olur.
İnsan, sadece bir eserin güzelliğini (âsârı) değil, o eserdeki Kemâlât-ı İlahiyeyi (Esma’yı) ve o Esma’nın arkasındaki Zat-ı Zülcelal’i (Allah’ın Zat’ını) sevme kabiliyetine sahip yegâne varlıktır.

Hulasa (Özet)
* Eşya (Varlıklar): Esma’nın fiilî tecellilerinin (icraatının) makesidir (yansımasıdır). Onlar, Esma’yı gösterirler.
* İnsan (Zat): Esma’nın hem fiilî hem de şuurlu tecellilerinin makesidir. İnsan, “câmiiyet-i mahiyeti” sebebiyle bütün Esma’ya muhtaçtır. Bu ihtiyaç, ona sadece Esma’yı değil, Esma’nın sahibi olan Zat-ı Zülcelal’i sevmeyi (Muhabbet-i Zatiyeyi) netice verir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
13/11/2025

Loading

No ResponsesKasım 16th, 2025