2013 YILI KIRILMA YILI

2013 YILI KIRILMA YILI

2013 yılı, hem Türkiye’de hem İran’da hem de Mısır’da yönetime karşı başkaldırılar, sokak hareketleri ve darbeler açısından kırılma yılı oldu. Kısaca özetleyeyim:

1. Türkiye – Gezi Parkı Olayları (2013)

• Nasıl başladı?

Mayıs 2013’te Taksim Gezi Parkı’nda ağaçların kesilmesine karşı küçük bir çevreci protesto başladı. Ancak kısa sürede hükümet karşıtı geniş çaplı eylemlere dönüştü.
• Ne oldu?

Protestolar, İstanbul başta olmak üzere Türkiye’nin birçok şehrine yayıldı. Ulusal ve uluslararası medya yoğun şekilde gündeme taşıdı.
ABD ve Avrupa basını olayları “özgürlük hareketi” diye desteklerken, hükümet bunları “dış destekli kalkışma” olarak niteledi.
Çünkü iç darbe için düğmeye basılmıştı.

• Sonuç:

Hükümet istifa etmedi, protestolar bastırıldı. Ancak Türkiye’de kutuplaşma derinleşti ve dış politikada da Batı ile gerginlik arttı. Erdoğan’ın liderliği pekişti, 2014’te Cumhurbaşkanı seçildi.
Başarılı olunmamasiyla B planı olan 15 Temmuz 2016 darbe ve işgaline geçiş yapıldı.
50 yıldır beslenen gizli komite devreye alındı.
Bir yönüyle açık edip, feda edildi.

2. Mısır – Mursi’ye Karşı Askerî Darbe (2013)

• Nasıl başladı?

2011 Arap Baharı sonrası seçilen Mısır’ın ilk sivil Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, Müslüman Kardeşler asıllıydı.
2013 Haziranında Tahrir Meydanı’nda geniş protestolar başladı. Ordu bu gösterileri bahane ederek müdahale hazırlığına girdi.

• Ne oldu?

3 Temmuz 2013’te General Abdülfettah Sisi liderliğinde darbe yapıldı. Mursi görevden alındı, tutuklandı. Müslüman Kardeşler yasaklandı, binlerce kişi öldürüldü ya da hapse atıldı.

• Sonuç:

Mısır’da askeri yönetim yeniden hâkim oldu. ABD ve Batı darbeye açık destek verdi. İsrail de bu darbeyi olumlu karşıladı. Mısır’daki demokrasi denemesi sona erdi.

3. İran – Ahmedinejad Sonrası Çekişmeler (2013)

• Nasıl başladı?

2013’te Mahmud Ahmedinejad’ın görev süresi sona erdi. Seçim sürecinde sokaklarda zaman zaman “Yeşil Hareket”in artçı protestoları yeniden görüldü. Batı medyası, rejim karşıtı gösterileri destekledi.

• Ne oldu?

Haziran 2013 seçimlerinde Hasan Ruhani Cumhurbaşkanı seçildi. Reformcu kimliği ve Batı ile nükleer müzakerelere açık söylemleri öne çıktı. Bu süreçte Ahmedinejad’ın destekçileri tasfiye edildi.

• Sonuç:

İran’da rejim yıkılmadı ama yönetimde güç kaymaları oldu. Ruhani dönemiyle birlikte İran, Batı ile nükleer anlaşmaya (2015 JCPOA) yaklaştı.

Genel Değerlendirme

2013 yılı;
• Türkiye’de Gezi Olayları ile hükümeti zayıflatma girişimi,
• Mısır’da askeri darbe ile İslamcı iktidarın devrilmesi,
• İran’da ise sistem içi güç değişimi ile rejimin Batı’ya kontrollü açılımı,
şeklinde tezahür etti.
Bu gelişmelerin ortak paydası:
• Halk hareketlerinin dış desteklerle büyütülmesi,
• İslam dünyasında bağımsız çizgi arayan liderlerin hedef alınması,
• Sonuçta Türkiye hariç, Mısır ve İran’da yönetimlerin Batı’nın istediği yönde şekillenmesi.

****

2013’te Türkiye, Mısır ve İran’da yaşanan hareketler ve müdahaleler tesadüfî değildi. Ortak bir zemini vardı:

“Arap Baharı sonrası İslam dünyasında bağımsız çizgi arayan liderleri dizginlemek ve bölgeyi yeniden Batı eksenine sokmak.”

Aşağıda nedenler, hedefler ve sonuçları özetliyorum:

1. Neden Bu Üç Devlet ve Lider?

• Türkiye (Erdoğan):

• 2002’den itibaren ekonomik büyüme, bağımsız dış politika, Filistin davasına sahip çıkma, İsrail’e “One Minute” çıkışı.
• ABD’nin Irak ve Suriye politikalarına karşı çıkış, NATO çizgisine meydan okuma.
• “Model ülke” olarak İslam dünyasına ilham kaynağı olması.

• Mısır (Mursi):

• Seçimle gelen ilk sivil, İslami kimliğiyle meşru lider.
• İsrail’in güvenliği için tehdit görülmesi.
• ABD’nin ve Körfez’deki monarşilerin çıkarlarına ters düşmesi.
• Müslüman Kardeşler’in güç kazanması.

• İran (Ahmedinejad sonrası):

• Ahmedinejad’ın sert Batı karşıtlığı, nükleer programı ilerletmesi.
• İsrail’e karşı açık meydan okuma.
• İran’ın bölgede nüfuzunu artırması (Irak, Suriye, Lübnan, Yemen).

2. Hesap ve Ne Yapılmak İstendi?

• Ortak Amaç:

• İslam dünyasında “Batı’ya meydan okuyan” liderlerin tasfiyesi.
• Bölgenin ABD-İsrail çıkarlarına göre dizayn edilmesi.
• Halkların uyanışını engellemek (Arap Baharı’nı İslami bir siyasi yükselişe dönüştürmemek).

• Yöntem:

• Türkiye’de Gezi olaylarıyla toplumsal kalkışma denemesi.
• Mısır’da doğrudan askeri darbe.
• İran’da seçim üzerinden “kontrollü değişim.”

3. Hedefe Ulaşıldı mı?

• Mısır’da:

Evet, hedefe ulaşıldı. Mursi devrildi, Müslüman Kardeşler tasfiye edildi, İsrail’in güvenliği garantiye alındı. Batı ve Körfez memnun.

• İran’da:

Kısmen ulaşıldı. Ahmedinejad’ın sert çizgisi bitti, yerine Batı ile anlaşmaya açık Ruhani geldi. Ama rejim ayakta kaldı.

• Türkiye’de:

Hayır, hedefe ulaşılamadı. Gezi olayları hükümeti yıkamadı. Aksine Erdoğan’ın siyasi gücü konsolide oldu. Fakat Türkiye’de derin kutuplaşma kaldı ve Batı ile ilişkiler bozuldu.

4. Sonuç ve Genel Tablo

• Batı’nın hesabı:

“Arap Baharı”nın sonunda İslami hareketlerin güçlenmesini engellemek, İsrail’i güvenceye almak, enerji ve ticaret yollarını kontrol etmek.

• Gerçekleşen:

• Mısır: Askeri vesayet yeniden hâkim.
• İran: Rejim yıkılmadı ama yumuşatıldı.
• Türkiye: Liderlik güçlendi ama Batı ile sert kopuş yaşandı.

Kısacası: 2013, İslam dünyasında bağımsız liderlere karşı koordineli bir “frenleme yılı” oldu. Batı kısmen başarılı oldu, kısmen de geri tepti.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

 

Loading

No ResponsesEylül 25th, 2025

Vicdanın Şahidi: Taşlaşan Yürekler ve Filistin’in Feryadı

Vicdanın Şahidi: Taşlaşan Yürekler ve Filistin’in Feryadı

Bugün, modern dünyanın en büyük çelişkilerinden birini yaşıyoruz: İnsanlık, teknolojinin zirvesindeyken en temel insani değerleri kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya. Gözlerimizin önünde bir millet, topraklarından sürgün ediliyor, evleri yıkılıyor, çocukları katlediliyor. Bu manzaraya karşı sessiz kalmak, sadece bir eylemsizlik değil, aynı zamanda insan olmanın gerekliliğini yapmaktır. Elimize ulaşan her bir kare, her bir cümle, bu büyük dramın bir parçası ve insanlık vicdanına yöneltilmiş birer uyarıdır.
Beklenen ve Bekleyen: Umut ve Enkazın Arasındaki Çocuk

“Unutmayın!… Beklenilen ve Bekleyen”. Enkaz yığınları arasında tek başına oturmuş, yüzünde derin bir hüzün ve bekleyiş olan küçük bir çocuk. Önünde ise Filistin bayraklarıyla donatılmış, umut dolu bir gemi filosu, denizde süzülüyor. Bu hal, iki farklı zamanı ve iki farklı duyguyu bir araya getiriyor. Küçük çocuk, geride kalanları, yıkımı ve acıyı temsil ederken, ufuktaki gemiler, “beklenilen” kurtuluşu, yardımı ve uluslararası toplumun vicdanını sembolize ediyor. Ne yazık ki, tarih bize, bazen en çok beklenen şeylerin, en geç gelenler olduğunu öğretiyor. Bu çocuk, sadece bir yardım filosunu beklemiyor; adalet bekliyor, barış bekliyor, insanlık bekliyor. Ve onun sessiz bekleyişi, bize en büyük dersi veriyor: İnsanlık, eğer enkaz yığınları arasından gelen bu sese kulak vermezse, bir gün kendi enkazının altında kalmaya mahkumdur.

Acıdan Bir Yürüyüş: Küçük Bir Kız Çocuğunun Feryadı

Yürek burkan bir feryadı taşıyor: “Ayağım acıyor artık yürüyemiyorum. Nereye gittiğimizi bilmiyorum.”

Bu cümle, Gazze’nin kuzeyinden sürgün edilen küçük bir kız çocuğuna ait. Bu sözler, sadece bir fiziki acının ifadesi değil, aynı zamanda bir varoluş çaresizliğin de sesi. Yürüyememek, sadece bir yorgunluk değil, umudun tükenmesidir. Nereye gittiğini bilmemek ise geleceğin belirsizliği, aidiyetsizliğin ve evinden koparılmanın derin travmasıdır. Bu küçük kızın sesi, tüm Filistinli çocukların ortak sesidir. Onlar, evlerinden koparılan, gelecekleri çalınan ve bilinmezliğe doğru itilen masum canlardır. Bu cümle, dünyanın en güçlü ordularının ve en gelişmiş silahlarının karşısında, insanlığın en savunmasız halini temsil ediyor.

Mazlumun Yanında Olmak: İnsan Olmanın Gereği

Ünlü futbolcu Cristiano Ronaldo’nun Filistin bayrağını taşıdığı bir fotoğraf. Üzerindeki alıntı ise insan olmanın evrensel bir tanımını yapıyor:
“Hangi ırktan olursanız olun! Mazlumun yanında, Zalimin karşısında olmak, insan olmanın gereğidir.”
Bu sözler, çatışmaların ve siyasi tartışmaların ötesinde, ahlaki bir duruşun ne kadar önemli olduğunu vurguluyor. Irk, din, dil ayrımı gözetmeksizin, temel bir ahlaki pusulanın varlığını hatırlatıyor. Ronaldo’nun bu duruşu, sanat, spor veya herhangi bir alanda ün kazanmış her bireyin, sahip olduğu platformu insanlık için kullanması gerektiğini gösteren önemli bir örnektir. Mazlumun yanında durmak, sadece bir slogan değil, insanlık onurunu korumanın ve adalete olan inancı pekiştirmenin bir yoludur.

Devletlerin Sorumluluğu: Tek Çözüm Müdahale

Uluslararası toplumun eylemsizliği ve Filistin’e yardım çabaları. “Devletlerin Filistin’i tanıması soykırımı durdurmuyor Tek Çözüm Müdahale” manşeti ve “Bu bir yolculuk değil! Zulme meydan okumadır! #GlobalSumudFlotilla” sloganı, durumu açıklıkla ortaya koyuyor. Devletlerin Filistin’i tanıması, önemli bir diplomatik adımdır, ancak tek başına soykırımı durdurmaya yetmez. Tarih bize, sadece sözlerin değil, eylemlerin de gerekli olduğunu defalarca göstermiştir. Gazze’ye giden yardım filoları, devletlerin sessizliğine karşı sivil toplumun vicdanını temsil ediyor. Bu filolar, sadece insani yardım taşımıyor; aynı zamanda zulme karşı bir meydan okuma ruhunu taşıyor. Bu hal, uluslararası hukukun ve insan haklarının korunması için daha cesur ve kararlı adımların atılması gerektiğinin altını çiziyor.

Unutmayacak Anne ve Yürekteki Koku

Bir annenin yürek burkan acısını ölümsüzleştiriyor: “Normal hayatına dönüp yavaş yavaş unutacaksın ama bu anne unutmayacak ve evlat kokusu kalacak yüreğinde”.
Bu cümle, acının en kişisel ve en kalıcı halini ifade ediyor. Dünya, kendi rutin hayatına dönebilir, Gazze’deki dramı unutabilir. Haberler, manşetler değişebilir, yeni gündemler ortaya çıkabilir. Ancak bir annenin yaşadığı acı, zamanın ve coğrafyanın ötesindedir. O annenin yüreğinde kalan evlat kokusu, sadece bir koku değil, aynı zamanda bir yokluğun, bir yitirilişin ve derin bir yaranın sembolüdür. Bu ize, acının istatistiklere sığdırılamayacağını, her bir kaybın ardında onarılamaz bir yürek yarası bıraktığını hatırlatıyor.

Makalenin Özeti

Bu makale, farklı hal ve metinler aracılığıyla Filistin’deki dramın çok boyutlu bir resmini sunmaktadır. İlki enkaz arasında umut bekleyen çocuk, insanlığın enkazı ve geleceği arasındaki çelişkiyi vurgulamaktadır.
İkincisi ise küçük kızın sözleri, savaşın ve sürgünün oluşturduğu kişisel travmayı gözler önüne sermektedir.
Üçüncüde Ronaldo’nun mesajı, ırk ve din gözetmeksizin mazlumun yanında olmanın evrensel bir ahlaki görev olduğunu belirtmektedir.
Dördüncü de ise, soykırımı durdurmak için diplomatik adımların ötesinde, eyleme geçilmesi gerektiğini ve sivil inisiyatiflerin önemini vurgulamaktadır.
Son olarak, beşincide anne figürü, acının kişisel ve kalıcı doğasını, dünya unutsa bile yüreklerdeki yaranın asla kapanmayacağını anlatmaktadır.
Genel olarak makale, bu farklı unsurları birleştirerek, Filistin’de yaşananların sadece siyasi bir mesele değil, tüm insanlığın vicdanını ilgilendiren ahlaki bir kriz olduğunu savunmaktadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

Loading

No ResponsesEylül 25th, 2025

DÜNYANIN BAŞINDAKİ İKİ BÜYÜK İLLET

DÜNYANIN BAŞINDAKİ İKİ BÜYÜK İLLET

Dünyanın açılışına sebep olan iki şey, kapanışına da sebep olacaktır.
İnkâr ve fuhuş.
Yani;

Dünya imtihanı iki şeyle başladı ve iki şeylede bitip kapanacaktır; İnkar ve Fuhuş

Birincisi; “Kıyamet Allah Allah diyen bir kimsenin üzerine kopmayacaktır.” (Müslim, İman 234, Tirmizî, Fiten 35)
Hadisin bir başka veçhinde:
“Yeryüzünde Allah Allah diyen kaldıkça kıyamet kopmaz.” buyrulmuştur.
Yani;“Rivâyette var ki: “Âhirzamanda, Allah Allah diyecek kalmaz.”

“Lâ ya’lemu’l-gaybe illallâhu bunun bir te’vili şu olmak gerektir ki: “Allah!. Allah!. Allah!.. deyip zikreden tekyeler, zikirhâneler, medreseler kapanacak ve ezan ve kamet gibi şeâirde İsmullah yerine başka isim konulacak.” demektir. Yoksa, umum insanlar küfr-ü mutlaka düşecekler demek değildir. Çünki; Allah’ı inkâr etmek, kâinatı inkâr etmek kadar akıldan uzaktır. Umum değil, belki ekser insanlarda dahi vukuunu akıl kabul etmez. Kâfirler Allah’ı inkar etmiyorlar, yalnız sıfatında hata ediyorlar.”

“Diğer bir te’vili şudur ki: Kıyamet kopmasının dehşetini görmemek için, mü’minlerin ruhları bir parça evvel kabzedilir. Kıyâmet kâfirlerin başlarında patlar.”
bk. Şualar, Beşinci Şua.

*Diğeri ise fuhuştur.
Fuhşa kurban edilen bir nesil,Epstain ve benzerleri.

Deniz Baykal örneği.
Harun Yahya fuhuş sektörü örneği gibi.
Ve Türkiye’de FETÖ tarzı, Abd de Epstein Mossad işi.
İkisi de Yahudi kaynaklı.
Tehdit, şantaj ve her türlü gayr-ı meşru işi yapmak için.
Hain bulmak zor değil.
Nitekim;Attila İlhan, “Türkiye’nin bir hain kontenjanı var, bu, nüfusun yüzde onudur” der.
Kötü olan yüzde doksana etkili ve kontrolü.
Veya yüzde doksanın ilgisiz ve bilgisizliği.
Israilin gazzedeki pervasızca, dünyanın ve özellikle Abd ve Trump’ın ses çıkaramamısı bu şantaj,tehdit ve dünyaya rezil olma korkusudur.
Dünyanın önemli devlet adamları ve maalesef içinde İslam ulkelerininde bulunduğu devlet adamları bu Epstein şantaj kaset tehditleri altındadır.
Ve dolayısıyla dünya bu tehdit altındadır.
Dünya fuhuş kiskacındadır.

Konuyu biraz daha açacak olursak;

*****

1. İnkâr ile Başlangıç ve Kapanış

🔹 Âdem (a.s.) kıssası:

Cennetten yeryüzüne gönderilişin sebebi, şeytanın inkârı ve isyanıdır.
“Hani meleklere: ‘Âdem için secde edin’ demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O ise direndi, büyüklendi ve kâfirlerden oldu.” (Bakara, 34)
Yani imtihan kapısı küfür ve isyan ile açıldı.
Aynı şekilde kıyametin kopacağı vakit de, Allah’ı zikreden kalmayınca olacaktır:
“Kıyamet, üzerinde Allah Allah diyen kimse bulunmadıkça kopmaz.” (Müslim, İman, 234)
Bu da gösteriyor ki zikrin ve imanın tamamen sönmesi, dünya sayfasının kapanış sebebidir.
Kur’ân’da da açıkça bildiriliyor:
“Kıyamet günü inkâr edenler, ‘Biz bundan habersizdik’ derler.” (A‘raf, 172)

( Hani Rabbin Âdem oğullarının bellerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine şâhit tutarak: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sormuştu. Onlar da: “Evet, şâhitlik ederiz ki sen bizim Rabbimizsin” demişlerdi. Böyle yaptık ki kıyâmet günü: “Doğrusu bizim bundan haberimiz yoktu!” demeyesiniz.) (A‘raf, 172)

“Onlar Allah’ı hakkıyla takdir edemediler…” (Zümer, 67)

(Onlar Allah’ı hakkıyla tanıyıp bilemediler. Kıyamet günü bütün yeryüzü O’nun tasarrufundadır. Gökler O’nun kudret eliyle dürülmüş olacaktır. O, müşriklerin ortak koşmalarından yüce ve münezzehtir.)(Zümer, 67)

2. Fuhuş ile Başlangıç ve Kapanış

🔹 İlk günah:

Âdem ve Havva’nın ilk hatası, yasak meyveden yemeleriyle avret yerlerinin açılması olmuştu:
“Derken o ağacın meyvesinden tadınca, ayıp yerleri kendilerine göründü, üzerlerine cennet yapraklarından örtmeye başladılar.” (A‘raf, 22)
Yani fuhşun ve çıplaklığın tohumu ilk hatada kendini gösterdi.

🔹 Âhir zamanda fuhuş:

Kur’ân, fuhşun toplumları helak eden en büyük sebeplerden biri olduğunu bildiriyor:

• Lût Kavmi örneği

“Siz, sizden önce âlemlerden hiçbirinin yapmadığı fuhşu mu yapıyorsunuz?” (A‘raf, 80)
“Biz de onların üzerine taş yağdırdık. Bak bakalım suçluların sonu nasıl oldu!” (A‘raf, 84)

• Fuhuşu yaymak isteyenler

“İçinizden hayasızlığın yayılmasını isteyenler için dünyada da ahirette de elem verici bir azap vardır.” (Nur, 19)

• Zinaya yaklaşmayın

“Zinaya yaklaşmayın; çünkü o bir hayasızlıktır ve çok kötü bir yoldur.” (İsra, 32)
Bunlar gösteriyor ki:
Fuhuş; toplumun şerefini, neslini ve maneviyatını bitiren en büyük hastalıktır. Âhirzamanda ise bu şantaj ve tehdit mekanizması haline getirilmiştir (Epstein dosyaları, Mossad oyunları, siyasi liderlerin kaset kumpasları gibi).

3. İnkâr ve Fuhuşun Bütünleşmesi

Kur’ân’da bu ikisi çoğu zaman birlikte zikredilir:

• Küfür + Fısk/Fuhuş

“Evet, o inkâr edenleri ve zulmedenleri Allah ne bağışlayacak, ne de onlara bir kurtuluş yolu gösterecektir.” (Nisa, 168)

“Onlar hayasızlık yaptıklarında: ‘Babalarımızı bu yolda bulduk, Allah da bize bunu emretti’ derler. De ki: Allah hayasızlığı emretmez.” (A‘raf, 28)

• Fitne ve Fesad

“Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın.” (Bakara, 11)
Fuhuş, sadece bireysel günah değil, fitne ve fesadın globalleşmiş bir silahıdır.

4. Sonuç – Kapanışın Şifreleri

Dünya imtihanı küfür ve fuhuşla açıldı, yine onlar üzerinden kapanacak.
İnkâr → Zikrin kesilmesi, iman nurunun sönmesi.
Fuhuş → Neslin, ahlâkın, siyasetin çökmesi; şantaj ve şehvetle esaret zinciri.
Kur’ân bu iki hastalığı sürekli ön plana çıkarır:
• İnkâr → Allah’a karşı isyan
• Fuhuş → İnsanın kendi nefsine ve topluma karşı ihaneti

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

Loading

No ResponsesEylül 24th, 2025

Yeryüzünde Cehennem: Gazze, Soykırım ve Küresel İhanet

Yeryüzünde Cehennem: Gazze, Soykırım ve Küresel İhanet

Gazze, iki yıldır süren saldırılarla yeryüzünde bir cehenneme dönüştü. Yüzbinlerce insan açlık, susuzluk, bombardıman ve zorunlu göç arasında ölümle yaşamın en ince çizgisinde kalmış durumda. Birleşmiş Milletler Raportörü Francesca Albanese, İsrail saldırılarında ölenlerin resmi rakamlarla 65 bini bulduğunu, ancak bağımsız araştırmacıların bu sayının 680 bine ulaştığını iddia ettiğini belirterek insanlığın önünde duran soykırım gerçeğini gözler önüne seriyor.
Bu vahşete rağmen, katillerin ortaklığı sürüyor. ABD, işgalci İsrail’e 6 milyar dolarlık yeni silah satışı hazırlığı yapıyor. Apache helikopterleri ve binlerce zırhlı araçla soykırım daha da kurumsallaştırılıyor. Batı dünyasının “demokrasi” maskesi altında zulme nasıl açık çek verdiği artık gizlenemez bir gerçektir.
Öte yandan teknoloji devleri de bu vahşetin finansörleri olarak sahnede. Jerusalem Post gazetesinin ifşasıyla, Sam Altman’dan Zuckerberg’e, Dell’den Sergey Brin’e kadar birçok küresel şirket kurucusunun ve iş insanının İsrail’e milyonlar akıttığı ortaya çıktı. Soykırımın finansmanında parmağı olan bu isimler, insanlığı teknolojileriyle değil, zulme ortaklıklarıyla esir alıyor. Bu tablo bize, modern dünyanın göbekten siyonizme bağlandığını, “dijital medeniyet” adı altında yeni bir kölelik düzeni kurulduğunu gösteriyor.
Bütün bu karanlık tabloya rağmen bir umut ışığı da belirdi: BM Genel Kurulu’nda Fransa, İngiltere, İspanya, Portekiz ve birçok ülke Filistin Devleti’ni resmen tanıdı. Londra’da Filistin bayrağı göndere çekildi, Paris’te Macron tarihi bir karar açıkladı. İsrail temsilcilerinin oturduğu boş ve yırtık koltuklar, işgalci zihniyetin dünyadaki çöküşünü sembolize etti.
Aynı anda Küresel Sumud Filosu, denizleri aşarak Gazze ablukasını kırmaya yelken açtı. Bu, yalnızca bir insani yardım girişimi değil, insanlığın iradesini ortaya koyan büyük bir meydan okumadır. İspanya Başbakanı Sanchez’in BM’de “Soykırım mağduru bir halkla iki devletli çözüm mümkün değildir” sözleri, tarihe düşülen bir kayıt olarak zulmün gerçek yüzünü ifşa etti.
Türkiye’nin UNESCO fonuna ilk destek veren ülke olması ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Biz yalnızca rükûda eğiliriz, secdede diz çökeriz” çıkışı, mazlumların yanında yer almanın sadece siyasi değil, ahlakî bir sorumluluk olduğunu dünyaya hatırlatıyor.
Bugün Gazze’de çocuklar bir ölümden diğerine sürükleniyor; “hızlı ölüm” olan bombardıman ile “yavaş ölüm” olan açlık ve göç arasında seçime zorlanıyor. İnsanlık, bu tablo karşısında ya sessizliğiyle suç ortağı olacak ya da ittihad-ı İslâm ve küresel adalet hareketleriyle bu karanlığı yırtacak.
Tarihin önümüzde açtığı bu sahne nettir:
• Zulmün arkasında Batı ve küresel sermaye var.
• Mazlumun umudu ise dayanışma, adalet ve ittihad-ı İslâm’dadır.
Gazze bize sadece bir coğrafya değil, insanlığın vicdanıdır. Bugün Gazze’de dökülen kan, yarın dünyanın kalbine akacaktır. Eğer insanlık bu soykırıma “dur” demezse, modern medeniyetin bütün vitrini kanlı bir maskeden ibaret kalacaktır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

Loading

No ResponsesEylül 24th, 2025

DÜNYA İMTİHAN YURDU

DÜNYA İMTİHAN YURDU

1. Dünya Ahirete Göre Darü’l-İmtihandır
Kur’ân’da buyurulur:
“Andolsun ki sizi biraz korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan ederiz. Sabredenleri müjdele.” (Bakara, 155)
Demek ki musibetler, imtihanın bir parçasıdır. İman edenlerin imanı, sözde değil fiilde tahkik edilsin diye imtihan edilirler.
2. Günahların Temizlenmesi ve Kefaret
Peygamber Efendimiz (asm) buyuruyor:
“Müminin başına gelen bir yorgunluk, hastalık, gam, keder, hatta ayağına batan bir diken bile günahlarına kefaret olur.” (Buhârî, Merdâ 1; Müslim, Birr 49)
Gazze’deki mazlumların çektiği acılar, onlar için ahirette büyük bir makam ve ecir vesilesi olur. Bu dünyada çekilen zulüm, ebedî azabın yerine geçer.
3. Zalimlere Mühlet, Mazlumlara Derece
Kur’ân buyurur:
“Sakın zalimlerin yaptıklarından Allah’ı gaflet içinde sanma! Onları ancak gözlerin dehşetle donup kalacağı bir güne erteliyor.” (İbrahim, 42)
Yani Allah, zalimleri hemen cezalandırmaz; çünkü imtihan devam ediyor. Fakat onlar için azap ertelenmiş, mazlumlar için ise ecir ve derece kazanma kapısı açılmıştır.
4. Ümmet-i Muhammed’in (asm) Hali
Resûlullah (asm) şöyle buyuruyor:
“En şiddetli bela, peygamberlere, sonra derecesine göre salihlere gelir.” (Tirmizî, Zühd 57)
Yani çok iman edenler, en ağır belaları görür. Çünkü:
• Onların derecesi yüksektir, daha yüksek mertebeye çıkarılırlar.
• Bela, günahlarına kefaret olur.
• Zalimlerin zulmü, mazlumların sabrı ile ahirette teraziyi kurar.
5. Risale-i Nur’un İzahı
Bediüzzaman der ki:
• “Müminler için musibet, günahların affına vesiledir.”
• “Mazlumların çektiği zulüm, onların derecesini yükseltir; zalimlerin de cehennemine sebep olur.”
• “Dünya dar-ı hizmettir, dar-ı ücret değildir.” (Lem’alar, 21. Lem’a)
Gazze’deki mazlumların sabrı, onların ebedî saadetine vesile olacaktır. Zalimlerin zulmü ise onların boynuna ahirette ateşten zincirler olarak takılacaktır.
6. Hikmetin Özeti
• Müminlere musibet → İmtihan, sabır, günahlarına kefaret, derecelerine terakki.
• Zalimlere mühlet → İmtihanın devamı, azaplarının katmerlenmesi.
• Dünya adalet yeri değil, hizmet yeridir. Hakikî adalet ahirette tecelli edecektir.

Bak.
https://tesbitler.com/2023/12/30/ruyada-bir-hitabe/
https://tesbitler.com/2025/09/17/bir-meclis-i-misalide/
https://tesbitler.com/index.php?s=Musibet
https://tesbitler.com/index.php?s=%C4%B0mtihan+
https://risaleoku.com/oku/lemalar/70
https://risaleoku.com/oku/lemalar/71
https://risaleoku.com/oku/lemalar/72
https://risaleoku.com/oku/lemalar/73

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

Loading

No ResponsesEylül 24th, 2025

Gazze: İnsanlığın Vicdanında Kapanmayan Yara

Gazze: İnsanlığın Vicdanında Kapanmayan Yara

• yüzyılın kalbinde, insanlığın gözleri önünde tarihin en büyük utanç sayfalarından biri yazılıyor. Gazze, iki buçuk milyon insanın yaşadığı küçük bir toprak parçası olmaktan öte, çağımızın vicdan terazisidir. Burada yaşananlar yalnızca Filistin halkına değil, tüm insanlığa ayna tutmaktadır.

Çöken Vicdan, Çöken Düzen

Birleşmiş Milletler’in 80. yılında, kuruluş felsefesi olan “barışı korumak” ilkesi, Gazze’nin yıkıntıları altında gömülmüş durumda. BM Raportörü Francesca Albanese’nin raporu, vahşetin büyüklüğünü gözler önüne seriyor: 65 bin kesin ölü, ama akademisyenlere göre gerçekte 680 bin kayıp. Bunların 380 bini beş yaş altı masum bebekler. Bu sayı yalnızca bir istatistik değil; insanlığın kanlı sicilinde bir kara lekedir.
Gazze’de hastaneler yıkılıyor, çocuklar anestezisiz ameliyat ediliyor, yüz binler sakat kalıyor. Evler, camiler, kütüphaneler, hatta zeytin ağaçları dahi hedef alınıyor. İsrail’in uyguladığı bu strateji, “sadece insanı değil, hayatı da yok etme” politikasıdır.

Batı’nın İkiyüzlülüğü

Ne yazık ki bu soykırım sadece İsrail’in suçu değildir. Fon sağlayan, silah gönderen, diplomatik kalkan olan ABD ve Avrupa devletleri de bu suça ortaktır. Holokost’tan ders çıkarıldığını iddia eden Batı, bugün Gazze’deki yeni soykırıma gözlerini kapatmakla kalmıyor, destek veriyor.
Gazze’deki ölümler karşısında sessiz kalanlar, Ruanda ve Bosna’da olduğu gibi tarihin utanç listesine yazılmaktadır. İnsanlığın ortak değerleri, “veto zulmü”nün gölgesinde birer birer yok edilmektedir.

Dünya Çapında Çatlayan Sessizlik

İngiliz müzisyen Alexi Murdoch’un “Game Over Israel” kampanyası, İspanya’nın İsrail’e silah ambargosu, Brezilya’nın soykırım davasına katılması, dünyanın dört bir yanında milyonların sokaklara çıkması… Bunlar, sessizliğin çatladığını gösteren işaretlerdir. Fakat yeterli değildir. Çünkü her geçen gün Gazze’de bir çocuk daha ölmekte, bir anne daha evladını toprağa gömmektedir.

Türkiye’nin Çağrısı: Tarihi Sorumluluk

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM’deki konuşması, “Gazze’de insanlık ölüyor” haykırışı, tarihe bir kayıt olarak geçti. MHP Lideri Bahçeli’nin “askerî seçenek dahil ültimatom zamanı geldi” sözleri, Türkiye’nin sabrının tükendiğini ilan etti. İslam ülkelerine “Kudüs Paktı” önerisi, bölgesel bir güvenlik mimarisi arayışını gündeme taşıdı. Bu, artık sadece Filistin’in değil, bütün İslam dünyasının güvenlik meselesidir.

Sonuç: Gazze İnsanlığın Turnusol Kağıdıdır

Gazze’de olup bitenler bir savaş değil, tek taraflı bir katliamdır. Tarih boyunca Moğol istilaları, Haçlı seferleri, dünya savaşları yaşandı. Fakat bugünkü tablo, insanlığın tüm ilerlemesine rağmen, en vahşi yöntemlerle işlenen bir toplu kıyımı temsil ediyor.
Bugün Gazze’ye sessiz kalanlar, yarın kendi şehirlerinin yıkılışına da sessiz kalacaklardır. Çünkü zulüm, engellenmediğinde yayılır.
Gazze, sadece Filistin’in değil, insanlığın geleceğidir.
Ya insanlık Gazze’de yeniden dirilecek, ya da Gazze insanlığın mezarı olacaktır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

Loading

No ResponsesEylül 24th, 2025

BM’de Erdoğan’ın Çığlığı: “Gazze’de İnsanlık Ölüyor”

BM’de Erdoğan’ın Çığlığı: “Gazze’de İnsanlık Ölüyor”

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kürsüden yükselen sözleri, yalnızca diplomatik bir konuşma değil; insanlık vicdanının haykırışıydı:

“Gazze’de insanlık ölüyor. Çocuklar açlıktan, susuzluktan, ilaçsızlıktan can veriyor. Buna sessiz kalmak tüm insanlığın utancıdır.”

Batı’nın İkiyüzlülüğü

Erdoğan’ın altını çizdiği en çarpıcı noktalardan biri, Batı dünyasının ikiyüzlülüğüydü. Demokrasi, insan hakları ve özgürlük adına dünyaya ders vermeye kalkan güçler, Gazze’deki bebek ölümlerine karşı suskun. ABD’nin BM’de ateşkesi defalarca veto etmesi, Avrupa’nın İsrail’e silah desteği, bu ikiyüzlülüğün somut örnekleri.

“Kudüs Paktı” Çağrısı

Erdoğan, İslam ülkelerine de seslendi: “Kudüs Paktı” adını verdiği ortak bir duruşun gerekliliğini dile getirdi. Ona göre mesele sadece Filistin değil; İslam dünyasının onuru ve geleceğidir. “Birlik olmadığımız sürece, zalimlerin karşısında mazlumları koruyamayız” mesajı, Türkiye’nin tarihi misyonunu da hatırlattı.

Evanjelist-Siyonist İttifakına Karşı

Konuşmanın satır aralarında dikkat çeken bir nokta ise, Gazze’deki katliamın sadece askeri değil, inanç merkezli bir proje olduğuna yapılan dolaylı göndermeydi. ABD’deki Evanjelist lobinin İsrail’e sınırsız desteği, Armagedon inancıyla birleşiyor. Erdoğan’ın “Bu zulmün arkasında kirli hesaplar var” vurgusu, işte bu noktayı işaret ediyordu.

Türkiye’nin Duruşu

Cumhurbaşkanı’nın BM’deki sözleri, Türkiye’nin bugüne kadarki çizgisinin kararlı bir tekrarı oldu: “Biz mazlumun yanındayız, zalimin karşısındayız.” Bu cümle, yalnızca bir dış politika tercihi değil; aynı zamanda medeniyetimizin tarihî sorumluluğunu hatırlatan bir düsturdur.

Özet

• Erdoğan, BM kürsüsünde Gazze’deki katliamı insanlık dramı olarak nitelendirdi.
• Batı’nın ikiyüzlü tavrı ve ABD’nin veto politikaları sert şekilde eleştirildi.
• İslam ülkelerine “Kudüs Paktı” ile ortak hareket çağrısı yapıldı.
• Zulmün arkasında inanç temelli kirli hesapların bulunduğuna dikkat çekildi.
• Türkiye’nin tarihi misyonu ve “mazlumun yanında, zalimin karşısında” duruşu yinelendi.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesEylül 24th, 2025

Armagedon Gölgesinde Gazze: Evanjelist-Siyonist İttifakının Kanlı Hesabı

Armagedon Gölgesinde Gazze: Evanjelist-Siyonist İttifakının Kanlı Hesabı

Ortadoğu’nun kanayan yarası Filistin, sadece bölgesel bir mesele değil; küresel güçlerin inanç ve siyaset merkezli hesaplarının çatışma alanı. İsrail’in Gazze’de yürüttüğü katliamın arkasında yalnızca askerî strateji değil, kökleri derin teolojik saplantılara dayanan bir zihniyet var.

“Tanrıyı Kıyamete Zorlama” İnancı

İsrail’in yayılmacı politikaları, sıradan bir güvenlik refleksiyle açıklanamaz. Yahudi mistisizmiyle harmanlanmış “Armegedon” inancı, Tanrı’nın kıyameti getirmesi için tarihî süreci hızlandırmayı hedefliyor. Bu noktada İsrail yalnız değil. ABD’de yaklaşık 20 milyon Evanjelist Hristiyan, “Mesih’in dönüşü” için İsrail’le kader birliği yapmış durumda.
Bu çevreler, Kudüs’ün tamamen İsrail kontrolüne geçmesini, Mescid-i Aksa’nın yıkılıp yerine “Süleyman Mabedi”nin inşa edilmesini, ardından büyük bir dünya savaşının çıkmasını adeta dini bir zorunluluk olarak görüyor.

Evanjelist-Siyonist Ortaklığı

Bugün ABD’deki siyasal kararların önemli kısmı bu Evanjelist lobinin baskısı altında şekilleniyor. Cumhuriyetçi kanadın büyük bölümü, İsrail’e sınırsız destek verilmesini bu inançla savunuyor. Silah sevkiyatları, BM’deki veto kararları, “Gazze’de ateşkesi engelleme” politikaları, bu teolojik-siyasi ittifakın güncel sonuçlarıdır.
Bir yandan “insan hakları” sözleriyle dünyaya ahlak dersi veren Batı, diğer yandan Filistinli çocukların üzerine yağan bombalara sessiz kalıyor. Çünkü mesele, yalnızca jeopolitik değil, Armagedon inancının gölgesinde şekillenen bir ideolojik tercihtir.

Dünyayı Ateşe Atacak Tehlike

Asıl tehlike, bu saplantının sadece Filistin’i değil, tüm dünyayı bir kıyamet senaryosuna sürükleyebilecek olmasıdır. Zira Evanjelist-Siyonist ittifakı, nükleer güçleri ve devasa finans kaynaklarıyla, yalnızca bölgesel bir değil, küresel bir yangının fitilini ateşlemektedir.
Bugün Gazze’de denenmiş olan “sessiz soykırım” politikası, yarın başka coğrafyalarda da tekrarlanabilir. Sessiz kalan uluslararası toplum, aslında kendi geleceğini de ipotek altına sokmaktadır.

Sonuç

Gazze’de akan kan, sadece İsrail’in değil; ABD’deki Evanjelist-Siyonist ittifakının ve onlara göz yuman Batı’nın sorumluluğudur. Bu inanç temelli siyaset, dünyayı kıyamet senaryosuna doğru sürüklüyor.
Sorulması gereken soru şudur: İnsanlık, bir grubun “Tanrıyı kıyamete zorlama” inancı uğruna ateşe mi atılacak, yoksa geç olmadan aklın ve vicdanın yoluna mı dönülecek?
Bak:
https://tesbitler.com/index.php?s=Armegedon+

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

Loading

No ResponsesEylül 24th, 2025

Vicdanın Sesi

Vicdanın Sesi

Birleşmiş Milletler Kürsüsünden Yükselen Feryat

Bugün, modern dünyanın en büyük utançlarından birine tanıklık ediyoruz. 21. yüzyılın sözde medeni toplumları, küresel barışın kalbi olması beklenen Birleşmiş Milletler çatısı altında, Gazze’de yaşanan insanlık dramını izlemekle yetiniyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, BM 80. Genel Kurulu’nda yaptığı tarihi konuşmada bu suskunluğa karşı vicdanları harekete geçmeye çağırdı ve Gazze’deki durumun bir savaş değil, bir “toplu kıyım politikası” olduğunu vurguladı.
Erdoğan’ın konuşması, uluslararası toplumun çifte standardını ve eylemsizliğini yüzlerine vuran keskin bir eleştiri niteliğindeydi. “Birleşmiş Milletlerin amacı uluslararası barış ve güvenliği korumaktır” sözünü hatırlatarak, bu temel ilkenin Gazze’de nasıl ayaklar altına alındığını gözler önüne serdi. Sayılara sığdırılamayacak bir felaketten bahsetti: 65.000’i aşkın sivilin katledilmesi, 20.000’den fazla çocuğun hayatını kaybetmesi… Bu rakamlar, sadece istatistik değil, her biri birer masum can ve paramparça olmuş birer aile demek.
Gazze’de yaşananlar, modern tarihte benzerine az rastlanır bir vahşettir. Hastanelerin bombalanması, sağlık çalışanlarının öldürülmesi, ambulansların hedef alınması… Hayati altyapının bilerek ve isteyerek yok edilmesi, insani yardımların engellenmesi, hatta insanların açlık silahıyla ölüme terk edilmesi, bu kıyımın sadece askeri operasyon olmadığını isbatlar niteliktedir. Erdoğan’ın gösterdiği, leğenlerle su arayan kadınların ve elleri, kolları anestezi olmadan ampute edilen çocukların fotoğrafları, bu barbarlığın en somut isbatlarıdır. “Böyle bir gaddarlığın makul bir sebebi olabilir mi?” sorusu, tüm dünyanın vicdanına yöneltilmiş, cevabı bulunamayan bir feryattır.
Erdoğan, Gazze’deki bu durumun bir “savaş” değil, “toplu kıyım” olarak adlandırılması gerektiğini belirtti. Bu, bir çatışma değil, bir tarafın diğer tarafı tamamen yok etme girişimidir. Sadece insanlar değil, hayvanlar, tarım alanları, ağaçlar, su kaynakları; yani bir yaşamın devamlılığı için gerekli olan her şey sistematik olarak yok ediliyor. İsrail yönetiminin bu “canlıya ve hayata düşmanlık” politikası, yalnızca Gazze ile sınırlı kalmıyor, Batı Şeria ve komşu ülkeleri de tehdit ederek bölgesel barışı tehlikeye atıyor.
Konuşmanın en can alıcı noktası ise uluslararası toplumun tepkisizliği oldu. BM’nin kendi personelini bile koruyamadığını belirten Erdoğan, bu sessizliğin ve eylemsizliğin yaşanan vahşete ortak olmak anlamına geldiğini cesurca dile getirdi. Batı’da İkinci Dünya Savaşı sonrası inşa edilen insan hakları, ifade özgürlüğü ve demokrasi gibi temel değerlerin Gazze karşısında ağır yara aldığını vurguladı.
Bu tarihi konuşma, sadece Gazze için bir adalet çağrısı değil, aynı zamanda tüm insanlık için bir uyarı niteliğindedir. Erdoğan, “İnsanlık tarihi son bir asırda böyle bir vahşet görmemiştir” diyerek, bu kara lekenin tüm dünyanın ortak hafızasına kazındığını belirtti. BM kürsüsünden yükselen bu ses, tüm dünyaya şunu haykırıyor: Çocukların, kadınların ve masum sivillerin gözler önünde katledildiği bu utanç verici tabloya karşı sessiz kalmak, insan olmanın en temel erdemlerine sırt dönmektir. Artık harekete geçme ve Filistinli mazlumların yanında dimdik durma zamanıdır. Çünkü bu utanç, yalnızca Gazze’ye değil, tüm insanlık vicdanına aittir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

Loading

No ResponsesEylül 24th, 2025

Filistin Meselesi ve Gazze Dramı: Tarihten Günümüze Bir İnsanlık İmtihanı

Filistin Meselesi ve Gazze Dramı: Tarihten Günümüze Bir İnsanlık İmtihanı

Giriş

 

  1. yüzyılın en sancılı miraslarından biri olan Filistin meselesi, aradan geçen yüzyıla rağmen çözümsüzlüğünü koruyor. 1948’de İsrail’in kuruluşuyla başlayan işgal süreci, 1967’deki Altı Gün Savaşı ile genişledi; bugün ise insanlığın gözleri önünde Gazze’de bir soykırım boyutuna ulaşmış durumda. İsrail ordusunun sürdürdüğü saldırılar, binlerce yıllık Filistin halkını toprağından koparmayı, devlet kurma iradesini yok etmeyi amaçlıyor. Ancak yaşananlar sadece Ortadoğu’yu değil, tüm dünyayı bir ahlakî ve tarihî imtihanla karşı karşıya bırakıyor.

 

Gazze’de Güncel Dram

 

Gazze Şeridi, 7 Ekim 2023’ten bu yana İsrail’in aralıksız saldırılarıyla kan gölüne döndü. Son verilere göre 65 bini aşkın Filistinli hayatını kaybetti; yüz bini aşkın insan yaralandı. Elektrik, su ve gıda akışı kesilmiş; insanlar insan onuruna yakışmayan şartlarda yaşam mücadelesi veriyor. Uluslararası hukukun açık ihlallerine rağmen, İsrail yönetimi saldırılarını “meşru müdafaa” kılıfıyla meşrulaştırmaya çalışıyor.

Bu tabloya karşılık Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ifadeleri dikkat çekicidir:

“Başka türlü bunun izahı mümkün değil. Bu dört dörtlük bir soykırımdır. Biz yalnızca rükuda ve secdede eğiliriz, zulüm karşısında asla eğilmeyiz.”

 

Batı’nın İkiyüzlülüğü

 

Gazze dramında Batı dünyasının tavrı tarihe utanç vesikası olarak geçti. ABD, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde defalarca ateşkesi veto ederek İsrail’e açıkça kalkan oldu. ABD Büyükelçisi Thomas Barrack’ın sözleri ise, Batı’nın zihniyetini gözler önüne serdi:

“O coğrafyada boyun eğmek için Arapçada bir kelime yok.”

Bu sözler, aslında Batı’nın Filistin halkını barış değil, teslimiyetle özdeşleştirdiğini ortaya koymaktadır.

 

Dünya Vicdanının Uyanışı

 

Bütün bu zulme rağmen dünya genelinde güçlü bir vicdanî uyanış yaşanıyor. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, Filistin için devlet kurmanın bir ödül değil, bir hak olduğunu açıkça ilan etti.

Avrupa’da da dengeler değişiyor. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, BM Genel Kurulu’nda ülkesinin Filistin Devleti’ni tanıdığını açıkladı. Ardından Belçika, Portekiz, Malta, Lüksemburg ve Andorra gibi ülkeler aynı yönde adım attılar. Böylece, Filistin’i tanıyan ülke sayısı 151’e ulaştı.

Bu gelişmeler, tarihin akışını değiştirebilecek niteliktedir. Çünkü Filistin’i devlet olarak tanımayan ülkeler artık dünya kamuoyu karşısında utanç listesinde yer almaktadır.

 

İsrail’de Çatlak Sesler

 

İsrail içinde de çatlaklar büyümektedir. Gazze’deki askeri kayıplar, subayların donanımsız cepheye sürülmesi ve “askerî sistemin çöküşü” itirafları, İsrail ordusunun içten çözülmekte olduğunu göstermektedir. Aynı zamanda İsrailli halk, Netanyahu’nun evinin önünde toplanarak ateşkes ve esir takası çağrısında bulunmuştur. Bu tablo, İsrail toplumunun da mevcut politikayı taşımakta zorlandığını göstermektedir.

 

Filistin Direnişi ve Onurlu Duruş

 

Filistin halkı için yaşananlar sadece bir coğrafi işgal değil, aynı zamanda tarihî ve kimliksel bir yok etme teşebbüsüdür. Buna rağmen Gazze’de ve Batı Şeria’da yükselen direniş, tarihe onurlu bir duruş olarak geçmiştir. İsrailli orkestra şefi Ilan Volkov’un bile Filistin için eylem yaparken tutuklanması, meselenin artık bir evrensel insanlık meselesine dönüştüğünü göstermektedir.

 

Sonuç: Tarih Şahitlik Ediyor

 

Gazze’de yaşananlar yalnızca bir savaş değil, tarihin önümüze koyduğu büyük bir imtihandır. Filistin halkının direnişi, dünya devletlerinin tutumu, uluslararası kurumların tavrı ve vicdanların sessizliği tarih tarafından kayda geçirilmektedir.

Bugün yaşanan soykırımın adı bellidir; faili açıktır. Ama aynı zamanda insanlık için de bir fırsat doğmuştur: Filistin Devleti’ni tanımak, bu topraklarda adil ve kalıcı barışın tek yoludur. Aksi hâlde Gazze’de akan kan, bütün insanlığın alnına kara bir leke olarak kazınacaktır.

 

📌 Tarih şunu kaydedecektir:

 

Filistin halkı toprağını, kimliğini ve onurunu savunurken, zulme ortak olanlarla zulme karşı duranlar arasındaki çizgi netleşmiştir. Ve bu çizgi, gelecek nesiller için bir vicdan terazisi olacaktır.

 

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

Loading

No ResponsesEylül 23rd, 2025

Gazze’nin Hazin Dramı, İsrail’in Vahşeti ve Uyanan Dünya

Gazze’nin Hazin Dramı, İsrail’in Vahşeti ve Uyanan Dünya

Gazze… Bir zamanların münbit toprakları, bugün insanlığın utanç sahnesi hâline gelmiş durumda. On binlerce masumun hayatını kaybettiği, yüz binlercesinin yaralandığı ve milyonların açlık, susuzluk ve hastalıkla pençeleştiği bir coğrafya… İsrail’in 7 Ekim 2023’ten bu yana sürdürdüğü sistematik saldırılar, sadece askeri bir operasyon değil; apaçık bir soykırım girişimidir.

ABD’nin Kanlı Vetoları

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde ardı ardına gündeme gelen ateşkes tasarıları, 14 üyenin desteğine rağmen tam 6 kez ABD vetosuna takıldı. Washington yönetimi, sözde “barış elçisi” rolü oynamak yerine, İsrail’in katliamlarını perdeleyen ve meşrulaştıran bir suç ortağına dönüşmüş durumda. ABD’nin bu tutumu, uluslararası hukuk ve insan hakları kavramlarının yalnızca çıkar odaklı birer vitrin süsü olduğunu bir kez daha ortaya koydu.

Avrupa’nın Geç Gelen Uyanışı

Uzun yıllardır İsrail yanlısı bir siyaset izleyen Batı dünyasında ise çatlak sesler çoğalmaya başladı. İngiltere, Kanada, Avustralya ve son olarak Portekiz’in Filistin’i devlet olarak tanıması, yıllarca görmezden gelinen zulmün artık inkâr edilemeyecek boyutlara ulaştığını gösteriyor. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda başka devletlerin de Filistin’i tanımaya hazırlanması, geç de olsa hakikatin dünyaya dayatıldığının işareti.
Bu adımlar, Filistin davasına diplomatik zemin kazandırmakla kalmıyor; aynı zamanda İsrail’in uluslararası meşruiyetini de hızla aşındırıyor.

Netanyahu ve Siyonist İştah

İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Golan Tepeleri’nden vazgeçmeyeceğini ilan etmesi, Lübnan topraklarına saldırılar düzenlemesi ve Batı Şeria’daki yeni ilhak planları, Siyonist işgalin doymak bilmez bir açgözlülükle sürdüğünü gösteriyor. İsrail’in “ateşkes” anlaşmalarını dahi tanımaması, onun için barışın bir seçenek olmadığını; tek hedefin işgal ve yok etme olduğunu ispatlıyor.

İnsanlığın Kanayan Vicdanı

Gazze’de 65 bini aşkın can toprağa düştü. On binlerce çocuk ve kadın, hedef gözetilmeden bombaların altında kaldı. Hastaneler yıkıldı, ambulanslar vuruldu, yardım noktaları dahi sistematik olarak hedef alındı. Bu tablo karşısında Papa 14. Leo’nun barış çağrısı bile, Batı’nın içten içe duyduğu vicdan azabının bir tezahürü olarak okunmalı.
Fakat ne yazık ki, çağrılar yetmiyor. Çünkü İsrail ve en büyük destekçisi ABD, bu kandan besleniyor.

Dünya 5’ten Büyüktür

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yıllardır dile getirdiği “Dünya 5’ten büyüktür” gerçeği, bugün Gazze üzerinden bütün çıplaklığıyla gözler önünde. Birleşmiş Milletler’in veto mekanizmasına sıkışmış yapısı, adalet yerine güçlünün çıkarını koruyan bir kulübe dönüşmüş durumda. Bu çarpık sistem değişmedikçe, mazlumların çığlığı kulaklarda yankılanmaya devam edecek.

Direnişin Çanakkalesi: Filistin

Her şeye rağmen, Gazze halkı sabır ve direnişiyle dünyaya örnek oluyor. Onların gösterdiği sebat, tarihin en zor zamanlarında milletimizin yazdığı Çanakkale destanını hatırlatıyor. Küresel Sumud Filosu’nun yeniden denizlere açılması, dünya çapında düzenlenen destek eylemleri ve yükselen dayanışma çağrıları, bu mücadelenin sadece Filistinlilerin değil, insanlığın onur mücadelesi olduğunu gösteriyor.

Sonuç

Bugün Gazze’de yaşananlar, sadece bir coğrafyanın dramı değil; insanlığın sınavıdır. İsrail’in vahşeti, ABD’nin kanlı ortaklığı ve Batı’nın ikiyüzlülüğü tarihe kara bir leke olarak geçerken; dünyanın giderek uyanışı ve mazlumların davasına sahip çıkışı da umut ışığını büyütüyor.
Gazze’nin yarınları, bugünkü bu direnişle ve insanlığın adalet arayışıyla yazılacak. Çünkü zulüm ilelebet payidar olamaz.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

Loading

No ResponsesEylül 23rd, 2025

Yaratılışın Lisanı: Her Şeyin Şükrü ve İbadeti

Yaratılışın Lisanı: Her Şeyin Şükrü ve İbadeti

İnsanı, kâinatın en şerefli misafiri kılan sır, onun fıtratına nakşedilmiş olan ibadet ve şükür kabiliyetidir. Yüce Yaratıcı, bu kâinatı öyle hikmetli bir biçimde inşa etmiştir ki, her bir varlık kendi lisan-ı haliyle O’na olan minnetini ve teslimiyetini ilan eder. İşte elimizdeki o manidar metinler de bu derin hakikati gözler önüne sermektedir.

1. Metin: Yaratılışın Gizli Sohbeti

İktibas: “Bak, başında çok süt konserveleri taşıyan Hindistan cevizi ve incir gibi meyvedar ağaçlar, rahmet hazinesinden lisan-ı hal ile süt gibi en güzel bir gıdayı ister, alır, meyvelerine yedirir; kendi bir çamur yer. Hem nar ağacı sâfi bir şarabı, hazine-i rahmetten alıp meyvesine yedirir; kendisi çamurlu ve bulanık bir suya kanaat eder.” (Bediüzzaman-Said Nursi – Risale-i Nur – Mesnevi-i Nuriye – 163)

İzah ve Açıklama:
Bu paragraf, kâinatın her bir parçasının ne kadar bilinçli ve amaçlı bir şekilde işlediğini muazzam bir benzetmeyle anlatıyor. Hindistan cevizi ve nar ağacı, kendi varlıklarıyla bir lisan-ı hal oluşturur. Lisan-ı hal, sözle ifade edilemeyen ancak eylem ve durumla anlaşılan bir dil demektir. Bu ağaçlar, çamurdan, topraktan ve bulanık sudan beslenirken, meyvelerine en saf, en lezzetli gıdaları ikram ederler. Bu durum, onların kendi benliklerini aşan bir ilahi emre tabi olduklarını gösterir. Kendi menfaatlerini değil, Rablerinin onlara yüklediği vazifeyi yerine getirerek meyvelerine hizmet ederler. Bu, adeta bir annenin, kendi zorluklara katlanarak çocuğuna en iyi gıdayı sunması gibidir.
Bu hikmetli misal bize şunu fısıldar: Gerçek bir yaratılış, sadece fiziksel bir süreçten ibaret değildir. Her bir parçanın bir anlamı, bir hikmeti ve bir amacı vardır. Bu, ağaçların bile bir “istek” ve “alma” eylemiyle bir rahmet hazinesinden beslendiğini, kendilerinin bulanık suya razı olup meyvelerine saf bir şurup ikram ettiğini gösterir. Bu, ilahi bir düzenin ve ilahi bir şefkatin delilidir. İnsan da bu düzenin bir parçasıdır. Kendi fani ve topraktan yaratılmış varlığıyla, sonsuz bir hikmet ve rahmetten beslenir. Onun vazifesi de bu nimetlere nankörlük etmek değil, onları fark edip şükranla Yaradan’a yönelmektir.

2. Metin: İnsanın Sorumluluğu ve İmtihanı

İktibas: “İnsan, umum mevcudat içinde ehemmiyetli bir vazifesi, ehemmiyetli bir istidadı olsun da, insanın Rabbi de insana bu kadar muntazam masnuatıyla kendini tanıtırsa, mukabilinde insan iman ile O’nu tanımazsa; hem bu kadar rahmetin süslü meyveleriyle kendini sevdirse, mukabilinde insan ibadetle kendini O’na sevdirmese; hem bu kadar türlü nimetleriyle muhabbet ve rahmetini ona gösterse, şükür ve hamd ile O’na hürmet etmese; cezasız kalsın, başıboş bırakılsın, o izzet, gayret sahibi Zât-ı Zülcelâl, bir dâr-ı mücâzât hazırlamasın?”

İzah ve Açıklama:
Bu metin, insanın kâinattaki yerini ve sorumluluklarını sorguluyor. İnsanın, diğer varlıklardan farklı olarak, “ehemmiyetli bir vazife” ve “ehemmiyetli bir istidat” ile donatıldığını vurguluyor. Bu vazife ve istidat, sadece fiziksel hayatta kalmak değil, aynı zamanda Yaratıcısını tanımak ve O’na karşı kulluk görevlerini yerine getirmektir.
Yüce Allah, sanatını ve kudretini sergilediği kâinatla, kendini insana tanıtır. Her bir varlık, her bir düzen, O’nun varlığının ve birliğinin bir delilidir. Eğer insan, bu delillere rağmen iman etmezse, kendisine bahşedilen sayısız nimete rağmen şükür ve hamd ile karşılık vermezse, bu durum ilahi izzete ve gayrete aykırıdır.
Metinde “başıboş bırakılsın” ifadesi, bu dünyanın bir imtihan yeri olduğunu ve her eylemin bir karşılığı olduğunu hatırlatır. İnsan, sorumlu bir varlıktır ve sorumluluklarını yerine getirmediği takdirde cezasız kalması düşünülemez. Bu, adaletin bir gereğidir. Bu metin, bizleri gafletten uyandırarak, kendimize ve kâinattaki yerimize dair derin bir tefekküre davet eder.

3. Metin: Yönelişin Gücü
İktibas: “Kul Der ki; ‘İşlerimi Halledip, Rabbime Yöneleyim.’ Rabbimiz Der ki; ‘Bana Yönelin, İşlerinizi Halleyim.'”

İzah ve Açıklama:
Bu kısa ama hikmet dolu metin, modern insanın en büyük yanılgılarından birini, yani öncelik sıralamasını gözler önüne seriyor. İnsan, genellikle dünyevi işlerini, problemlerini ve meşguliyetlerini birer engel olarak görür ve bu engelleri aştıktan sonra ibadete ve maneviyata yöneleceğini düşünür. “Önce işlerimi halledeyim, sonra namaz kılarım,” “Önce bu projeyi bitireyim, sonra kendimi dine veririm” gibi düşünceler, bu yanlış önceliklendirmeyi yansıtır.
Ancak metin, bu düşünceyi ters yüz ediyor ve ilahi bir çözüm sunuyor: Gerçek çözüm, işleri halledip sonra yönelmek değil, aksine, Allah’a yönelerek işlerin hallolmasını beklemektir. Bu, bir teslimiyet ve tevekkül dersidir. İnsanın gücü ve iradesi sınırlıdır, ancak Rabbinin kudreti ve iradesi sonsuzdur. O’na yönelen bir kulun işleri, O’nun inayeti ve yardımıyla daha kolay ve daha bereketli bir şekilde çözülür. Bu metin, bizlere, hayatın karmaşasında kaybolmak yerine, her şeyin sahibine sığınmayı ve O’nu merkeze almayı öğütler.

4. Metin: Kadere Teslimiyet ve İman

İktibas: “İ’lem Eyyühel-Aziz! Mer’ayı tecavüz eden koyun sürüsünü çevirtmek için çobanın attığı taşlara musab olan bir koyun, lisan-ı haliyle: ‘Biz çobanın emri altındayız. O bizden daha ziyade faidimizi düşünür. Madem onun rızası yoktur, dönelim.’ diye kendisi döner, sürü de döner. Ey nefis! Sen o koyundan fazla âsi ve dâll değilsin. Kaderden sana atılan bir musibet taşına maruz kaldığın zaman, söyle ve Merci-i Hakiki’ye dön, imana gel, mukedder olma. O seni senden daha ziyade düşünür.” (Mesnevi-i Nuriye 119 – Habbe)

İzah ve Açıklama:
Bu metin, kader ve musibetler karşısında insanın nasıl bir tavır alması gerektiğini çok etkili bir benzetmeyle anlatıyor. Çobanın sürüyü korumak ve doğru yola sevk etmek için attığı taşlar, ilk bakışta bir ceza gibi görünebilir. Ancak koyun için bu taşlar, bir rehberlik ve koruma işaretidir. Çünkü koyun, çobanın kendisinin iyiliğini istediğini bilir ve bu duruma teslim olur.
İnsan da aynı şekilde, başına gelen musibetleri ve zorlukları, ilahi bir çobanın (Allah’ın) kendisini doğru yola çevirmek için attığı “taşlar” olarak görmelidir. Bu musibetler, bizi nefsinin heva ve heveslerinden, hatalı yollardan çevirir. Metin, “O seni senden daha ziyade düşünür” diyerek, Allah’ın kuluna olan şefkatinin ve merhametinin derinliğini vurguluyor. Bu şefkat, insanı bir hatadan korumak veya daha büyük bir hayra ulaştırmak için musibetler gönderebilir. Bu, imanın ve tevekkülün en önemli derslerinden biridir: Başımıza gelen her şeyde bir hikmet ve hayır aramak, isyan etmek yerine teslim olmak.

5. Metin: İnsanın Bedeni ve Emanet Bilinci

İktibas: “İnsanın vücudu ve cesedi bile onun değildir. Çünkü kendisinin eser-i san’atı değildir. O vücudu yolda bulmuş, lâkîta olarak temellük de etmiş değildir. Kıymeti olmayan şeylerden olduğu için yere atılmış da insan almış değildir. Ancak o vücud hâvi olduğu garib san’at, acib nakışların şehadetiyle, bir Sâni’-i Hakîm’in dest-i kudretinden çıkmış kıymetdar bir hane olup, insan o hanede emaneten oturur.” (Bediüzzaman – Said Nursi (R. A) Mesnevi-i Nuriye – 65)

İzah ve Açıklama:
Bu metin, insan vücudunun mülkiyeti hakkındaki yaygın yanılgıyı düzeltiyor. İnsan, kendi bedenini “sahibi” olarak değil, bir “emanetçi” olarak görmelidir. Beden, ne yolda bulunmuş, ne de değersiz bir eşya gibi edinilmiştir. Aksine, içindeki eşsiz sanat ve mucizelerle, hikmet sahibi bir Yaratıcının kudret eliyle inşa edilmiş, çok kıymetli bir “hane”dir.
Bu hanede insan “emaneten” oturur. Emanet bilinci, kişiye büyük bir sorumluluk yükler. Bedenine iyi bakmak, onu haramdan korumak ve en önemlisi, asıl sahibinin rızasına uygun bir şekilde kullanmakla yükümlüdür. Bu anlayış, insanın bedenini hoyratça kullanmasını, onu günahlara alet etmesini engeller. Vücudun her bir hücresi, her bir organı, ilahi sanatın birer şahididir. Bu şahitlerin lisan-ı halleriyle, kendilerini yaratan Sani’e şükürlerini ilan ettiklerini bilmek, insanın kendi bedenine olan saygısını ve sorumluluğunu pekiştirir.

6. Metin: Hayatın ve Ölümün Hakikati

İktibas: “Ölüm haktır. Evet bu hayat ve bu beden şu azîm dünyaya direk olacak kabiliyette değildir. Zira onlar demir ve taştan değildir. Ancak et, kan ve kemik gibi mütehalif şeylerden terekküb etmiş. Kısa bir zamanda tevafukları, içtimaları varsa da, iftirakları ve dağılmaları her vakit melhuzdur.”

İzah ve Açıklama:
Bu metin, hayatın fani, bedenin ise geçici bir yapıya sahip olduğunu hatırlatıyor. Vücudumuz, demir ve taş gibi sağlam ve kalıcı malzemelerden değil, et, kan ve kemik gibi birbirinden farklı ve her an dağılmaya müsait unsurlardan oluşmuştur. Bu “mütehalif” (birbirinden farklı) unsurların bir araya gelmesi, hayat denilen muazzam bir olguyu oluşturur. Ancak bu birliktelik, her an ayrılmaya, dağılmaya “melhuz” (muhtemel) bir durumdadır.
Bu gerçek, bize hayatın ve bedenin kalıcı olmadığını, ölümün kaçınılmaz bir hakikat olduğunu hatırlatır. Bu, karamsarlık değil, aksine, hayatın her anının kıymetini bilmek ve asıl hedef olan ahiret yurdu için hazırlık yapmak gerektiği mesajını taşır. Vücudun zayıflığı ve dağılmaya olan yatkınlığı, insanın fani olduğunu ve bu dünyada bir misafir olduğunu idrak etmesini sağlar. Böylece insan, bu fani bedeniyle sonsuzluğa namzet olan ruhunu beslemeye yönelir. Bu metin, ölümden korkmak yerine, ölüm gerçeğiyle yüzleşerek hayatı daha anlamlı kılmanın yolunu gösterir.

Makalenin Özeti
Bu makalede, Bediüzzaman Said Nursi’nin Mesnevi-i Nuriye adlı eserinden alınan altı farklı metin üzerinden, insanın kâinattaki yeri, yaratılışın hikmeti, ibadet ve şükrün önemi, kader ve musibetlere bakış açısı ile insan vücudunun bir emanet olduğu hakikatleri işlenmiştir.
Her bir metin, Yüce Yaratıcı’nın kudret ve hikmetini farklı bir pencereden gösterirken, insanı kendi iç dünyasında ve kâinatta derin bir tefekküre davet eder. Ağaçların lisan-ı haliyle rahmetten beslenip meyvelerine ikram etmeleri, her şeyin bir amaca hizmet ettiğini ve bu amacın şükür olduğunu gösterir. İnsanın imtihan dünyasındaki sorumluluğu, iman, ibadet ve şükürle Rabbine yönelmek ve O’nun rızasını kazanmaktır. Başımıza gelen her musibetin, ilahi bir rahmet ve terbiye aracı olduğu, fani olan bedenimizin bir emanet olduğu ve ölümün kaçınılmaz bir hakikat olduğu vurgulanır.
Sonuç olarak, bu metinler bütünü, insanı dünyevi meşguliyetlerin ötesine geçerek, asıl hayatın manevi ve ebedi boyutlarına odaklanmaya teşvik eder.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

Loading

No ResponsesEylül 23rd, 2025

BİR TEFEKKÜR

BİR TEFEKKÜR

“Hattâ ben, mutavassıt bir badem ağacı gördüm ki: Kırka yakın baş hükmünde büyük dalları var. Sonra bir dalına baktım, kırka yakın dili hükmünde küçük dalları var. Sonra o küçük dalının bir diline baktım, kırk çiçek açmıştır. O çiçeklere nazar-ı hikmetle dikkat ettim, herbir çiçek içinde kırka yakın incecik, muntazam püskülleri, renkleri ve san’atları gördüm ki; herbiri Sâni’-i Zülcelal’in ayrı ayrı birer cilve-i esmasını ve birer ismini okutturuyor. İşte hiç mümkün müdür ki, şu badem ağacının Sâni’-i Zülcelal’i ve Hakîm-i Zülcemal’i, bu camid ağaca bu kadar vazifeleri yükletsin; onun manasını bilen, ifade eden, kâinata ilân eden, dergâh-ı İlahiyeye takdim eden, ona münasib ve ruhu hükmünde bir melek-i müekkeli ona bindirmesin?”

Bediüzzaman-Said Nursi(r.a.)
Sözler – 514

***

1. Badem Ağacındaki Tefekkür

Üstad, bir badem ağacını mercek altına alıyor. Ağacın:
• dalları başlara benziyor,
• küçük dalları dillere benziyor,
• çiçekleri sayısız tecelliler taşıyor,
• çiçeklerin püskülleri her biri ayrı bir isim ve sıfatı okutturuyor.
Burada her şeyin Allah’ın isimlerini okuttuğunu göstermeye çalışıyor. Yani cansız gibi görünen bir ağaç, aslında Allah’ın Hayy, Hakîm, Musavvir, Latîf, Rezzâk gibi isimlerinin aynasıdır.

2. Kur’ân Ayetleri ile Bağlantı

Kur’ân, defalarca insanı kâinata bakmaya ve ibret almaya davet eder:
• “Onlar göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler: Rabbimiz! Sen bunları boş yere yaratmadın…” (Âl-i İmrân, 3/191)

• “De ki: “Yeryüzünde gezip dolaşın da Allah’ın varlıkları ilk defa nasıl yarattığına ibretle bakın. Allah, kıyâmetten sonraki âhiret hayatını da işte böyle yaratacaktır. Şüphesiz Allah’ın her şeye gücü yeter..” (Ankebût, 29/20)

• “Allah gökten bir su indirdi ve onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti. Şüphesiz ki bunda dinleyen toplum için bir ibret vardır.” (Nahl, 16/65)

• “O, gökten bir su indirendir. Onunla her çeşit bitkiyi bitirdik; ondan bir yeşillik çıkardık, ondan üst üste taneler; hurma ağacından tomurcuklarından sarkan salkımlar; üzüm, zeytin, nar… İşte bunlarda iman edenler için ibret vardır.” (En‘âm, 6/99)

Bu ayetler badem ağacı misalini aynen destekler. Bir tek ağaç bile adeta Kur’ân gibi okunacak bir kitap hükmündedir.

3. Kâinattaki Olaylar Işığında

Bugünkü bilimsel gözlem de aynı gerçeği gösterir:
• Bir badem ağacının tohumu küçücük bir DNA programıyla yazılmıştır. İçinde yüzlerce sayfa ansiklopedi bilgisi kadar bilgi kodludur.
• O küçücük çekirdekten; dalları, yaprakları, çiçekleri, kokusu, tadı, rengi, zamanı gelen meyvesi çıkıyor.
• Her çiçek, arıların ziyaretine uygun bir şekilde yaratılıyor; polenleri, renkleri, kokuları ekolojik dengenin bir parçası olarak işliyor.
• Her meyvenin içinde tekrar bir tohum var; bu da devamlılık sırrı.
Yani bilim diliyle de bakılsa, “tesadüf” demek imkânsız. Hepsi ilim, hikmet, irade ile düzenleniyor.

4. Melekî Vazife Meselesi

Üstad’ın son cümlesi önemli:
“Hiç mümkün müdür ki… bu manaları kâinata ilan eden, Allah’a takdim eden, uygun bir melek ona bindirilmesin?”

Yani, her şeyin bir manevî dili vardır. Badem ağacı, Allah’ın isimlerini gösteriyor. Onu görüp anlayan bir melek de, o ağacın yaptığı tesbihatı Allah’a arz eder. Bu, Kur’ân’da geçen şu hakikati hatırlatır:

• “Yedi gök, yer ve bunların içindekiler O’nu tesbih eder. O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur; fakat siz onların tesbihini anlamazsınız.” (İsrâ, 17/44)

Demek ki ağaçlar, kuşlar, dağlar, rüzgârlar Allah’ı zikrediyor. Biz bazen fark etmiyoruz; ama onların zikirlerini melekler temsil ediyor.

5. Sonuç

• Bir badem ağacı sadece bir ağaç değildir; ilâhî isimlerin aynasıdır.
• Her çiçek, her dal, her yaprak Allah’ın bir ismini okutur.
• Kur’ân, sürekli bu tefekküre davet eder: “Bak, düşün, ibret al.”
• Bilimsel keşifler de, bu manaları teyit eder.
• Ve bütün bu zikri, meleklere havale edilen bir tesbihat dili vardır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

Loading

No ResponsesEylül 23rd, 2025

“Ruhânî” ve “Nurânî” tabirleri

“Ruhânî” ve “Nurânî” tabirleri

1. Ruhânî nedir?

• Ruh ile alâkalı, ruha ait, ruh mahiyetinde olan şeyler için kullanılır.
• Ruh, mahlûktur; Allah’ın “emr” âleminden bir tecellisidir:
“Sana ruhtan sorarlar. De ki: Ruh Rabbimin emrindendir.” (İsrâ, 85)
Dolayısıyla “ruhânî varlıklar” deyince melekler, cinler, ervah-ı tayyibe (salih insanların ruhları), ervah-ı habîse (şer ruhlar) anlaşılır.
• Ruhânî, bedenle mukayyet olmayan, maddî kayıtlara fazla girmeyen varlıklara da denir.
Misaller:
• Melekler (tamamen ruhânî varlıklardır)
• Cinler (ruhanîdir ama nurânî değillerdir)
• İnsan ruhu

2. Nurânî nedir?

• “Nurdan yaratılmış, nur mahiyetinde olan, ışık gibi engel tanımayan, şeffaf varlıklar” demektir.
• “Nur” maddî ışık gibi değildir; manevî, latif bir vücut tarzıdır.
• Nurânî varlıklar için mesafe, zaman, mekân engel teşkil etmez.
• Risale-i Nur’da, nurânî varlıkların “bir anda bin yerde bulunabilme” özellikleri özellikle anlatılır.
Misaller:
• Melekler (hem ruhânî, hem nurânîdir)
• Cennet ehlinin bedenleri (âhirette nurânîleşecektir)
• Peygamberimizin (asm) mucizelerinden bazıları (mesela aynı anda farklı yerlerde görünme, tayy-ı mekân gibi halleri)

3. Ruhânî ile Nurânî arasındaki fark

• Mahiyet:
• Ruhânî: Ruh ile ilgili, ruh gibi varlık.
• Nurânî: Nurdan yaratılmış, ışık mahiyetinde.
• Hız ve Sınır:
• Ruhânî varlıkların da beden kayıtları yoktur ama bazılarının (örneğin cinlerin) hareketleri nuranîler kadar süratli değildir.
• Nurânî varlıklar için ise engel yoktur; bir anda birçok yerde bulunabilirler.
• Örnek:
• İnsan ruhu → Ruhânîdir ama nurânî değildir; çünkü bir anda sadece bir bedene bağlıdır.
• Melekler → Hem ruhânî hem nurânîdir; aynı anda çok yerde bulunabilirler.
• Cinler → Ruhânîdir, fakat nurânî değildir; mekân ve zaman kayıtlarına daha çok tâbidirler.

4. Benzerlikleri

• İkisi de maddî varlıklar gibi katı, ağır, cisimli değildir.
• İkisi de gözle görülmez, duyularla kavranmaz.
• İkisi de Allah’ın kudretiyle “emr âlemine” bağlıdır.

5. Özet Misal

• Ruhânî: İnsan ruhu → tek bedene bağlı, hız ve tecellide sınırlı.
• Nurânî: Güneşin ışığı gibi → aynı anda binler yerde bulunabilen, şeffaf ve engel tanımayan.
Bediüzzaman’ın ifadesiyle:
“Nurânî şeyler için, kesretle ihtilât ve inkısam yoktur. Meselâ, bir güneşin aksi binler âyinede bulunur; fakat güneşin ziyasına nisbeten hiçtir.” (Sözler, 30. Söz)

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

Loading

No ResponsesEylül 23rd, 2025

İsrail ve ABD: Yalnızlaşmanın Eşiğinde Bir Ortaklık

İsrail ve ABD: Yalnızlaşmanın Eşiğinde Bir Ortaklık

Gazze’de aylardır süren katliamlar, işgal ve zorunlu göç politikaları, İsrail’i yalnızca bölge halklarının değil, dünya kamuoyunun da vicdanında mahkûm etmiştir. ABD ise bu zulmün en büyük destekçisi olarak aynı kaderi paylaşmaktadır. Gün geçtikçe artan uluslararası tepkiler, İsrail ve ABD’yi yalnızlaştırmakta; içeride ise toplumsal çalkantılar giderek büyümektedir.

Kudüs ve İşgal Politikaları

İsrail’in son olarak Batı Şeria’da bazı köy ve mahallelere giriş-çıkışları Filistinliler için izne bağlaması, işgalin yeni bir boyutunu gözler önüne sermektedir. Kudüs üzerindeki bu baskıcı uygulamalar, “kutsal şehri” uluslararası çatışmaların merkezine taşımaktadır.

Türkiye Faktörü ve İsrail’in Yeni Tehdit Algısı

ABD’li eski istihbarat subayı Scott Ritter’ın açıklamaları, İsrail’in artık en büyük tehdit olarak İran’ı değil, Türkiye’yi gördüğünü ortaya koymaktadır. Suriye’de bir “tampon bölge” planı ise, İsrail’in Türkiye ile doğrudan bir karşılaşmadan korktuğunu göstermektedir. Bu durum, Türkiye’nin bölgesel güç olarak yükselişini teyit eden bir gelişmedir.

Toplumsal Tepkiler ve Sanat Dünyası

Gazze’deki soykırıma karşı yalnızca siyaset değil, sanat ve toplum da tepki göstermektedir. Bingöl’de sahne alan sanatçı Alişan’ın, Hülya Koçyiğit’in ve yüzlerce doktorun sabah namazı buluşmasının ortak mesajı aynıdır: Zulme karşı sessiz kalmamak. Bu tepkiler, dünyanın dört bir yanında vicdanların harekete geçtiğinin göstergesidir.

İsrail ve ABD’nin İçeriden Çöküşü

Tel Aviv’de savaşın son bulması için yapılan protestolar, İsrail’deki huzursuzluğu ortaya koymaktadır. ABD’de ise Gazze politikasına karşı giderek büyüyen toplumsal muhalefet dikkat çekmektedir. Zulme ortaklık, yalnızca dışarıda değil içeride de büyük bir çürüme doğurmaktadır.

Teknoloji Şirketleri ve Propaganda

Google’ın İsrail ile yaptığı propaganda anlaşması, teknolojinin nasıl bir “savaş aracı” olarak kullanıldığını ortaya koymaktadır. Ancak bu girişimler, gerçeği gizleyememektedir. Zira Gazze’de yaşananlar, dünyanın dört bir yanında milyonların gözleri önündedir.

Erdoğan ve BM Genel Kurulu

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM’de Gazze soykırımını gündeme taşıyacak olması, Türkiye’nin diplomatik alanda da Filistin’in en güçlü savunucusu haline geldiğini göstermektedir. Bu süreçte Filistin’i tanıyan devletlerin artması beklenmektedir.

Sonuç: İlahi Adalet ve Tarihî Dönüm Noktası

Gazze’de katledilen bebeklerin, açlığa mahkûm edilen halkın feryadı arşa yükselmiştir. Tarih, zulüm imparatorluklarının çöktüğüne defalarca şahit olmuştur. İsrail ve ABD’nin içine düştüğü yalnızlaşma ve çürüme, bu zulmün bedelinin ağır olacağının işaretidir. Ebâbil kuşları misali, mazlumların duası ve sebatı, zalimlerin sonunu getirecektir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

Loading

No ResponsesEylül 22nd, 2025